Geleceği Keşfedenler

Burak Ilgıcıoğlu
BKM Kitap Kulübü
Published in
3 min readSep 10, 2019

BKM Kitap kulübünde bu ay kitabımız Walter Isaacson’un Geleceği Keşfedenler kitabıydı.

Photo by Tianyi Ma on Unsplash

Kitabın yazarı Walter Isaacson’un tepe noktası CNN’in CEO’su olmak üzere etkileyici bir kariyer geçmişi var. Ağırlıklı olarak yayıncılıkta çalışmış ve biyografi ağırlıklı çeşitli kitaplar yazmış. Bunların içinde Steve Jobs ölmeden önce onunla yaptığı söyleşilerin derlemesi olan Steve Jobs’ın hayat hikayesi kitabı en çok ses getiren olmuş.

Biyografisini kitap olarak hazırladığı isimlere bakınca (Steve Jobs, Einstein, Leonardo da Vinci, Benjamin Franklin, Henry Kissinger) insanlık tarihinde iz bırakmış kişiliklere eğildiğini görüyoruz. Bizim kitabımız Geleceği Keşfedenler’de de dijital çağa iz bırakan ve yaptıklarıyla bilgisayar ve internet devrimine katkı yapan kişiliklerin hikayelerini anlatıyor.

Kitap, bir kadının isminin verildiği ilk (ve bildiğim kadarıyla tek) programlama dili olan Ada diline ismini veren Ada Lovelace’in hikayesi ile başlıyor. Soylu bir İngiliz ailesinden gelen annesi ve hiç görmediği babası şair Lord Byron ile Ada’nın hayatı oldukça enteresan ve hüzünlü. Ada Lovelace kısa hayatı boyunca bilgisayar olarak tanımlanabilecek cihazların genel kurallarını koymuş diyebiliriz.

Daha sonra bilgisayarın hikayesine başlıyoruz. Alan Turing’den başlayarak Kuzey Amerika’da IBM ve Bell Labs ekiplerince çoğunlukla rekabet ve patent savaşlarıyla ilerleyen bir süreci izliyoruz. Ada Lovelace’in yaşadığı 1.endüstri devriminde sadece tek bir işi otomasyonla yapan makinelerden genel geçer her türlü bilgiyi işleyebilen bilgisayarlar 1930'lu yıllardan itibaren tartışılmaya ve geliştirilmeye başlanıyor.

Bilgisayarların hikayesinde başrollerde hep erkekleri görürken 1945 yılında geliştirilen ENIAC adlı bir bilgisayarda programlama yapmak üzere kadınların dahil edildiğini görüyoruz. O döneme kadar bilgisayar ağırlıklı olarak matematik problemlerini çözmek üzere tasarlanan donanımlar iken ENIAC’la birlikte programlama bir üst katmana çıkartılmış. Ancak erkeklerin yürüttüğü mühendislik işleri kadar önemli görülmediği için programlama yapmak üzere matematik mezunu kadınlar işe alınmış! Hatta ilan hesap yapacak kişi diye “computer” kadınlar aranıyor diye çıkmış.

1950'ye gelindiğinde bilgisayarların işlemcisi olarak düşünebileceğimiz vakumlu tüplerin yerine yarı iletken transistörlerin kullanılmaya başlandığını görüyoruz. Ben şahsen asıl devrimi yaratanın transistörler olduğunu düşünüyorum. Transistörlerin ucuz ve hızlı üretilebilir olması başta radyo olmak üzere çok çeşitli elektronik aleti sıradan insanların hayatına sokmuş.

Transistörleri icat eden ekipteki William Shockley’in transistörleri üretecek fabrikanın annesinin evine yakın olması için Palo Alto’da olmasında ısrar etmesi ve farkında olmadan Silikon Vadisinin yerini belirlemesi kitaptaki enteresan detaylardan biri. Daha sonra çeşitli kişisel ve yönetimsel hatalar nedeniyle ayrılmalarla Intel’in kuruluşu ve transistörlerin standardize edilmiş mikroçiplere dönüşmesinin hikayesini okuyoruz. Gene ilginç bir detay, silikon mikroçipleri üreten firmaların doğduğu çağda Arthur Rock ile birlikte “risk sermayesi” kavramının doğuşunu da görüyoruz. O dönemde Amerika’nın doğu yakası zengin ve oturmuş bir ortamken Silikon Vadisinin bulunduğu batı yakasında ilerici ve heyecan verici şirketler çıkıyor. (Bu halen değişmemiş diyebiliriz) Arthur Rock doğu yakasındaki sermayeyi batı yakasında banka kredisi alamayan şirketlere yatırım yapmaya ikna ederek risk alan fonların ortaya çıkmasını sağlamış oluyor.

Intel’le birlikte hızla artan mikroçipler “kendin yap” kültürü ile evinin garajında bilgisayar üreten bir topluluğu doğuruyor. Bill Gates ve Steve Jobs bu topluluk içinde çıkıp başarılı olanlardan.

Bill Gates ve Steve Jobs’ın hikayeleri, kişisel bilgisayarların doğuşunda iki farklı yol olarak karşımıza çıkıyor.

Steve Jobs, donanım ve yazılımın bir bütün olarak tek bir elden kontrol edilmesi gerektiğini düşünüyor ve kuruluşundan itibaren Apple hep bu yaklaşımda devam ediyor. Nitekim günümüzde de Mac bilgisayarlar, Apple TV, Apple Watch, iPhone veya iPad’ler halen aynı prensiple çalışıyor. O kadar ki Apple, iPhone’un içindeki bir çipe erişerek onun üzerinden ödeme işlemleri yapmak isteyen Avustralyalı bankalara karşı dahi mücadele ederek bu yaklaşımı devam ettirebildi. (Bu ayrı bir yazıyı hak eden ilginç bir hikaye, kimin haklı kimin haksız olduğunu zaman gösterecek)

Bill Gates ise IBM’in kişisel bilgisayarları geniş kitlelere satabilmesi için yazılımın standart ve açık olması gerektiğini görüp kişisel becerileri ile o dönemde küçük bir yazılım firması olan Microsoft için çok büyük bir başarıya imza atarak IBM’in bilgisayarlarında gelen işletim sistemi olmayı başarıyor.

Her iki yaklaşım da kendi içinde tutarlı ve mantıklı. İki yaklaşım da zaman içinde inişler ve çıkışlarla günümüze kadar gelmeyi başardığına göre pazarda karşılıkları olan doğru adımlar diyebiliriz.

Kitabın kalan bölümlerinde Walter Isaacson yazılım ve internet dönemlerini anlatıyor ama ben bu dönemin büyük kısmına kişisel olarak şahit olduğum için o kısımlar çok etkileyici gelmedi bana.

Benim bu kitapta en etkileyici bulduğum fikir; bilgisayar ve internet devriminin bir gecede ortaya çıkan bireysel başarılara değil, tam tersine iteratif bir şekilde ilerleyen ve sürekli gelişen bir ortak aklın sonucu olduğu oldu. Büyük başarılara imza atan kişiler genellikle o ana kadar geliştirilmiş olan teknolojileri kişisel yetenek ve iş yapma becerileri ile bir üst seviyeye çıkarmış olanlar olagelmiş.

Bilgisayar ve internetin gelişimini öğrenmek ve bunu mümkün kılanların enteresan hayat hikayelerini okumak açısından oldukça eğlenceli bir kitaptı. 500 sayfa olmasına rağmen 1 haftalık yaz tatilinde bitirdim, ilgilenenlere şiddetle tavsiye ederim :)

--

--