Altın Çağda Bir Mükemmeliyetçi

Howard Hawks Üzerine Bir Deneme

Selin Küçükoruç
Caramél
5 min readOct 22, 2020

--

Hollywood’un Altın Çağı olarak anılan 1930 ve 40'lı yılların en önemli üç isminin John Ford, Alfred Hitchcock ve Howard Hawks olduğunu söylesek yanılmayız. Hawks, dönemin çoğu yönetmeni gibi, kariyerine komedi, western ve kara film gibi pek çok türde ticari film sığdırmıştır. Aynı zamanda mükemmeliyetçi olmasıyla hayli ün salan Howard Hawks, belki de farkında olmadan, sadece bir tür filmi olmanın ötesinde; zevkler ve profesyonelliğin sınırları üzerine esprili ve akıllıca denemelere imza atmış.

Yakın zamanda izleme şansı bulduğum The Big Sleep (1946) filminde tıpkı o dönem Hollywood filmlerinde olduğu gibi maskülen bir anlatı vardı; ancak kadın karakterlerin inatçı, sert konuşan ve kendine güvenen tavırları da göze çarpıyordu. Aynı durumu Hawks’ın Bringing Up Baby (1938) ile His Girl Friday (1940) filmlerinde de fark ettim. Daha sonra bunun bir tesadüf olmadığını, filmlerinde Hawksian kadınları olarak tanımlanan arketipi işlediğini öğrendim. Hawksian kadınları, sadece dönemin diğer yönetmenlerini değil, Fransız Yeni Dalga akımının önemli yönetmenlerini de etkilemiş.

Hawks’ın yönettiği ve zamanında kanlı içeriklere sahip olduğu için gösterimi yasaklanan Scarface (1932), Jean Luc Godard’ın en sevdiği 10 Amerikan filminden biri. Godard, filmlerinde kadın-erkek ilişkisine yeni bir boyut kazandırmada Hawks’tan ilham aldığını da sıklıkla ifade ediyor. Özellikle Contempt (1963) filmi, Hawks’ın Rio Bravo (1959) ve Hatari! (1962) filmlerine dair pek çok detay içeriyor.

Son yıllarda çekilen ticari filmlerde yakın planın kullanımının gittikçe arttığına şahit oluyoruz. Yakın plan, genelde yönetmenler tarafından sahnedeki belli bir detayı veya durumu vurgulamak, seyircinin karaktere bağlanmasını kolaylaştırmak gibi sebeplerle tercih edilir. Hawks ise yakın plan kullanmaktan kaçınan, yakın plan ile seyircinin dikkatini canlı tutmak yerine hareketli bir tempo yaratmayı tercih eden bir yönetmen. Öyle ki Rio Bravo (1959) filminde sadece beş tane yakın plan kullanmıştır. En ünlü filmlerinden biri olan Scarface (1932) ise uzun sahnelerle dolu, neredeyse çok az kurgu uyguladığı bir filmdir, daha çok oyuncuların hareketleri üzerinden ilerler.

Hawks’ın filmlerini izlerken, filmlerin sürekli bir hareket halinde olduğunu fark etmek mümkün. Bu hareketli tempo kimi zaman aktörlerle, kimi zaman kamera hareketleriyle; kimi zamansa dekora dahil olan öğelerle veya müzik ve ses efektleriyle sağlanıyor. Anlaşılan o ki Hawks, tüm bu temponun izleyici için bayağılaşmaması için hareket ve durağanlık arasında harikulade bir kontrast yaratmış. Örneğin Rio Bravo (1959) filminde, Dean Martin’in canlandırdığı Dude karakteri bara girdiğinde yavaş yavaş yürümeye başlıyor. Karakterin arada duraklamasına ve yavaş yürümesine rağmen bardaki hareketliliği, insanların eğlendiklerini aynı kadrajda görebiliyoruz. Yarattığı bu kontrast, seyircinin sahneye bağlı kalmasını sağlıyor.

The Big Sleep (1946) adlı kara filminde kurguda ve atmosferi yaratmakta müzikten yararlanıldığını görüyoruz. Bu kara film için tercih ettiği müziğin, filmin gizemli konusuna ve karakterlerin aralarındaki ilişkiye uyduğu fark edilmektedir. Kurguda müziğin kesildiği bir anda sahnenin değişmesi, karakterlerin arasındaki konuşmanın içeriğine göre ritmin hızlanması ya da yavaşlaması gibi durumlardan yararlanılmıştır. Kurgu ile aynı tempoda yükselen veyahut kesilen müzik izleyiciyi filme bağlı tutmaktadır.

Genellikle filmlerinde hayatın kaotik yönünü de göstermeye çalıştığını belirten Hawks, bunu kimi zaman üst üste binen diyaloglarla, kimi zaman karakterlerin mimiklerine yoğunlaşarak, kimi zamansa görüntüde tercih ettiği farklı açılarla sağladığı görülmektedir. Filmlerinde üçgen açıyı çok sık kullanır, üçgen açıyla görsel olarak daha başarılı kadrajlar elde eder.

Mükemmeliyetçi biri olmasına rağmen filmlerinde doğaçlamadan daha çok yararlandığı da bir gerçek. Böylelikle oyuncuların daha rahat olmasını sağlar ve en doğal durumları yakalayabilmiştir. Cary Grant, Katherine Hepburn ve Humphrey Bogart gibi dönemin en önemli oyuncularıyla çalışmış ve repliklerin okunması sırasında her zaman güzel önerilerde bulunmuştur. Oyuncular genelde abartılı hareketler, mimikler ve doğaçlama odaklı bir yöntem izlemiştir.

Howard Hawks aynı zamanda modayı takip etmesi, güzel giyinmesiyle bilinir. Yönettiği filmlerde de modaya olan ilgisini yansıtmıştır. Karakterlerin giyimlerini özenle planlar ve yarattığı evrende her karakterin kendine has bir giyimi vardır. Örneğin His Girl Friday (1940) filminde Rosalind Russell’in canlandırdığı Hildy Johnson karakterinin giyimi karakterinin heyecanlı ve maskülen tavırlarına uygun şekilde ayarlanmıştır. Hildy Johnson karakteri genelde çizgili ceketler, elbiseler ve fötr şapkalar takar.

Howard Hawks’ı ilginç kılan özelliklerinden biri de hiçbir zaman standart bir romantizm üzerinden ilerleyen bir film çekmemiş olmasıdır. Filmlerinde aşk gibi duygular genelde ikinci, hatta üçüncü plandadır. Hawks için bir kadın ile bir adamın tanışıp birbirine aşık olması durumu pek de ilginç değildir, onun yerine filmlerinde kadın-erkek karakterlerin birbirlerine iki kutuplu şeklinde tanımlayabileceğimiz bir iletişimle bağlı olmasını tercih eder. Filmlerinde eril ve dişi güçler adeta düello içindedir; Hawks’ın aşıkları genellikle birbirleriyle inatlaşır, üstünlük mücadelesi kurmaya çalışır.

Hawks, filmlerinin senaryo ve prodüksiyon kısımlarına dahil olması, kendine has diyalog temposu ve titizlikle seçtiği detaylarla aynı zamanda auteur kuramına uyan bir yönetmendir. Neredeyse akla gelebilecek her film türü üzerine çalışmıştır ama daha da önemlisi, pek çoğunda kendi karakteristik izini de bırakmıştır. Kolaylıkla söyleyebiliriz ki Hawks, filmlerinin dönemin Hollywood geleneklerinin tarafından kuşatılmasına engel olmuş ve kendi kişisel dünya görüşünü de katarak yaratmıştır. Trajik olan bir filmi aynı zamanda komik; ciddi ve duygusal bir filmi aynı zamanda sınırları aşabilir özellikler taşır.

Hawks, yalnızca Amerikan tarihine bir tanık olarak değil, aynı zamanda 20. yüzyılın Amerikan mitolojisine önemli bir katkıda bulunan bir kişi olarak da sinema tarihi için önemli bir isimdir. Öyle ki uzun süre Akademi Ödülleri’nde John Ford yerine Howard Hawks’ın en iyi yönetmen ödülünü alması gerektiği üzerine tartışmalar dönmüştür. 1974 yılında, vefatından yalnızca üç yıl öncesinde ömür boyu başarı Akademi Ödülü verilmiştir.

Hollywood’un mükemmeliyetçi yönetmeni Hawks’ın iyi bir yönetmenin kim olduğu sorusuna verdiği cevap da, kişiliği gibi hayli ilgi çekicidir: İyi yönetmen, senin canını sıkmayandır! Anlaşılan o ki Hawks, şayet görecek olsaydı günümüzün popüler yönetmenlerinden Noé ve von Trier’den hiç hazzetmeyecekti.

Referanslar:

--

--

Selin Küçükoruç
Caramél
Editor for

Independent Filmmaking, Dramaturgy and Film Criticism.