Bizim Güzel Çaresizliğimiz…

Sir Sigmund Simityan
Ciddi Geyik
Published in
3 min readMay 19, 2015

hani bazen soruyoruz ya kendimize: ya bu gavurların hayatları hep böyle dizilerde ve filmlerdeki gibi eğlenceli, maceralı ama buna rağmen mutlu mu?” diye. bunu ben de kendime bayağı sordum acaba hep ben mi melankolik takılıyorum ve diğer insanlar, milletler, topluluklar hep mi mutlu? :D sonra fark ettim ki agalar biz biraz hoşlanıyoruz depresif takılmaktan. böyle bize biraz gizem kattığı gibi bizi dışarıya karşı savunmasız olmaktan falan da hayli koruyor en azından ben biraz böyle hissediyorum :D

yukarıda anlatmaya çalıştığım bu durum en çok dinlediğimiz müziklerde tezahür ediyor :D özellikle hafiften arabesk olan türler, mısırlıların müziklerinde falan bulabiliyoruz bunları. ben buna düçar olmaya mensup olduğumuz ve kabullendiğimiz bu duruma “bizim güzel çaresizliğimiz” dedim ve sizin için aklımdaki güzel örnekleri toparlarladım ☺

peki benim olayım ne? tam da sınavlarım falan başlayacakken neden oturdum bunu yazıyorum. sanırım atacak twit bulamadım :’) ama daha da önemlisi sınavlarım gelmiş bunu yapmaktan daha iyi bir iş bulmazdım :D tabi arabesk bana hala biraz ağır geliyor ama olsun. ümmü gülsüm dinlerken, naget sagira dinlerken falan hep bir gönül telim cız etmiştir.

listemin başında değil belki ama şu aralar çok dinlediğim için baş taraflarında ezel dizisinin müziklerinin yorumu var. bunlar meşhur şarkılar kabul ama buradaki yorumlar bayağı efsane. ben ezel dizisini hiç izlemedim ama jenerasyonumdan pek çok kişi içerisinde geçen karakterleri, diyalogları falan bilir: karrrdeeeş, dayı falan filan…

sogapa kajmer’in “ben yakın sen uzak” şarkısında da kullandığı mısır’ın üç büyük sesinden biri olan naget el sagira’nın meşhur şarkısı

sanırım bu biraz bizim türk melankoli/depresiflik kültürümüzle yakından alakalı. pek çok dizi ve filmde bizim ana karakterler sahile iner ve bir 10 dakika denizi izlerler. izleyici de -işin enteresan kısmı- bundan sıkılmaz.

ama tabi bu şarkıların popülerliliğini bizim karakterimize bağlamak çok safdillik olur. müzikal kaliteleri çok kuvvetli olan bir türden bahsediyoruz. bununla birlikte bu popülerlik farkını klasik türk müziği ve klasik türk sanat müziği arasında da görebiliyoruz. ben de uzun zaman aralarındaki farkı bilmiyordum ☺ meğersem sonradan söylediler sanat müziği bizim biraz daha arabeske yakın olan ağdalı türü imiş.

mısır’ın önemli sesi ümmü gülsüm “ente ümri”yi söylerken…

tabi tekrar vurgulamak lazım -özellikle ümmü gülsüm- için bu sanatçıların bir kısmı politik figürler ve idealist yönleri bayağı kuvvetli. mesela ümmü gülsüm bütün ortadoğu’da konserler verip bunların gelirlerini cemal abdunnasır yani mısır’a bağışlıyor. onun politik gücünün artması için bayağı uğraşıyor bu yönde şarkıları falan var. nasır’ın ne kadar zalim biri olduğunun tartışma götürmeyeceği bariz olsa bile bu ümmü gülsüm’ün mücadelesini düşürmez gözümde ☺

tabi olay ne eskilerde, ne arabeskde ne de ortadoğuda… olay biraz da yürekten söylemekten geçiyor. bu açıdan bunu en güzel yapanlardan biri de yousra el hawary ablamız diyebilirim. kendisi de mısırlı ve şarkıları bayağı ammice yani anlamak kolay değil. ama devrim sonrası mısır’ı, oradaki engelleri ve sosyal problemleri vurguadığı dışarıdan eğlenceli içeriden derin bir yarayı taşıyan şarkılar yapıyor. kendi müzik geleneğini kullanmak birikte balkanlardan falan da etkilenmiş.

hawary’nin “el’suur” (duvar) adlı şarkısı…

isyanın sesini biraz daha arttırırsak ispanyolca, arapça ve fransızca şarkılar yapan amel mathlouthi’yi unutmamak gerekiyor. benim için bu konuda en saygı duyulabilecek isimlerden biri. özellikle filisitin için söylediği bu şarkı ile gönülleri fethediyor. Yazdığı ve söylediği şarkılar tunus devriminin marşı haline gelmiş durumda. galiba ümmü gülsüm’ün bu asırda yaşamış bir versiyonu diyebilirim. bununla birlikte yasemin levy’den alıp söylediği falan da bir çok şarkı var. bu açıdan yorumlamaları da bayağı güzel diyebilirim.

lübnan iç savaşını bilmeyenimiz de yoktur heralde. insanlık tarihinin kanayan yaralarından biri. bu yarayı çağları aşan bir şekilde insanlara duyuran feiruz’un “le beirut” şarkısını söylemeden geçseydik ayıp olurdu. belki şu an bizim için bu şarkının sözlerinin pek bir manası kalmadı ama içinde barındırdığı acı ve tarih hala yaşamaya devam ediyor.

ümmü gülsüm’ün müdür tam olarak bilinmez ama en azından onun söyledği bu “talea el bedru aleyna” ilahisi meşhurdur.
ümmü gülsüm’den “ale beled”

acılar ve hayatlar deyince benim jenerasyonum için önemli acılardan biri de bosna savaşı ve srebrenitsadır heralde. bununla özdeşleşen bir kaç şarkı ve müzisyen var. Bu şarkılardan en önemlisi “ederlezi”. hıdırellez kelimesinin balkan dillerindeki karşılığı bu. normalde bu şarkı goran bregoviç’in “çingeler zamanı”nda çalan bu müzik srebrenitsa katliamı ile falan özdeşleşmiş durumda. bunlarda sevdiğim bir kaç yorumundan bir demet:

beirut grubunun yaptığı ederlezi yorumu benim en hoşuma gidenlerden biri…

emir kustarika, goran bregoviç ve dino merlin… biri sırp, biri hırvat, biri boşnak olan bu üç adam o coğrafyanın en önemli üç sesi. ama bunlar içinde dino merlin’in yeri çok ayrıdır. savaşta ülkesinde kalmayı seçip insanlara moral vermek için büyük bir mücadele vermiş. en sevdiğim şarkılarından biri “da te nije alija(aliya sen olmasaydın)”:

lena chamamyan’dan bir suriye’linin şarkısı:

bir anlamlı müzikler vardır; bir de hakikat…

amesha spenta’dan “yalansın dünya”

anlamı olan şarkılar diyorduk di mi:

daha da uzatmaya gerek yok gençler. ama durumumu anladınız heralde sizinle slow parçalar paylaşmak amacıyla değil anlamı olan müzikleri falan paylaşmaya çalıştım aslında biraz da yazı kendi kendini yazdı bu sefer.

müstefid olunuz ki biz agah kalalım; saygılar…

--

--

Sir Sigmund Simityan
Ciddi Geyik

İktisat, psikanaliz, politika, sosyal teori, sinema, edebiyat, İslam düşüncesi, varlık sahası ve yokluk vahasıyla ilgileniyorum; yani eskici dükkanından hallice