Zugzwang ♟

Mecburiyetten

luigibook
Bi’yerden
2 min readSep 9, 2020

--

Zugzwang… Santrançta kullanılan Almanca bir terim. Oyunda hamle sırasının sizde olması nedeniyle kaybetmek anlamına geliyor. Öyle ki bu durumda neredeyse sonsuz ihtimalli diyebileceğiniz bu oyunda hamle yapıp kaybetmekten başka şansınız kalmıyor.

Zaten “Zug” hamle, “Zwang” ise mecburiyet demek. Yani aslında oynamasan daha iyi… Ama oynamak zorundasın. Çünkü oyundasın. Oyunun kuralı bu. Oynadın. Şimdi daha kötü durumdasın.

Zugzwang bu şekilde ihtimallerin tükenmesi anlamına geldiği için; Alman edebiyatında umutların tükenmesi ve kişinin artık kendini kaybetmesi olarak yorumlanıyormuş.

Şu zamanlar çeşitli platformları ve sosyal medya mecralarını kullanırken sık sık aklıma bu terim geliyor. İnsanlar takip ettiklerinin/etrafındakilerin aksiyonlarından o kadar etkileniyorlar ki; zamanla hamle sırasının kendilerine geldiğini düşünerek bir hamle yapma ihtiyacı hissediyorlar. Çünkü oyunun içindeler. Oysa ki bu; çoğu zaman eskisinden daha kötü bir pozisyona ibaret oluyor…

Sonuç: Yenilgi… Toplu olarak ise daha kötü bir ortalama…Daha kötü bir pozisyon avantajı… Ve oynadıkça kaybettiğiniz dipsiz bir çukur… Vasatın sonsuz yükselişi…

Eksiklik duyuyoruz. Doğuştan bir eksikliğimiz var. Sürekli bir hamle yapmak istiyoruz. Bir yerlerde en önde olmak, birilerinin önceliği olmak, tanıdık ya da tanımadık birileri için göz önünde olmak gibi duygularla eksikliğimizi gidermeye çalışıyoruz. Bu bazen bir segment, bazen bir Watt değeri, bazen ise bir araba modeli, bezen 10 saniyelik bir “Story”, bazen ise bir tatil fotoğrafı olarak karşımıza çıkıyor.

Eksikliğimizi gidermeye çalışırken de yaptıklarımıza şahit arıyoruz. Genelde bu eylemlerin benzerini yapan ya da buna değer veren insanların şahitliğini… Bu bize kısa süreli de olsa mutluluk hissi veriyor. Ama asıl eksikliğimizin yeri tamamlanmadığı için o eksiklik hissi bir süre sonra tekrar geri geliyor. Sonrası, aynı kısır döngü… Sonrası ortalama bir duyarsızlık…

Saatin alarmını baştan yanlış kurmak diyorum ben buna. Ya da yanlış kapıyı çalmak.

Bize yardımcı bu araçların amaçlar kümesine kayması, zarfın mazruftan giderek çok daha değerli bir hal alması bu…

Fikirlerin, fotoğrafların ve eylemlerin mega büyüklükte pazar yerleri, santranç tahtaları var artık. Ama aslında hiç bir şeyi satmak zorunda değiliz. Hiç bir şey almak zorunda da değiliz. Reklamımızı yapmak zorunda değiliz. Yaptığımız şeylerin ilanını yapmak zorunda değiliz. Organizasyonlara gitmek, gitsek de göstermek, bunu her yerden paylaşmak zorunda değiliz.

Hamle yapmak bile zorunda değiliz. Hayat, özellikle bu pazar yerleri bir santranç tahtası değil.

Ama Bizim Maksat: Dostlar alışverişte görsün…

Bence motivasyonlarımızı, hedeflerimizi, gayemizi, çeşitli platformlardaki varlığımızı, araçlarımızı dönem dönem en baştan gözden geçirmeliyiz.

Gerçekten ne istiyorum ben? Burası bana ne verebilir? Bu beraberlik nasıl olacak?

Aksi halde hayat çok zugzwang…

--

--