Tek kişilik Konçerto 💛🖤

Bittersweet orkestra

luigibook
Bi’yerden
8 min readSep 22, 2020

--

Son zamanlarda hayatım çeşitli şekillerde ikiye bölündü…

Kediler – Köpekler …

İstanbul – Ankara…

Koşu – Bisiklet…

Koçluk – Mühendislik…

Ev-iş …

Motosiklet – Bisiklet …

Hızlı tren – Araba…

Ne var ki bunların hiçbiri birbirine karşıt ve birbirine düşman gibi gelmedi.

Belli bir denge ile bu ikililerin hepsine bir şekilde yetişebildiğimi düşündüm. Kimisinde dengeyi buldum, kimisinde ise hala çalışıyorum…

Bu ikililerin bir benzerini de her sene Giro – Tur denkleminde yaşarım.

Tur’un büyüklüğü ve haşmeti her ne kadar gözlerimi boyasa da; Giro’nun pembesi, sürprizleri, İtalya’nın karlı zirveleri, sonucundan çok süreci bana hep daha çekici, seyri daha zevkli gelir.

Özellikle son senelerde Tura katılan bir takımın orantısız gücünden mi; sürprizleri seven gönlümün bu kadar fazla taktiği sevmemesinden mi; Yoksa burnundan kıl aldırmayan Fransızlardan mıdır nedir; bütün Giro etaplarını arkadaşlarına anlatmaya çalışan ben; Tur başlayınca Bisiklet’i kendi kendine seyreden, sessizce kendine yorum yapan bir takipçiye dönüşürüm.

Tur boyunca tahminlerim genelde tutar. Bu güzel görünse de; sorunun asıl kaynağıdır. Tur tahmin edilebilen, öngörülebilen olduğu için o kadar da sevindirmez. Şaşırtmaz. Vauvvv dedirtmez…

Benim için Turdaki sarı mayonun hikayesi, Giro’daki siyah mayonun hikayesinden hep daha klişedir.

Evet Sarı – Siyah …

Okudukça, öğrendikçe rüyaların, masalların, hayallerin, cesur atakların, sürpriz sonuçların Fransa’sına ben ve benim dönemim yetişemedik gibi gelmiştir.

Coppi’nin, Pantani’nin, Merckx’in, Fignon & Le’mond’un, Hinault’un hatta Schleck’in mevsimi bizden geçmiştir.

Ben yaş itibariyle bisikletin daha kurumsal, daha bilimsel, daha sistemsel, daha matematiksel ama daha iyi pazarlanan dönemine denk gelmiştim…

O tanık olamadığım eski zamanlar ise tıpkı “rönesans dönemi İtalya’sında yaşamak” gibi benim için...

Sanki turdaki kahramanlıklar da işte aynı rönesans gibi benden önce geçmişte bir yerlerde yaşanmış ve bitmişti. Bisikletin görkemli tarihi daha ben onu takip etmeye başlamadan yazılmıştı. Biz şimdi olayları ancak gölgesinde izliyorduk.

Kazananların, dominant takımların, yıldızlar karmasının, Ineos/Skyların, Jumbo Vismaların strateji kitabı gibi geçen Tur; daha tertipli, düzenli ve temiz görünse de; o tarihindeki kahramanlık hikayelerinden, panache ruhlardan, yamyamlardan, dramlardan, yakası doping kokulu, kirli mayolardan nedense hep, daha az renkliydi.

Belki de turlarda tozlu-topraklı geçilen yollar yüzünden, belki de Lance öncesi zamanlarda testlerin gelişmediğinden Turdaki eski mayonun rengi siyaha çalan bir sarıdır. Savaş meydanından çıkmış kirli, tozlu bir sarı…

Bizim tanıklık ettiğimiz dönemin sarısı ise sosyal medya için, dev ekranlar, tv’ler için hazırlanmış; birbirinden güçlü kurmayların eşliğinde bir geçit töreni sarısı…

Savaş meydanında kirletilmiş, yırtılmış, lekelenmiş, kokmuş bir sarı değil…

Medya için, ekranlar için, sponsorlar için, izleyenlerin seveceği göz alıcı LED parlaklıkta bir sarı…

Tabi dünyanın en çok izlenen 3. Spor olayının, bisiklet yarışlarının en büyüğü olan Tur’un bu hale gelmesinde burada hepsini sayamayacağım kadar çok faktör var.

Bence bütün sporların hatta ve hatta bütün işlerin bir algoritması var…

Bilimin-Teknolojinin bu algoritmayı keşfetmeye yaradığı günümüzde; geçmişten ve şimdiden topladığımız milyonlarca veri, binlerce km hesap, onlarca strateji, haftalar süren takım taktikleri var…

Bu milyonlarca verinin anlamlandırılması ile oluşturulan, başarının sırrı algoritmalar büyük bütçelerin, büyük takımların ve yıldızların parmaklarının ucundalar…

Şimdiye kadar benim dönemimdeki Tur’un algoritması şu şekilde idi:

Güçlü, kendini vo2max ile, W/kg ile ya da gardrobundaki mayolarıyla ispatlamış bir lider. Nitelikli bir takım. Yani bir ya da iki süper-domestik. Rüzgârlı etaplar için iyi bir rulör, tüy siklet iki iyi dağ domestiği. İyi zamanlama ile alınan bir ya da bir kaç etap. Ama sonuna kadar bütün kibritlerini yakmadığın, bütün gücünü kullanmadığın stratejik etaplar…Yavaş yavaş açılan farklar ve iyi icra edilmiş bir bireysel zamana karşı…

Senelerdir Sky/Ineos takımı tarafından Tur, kabaca bu formül ile domine edildi. Bu sene de adeta onların yarış stratejisini kopyalayan sarı-siyahlı Jumbo-Vismanın arıları da rüya takımı ile daha dağların eteklerindeki gövde gösterileriyle sarının en parlak halini bizlere o dev ekranlardan izletti.

Bu arada bahsettiğim “Kibrit kutusu”, dayanım sporlarında antrenörler ve yarışçılar tarafından çok kullanılan bir benzetmedir.

Çok disiplinli, çok etaplı, uzun süreli sporlarda sporcunun mevcut kapasitesi/enerji depoları bir kibrit kutusuna ve sporcunun yaptığı her atak o kutudan bir kibriti alıp ateşlemesine benzetilir.

Ne var ki depoda kaç kibritin kaldığı ve kalanların ne zaman yakılacağı stratejinin/ kalan performansın temelini oluşturur.

Öyle ki bu sene 3. Haftaya kadar hiçbir zirve etabında bütün domestiklerini kullanmayan, yapabileceği bütün atakları yapmayan, çakabileceği kibritleri çakmayan, hep sonraya saklayan dengeli, düzgün ve en güçlü takım şüphesiz %99.99’umuz için Jumbo Vismaydı. Bu sefer favoriler sarı-siyahtı…

Bir bisikletçinin FTP, W/kg, VO2max, LTH, TSS, CTL gibi değerlerinden belli bir tempoda gerçekleştirdiği atağı kaç dakika hatta kaç saniye sürdürebileceği bellidir.

Dolayısıyla işin içinde sürpriz yoktur. Matematik vardır, taktik vardır, algoritma vardır, strateji vardır ve olsa olsa hepsinin bir araya geldiği bir algoritma vardır.

Onun içindir ki bu kendine güvenen takımlar gereksiz görünen ama büyük turlara asıl keyfini veren kahramanlıklardan, panache ruhlardan, hesapsız sezgisel ataklardan, doğaçlamadan uzak-soğuk ve siyahtır… Jumbo Visma’nın siyahı kadar siyah…Mordor kadar siyah…

Ekranda ise her şey sapsarı ve parlak… Ruh olarak ise siyah ve mat.

İşte tam da bu bahsettiğim şekilde geçen 3 haftada pelotonun en önünü ekranlarda kaplayan Sarı-Siyahlı takım Jumbo Visma;

Lideri 2019 Vuelta şampiyonu Roglic, kurmayları eski dünya TT ve Giro şampiyonu Dumoulin, Altın çocuk Van Aert, Dağ keçileri Sepp Kuss ve Pelotonun en iyi rulörlerinden Tony Martin ile algoritmayı çözmüş ve Tur’un kazanan hanesine isimlerini kazıtmak üzere idiler.

Halbuki 20. etaba kadar geçen 84,5 saatin sadece son 1 saatini, 3300 km nin son 6 kilometresini, 58100 metrelik tırmanışın son 500 metresini hesaba katmamışlardı…

Ben dahil belki de hiçkimse Cumartesi günü saat 17:30’dan sonra olanları öngöremeyecekti…

O akşam zamana karşı etabının sonuna doğru aynı hayatım gibi ekran da ikiye bölünmüştü:

Sarı mayo – Beyaz mayo

Bir tarafta strateji ve güçlü takım oyunu ile 57 sn avantajla sona kadar gelen, kontrolü hiç kaybetmeyen abi rolündeki Roglic…

Diğer tarafta takımından favori bir adamı nedensiz yere ayrılan, diğeri sakatlanan, kendi kendine dağlarda ataklar yaparak saniye kazanan, tek başına kalmasına rağmen bisikletin diliyle “panache” yarışmaktan hiç vazgeçmeyen Pogacar…

Bir tarafta biten umutların, çöpe giden avantajların, siyaha dönen sarının, bozulan kadansın, kırmızı’ya dönen saniyelerin draması,

Diğer tarafta tırmandıkça şahlanan Colnago’suyla işte o “rönesans”tan gelmiş 22 yaşında bir delikanlının görkemli heyecanı…

Bir tarafta haftalarca hatta aylarca yapılan planların, hesapların suya gitmesinin hüznü…

Diğer tarafta planı-hesabı kitabı boşverip, powermetresini-takım telsizini bir tarafa atan çocuğun vücudunun bütün hücreleriyle yol almasının sevinci…

Bir tarafta görevlerini yerine getirmiş ve ilk iki sırayı almış Dumoulin- Van Aert gibi TT duayenlerinin ekranda olanları izlerkenki şoku,

Diğer tarafta namı büyük “La planche des Belles Filles” yokuşunu tarihte en iyi dereceyle çıkarken o ikiliye saniye değil dakika fark atan çocuğun tek kişilik konçertosu,

Bir tarafta günümüz modern bisikletin bir anda yıkılan en sağlam, en bilinen, en favori, en güçlü hali, en profesyonel hali,

Diğer tarafta o eski günlerden gelip yaptıklarının büyüklüğünü ve derinliğini halen tam olarak kavradığından asla emin olmadığım en amatör, en çocuk şekli…

“La planche des Belles Filles” etabında ekran öyle ikiye bölündü ki, milyonlarca bisikletsever tarihi bir ana şahitlik ederken ikiye bölündüler,

Bırakın milyonları o ekranı tekrar tekrar izlerken ben defalarca ikiye bölündüm. Duygularım aynı anda şak diye ikiye bölündü.

Sarı-siyahlı arıların ve mayonun yine geçit töreni olacak derken, bir anda ortalık bir anda savaş meydanına döndü,

Çocuk diyeceğimiz yaşta Pogacar resmen o bisikletin rönesans döneminde yaşayan kahramanlardan biri gibi gelip toplam 19 etapta zor elde edilen 57 saniyelik farkı önce kapattı, sadece 4.1 km kala açmaya başladı ve sadece 1 etapta 1 dakika daha fazla açarak sarıyı ekranın solundan sağına doğru aldı.

Ben Roglic’i ve takım arkadaşlarını hiç bu kadar çaresiz, Colle del finestre’deki efsanevi Froome atağından beri böyle sürpriz, tanık olduğum dönemde bu kadar siyah bir sarı görmedim.

Hatta yaşadığım dönemde herhangi bir spor olayında böylesine görkemli bir performans görmedim…

Şimdiye kadar bütün etaplarda bir düzen vardı. Bu düzen Jumbo Visma gibi büyük takımların hayaliydi. Bizim dönemimiz böyle bir savaş böyle bir kaos görmemişti.

Şimdi ise Pogacar bisikletinin üzerinde hiç bir veriye bakmadan, hiç bir kişiyi dinlemeden ondan dakikalarca önde çıkan Lopez’i yıldırım gibi geçerken ne büyük bir savaş verdiğini izleyen herkes gördü. Ortalık kaos’tu. Kaos bir doğa kanunuydu.

Pogacar’ın tur boyunca yaptıkları gerçekten güzeldi.

22 yaşına gelmeden katıldığı ilk Fransa turunda toplam beş ikonik yokuşu tarihte en iyi sürelerde çıkan kişi oldu.

Dağılmış takımına rağmen sürekli saldırdı ve 3 efsanevi etap aldı.

1904’ten 116 sene sonra Tur’da sarı mayoyu alan en genç kişi oldu,

1969’da Eddy Merckx’den 51 sene sonra üç mayoyu da alan ilk kişi oldu,

1989’tan 31 sene sonra Lemond-Fignon’dan beri son etapta sarı mayoyu alan ilk kişi oldu,

Ve çok acayip daha bir sürü istatistik….

Pogacar’ın hesabı-kitabı, telsiz konuşmalarını, powermetreyi bırakıp zamana karşı etabında yaptıkları ise gerçek olamayacak kadar güzeldi.

Kendisi etaptan sonra aslında sadece Fransa turuna katılmak için bile “bu bir rüya” demişti.

Şimdi son etapta, son 6 km’de üzerine geçirdiği sarı mayo, puantiyeli mayo ve beyaz mayosu ile o rüyanın ve bisiklet dünyasının en tepesinde uyuyor.

Ben bütün bunları izlerken çok ikiye bölündüm.

Pogacar gibi hala yaptıklarının farkında olamadığını düşündüğüm bir çocuk için sevinmemin, Roglic gibi bir beyefendi için üzülmemin yanı sıra,

Acaba “karanlık bir bisiklet tarihine mi şahitlik ettik yoksa Sarı mayo’nun üzerindeki sadece efsanevi, görkemli , dillere destan bir savaşın kiri mi?” ikilemindeyim.

Pogacar Tur’da bizlere dünyanın gelmiş geçmiş en iyi konçertolarından birini dinletti. Ama arkasında Jumbo Visma gibi çok da iyi bir orkestra olmadan. Dolayısıyla herkes şüpheleniyor…

Bence soluklanalım.

Savaşın hemen sonrasında hiç bir şey belli olmaz ama gerçek etkilerini zamanla görürüz derler.

Umarım, sarı mayo savaşın toz-kir-teri dışında kirlenmemiştir.

Umarım, bu çocuğun yaptıkları kimyasal değil kalıtsaldır…

Umarım, daha bugün 22 yaşına basan bu çocuğun rüyası hepimiz için gerçektir.

--

--