Uzaktan Eğitim Üzerine Düşünceler — Bölüm 2

Doğu Deniz Uğur
Bilkent YES
Published in
9 min readJul 21, 2020

Bundan üç ay önce bu serinin birinci yazısını yazmıştım, bir süredir deneyimlemekte olduğum uzaktan eğitim tecrübemi ve çıkarımlarımı paylaşmaya çalışmıştım. Bugün itibariyle dönemin sonuna geldim ve bu üç aylık sürecde de yine gözlemlediğim olaylar oldu, bunlarla ilgili düşüncelerimi paylaşmak istiyorum.

Photo by Mohammad Shahhosseini on Unsplash

Anlayış

Geçtiğimiz yazıda anlayıştan biraz bahsetmiştim:

Saat farkı, internete erişim ve benzeri durumlara karşı üniversiteler anlayışlı davranmalı ve kimseyi mağdur etememeye olabildiğince önem göstermelidirler.

Bunun çok güzel bir örneğini yaşadım. “Elektro-Robot Tasarımı’na Giriş” dersimin sabah 10:30 da sınavı vardı, tabi Hong Kong saatiyle. Ayılmam için gerekli süreyi ve erteleyeceğim alarmları da düşününce ilk alarmımı 4:30'a kurmaya karar verdim. Bu saate uyanmak imkansız mı, tabii değil ama sınavdaki performansım üzerinde negatif bir etkisi olur mu, büyük ihtimalle.

Geçtiğimiz dönemin finalleri için yapmaya üşendiğim/çekindiğim bir şey yapmaya karar verdim: iletişime geçmek. Uyumadan önce attığım basit bir maile uyandığımda geri dönüş yapılmıştı, sınava istersem bir sonraki gün bizim saatimizle 9:30 da girebilecektim.

Aslında çok basit bir olay, saat farkı uyuşmazlığından dolayı bir alternatif önermek, ama bu kadar kolay bir şekilde uygulanması beni açıkçası mutlu etti. Umarım Türkiye’de de bu süreçte benzer anlayışı gösteren üniversiteler olmuştur.

Zorluklar

Bu dönemin internette yansıtıldığı kadar zorlayıcı geçtiğini söyleyemem, bence özünde normal derslerden bir farkı yoktu, tabii internetin yavaşlığı konusunu saymazsak. Zaten takip etmesi efor isteyen kalkulus dersinde, öğretmenin sesinin önce kesilmesi sonra hızlanması çok da yardımcı olmuyor. (İnternet yavaşlığından dolayı gerçek sesler gitmediğinde/geç gittiğinde Zoom’un zaman farkını kapatmak adına sesi hızlandırması durumuyla birçok kez karşılaştım.) İnternet hızının ve “güvenilirliğinin” son yıllardaki artışını göz önünde bulundurursak, Elon Musk’ın uzaya 42,000 uydu göndermesiyle de birlikte, bunun önümüzdeki yıllarda bir problem olarak kalacağını düşünmüyorum.

İnternetim kötü olduğu zamanlar internet hızının ne seviyelerde olduğunu göstermek istemiştim ama Speedtest’e bağlanamaması bence durumu daha iyi özetledi.

Bunun yanında karşılaştığım iki önemli zorluk vardı ki onlardan çıkarımlarım kendi başına ders niteliğindeydi.

Birbirini Tanımadan Takım Olmak

Bu dönem “Girişimcilik 1001: Kendi Geleceğini Kurmak” ve “Global Sağlık Sistemleri İçin Dizayn” isimli iki sıradışı ders aldım. Konudan sapmamak için derslerin detaylarına girmek istemiyorum ama ikisinin de ortak noktası proje odaklı dersler olmalarıydı. Final ve vize yerine bolca kod, takım toplantısı ve sunum içeriyorlardı.

İki ders için de takım arkadaşlarımı dönemin başında tanıdım ama hala yüz yüze görebilmiş değilim. Saat farkı bir yana, kültürleri de çok farklı olan insanları Zoom üzerinden tanımak durumunda kaldım. Bir takım oyuncusu olmak konusunda hiçbir zaman iddalı olmamıştım ama bu konuda biraz özgüvenim yerine geldi diyebilirim. Zaten önceden tanımadığın insanlarla takım olmak zor bir durum, bir de bunu internet üzerinden yapmak beni konfor alanımın baya dışına itti.

Bir diğer açıdan bakınca, özellikle yazılım alanında, uzaktan çalışmak artık çok yaygınlaşmış bir durum. (Ayrıca çok da karlı.) Tabii uzaktan işe girmenin ve takıma adapte olup çalışmanın da benzer zorlukları var. O yüzden ben bu yaşadığımı bir zorluk olarak değil de bir deneyim olarak adlandırmak istiyorum.

Görmediğin Robota Bir Şeyler Anlatmaya Çalışmak

Yukarıda bahsettiğim “Elektro-Robot Tasarımı’na Giriş” dersinin final projesi için çizgi izleyen bir robot yapmamız gerekiyordu. Düşününce çok basit bir konu; yıllardan beri yapılıyor ve internette türlü türlü örneği var.

Bizim senaryomuzda ise minik bir değişiklik vardı. İyi haber arabayı yapmamıza gerek yoktu, biz sadece kodu yazmaktan sorumluyduk. Yani bize verilen araba boyutu, pistin detaylı bir diagramı gibi verileri kullanarak kafamızda tüm olayı simüle edicek ve buna göre fail-safe bir kod yazmaya çalışacaktık. Daha önce yapmadığım bir şeydi, genel olarak mobil uygulama yazdığım için anında yazdığım kodun etkisini görebiliyor ve buna göre debugging (hata ayıklama) yapabiliyordum. Sanırım tüm dönem boyunca beni en çok zorlayan ödev buydu. Ama yukarıda söylediğim gibi çok eğitici ve güzel bir deneyimdi.

Bazen her şeyi deneme yanılmayla çözmeye yetecek kadar kaynağımız olmaz, sonuçta ilk Ay’a gidişimizin en önemli özelliği ilk olmasıydı. Tüm süreç daha önce yaşanmadığı için baz alacağımız bir olay yoktu, her türlü durumu denemeye yetecek kadar da roket. İşin çoğunluğu gerçeğe olabildiğince yakın simülasyonlar hazırlamaktı. Bence bu ödev, bunun gibi durumlara olabildiğince erken adapte olabilmem için güzel bir başlangıçtı.

Photo by NASA on Unsplash

Sınavlar

Derslerimin çoğu proje odaklı olduğu için sadece iki sınava girdim ve ikisi de aynı methodla yapıldı. Geçen yazımda anlattığım gibi masanın bir köşesinde beni ve bilgisayar ekranını çeken bir kamera(telefon) vardı, sorulara bilgisayar ekranından baktım ve yine bilgisayardan cevapladım.

Bence bu yöntem kopyanın önlenebilmesini sağlayan ve aynı zamanda da öğrenciyi zorlamayan pratik bir yol, Türkiye’de de bu gibi pratik yöntemlerin daha çok benimsendiğini görmek isterdim. (Karşılaştığım “komik” örnekleri aşağıda daha detaylıca anlatacağım.)

Türkiye

Türk üniversitelerini bu süreçte eğitimi nasıl yönetiklerine bakarak ben iki gruba ayırmak istiyorum: Gerçek zamanlı ders işlemeyenler (kaynakları ınternete yükleyip öğrencinin çalışmasını bekleyenler) ve Zoom gibi platformları kullanarak gerçek zamanlı ders işleyenler.

Türk üniversitelerinden yine komik ama üzerine düşünülmesi gereken hikayelere tanık oldum. Türkiye’nin en iyi üniversitelerinde biri kabul edilen Boğaziçi’nde hoca ders bitti çıkabilirsiniz dedikten sonra Zoom’da 40'a yakın insanın kaldığını da dinledim. Kendi sistemi üzerinden sınav yapmaya karar veren Dokuz Eylül’ün web sitesinde 16. sorudayken 1. soruya dönmek için teker teker geri tuşuna tıklamanın gerektiğini de. Aynı şekilde Bilkent Üniversitesi’nden bir öğretmenin karantina sürecinde Ayvalık’a gitmeye karar verip pixel pixel olan ekran paylaşımından sözlü yapmaya çalıştığına da şahit oldum. Bir de tabii üzerinde değişiklik yapılamayan PDF dosyasında sınavı gönderip, o dosyanın üzerinde cevapları olacak şekilde Word dosyası isteyen bir hoca da yok değildi.

Bir Sınav En Kötü Böyle Ayarlanabilir

Tüm bunların arasında beni en çok güldürense bir sınavın yapılış biçimiydi. Kimseyi zan altında bırakmamak için üniversite ve ders adı vermeden bu hikayeyi sizinle paylaşmak istiyorum.

Öğrencilerden bilgisayar üzerinden (telefondan girenlerin sınavı geçersiz sayılacakmış.) Zoom’a bağlanmaları ve kameralarının hem kendilerini hem de masalarını görmesi istenmişti; sınav soruları da Zoom’dan ekran paylaşımıyla gösterilecekmiş. Eğer bir laptop sahibiyseniz bunun neredeyse imkansız olduğunun farkındasınızdır, eğer kamerası olmayan bir masaüstü bilgisayar sahibiyseniz durum daha da vahim.

Sınav sonunda ise telefoların kamerasından cevapları yazdıkları kağıtların fotoğrafının çekilip okul mail adreslerinden dersin öğretmenine gönderilmesi istendi. Atlanan noktalardan biriyse bu üniversitenin mail sağlayıcısının mobilde çalışmıyor denecek kadar kötü çalışması. (Bu esnada da bilgisayarına dokunanların sınavı geçersiz sayılacakmış.) Bir de fotoğraf çekme işleminin CamScanner adlı bir uygulamadan yapılması istendi, bu uygulama aslen paralı ve sadece 3 günlük deneme süresi var.

Sınavın sonundaysa öğrencilerden bilgisayarlarından maillerine girip cevapları içeren dosyalarını indirmeleri ve okulun Moodle isimli sistemine yüklemeleri istendi :)

Ben bu işleyişte bir güvenlik önlemi göremiyorum, sadece teknolojik yetersizlik olduğunu düşünüyorum. Eğer aksini düşünüyorsanız ve benim atladığım bir nokta varsa lütfen bunu yorum olarak paylaşın ve üzerine konuşalım.

Benim tüm bunlardan çıkarımım öğrencilerin genelinde bu süreçte ciddiyet eksikliği oluştuğu. (Kesinlikle bunun sadece onların suçu olduğunu düşünmüyorum.) Üniversitelerin ise teknolojik olarak bu sürece hem profesörlerin kişisel yeterliliği hem de alyapısal anlamda hazır olmadığı yönünde.

Kopya[1]

Kopya konusunda fazlasıyla gözlemim oldu ama kimseyi zan altında bırakmak istemiyorum, o yüzden gelin biraz hayal kuralım.

Photo by Ivan Aleksic on Unsplash

Bilim Kent Üniversitesi isimli bir eğitim kurumumuz olsun. Burda okuyan Jale isimli arkadaşımız[2] matematik sınavına aynı odada bulunan bir arkdaşıyla birlikte çözmeye karar veriyor. Sınav düzeninde ikinci bir kamera olmadığı için de paylaşılmış bir Google Dokümanı’na soruları kopyalıyor.

Jale’nin arkadaşı soruları çözmeye çalışıyor ama hiçbirini yapamıyor, sonra internette biraz araştırma yapıyor ama yine sonuç yok. En son soruları olduğu gibi internete yazıyor ve Chegg isimli websitesine, tamı tamına aynı soruların, detaylı çözümlerini buluyor.

Jale’nin davranışının etik veya doğru olduğunu savunamam ama bir eğitim kurumu sorularını kendi hazırlamaya özen göstermiyorsa bence burda daha büyük bir problem vardır. A+ almanın yolu bir internet sitesine $15 ödemekten[3] ibaret olmamalıdır. Gelin başka bir örneğe bakalım.

Yine Bilim Kent Üniversitesi’nde okuyan Kemal, Besim, Cem ve Ali isimli dört arkadaşın “Bilgisayar Bilimine Giriş” dersinin finali yaklaşmaktadır. Bir hafta öncesinde Kemal arkadaşlarına ‘Benim Deniz isimli bir arkadaşım var, bilgisayar işlerinden anlar ondan yardım alalım mı?’ der. Arkadaşları da neden olmasın der.

Deniz de kod yazmaktan zevk aldığı için neden olmasın der. Sınav günü soruları Whatsapp üzerinden gönderirler ve Deniz çözmeye başlar. Kodu bitirdikten sonra da kopya anlaşılmasın diye değişken isimleri, tab uzunlukları gibi minik detayları farklı varyasyonlarını üretir ve arkadaş grubuna gönderir.

Bir iki hafta sonra notlar açıklanır ve hepsi farklı bir not almıştır. (Kemal’in geçmiş labarotuvar ödevlerinden birini yaparken de Deniz tamamlamadığını bildiği bir sorudan da tam puan almıştır.)

Bu hikayede de arkadaş grubunun kopya çekmesini desteklemiyorum ama aynı kodun farklı notlar almış olması da sınav değerlendirmelerinin ne kadar adil yapıldığı konusunda beni düşündürmüyor değil. Hadi gelin son bir hikayeye daha bakalım.

Bilim Kent Üniversitesi’nde alması gereken derslerin kontenjanı açılmadığı için Yavuz Almanca dersi almaya karar verir. Finalinde ise Çetin isimli arkadaşından yardım almaya karar verir. Hocaları bilgisayar kamerasının hem masayı hem de öğrenciyi görmesinin istediği için Yavuzun aklına basit bir plan gelir.

Zoom’dan sınava girmeden önce Discord’u açar ve Çetin’e ekranını paylaşır. Hoca’da Zoom’dan ekran paylaşımıyla soruları aktardığı için Çetin kolayca soruları görebilir ve Discord’dan cevapları yazarak Yavuz’a iletir.

Bu hikayelerin hepsine hayali öğrencilerimiz kopya çekiyor ve bu kesinlikle doğru bir davranış değil ama aynı şekilde yanlış da değil. Eğer üniversite bilgi sentezlemeyi öğreten bir yerse zaten bence tüm sınavların kitap ve internete izin verilerek yapılması gerekir çünkü artık içinde yaşadığımız dünya buna izin veriyor.

Aynı şekilde eğer bir soru internete yazıldığında cevabı çıkıyorsa bu öğrencinin suçu değildir, ya yeni soru yazılacak kadar özen gösterilmemiş ya da hiçbir sentez bilgisini test etmeyen basit sorular sorulmuştur. Eğer bir matematik sınavındaki soru baştan yazılırsa ve klasik örnekler yerine birkaç örneğin bağlantısını sorgularsa, o zaman öğrenci kopya çekemez ve çekmez.

Arkadaşından yardım alan öğrenciler içinse aslında daha basit bir durum var. Eğer eğitim diğerleriyle yarışmak için değil, kendini geliştirmek içinse öğrencilerin kendi kaybıdır. Ama tüm optimizme rağmen eğitimi yine de bir yarışsa o zaman bu sistemin hatasının güzel bir örneğidir.

Son alarak Yavuz’un örneğinden sonra Almanca hocaları ne yapsın, dil uzun süredir var ve tüm cevapları ınternette derseniz de ben duruma şöyle bakıyorum. Yukarda değindiğim gibi üniversite bilgi sentezlemeyi öğreten bir yer olmalıdır ve, dil bilimini ayrı tutarak, dil öğrenmenin aslında bilgi sentezlemekle bir bağlantısı yoktur. Dil öğrenmek elbette güzel ama bu derslerin bence üniversitedeki kredili bir ders olarak yeri tekrardan sorgulanmalıdır.

Sosyalleşme

Eğer üniversiteyi sadece bilgi edilinecek bir yer olarak düşünüyorsanız bence üniversiteye gitmenize gerek yok. Çünkü bu bilgiler alanının en iyilerince MITOpenCourseware, Edx, Udemy gibi platformlarda bedavaya ya da düşük ücretli bir şekilde bulunuyor.

Bence üniversiteyi anlamlı yapan en önemli olgu insanları tanımak. Bunun en basit örneği de günümüzün büyük şirketlerine bakmak, çoğunun kurucuları üniversiteden arkadaşlar. Hem profesörlerle hem de diğer öğrencilerle kurulan etkileşim insanların ufkunun açılmasını sağlıyor.

Ben bu etkileşimi online eğitimde olması gerektiğini hissetiğim gibi göremedim. Ama aynı şekilde internetten tanıştığı insanlarla günde 2000$ kazanabilecek kadar başarılı bir iş yapan bir arkadaşım da var. Aldığım iki proje dersiyle de yüz yüze tanışmadığım insanlarla bağ kurup, üretken işler yapabildiğimi gördüm. O yüzden bence bu problem çözülemez değil, belki yüz yüze iletişimin yerini tutamaz ama insanlık olarak online dünyada, eğitim de bile, insanlarla iletişim kurmaya önümüzdeki yıllarda daha alışacağımızı ve bu durumu daha başarılı yöneteceğimiz yönünde.

Potansiyel

Şu ana kadar benim uzaktan eğitimde gördüğüm eksikliklere değindim, biraz da aslında bu sistemin ne kadar büyük bir potansiyele sahip olduğuna değinmek istiyorum.

Hep biz yurt dışından bilgiyi alıyormuşuz, çığır açıcı şeyler hep yurt dışında yapılıyormuş gibi bir algı var. 5G’yi artık duymayan kalmamıştır diye düşünüyorum, bu teknoloji üzerine çalışan büyük firmalardan biri Huawei, bir Çin firması. Geçtiğimiz dönem benim okuluma (Hong Kong’a) polar kordinatlar üzerine çalışmalarıyla 5G’yi mümkün kılan profesörlerden biri konuşma yapmaya geldi. İsmiyse dilimize hiç uzak değil: Erdal Arıkan. Kendisi Bilkent Üniversitesi’nde bir öğretim üyesi. Erdal Arıkan’ın ınternet üzerinden düzenli olarak ders vermeye başladığını düşünün, bunun alıcısı sadece Türkiye’deki mühendislik öğrencileri değil tüm dünyadaki öğrenciler olur.

Aynı şekilde ısıtma, elektrik, temizlik, spor salonları gibi giderler ortadan kaybolduğunda dünyanın en pahalı üniversitelirden biri olan Harvard’ın dersleri de dünyanın geri kalanına ekonomik olarak çok daha ulaşılabilir hale gelir. Bu aslında yeni bir şey değil Harvard ve MİT gibi üniversiteler derslerini Edx isimli bir platformda yıllardır paylaşıyorlar, hem de ücretsiz olarak. (Eğer kursu bitirdiğinize dair sertifika almak isterseniz o zaman bir ücret ödemeniz gerekiyor.) Bu derslerin tek eksiği gerçek zamanlı olmamaları ben bunun da önümüzdeki yıllarda değişebileceğini ve fiziksel bir yere bağlı kalmadan Erdal Arıkan gibi profesörlerden tüm dünyada ucuza gerçek zamanlı eğitim alınabileceğini düşünüyorum.

Şu an uzaktan eğitimde sosyalleşme problemini tam olarak çözdüğümüzü düşünmüyorum ama aldığım proje dersleri bu konuda beni fazlasıyla umutlandırdı. Belki bu problemi zaten var olan video konferans sistemlerimiz üzerinden de çözebiliriz ama ben bu konuya sıradışı bir yolla çözüm bulan bir startupın yakın zamanda ismini duyacağımızı da düşünüyorum.

Son olarak, bir önceki yazımda “Zoom hisselerine yatırım yapılabilir.” cümlesini kurmuşum. O zamanlar Zoom’un hisse senedi fiyatı 171$’mış, bugünse 246$; bu süreçte 275$’a kadar çıkmış. [4]

Önümüzdeki dönemin online olması halinde, belki 3. bir yazı da yazabilirim ama şimdilik benim aklıma gelen düşünceler bu yönde. Katılıp katılmadığınız yerler varsa lütfen yorumlarda fikrinizi belirtin. Bence virüs olsun olmasın, dünyanın uzaktan eğitime ihtiyacı var ve bu sektör gelişmeye fazlasıyla açık.

Notlar

[1] Bu bölümde yer alan hikayelerin hepsi hayal ürünüdür.

[2] Kaynak: https://gist.github.com/emrekgn/b4049851c88e328c065a

[3]Kaynak: https://www.chegg.com/tutors/pricing/

[4] Yatırım tavsiyesi değildir.

--

--

Doğu Deniz Uğur
Bilkent YES

Blockchain Developer | Engineering Student at HKUST