Merter Tarihi

Oktay ÖZMAN
Cam Kenarından İstanbul
9 min readJul 1, 2024

Merter’in tarihi yakınındaki Bahçelievler’in geçmişinde söz ettiğim gelişmelerle yakından ilişkilidir. Bu nedenle önce Bahçelievler Tarihi’ni okumak bu metin için iyi bir altlık sağlayacaktır.

Kısa bir özet geçmek gerekirse; Bahçelievler genç Cumhuriyet’in devletçi kalkınma modeli ile, tek partili döneme bir tepki siyasetinin yürütüldüğü Menderes döneminin dışa açılımcı liberal ekonomi anlayışı arasındaki tezatı çok iyi anlatan bir mekânsal değişim süreci göstermişti. Daha geride ise Tanzimat’a dayanan Osmanlı modernleşmesinin getirdiği mülkiyet edinme ve şirketleşme gibi yeniliklere güzel bir örnek sergiliyordu. Bir sultan hassı iken özel mülk haline gelmiş, hemen sonra üzerinde çeşitli imtiyazlara sahip bir çiftlik-şirket kurulmuştu (İncirli Çiftliği). Çiftlik bir gayrimüslim malı iken tam olarak net olmayan bir süreç sonunda sahibinin borçları karşılığı ipotek edilmiş ve milli sermayeye dönüşmüştü. Savaşta yararlılık göstermiş bir gazi ve genç Cumhuriyet’te bir bürokrat olan yeni sahibi, emekliliğinde kendini bu çiftliğe adamıştı. Önce tarım endüstrisine odaklanmış, Menderes döneminde açılan bulvarla civarda arsa fiyatları artınca büyük bir konut projesi inşa etmeye karar vermişti. Bu konut projesi zamanla Bahçelievler ilçesine dönüştü.

Eski haritalarda Bahçelievler’e çekirdek teşkil eden İncirli Çifliği’ne komşu bir başka çiftlik daha var; Haznedar Çiftliği. Haznedar günümüzde, eski bir Rum köyü olan Nifos’un ilk nüvesini oluşturduğu Güngören ilçesine bağlı bir mahalle. Ama eski fotoğraflara bakılırsa, vaktiyle burası da komşusundan eksiği olmayan, belki fazlası olan, dört başı mamur bir çiftlikti.

Mesela kapısında HAZNEDAR Çiftliği yazan bu kamyon, buranın 1940lı yıllarda ne kadar aktif bir çiftlik olduğunu gösteriyor. Ama tıpkı İncirli örneğinde olduğu gibi bu çiftliğin sahibi de tarım endüstrisinden elde ettiği sermayeyi dönüştürmenin peşine düştü. Önce biraz, bu geniş mülkün sahibi olan Merter ailesinden söz edeyim. Arazi, sarayda haznedarlık yapan dededen kalma. Sultan bir tarihte kendisine tımar olarak vermiş. Bahçelievler’den bahsederken bütün civar arazilerin padişaha tahsis edilmiş has topraklar olduğunu belirtmiştim. Surların dışında kalan bu geniş araziler üzerinde bulunan köyler ve çiftlikler, toprağı padişah adına işletiyordu.

1891 yılında doğan Ahmet Merter arazide bir çiftlik kurdu. Önce Trakya Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nde, daha sonra da Kurtuluş Savaşı’nda Trakya yöresinde kahramanlıklar gösteren Ahmet Merter ki soy isminin de buradan geldiğini düşünüyorum, Cumhuriyet’in ilanından sonra iş hayatına devam etti. Haznedar çiftlik arazisi içinde yoğurt tesisi ve bir de tuğla fabrikası (1929) kurdu. Çiftlik binaları yakın döneme kadar bira fabrikasının bulunduğu yerdeydi. Efes’in bir kült haline gelen kahverengi tombul bira şişeleri ilk defa burada doldurulmaya başlanmıştı. Yakın geçmişte fabrikanın yerine bir konut projesi inşa edildi. Tuğla fabrikasının yerinde de günümüzde bir AVM vardır. Ondan birazdan söz edeceğim.

Eski bir gazete kupüründe, Topkapı’dan Londra asfaltını kullanarak Florya’ya gidişin anlatıldığı bir metinde Haznedar ile ilgili şu pasaj dikkati çekiyor;

Bir kere Topkapı dışındaki … Davutpaşa deresine ininice (burada muhtemelen Çırçır Deresi’nin daha doğuda kalan ve Gençosman Köprüsü ile aşılan kolu kastedilmektedir) hava ne kadar poyraz (kuzeydoğudan esen soğur rüzgar ile havanın soğuk olması kastediliyor) olursa olsun insan orada güney (aynı mantıkla, sıcak) bir iklime girdiğini anlar. … Davutpaşa deresinden sonra Beylik fırınının (Davutpaşa Fırını) önünden taş ocaklarına, Haznedar çiftliğine doğru yol gene yükselmeğe ve yükseldikçe size yaklaşan Marmara’nın kumlu kıyılarının yaz günlerine mahsus tozlu karpuz kokuları da yavaş yavaş burnunuza gelmeğe başlar. Haznedar’a çıktınız mı artık Fatih kaymakamlığının sınırlarından Bakırköy kaymakamlığı sınırlarına atladınız, Bakırköylü oldunuz demektir.

Güngören Belediyesi resmi web sitesinden alınmıştır [https://www.gungoren.bel.tr/sayfa/gungorenin-tarihcesi].

Anlatımın alt metnindeki en net vurgu civarın o tarihte bile şehirleşmemiş kırsal bir bölge olduğudur. Tarif edilen yol Londra asfaltı. Günümüzde E-5 karayolu halini alacak olan Marşal Bulvarı, Menderes döneminde asfaltın tam da metinde tarif edildiği gibi inişli-çıkışlı ve bol virajlı eski bir yol olması gerekçe gösterilerek inşa edildi. Tıpkı Bahçelievler’in hikayesinde olduğu gibi, yeni yol civarda arsa fiyatlarını arttırmış ve çiftlik işletmektense konut inşa etmek çok daha karlı bir yatırım haline gelmişti. Londra asfaltı üzerinde benzin istasyonları da işleten Merter, 1950lerde bölgede komşusu Bahçelievler’in yarattığı imar hareketliliğine kendisi de dahil oldu. Marşal Bulvarı’na cephe Simitaş Blokları, kendisinin Merter Sitesi adıyla giriştiği müteahhitlik macerasının meyveleridir.

Komşusu, kendisi de bir istiklal gazisi olan Fikret Yüzatlı, atçılığa meraklıydı. Ahmet Merter ise eski bir pehlivandı ve bir dönem Kırkpınar’da ağalık yaptı. İki çiftliğin ve sahiplerinin, dönemin politik-ekonomik atmosferinde oldukça benzeşen hikayeleri, Ahmet Merter’in elim sonu ile ayrıştı.

Merter bir gün çiftlikteki yazıhanesinde torunu ile beraber otururken içeri giren tabancalı iki kişi tarafından öldürüldü. Cinayete soygun süsü verilmiş, silahlı adamlar Merter’den önce parasını istemiş, parayı aldıkları halde adamcağızı torunun gözleri önünde öldürmüşlerdi. Dönemin medya organlarında uzun süre yer bulan hadise ile ilgili haber yasağı çıkartılmıştı. Cinayetin üzerinden bir buçuk yıl geçtikten sonra katillerin Ahmet Merter’in büyük oğlu Tahsin Merter tarafından kiralandığı ortaya çıkacaktı. Gazete haberinde Tahsin Bey’in, babasının servetine rağmen yoksul bir hayat yaşadığı belirtiliyor. Cinayetten bir hafta sonra ilan edilen vasiyetinde bütün mal varlığını, katli esnasında yanında olan 6 yaşındaki torunu (küçük oğlu Rauf’un çocuğu) Ahmet Atilla Merter’e bıraktığı öğrenilen Ahmet Merter’in, oğluyla problemli bir ilişkisi olduğu anlaşılıyor. 100 milyon lira olduğu tahmin edilen servet medeni kanun gereği toruna tamamen bırakılamıyordu. Gazetede servetin dörte birinin toruna geçtiği yazıyor.

Başka kaynaklardan, Haznedar tuğla fabrikasının Ahmet Merter’in kız kardeşi Naile Sağlam’a kaldığını biliyoruz. Naile Sağlam daha sonra veremden ölmüştü. Kocası, tanıdık bir isim, veremle savaş derneğinin kurucusu Tevfik Sağlam’dı. Kendisini veremle mücadeleye neden adadığını anlamak zor değil. Haznedar tuğla fabrikasından gelen kaynağı buranın kurulmasında kullanmıştı. Haznedar Tuğla ülkemizin ilk tuğla üretim tesisi olarak günümüzde varlığını sürdürmeye devam ediyor. 1970 yılına ait uydu görüntüsünde tam da yukarıda tarif edilen ve başka bir kaynakta adının Kırkkavak Köprüsü olduğu anlaşılan yerde bazı tesisler görülüyor. Bugün bu tesislerin yerinde, kavşakta Kale AVM yer alıyor. Kale AVM, Kale kilitlerinin de bağlı olduğu holdingin bir yatırımı olsa da bu holding ile Merterler arasında bir bağ yok. Gene de şunu ekleyelim; Kale kilit, önceleri Tahtakale’de bir atölye iken Londra asfaltı üzerinde muhtemelen yukarıda sözünü ettiğim AVM’nin bulunduğu yerde bir tesis kurarak (1957) büyümüştü. Dolayısı ile bu iki müessese belki de yan yanaydı.

Bu arada, iki komşu çiftlik de yoğurt işine girmişken Haznedar yoğurtlarının Ömür kadar duyulmamış olması ilginçtir. Konut projesi ile beraber Merter olarak anılmaya başlayan bölgede çok başka bir üretim kolu olan tekstil büyük bir gelişim gösterdi. Öyle ki günümüzde Merter denince akla hala tekstil geliyor. Bunda Vakko turistik eşarp ve kumaş fabrikasının burada kurulmasının hayati bir rolu olmalıdır. Tesis Simitaş evlerinin hemen yanında bulunuyordu. O dönemde sayıları hızla artan sanayi tesislerinde pek de görülmeyen bir özenle inşa edilet yapı ile ilgili Arkitekt Dergisi’nde şu ifadelere yer verilmişti [1];

“Birkaç ay önce Londra Asfaltı üzerinde yeni inşa edilen VAKKO turistik eşarp, kumaş fabrikasının açılışı yapıldı. Son yıllarda yurdumuzda pek çok fabrika, endüstri binası inşa edilmiştir. Ama, hiç biri, mimarlık ve plâstik sanatlar yönünden, VAKKO fabrikası gibi bir özellik taşımamaktadır.

VAKKO Fabrikası, diğerleri gibi teknik bakımdan ileri bir eser olabilir, mimarları ve bilhassa sahipleri de bununla yetinebilirlerdi. Halbuki bu bina mimarlarının isteklerine ma! sahibinin gösterdiği anlayış sayesinde, bütün plâstik san’atları kapsayan geniş bir kollaborasyonu yansıtan bir eser meydana çıkmıştır.

Turistik eşya imal edecek bir kompleks olan fabrikada güzel bir plânlama ve ileri teknik bir uygulamadan sonra, dekoratör,ressam ve iç nimarî tanzimini yaratan bir sanatkâr ekibin çalısması göze çarpmaktadır. Bu güzel koordinasyonun diğer sanayicilerimize örnek olmasını dilerken VAKKO fabrikaları sahibini ve mimarlarını tebrik ederiz.”

Burada Vakko’nun kurucusu Vitali Hakko’nun hayat hikayesine de biraz yakından bakmakta fayda var. İstanbullu bir sefarad yahudisi olan Vitali Hakko, Cumhuriyet’in şapka devrimini büyük bir iş fırsatına çevirmeyi başarmıştı. Genç Cumhuriyet’in modern kadını, onun Vakko’dan önce kurduğu Şen Şapka’dan giyiyordu. Şapkanın modası geçtiğinde ki bu da şimdiye dek ara ara dem vurduğumuz, tek partili dönem sonrası 1950lerde başlayan siyasi değişimin, günlük hayattaki ilginç bir yansımasıdır, Beyoğlu’nda Vakko’yu kurdu ve bu kez kadınlara eşarp satmaya başladı. Gene değişen ekonomik şartlara ve siyasi iklime ustalıkla ayak uyduran bir girişimci hikayesi… İki dere arasında birkaç tepeden ibaret bu bölgede ne kadar çok marka doğduğunu görmek şaşırtıcı…

Bölgede, gerek havalimanına yakın olması gerekse şehrin hemen çıkışında Avrupa’ya uzanan yolların buradan geçmesi gibi nedenlerle ekonomik bir canlanma yaşandığı aşikardır. Bu canlanma önce tarımsal endüstri lokomotifliğinde ağır ağır başlamış olsa da Menderes döneminde yeni yolun önünü açtığı imar faaliyetleri ile zirveye çıkmıştır. Bölgede imar faaliyetleri ile sanayileşme beraber ilerlemiştir. Merter ailesine ait arazilerin sınırlarını tam olarak bilmiyoruz. Haznedar’ın daha doğusunda, kışlanın güneyinde kalan açık tepelik alanda bazı kaynaklarda devletin gecekondulaşmanın önüne geçmek için başlattığı toplu konut hareketinin ilk icraati olan Tozkoparan sosyal meskenleri inşa edildi. 1970 yılına ait bu uydu fotoğrafında karayoluna komşu Simitaş Sitesi ile sosyal meskenlerin aynı anda inşa sürecinde olduğu görülüyor. Merter arazisindeki diğer bir büyük yapı stoğu olan Keresteciler Sitesi’nin arsasının parsellenmiş olduğu ama inşaatın henüz başlamadığı anlaşılıyor. Nitekim 1982 yılına ait uydu görüntüsünde konut projeleri tamamlanmış olduğu ama keresteci sitesinde inşaatın henüz başladığı görülüyor. Site daha sonraki yıllarda tamamlansa da keresteci esnafı buraya ilgi göstermedi. O yıllarda tekstil, Özal’ın ekonomi politikaları ile gelişme gösteren bir sanayi kolu idi. Vakko’nun fabrikasının da burada olduğunu belirtmiştim. Belki biraz da onun öncülüğüyle ama daha çok devlet teşviği ile, sadece İstanbul’da suriçinde dağınık olarak yerleşen konfeksiyon atölyeleri değil Bursa, Konya, Adana gibi şehirlerden de tekstilciler Merter’de inşa edilen yeni siteye geçti.

Aslında Merter’in tekstil geçmişi biraz daha eskiye dayanıyor. Osmanlı devrinde Langa-Yenikapı civarında hayvan derisinden yemeni yapan esnaf, muhtemelen iyice kuruyan Langa Deresi’nin artık yeterli gelmemesinden olacak, bol suyu olan Çırpıcı Deresi tarafına geçmek istemiş. 1768 yılında devrin padişahının izni ile yemeniciler buraya yerleşmiş ama herhalde 80lerde başlatılan tekstil hamlesinin bu tarihsel gerçeklikten ziyade ekonomik gerekçeleri vardır. Bir kere civar sanayileşme ve göçün körüklediği gecekondulaşma ile bir ucuz iş gücü cennetine dönüşmüştü. Tekstil çok büyük bir teknolojik altyapı gerektirmiyordu ve emek-yoğun bir işti. Çoğunlukla bir yerde sanayileşme göçü körüklüyorken burada göçle gelen işgücünün sanayi için bir fırsat haline geldiği görülüyor.

Böylece keresteciler için inşa edilen site ülkenin en büyük tekstil üretim merkezi haline geldi. Burası tekstilcilerin aksi yönde her türlü gayretlerine rağmen günümüzde hala Keresteciler Sitesi olarak anılıyor. Bu durumdan oldukça rahatsız olan konfeksiyoncular 90lı yıllarda, dönemin İBB Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’a giderek ismi Merter Tekstil Merkezi olarak değiştirtmişler ama o da çare olmamış. 2009 yılında Patronlar Dünyası’nda çıkan bir haberden alıntı [2];

Merter’i Moda Merkezi yapmaya çalışırken, Keresteciler Sitesi diye anılmalarının imajları ile örtüşmediğini belirten MESİAD Başkanı Ercan Tan, “Burda üç bin firma var aralarında bir tane bile kürdan, kibrit çöpü satan yok, hepsi tekstilci. Keresteciler adı yapılan işle abes kaçıyor” dedi.

Merter’deki bitişik nizam atölyelerin markalaşmak için önce fiziksel bir yüze ihtiyacı vardı. 90lı yıllarda bir merkez inşa edildi ama bina talep görmeyince atıl kaldı. Günümüzde ise yıkılan Vakko fabrikasının yerinde yeni bir moda merkezi olması iddasıyla bir kompleks inşa edildi. Vakko tek başına bir dünya markası haline gelebilmişken, dünyanın tekstil üretiminin mühim bir kısmını karşılayacak niceliğe erişmiş Merter tekstilcilerinin, bir marka niteliğine bürünmekte zorlanmaları şaşırtıcıdır. Üstelik tasarımla bu derece ilişkili bir işle de uğraşıyorken, Vakko fabrikasını yıkmak yerine onu mimari niteliğini öne çıkaracak şekilde dönüştürmek, konfeksiyoncuların uzun yıllardır arayıp da bulamadıkları çehreleri için bulunmaz bir fırsat olabilirdi.

Bölgede gece-gündüz nüfus farkı açısından birbiri ile tezat oluşturan bu konut ve sanayi alanları arasında sıkışmış olan bir yerleşim daha var. Gayri resmi adıyla Küba Mahallesi’nden bahsediyorum. Burası 60lı yıllarda “polisin bile giremediği” bir “kurtarılmış bölge” olarak nam salmış ve o gün bugündür bu kimliğini koruyor [3,4]. İstanbul’un belki de nadir ayakta kalmış gecekondu mahallelerinden olan Küba, Tozkoparan’daki sosyal meskenler ile birlikte, günümüzde artan kentsel dönüşüm tartışmalarının gölgesinde var olma mücadelesi veriyor.

Tozkoparan’ın doğusunda ve iki eski kışlanın güneyinde kalan Topkapı’nın önlerindeki araziler zamanla şehrin ilk büyük fabrika sahası (sanayi bölgesi) haline geldi. Bölgedeki sanayileşmeyi başlatan hamle Londra asfaltı üzerine General Elektrik ampul fabrikasının kurulmasıdır [5](1952). Burası bir başka Cumhuriyet zengini olan Vehbi Koç’un işleri daha da büyütmesine vesile olan ilk uluslararası işbirliğidir. Kendisi, neredeyse sıfırdan inşa edilen başkent Ankara’da ilk büyük işlerini yaptıktan sonra belki gene ülkede değişen iklimle beraber dışa açılmaya karar vermişti. Bunun için Amerika’ya gidip General Elektrik ile görüştü ve İstanbul’a bir fabrika açmaları için onları ikna etti. Fabrika bugün üzerinde, gene aynı grubun bir sermaye dönüşümü örneği olan Koç Üniversitesi Hastanesi’nin bulunduğu arazide kurulmuştur. 1966 ve 1970 yılına ait uydu görüntüleri bölgede dört yıl gibi kısa bir sürede ne kadar hızlı bir sanayileşme yaşandığını gözler önüne seriyor [6].

Bahçelievler ve Merter, hem geniş arsaların hem de bu alanlarda konut inşa etmek için gerekli sermayenin tek elde olduğu bir imar modeliyle ortaya çıktı. Oysa karayolunun deniz tarafında, Zeytinburnu’da, süreçler çok farklı ve daha önce hiç görülmemiş bir biçimde cereyan edecekti.

Referanslar

1- Arkitekt Dergisi Arşivi: http://dergi.mo.org.tr/dergiler/2/215/2916.pdf

2- Patronlar Dünyası Dergisi: https://www.patronlardunyasi.com/merter-kerestecilerden-kurtuluyor

3- https://www.gazetevatan.com/gundem/iste-girilemeyen-kuba-48360

4- https://www.birgun.net/makale/metrobuse-10-dakikalik-kuba-da-donusume-vize-kuba-evimiz-direnis-isimiz-317865

5- Arkitekt Dergisi Arşivi: http://dergi.mo.org.tr/dergiler/2/208/2796.pdf

6- İstanbul Şehir Haritası: https://cbssr.ibb.gov.tr/sehirharitasi/?bs=yuva

--

--