Bahçelievler Tarihi

Oktay ÖZMAN
Cam Kenarından İstanbul
10 min readJun 14, 2024

Bahçelievler tarihi henüz yazılmamıştır. Ama herhalde yazılmaya kalkılsaydı, aşağıdaki gazete ilanı, bir yerin geçmişi hakkında ortaya çıkarılmış bir arkeolojik buluntu kadar kıymetli bir referans olurdu. Bahçelievler gibi geçmişi çok da geriye gitmeyen bir yer için eski bir gazete kupürünü kaynak göstermek yanlış da olmazdı. İlanda geçen detaylardan yola çıkarak bir Bahçelievler anlatısı meydana getirmek mümkün. Ben de bunu yapmaya çalışacağım.

Önce civarın Bahçelievler kurulmadan önce nasıl göründüğüne yakından bakmak lazım. Bir kere burası henüz bir yer değilken Bakırköy idi. İlanın en tepesinde yazandan bunu anlıyoruz. Yani bölge resmi olarak Bakırköy ilçesi sınırları içindeydi. Bu idari tarih ile ilgili bir detay. Ama biz daha organik detayların peşine düşeceğiz. Bir yerleşimi vücuda getiren insan hareketlerinin izini süreceğiz. Bunun için önce eski haritalara başvuracağım. 19. yüzyıl haritalarının birçoğu tutarlı bir şekilde civarda tek bir yerin adını kaydediyor; İncirli Köy ya da İncirli Çiftliği.

Constantinopel und der Bosporus : Reduction nach der Aufnahme des Freiherrn v. Moltke auf 1⁄4 der Grösse des Originals. Author: gezeichnet von H. Kiepert. 1853. Publisher: Berlin : Schropp

1853 yılına ait bu Almanca haritada Indschirkjöi olarak geçen yerin, İstanbul’dan Trakya’ya uzanan eski yolların, kesişmeden önce meydana getirdiği üçgen alanın ortasında bulunduğu görülüyor. Doğusunda ise Çırçır Deresi’nin bir kolu uzanıyor. Kara surlarının dışında kalan, İncirli’nin de içinde olduğu bütün bu bölge Osmanlı devirlerinde Bilad-ı Selase’den biri olan Eyüpsultan kazasının sınırları içindeydi. Görüldüğü gibi Osmanlı devirlerinde surdışının merkezi Eyüpsultan iken Cumhuriyet yıllarında Bakırköy merkeziyet kazanıyor.

Eyüpsultan bazı kaynaklarda Haslar kazası olarak da geçiyor. İsim, kaza sınırları içinde geniş has arazilerinin olmasından geliyor. Has araziler padişahın şahsına, hanedan mensuplarına ya da yüksek memurlara tahsis edilmiş arazilerdi. İncirli Çiftliği de öteden beri çevresindeki arazilerin Osmanlı toprak sistemine göre işletildiği bir yer olmalıdır. Çiftlik Sultan Beyazıt Han Vakfı’na bağlı iken Tanzimat ile beraber buranın mülkiyet hikayesi de çetrefilleşiyor. Arazi beyzadeler, paşazadeler arasında el değiştirdikten sonra erken Cumhuriyet yıllarında bir gayrimüslimin mülkü haline geldi. Bugün İncirli adı maalesef sadece bir otobüs durağında yaşıyor. Çiftlik ya da köyden geriye hiçbir iz kalmadı. Peki, İncirli’ye ne oldu?

Onu da bize bu hisse senedi anlatacak. Belge 1917 tarihinde düzenlenmiş. Senette Osmanlıca şöyle yazıyor;

“Bakırköy civarında 1.800.000 arşın genişliğinde, ev inşasına müsait ifrazlı arazi satın almak, oturmaya mahsus evler, mağaza, depo ve sair binaların inşasıyla şirket hesabına işletmek, başkalarına satmak, kiralamak, saha içerisinde yol, şose, sokakları inşa etmek ve şirketin çalışma alanına giren bütün işlemleri yürütmek üzere” İncirli Çiftliği İmarat ve İnşaat Osmanlı Anonim Şirketi kurulmuştur. Sermayesi 16.000 adet 5 liralık hisseye bölünmüş 80.000 liradır [1].”

Belgeden, burada (İncirli’de) o devirden beri yeni bir yerleşim yeri yaratmak gayesi olduğu anlaşılıyor. Üstelik bu, çekirdeğini bir şirketin teşkil ettiği bir ekonomik model olarak ele alınmış. Osmanlı’nın sultanlar, vezirler, üst kademe devlet memurlarınca yürütülen imar faaliyeti geleneği ile kıyaslandığında oldukça yeni bir yaklaşım. Bu, İlhan Tekeli’ye göre Tanzimat’ın önemli adımlarından biri olan ve belki de İstanbul’un modernite hikayesine önemli bir referans teşkil eden 1858 Arazi Kanunnamesi’nin bir sonucu olmalıdır. Bu kanun ile çerçevesi netleşen özel mülkiyet sahipliği, imar işlerini de tepeden yürütülen bir hayır işi olmaktan çıkarıp bir girişim haline getirmişti. Elbette o zaman piyasa şimdi olduğu kadar serbest değildi. Menderes’e daha çok vardı. Devlet iradesi ile bir şirket kurulmuştu.

Şirketin kurulduğu tarihten kısa bir süre sonra İstanbul işgal edilecekti. Şirketin faaliyetleri sekteye uğramış olmalı. Daha sonra da hiçbir şey bir daha eskisi gibi olmamak üzere değişti. Cumhuriyet’in ilanı ile beraber 1925 yılında Kadastro Kanunu çıktı. Artık padişah yoktu, dolayısı ile has topraklar da. İncirli de muhtemelen o dönemde kullanımına tahsis edildiği kişinin adına tescillenmişti.

İkinci Dünya Savaşı yıllarında olası bir Alman işgal girişimine karşı yüzlerce korugandan oluşan bir savunma hattı inşa edilmişti. Betondan dökülen koruganlar çağının modern mevzileriydi. Bu hat Çatalca yarımadasında Karadeniz’den Marmara’ya dek uzanıyordu. İncirli konumu itibariyle mevzilerin hemen arkasındaydı. Alman işgali korkusunun civarda arsa spekülasyonu yarattığı anlaşılıyor. Pek çok çiftlik satışa çıkarıldı. Öte yandan savaş ortamında doğan yüksek enflasyondan kaçan sermayedarlar da arazi yatırımı yaparak enflasyonun yıpratıcı etkisinden korunmaya çalışıyordu. Belki Alman işgalini bir risk olarak değil de bir fırsat olarak görecek ideal sermayedar ancak bir gayrimüslim olabilirdi. Ama işler Sarkis İspartalıyan için iyi gitmemiş olmalı ki nihayetinde, borcuna karşılık ipotek altındaki 500 dönümlük İncirli Çiftliği 1939 yılında satışa çıkarıldı. Bu dönem yoğun bir millileştirme politikalarının yürütüldüğü, savaş ortamının doğurduğu olağanüstü karlılığa karşı varlık vergisinin konuşulduğu bir dönemdi. Nitekim vergi yürürlüğe girdi ve en çok da İspartalıyan gibi gayrimüslimleri etkiledi. İşte Bahçelievler’in hikayesi de tam bu çalkantılı politik-ekonomik ortamda başlıyor. Şimdi bir yerleşimin kuruluşuna arka plan teşkil eden bir girişimci-bürokrat-şehir plancı ilişkiler ağına yakından bakacağız.

İlk olarak reklam ilanında geçen A. Başargan isminden yola çıkıyorum. Hüseyin Avni Başargan: müteahhit, müteşebbis, girişimci… adına ne dersek diyelim. Girişimci ruhu çok iyi yansıtan Başargan soyismini kendisinin özellikle tercih etmiş olabileceğine dair bir hisse kapılıyorum. Dijital ortamda hakkında pek bilgi yok. Ama kaynaklarda onun adının yanında zikredilen birisi daha var; Fikret Yüzatlı. İşte denklemin bürokratı da o. En azından eski bürokrat. Kendisinin projedeki rolünü Başargan’a ait olduğu sanılan şu minvaldeki ifadelerden anlamak mümkün;

“Burada bir İncirli Çiftliği var. Tek bir aileye ait. Biz bunu alalım. Ama benim hem mali yapım hem vizyonum tek başıma yetmez, beraber geliştirelim, belli ki burada yeni bir ilçe yaratılacak.”

Bu ifadeler Fikret Yüzatlı’nın torunu ve onun geride bıraktığı emlak mirasını da yöneten Feyyaz Yüzatlı’ya ait. İfadelerde çok güzel detaylar var. İncirli Çiftliği’nin tek bir aileye ait olması bir fırsat olarak görülmüş Başargan tarafından. Bölünmemiş bir arazi yani… Vizyonunun tek başına yetmeyeceğini düşünmesi bir had bilme olarak değerlendirilebileceği gibi belli ki Başargan, Yüzatlı’yı ikna etmek için bu sözleri sarf etmişti. Burada yeni bir ilçe yaratılacağına dair ifadesi de bir duyum olmalı. En nihayetinde Başargan, eski bir milletvekili de olan Yüzatlı’nın bürokratik bağlantılarından faydalanmak istemişti. Neresinden bakılsa karlı bir ortaklık.

Biraz da Fikret Yüzatlı’nın hikayesine yakından bakalım. 1896 yılında İstanbul Şehzadebaşı’nda doğmuş. Kuleli Askeri Lisesi’ne yazılsa da imparatorluğun, o daha mezun olamadan içine düştüğü savaşlar mesleğe hızlıca atılmasını gerektirmiş. I. Dünya Savaşı’nda Filistin cephesinde, daha sonra da Kurtuluş Savaşı’nda görev almış. Cephedeki yararlılığı nedeniyle süvari yüzbaşılığına terfi etmiş. Soyadı kanunu çıktığında Soyatlı adını almasında süvarilik geçmişinin açık bir etkisi vardır. Öte yandan bu soyadı hikayesinin Yahya Kemal Beyatlı’ya uzanan bir başka ayrıntısı var ki daha ilginçtir. Buna göre Fikret Bey ilk önce Atlı soyadını almıştır ama etrafındaki herkesin de bu soyadı almasından hoşnut değildir. O sıralar, savaş sonrası dönemde İsmet Paşa’nın yaverliğini yürütmekte olan Fikret Bey, İsmet Paşa ve Beyatlı’nın olduğu bir ortamda bu hoşnutsuzluğunu dile getirir. Bunun üzerine, kendisi de atçılığa referans veren bir soy isim tercih etmiş olan Yahya Kemal kendisine “Sen savaşta süvari yüzbaşısı idin. Yüz tane atlıyı yönetiyordun. O zaman senin soyadın Yüzatlı olsun.” der.

Ömür Yoğurt Fabrikası

Hüseyin Avni Başargan’ın hakkında pek bir şey bilmediğimiz gibi yollarının Fikret Yüzatlı ile tam olarak nerede kesiştiğini de bilmiyoruz. Yüzatlı, İncirli civarında 1933 yılında onun ilk girişimcilik macerası olan Ömür yoğurt işini kurdu. Ne İncirli ne de yaklaşık bir sene sonra soyadı kanunu ile alacağı (Yüz)Atlı ismi değil, ama Ömür markalaşacak ve günümüze dek gelecekti. Tarım endüstrisine yönelmesine Atatürk’ün ilham olduğuna dair aktarılanlar var. Dolayısı ile İncirli Çiftliği değilse de buraya yakın daha küçük bir araziyi Başargan’dan önce, tek başına satın almış olmalı. Yoğurt fabrikası oldukça uzun ömürlü bir iş oldu ve ülkemizde yoğurdun geleneksel metodlarla üretimine modern bir imalat anlayışı getirdi. Yoğurt Osmanlı’dan beri odun ateşinde tahta palalarla ağır ağır karıştırılarak ısınan süt kazanlarında üretilirdi. Yüzatlı bunun yerine modern ısıtma sistemleri kurup, elektrikli motorlar kullandı. Şoklama buzhanesi kurdurarak yılın sadece belli dönemlerinde elde edilebilen koyun sütünü depoladı. Böylece yılın 12 ayı koyun ve inek sütünün karışımından elde edilen lezzeti dillere destan Ömür yoğurdunu üretmeyi başardı. Yoğurdu kaymaksız, homojenize bir hale soktu. Sinilerle açık bir şekilde dağıtılan yoğurdu daha hijyenik şartlarda, teneke kutularda dağıttı. 1955 yılında tenekeden parafinli karton kutulara geçmesi satışların ne kadar iyi gittiğinin bir göstergesi. Bahçelievler konut projesi tam da bu dönemde hayat buldu. Ömür girişiminin sadece yoğurt üretimi ile sınırlı kalmaması, mesela tavukçuluk da yapıyor olması arkasında faal bir İncirli Çiftliği’nin olduğunu düşündürüyor.

İncirli Çiftliği’nin arkasından genç Cumhuriyet’in İstanbul’unu Avrupa’ya bağlayan Londra Asfaltı geçiyordu. 1950lere gelindiğinde ülke siyasetinde büyük bir kırılma yaşanmış ve yeni bir iktisadi anlayış hakim olmaya başlamıştı. Adnan Menderes dışa açık serbest ekonomiyi benimsiyordu. Türkiye hızla globalleşen dünyanın bir parçası olmalıydı. Londra Asfaltı da Menderes’in siyaset anlayışına göre köhne, eski bir yoldu, ihtiyacı karşılamıyordu. Böylece o zamanlar Marşal Bulvarı olarak bilinen E5 (daha sonra D100 olacak) karayolu açıldı. Marşal Bulvarı da gene çiftliğin çok uzağından değil hemen güneyinden geçiyordu. Yeni bulvar, Londra Asfaltı’nın virajlı, yokuşlu güzergahının yanından ip gibi dümdüz uzanıyordu. Üstelik bir uçak pisti gibi genişti. Otomobiller şehirleri artık hiç olmadıkları kadar hızlandırmıştı ve artık lastiklerin yağ gibi kaydığı pürüzsüz ve ip gibi uzanan yollara ihtiyaç vardı. Asfalt-lastik çağı başlıyordu ve Yüzatlı yeni şartlara hemen uyum sağladı. Ömür Restoran karayolunun kenarında bir nevi durak noktası olarak hemen faaliyete başladı. Yoldan geçen otomobillere servis veriliyordu. Zamanla burası Bahçelievler’in yeni yüzü haline geldi. Restoranın biraz ilerisinde inşa edilen Pereja Kolonya Fabrikası da, erken Cumhuriyet modernist mimari anlayışını güçlü bir biçimde yansıtan niteklikli tasarımıyla yol kenarındaki bu “yeni bir İstanbul” manzarasını tamamlıyordu.*

Pereja Kolonya Fabrikası

1950ler sadece ülkemizde yeni siyasi-ekonomik bir değişim getirmemişti. Belki de ülkedeki bu radikal değişim, savaş sonrası yeniden canlanan dünya ekonomisinin bir yansımasıydı. Ekonomik büyüme ile artan otomobil üretimi kendine sürekli yeni pazarlar açıyordu. Artık herkes, her aile bir otomobil sahibi olmanın hayalini kuruyordu. Günümüzdeki telefon bağımlılığı gibi… İşte böyle bir dönemde Ömür, İstanbul’a gelmenin ya da yola çıkmanın yeni ve havalı şekli olan otomobil seyahatlerinin ayrılmaz bir parçası haline geldi. Burası artık iş adamlarının, politikacıların uğrak noktasıydı. Yeşilçam filmlerinde boy gösteren restoran, otomobilin getirdiği yeni hayatın popüler bir figürüydü.

Marşal Bulvarı (E5 Karayolu)’nın kenarında yoldan geçen otomobillere servis veren Ömür Restoran

Yüzatlı’nın Başargan ile ortaklığı belki daha eskiye dayanıyordu ama şu açıktı ki burada yeni bir şehir inşa etme fikri için şartlar artık devletçi erken Cumhuriyet yıllarından daha liberaldi. İsmet İnönü’nün yaverliğini yapmış olan Fikret Yüzatlı ile İnönü’nün azılı rakibi Menderes’in arası ne kadar iyiydi bilmiyoruz. Zira İnönü ile dostlukları vardı. Paşa Yüzatlı’nın vefatını duyduğunda “Fikret Yüzatlı ölmüş, çok yandım.” demişti. Ama Menderes yeni bir yol açarak Yüzatlı’nın önünü de açmıştı.

Tek partili dönemin sonlarına doğru devlet, Emlak Kredi Bankası üzerinden bir toplu konut girişimi başlatmıştı. Levent konutları ve Koşuyolu mahallesinde ilk kazma vurulmuştu. İktidara gelen Menderes de Bakırköy baruthane civarında daha sonra Ataköy adını alacak olan konut projesini başlattı. İnşaat sektörünün hız kazandığı bu dönemde Yüzatlı da özel teşebbüs olarak furyaya katılmıştı. Bahçelievler fikri ortaya çıktığında Yüzatlı’nın sadece bir girişimci olmadığını, bu konut projesini daha geniş çaplı olarak ele alacak görgüye ya da know-how’a sahip olduğunu görüyoruz. Muhtemelen bu tecrübesi Ankara’da geçirdiği mebusluk yıllarından geliyordu. Bozkırın ortasında sil baştan bir şehir inşa edilirken her şeye şahit olmuştu. Belki de Atatürk Orman çiftliğinden özenerek yerleştiği İncirli Çiftliği ve başlattığı Ömür müessesesi onun hayattaki yeni amacı haline gelmişti. Burada ilk bahçeli evi kendisi için inşa ettirdi ve Bakırköy’de deniz kenarındaki evinden buraya taşındı. Artık kafasında çok daha netleşmiş bir ideali vardı. Ankara’daki Bahçelievler’e benzer bir yerleşim yeri inşa ettirmek istiyordu. İşte bu noktada plancı devreye giriyor. Yüzatlı tanıdık bir isme, Henri Prost’a gitti ve ona bir imar planı çizdirdi. Atatürk’ün daveti ile ülkeye gelen Fransız plancı Prost İstanbul için imar planları hazırlamıştı. Çokça eleştirilen Prost planı tam olarak hayata geçmemişti ama Prost ondan sonra plancılık adına kötü yapılmış ne varsa hepsinin müsebbibi olarak görüldü. İşte Bahçelievler’in yuvarlak ızgaralı yerleşim planı, belki de Prost’un İstanbul’a en gros dokunuşu olarak uydu haritalarında düzensiz beton denizinin ortasında kocaman bir göz gibi hala ayırt edilebiliyor.

Henri Prost’un Bahçelievler Planı

Türk gıda sektöründe, özellikle yoğurtçulukta birçok yeniliğe imza atan Ömür markası Yüzatlı’nın vefatında sonra ailesi tarafından işletildiyse de işler yolunda gitmedi. Sabancılar markayı devraldı. Ömür Restoran’ın yerine plaza yapıldı. Plazanın cephesinde sevimsiz Ömür yazısı, cepheyi sarmış olan tabela kirliliğinin bir parçası olarak, geçmişinden habersiz yol kenarından geçenlere bakıyor. Fikret Yüzatlı’nın adı Bahçelievler’de bir ilkokulda yaşıyor. Onun adını taşıyan cadde ise semtte değil biraz ötede hipodromun ahırlarının önünde uzanıyor. Çünkü atçılığa ilgi duyan Yüzatlı, aynı zamanda Türkiye Jokey Kulübü’nün kurucularındandı. Ortağı Hüseyin Avni Başargan’ın adı ise Bahçelievler’de sade bir sokak adı.

Bahçelievler projesi yukarıdaki plana göre şekillenmeye başladıktan sonra başka bir şey çok daha hızlı bir şekilde cereyan etti; rant. Zaten Marşal Bulvarı bölgede arsa spekülasyonlarını ayyuka çıkarmıştı. Ama Bahçelievler, süreci öylesine akselere etti ki daha konut projesi tamamlanmadan etrafında yeni mahalleler şekillenmeye başladı. Öyle ki Prost’un planında kuzey kısımda kalan sahalar asla projeye uygun inşa edilemedi. Çevredeki kontrolsüz yapılaşma oraya da invaze oldu. Daha büyük ölçekte bir başka gelişme yaşandı. E5 karayolunun Boğaziçi Köprüsü ile Anadolu yakasına bağlanması şehrin makroformunu tamamen değiştirdi. 1982 yılına gelindiğinde Bahçelievler’de hala boş parsel adaları vardı ama etrafında türeyen Siyavuşpaşa, Soğanlı, Haznedar gibi mahallelerde yapılaşma neredeyse tamamlanmıştı. Devlet, Tozkoparan’da sosyal meskenleri inşa etse de kontrolsüz kentleşmenin önüne geçemedi.

Bahçelievler sadece kontrolsüz yapılaşmayı etrafına çekmemiş, büyük ölçekli bir başka emlak projesi de komşusu olmuştu. Üstelik bu site de gene bir çiftlik sermayesiyle ve onun arazisinde hayat buldu. Sahibi gene soy ismini harpte gösterdiği kahramanlıktan alan bir başka Kurtuluş Savaşı gazisiydi. Ahmet Merter, günümüz Merter’ine çekirdek teşkil eden Simitaş Sitesi’ni kurdu. Merter’in en az Bahçelievler’inki kadar ilginç detaylarla dolu hikayesini başka bir yazıda ele alacağım.

Dipnotlar:

*Burada yeni bir İstanbul resmi çizerken Pereja ile Ömür arasında, hemen İncirli kavşağının kenarında açılan Coca-Cola fabrikasından (1964) da söz etmek gerek. Türkiye’ye hızla dışa açılıyordu. Günlük hayatın en ince detaylarına kadar sızan yeni Amerikan malları arasında, Amerikan kültürel emperyalizminin en sembolik unsuru olan Coca-Cola’nın ayrı bir yeri vardı. Koladan önce her yörenin kendine has bir gazozu vardı. Serinlemek için bir gazoz açılırdı. Oysa artık ithal ikameci politika terk edilmişti. Amerikan kapitalizminin havasını soluyan girişimciler yeni Türkiye’de pazarlayabilecekleri bir ürün bulduklarında yerli üretimin altını oymaktan geri durmuyorlardı. Kadir Has da tadını çok beğendiği kolayı ülkeye böyle getirmişti.

Referanslar:

  1. https://phdmapping.blogspot.com/2016/09/incirli-ciftligi.html

--

--