Ustalık Gerektiren Odaklanma Sanatı

Burak Ilgıcıoğlu
BKM Kitap Kulübü
Published in
4 min readFeb 21, 2019

BKM Kitap Kulübü olarak bu ayki kitabımız Amerika’da uzun süre en çok satanlar listesinde kalan Mark Manson’ın Ustalık Gerektiren Kafaya Takmama Sanatı.

Ben daha önce kitabın İngilizcesini elektronik kitap okuyucumdan okumuştum. Kitap Kulübünde seçilince bu defa Türkçesini okudum. Çevirisinin oldukça başarılı ve neredeyse orjinalinden daha iyi bir dile sahip olduğunu düşünüyorum, çeviriyi yapan Pınar Savaş’a özellikle teşekkür etmek isterim.

Kitabın yazarının enteresan bir hayatı olmuş. Kitapta sık sık Mark’ın hayatının parçalarına tanık oluyor ve aldığı dersleri görüyoruz.

Açıkçası kitabın içeriği ile görünen kısımları arasında bir çelişki olduğunu düşünüyorum. Kitapçıda dolaşırken Çok Satanlar reyonunda görüp de ilginç ismi karşısında meraklanıp kitabın sayfalarını karıştırdığınızda gördüğünüz başlıklardan çok karamsar ve depresif bir kitap olduğunu hissine kapılabilirsiniz. İsmi de zaten kafaya takmama olduğuna göre bu kitap herhalde “hayat aslında güzel, kafaya takma” gibi bir mesaj veriyor gibi düşünmek işten değil.

Ancak kitabı okuduğunuzda görüyorsunuz ki aslında pek de öyle değil. Bence kitabın en önemli mesajı hayatta önceliklerinin ne olduğunu anlayıp hayatını ona göre yaşamak olduğu. Hayatın zorluklar ve ıstırapla dolu olduğunu kabullenip, asla kazanamayacağınız bir savaşa girerek bununla mücadele etmek yerine buna karşı verdiğimiz tepkiyi kontrol etmemiz gerektiğini söylüyor. Stoik felsefenin önemli argümanlarından birisi aslında bu, insan sadece kendi tepkilerini kontrol edebilir, kendi dışındaki hiç bir şeyi aslında kontrol edemez. O zaman verdiğimiz tepkiler ve olaylar karşısında hissettiklerimize odaklanmalıyız. Çünkü aslında tek yapabileceğimiz bu. Yeri gelmişken, Stoik felsefeyle ilgili şu videoyu izlemekte fayda var:

Tabi ki bu “nasılsa birşeyi değiştiremiyoruz, hiç bir şey yapmayalım” demek değil. Bizi tanımlayan, olaylar karşısında verdiğimiz tepkilerdir. Başımıza kötü bir şey geldiğinde “neden ben”, “öldüm, bittim” vs diyerek içine kapanmak mı yoksa olayı/olguyu kabul edip “peki ben bunun karşılığında ne yapabilirim” demek mi daha insani?

Kitabın iddialı önermelerinden biri, aslında hemen her yaptığımızın yanlış olduğu, sürekli yanıldığımız, ama her adımda biraz daha az yanlış yaptığımız. İnsanoğlunun milyonlarca yılda geldiği noktaya baktığımızda aslında hayatımızın negatif yönden açıklaması bu. Tüm hayatımız iteratif bir süreçtir. Her yaptığımız hareket, önceki yaptığımızdan aldığımız dersle biraz daha düzeltilmiştir. Bu döngünün farkına varmak ve yanlış yapmaktan korkmamak gerektiğini anlatıyor Mark. Bebeklerin yürüme öğrenirken sürekli düşmeleri ve bir yerlere çarpmaları, ama hiç bir bebeğin “ben bu işi beceremeyeceğim, yürümekten vazgeçiyorum” dememesi aslında insanoğlunun içgüdüsel olarak bunu yaptığının kanıtı. Denemek, ama sürekli denemek her defasında daha az yanlışla öncekinden daha iyi bir yerde olmamızı sağlıyor.

Okurken en eğlendiğim bölüm seçimin bizim olduğunu anlattığı bölüm oldu. Hayatımızın zorluklar ve başarısızlıklarla dolu olduğunu biliyoruz. İnsanın yaptığı en önemli şey aslında seçimdir. Kendimize neyi problem olarak seçiyor ve neyi çözümlüyoruz? Bütün gün pencerede oturup kaldırıma yanlış parkeden araçlarla uğraşan emekli abimizin seçtiği sorun aslında pek de kimsenin hayatına etkisi olmayan bir sorundur. Ama o, bunu seçmiş ve sürekli araçlarını oraya koyanlarla kavga etmektedir. Aldığı risk, yaşadığı tatsız tartışmalar, verdiği rahatsızlıklar vs neye, kime, ne kadar yarar?

Hayatınızı hatalı parkeden araçlara vakfedebilirsiniz. Seçim size ait. Ya da örneğin Tesla gibi elektriğin kablosuz olarak taşınıp taşınamayacağına kafayı takarak insanoğlunun uzaya çıkmasına kadar etki edecek patent ve buluşlara imza atabilirsiniz. Bu da bir seçimdir. Tabi ikisinin gerektirdiği donanım ve enerji farklıdır ama kafaya taktığınız bir şeyi başarmak için gerekli özellikleri kazanmaya çalışmak da bir seçimdir.

Mark’ın bizlere verdiği en önemli mesaj bence bu. Kendimize neyi dert ediyoruz? Büyüklü küçüklü her gün karşımıza çıkan onlarca soruna karşı verdiğimiz tepkiler, cevaplar, hareketler aslında nereden nereye gitmemize yol açıyor? Bizim uğraştığımız asıl mesele nedir? İşte kafaya takmama sanatı ile ifade etmek istediği bu Mark’ın. Doğru şeyleri kafaya takın; bunun için kendinizi tanıyın, sınırlarınızı keşfedin ve sınırlarınızı zorlayın diyor.

Kitabın bu önemli mesajı bence çok doğru. Hayat bir sorunlar yığını, hangileri ile uğraşacağınız sizin kişiliğinizi ve yaşayacağınız hayatınızı belirliyor.

Benim buna kendimce bir eklemem var. Uğraşacağımız sorunu seçerken kullanılacak en önemli araç, kısa süreli olarak kullanabildiğimiz çok değerli bir kaynağımız: Odak!

Odaklanmak, kişinin fiziksel ve mental tüm enerjisini belirli bir noktada toplamasıdır, yani uğraştığımız soruna herşeyimizi vermektir. Herşeyimizi verdiğimizde eğer gücümüz ve yetkinliklerimiz yetiyorsa o sorun çözülür. Ama maalesef ki odaklanmak oldukça zordur ve uzun süreli başarımı pek mümkün değildir.

Dahası kendi sınırlarını bilmeyenler için çok kolay veya çok zor sorunları seçmek gibi ölümcül hatalar yapmak çok kolaydır. Zaten çözmemizin fiziksel olarak imkansız olduğu bir sorunla zaman harcamak anlamsızdır. Aynı şekilde sürekli çok kolay sorunlarla uğraşmak da bize pek bir şey katmaz. Oyun teorisini düşünün; çok zor veya çok kolay bir oyunu oynamak istemezsiniz. Sınırınızın biraz üzerinde olan, çözmekle başarı hissini veren oyunlar ilginizi çeker sadece.

İşte bu nedenle benim kitaptan çıkardığım mesaj; seçtiğim sorunla uğraşırken odaklanmak, doğru sorunla uğraştığımı sürekli kontrol etmek ve bir sonraki çözümde biraz daha az yanlış yapmak oldu. Bence bu nedenle asıl ustalık gerektiren ve bir sanat olan konu odaklanmak…

--

--