Kayıp Ateşağızın Garip Hikayesi

Cofish
Cofish Akvaryum
Published in
6 min readOct 14, 2019

Akvaryumda sıradan bir gündü. Hava henüz aydınlanmamıştı, sabah saat 7'ye doğru gelirken güneş yeni yeni pencereden görünür, tankın sağ camını hafiften ısıtmaya başlardı. Günün aydınlanmasından hemen önce içeride derin bir sessizlik olurdu. Tankın çoğu üyesi gözleri açık şekilde uyurken, bazılarını ise uyku tutmaz sağa sola volta atarlardı. Zaten sıkıldıkça gün boyu hepsi volta atıyordu.

Dışarıdaki El tüm üyeleri yeni evlerine geçirdiğinden beri herkes biraz daha rahatlamıştı. Çünkü bu yeni ev büyük ve genişti; herkese yetecek kadar uyuma alanı ve gezinme bölgeleri vardı. Hatta sık sık içerideki dekorasyon da değişir, içeride yaşayan üyeler kendilerini tematik bir tatil kentinde gibi hissederlerdi.

Tankın en eski üyesi Red (Red Severum) ismini büyük ihtimalle “Esaretin Bedeli” filmindeki Morgan Freeman’ın canlandırdığı Red karakterinden alıyordu. Bu tutsak yaşamın en eski üyesi olması da ismine daha da bir anlam katıyordu. Buraya düştüğünde henüz birkaç aylıktı, neden düştüğünü ise kimse hala öğrenememişti. Dışarıdan bakıldığında sevimli bir tip gibi görünse de, aslında çok ketum bir karakterdi. Pek konuşmazdı, bazen aniden sinirlenir ve en yakınında kim varsa ona karşı bir saldırıda bulunurdu. Saldırıları genelde zararsızdı ancak içeride ufak bir gerilim yaratırdı. Özellikle tankın en küçük üyeleri nefes nefese kalır ve saklanacak delik ararlardı. Bazı günler içerisi çok stresli olabiliyordu.

Red Severum — Red

Red’in en eski arkadaşı ise Rick’ti. Aslında arkadaş değillerdi ve pek iyi anlaşamazlardı, ancak ikisi de birbirine dokunmazlardı. Bu nedenle diğer üyeler onları arkadaşmış gibi görürdü. Her ne kadar konuşup dertleşmiyor olsalar da, ikisi de bu tankın boş hallerini bilirlerdi. Henüz içeride kimse yokken, Red, Rick ve Morty vardı. Rick bir Red Terror’dü ve buraya kardeşi Morty ile birlikte gelmişlerdi. Sonra her nasılsa, Morty bir gün aniden öldü. Rick’in yüzünde garip bir gülümseme vardı… Sanki çaktırmamaya çalışıyor, ancak içindeki o şeytani kahkahaları tutamıyor gibi bir hali vardı. Red gece herşeyi görmüştü, ama kendisi gerekmediği sürece konuşmayacaktı.

Red Terror — Rick

Zaman içerisinde akvaryumun üyeleri arttı. Bazı göçebe Tetra aileleri kalabalık gruplarla gelip giderlerdi. Bir gece ansızın gelen onlarca Tetra, birkaç gün içinde yok olurlardı. Başka yerlere taşındıkları dedikoduları gelse de aslını kimse bilmezdi. Burası çok enteresan bir dünyaydı, kimse dışarıda olan biteni bilmezdi. Dışarıdaki El de pek birşey anlatmazdı zaten, sadece gelir kendi istekleri doğrultusunda değişiklikler yapar ve giderdi. Akşamları yüzeyin görünmeyen tarafından yemek yağar, tüm üyeler son hızlarıyla bu alana yüzerek daha önce hiç yemek görmemiş gibi davranırlardı. Red bu durumdan nefret ediyordu, hatta birkaç kez aç kalma eyleminde de bulunmuştu. Dışarıdaki El’in yemek vermesine, verdiği yemeklerin çeşidine, içerideki arkadaşlarının davranışlarına sinir oluyordu. Ancak hiçbir şeyi değiştirecek gücü olmadığını anladığında, tekrar yemeye başladı. Elinden başka bir şey gelmiyordu.

İçerideki üye sayısı artmıştı, artık kimler var kimler yok bilinmiyordu. Büyük bir kalabalık vardı, ve kimse kimseyi tanımıyordu. Komşuluk ölmüş, kimse birbirine yardım etmez olmuş, hatta sabahları bir “günaydın”ı bile çok görür olmuşlardı. Kalabalık hayat zordu, ve Red’in buralardan gidesi vardı. “Sessiz sakin bir akvaryumu olsa, etrafında kimseler olmasa, ufak bir kumdan bahçesi olsa, bir iki Anubias yetiştirse ne güzel olur” diye düşünmeden edemiyordu. Bu keşmekeş’in içinde Dışarıdaki El bir akşam Frodo’yu getirdi. Frodo bir Ateşağızdı, ve henüz sadece 4cm boyundaydı. Öyle ufaktı ki, Rick ilk gördüğünde ona gıcık olmuştu. Gün boyu peşinden koşturarak Frodoyu aşağılamış, bu küçük adamı doğduğuna pişman etmişti. Ancak buralarda sevgi böyle gösterilirdi, farklı bir şekilde olsaydı işler tuhaflaşırdı. Burada herkes sevdiğinin, beğendiğinin, gıcık olduğunun, yemek istediğinin peşinden koşardı. Neyse ki Red buranın ağası gibiydi, ve o araya girdiğinde herkes dururdu. Tankın içerisindeki huzuru sağlama görevi ona Dışarıdaki El tarafından verilmemişti, ama o kendisi bu görevi üstlenerek bir baş kaldırışta bulunuyordu.

Ateşağız — Frodo

Frodo sevimli bir balıktı. Tüm göçebe Tetralar ona koruyucu ailelik yapıyorlardı. Boyutundan dolayı onu aralarına almışlar ve büyütüyorlardı. Tankın en sevimlisi ve afacanı oydu. Ufacık boyuyla devlerin arasına girer ve hiç azar işitmezdi. Red ve Rick’in yanına bile gider, onların önünden yemek çalardı. Tetralar ona “Yürek Yemiş Ateşağız, Yürek Yemiş Ateşağız” diye tezahürat ederlerdi. Bu onu tankın en mutlu üyesi haline getirmişti. Ta ki bir gün, bir akşam vaktinde henüz güneş batmamışken, Dışarıdaki El içeriye bir Ateşağız daha getirene kadar…

O gün Frodo’nun yıkıldığı gündü. Durumu çaktırmamaya çalışsa da, tüm tankın üyeleri onun ne kadar yıkıldığını görüyorlardı. İki gün boyunca hiç konuşmadı. Yemek zamanı hiçbir şey olmamış gibi yemeğini yer, sonra tekrar o hüzün dolu dünyasına çekilirdi. Ağaç dallarının büyük taşlarla kesiştiği yerde kimsenin giremeyeceği kadar ufak bir çukuru vardı. Buradaki kumları kendisi yavaş yavaş dışarı atmıştı. Buraya ondan başka kimse giremezdi. O izin vermediği için değil, kimse sığamayacağı için… Sığabilecek tek bir kişi vardı, o da isimsiz Ateşağızdı. Ara sıra gelip Frodo’ya sırnaşır ve onunla muhabbet etmek isterdi. Çukurunu görmek ister ve içeride beraber takılma teklifinde bulunurdu. İsimsiz Ateşağız dost canlısı bir tipti; zaten öyle de olmak zorundaydı. Başka türlü kabul görmezdi. O da elinden geldiğince kendisini kabul ettirmeye çalışıyordu. Daha geleli iki gün olmuştu, ama önünde uzun yıllar vardı. O geceyi Frodo’nun çukurunda geçiremeyeceğini anladığında ısrar etmeden çekildi. Bütün çukurlar ve taşlıklar kapılmıştı. Kendisine bir yer bulmadan önce uyumalıydı. Güneş batmış, her zamanki gibi gece saat 11'de ışıklar kararmıştı. O da suyun ortalarında bir yerde gözlerini açık bırakarak uyuyakaldı.

Akvaryumda sıradan bir gündü. Sabah saat 7'ye doğru geliyordu ve pencereden gelen güneş akvaryumun sağ tarafındaki camı ısıtmaya başlamıştı. Sağ bölümde uyuyan Tetralar yavaş yavaş kalkıp çişe çıktılar. Henüz tam tamına aydınlanmamış olan tankın içerisinde ufak tefek hareketlenmeler oluyordu, ama bu kalabalık içerisinde kimin ne yaptığı da pek seçilmiyordu. Yarım saat içerisinde güneş tamamen doğmuştu ve içeriye güzel sarı bir ışık geliyordu. Kahverengi yosunlar saçlarını açmış, gelen ışığı sonuna kadar emerek kahvaltılarını yapıyorlardı. İçeride derin bir sessizlik hakimdi. Genelde de öyleydi zaten, ama bugün daha bir farklı huzur seziliyordu. Red Terror Rick güne neşeli başlamıştı, yüzündeki ilginç gülümseme tüm üyelere neşe saçıyordu. Belli ki bugün olaysız bir gün olacaktı, ufaklıklar derin bir oh çektiler. Kalabalığın içinde herkesin yeri belliydi, yeri belli olmayan tek üye ise İsimsiz Ateşağızdı. O da hiç bir yerde bulunamıyordu. Frodo kendisini kurtardıktan sonra kendilerine yeni proje edinen Tetralar her yerde İsimsiz Ateşağızı arıyorlardı. Taşlıklarda yoktu, ağaç dallarının aralarında da yoktu. Büyük siyah pervanenin oraya gidip baktılar ama orada da yoktu. Hiç bir yerde bulunamıyordu ve bu nedenle Frodo’ya sormayı düşündüler. Ancak Frodo hiçbir şey olmamış gibi geziniyor, yüzünde iki gün önceki mutlu ifadeyi sergiliyordu. İçeride garip bir şeyler oluyordu, herkes hiçbir şey olmamış gibi davranıyordu. Sanki İsimsiz Ateşağız hiç var olmamış gibiydi. Bunu anlayan sadece Tetralar mıydı? Değildi, ama onlar da anlamamazlığa yatmaya başladılar. Kendi hayatlarına dönerek volta atmaya devam ettiler. Frodo yine herkesin önünden yemek çalıyor, Rick oradan oraya gülerek geziniyor, Red her zaman ki gibi ketum tavırlarıyla söyleniyordu. Kimse o malum soruyu soramıyordu; İsimsiz Ateşağız neredeydi?

Dışarıdaki El geceleri gelmezdi, gelse de ışık yakardı ve bir şey olduğunu herkes görürdü. Bu gece öyle bir şey olmamıştı ve her ne olduysa, içeriden birinin yaptığı kesindi. Red, Rick’in yüzündeki o şeytani ifadeyi daha önce de görmüştü. Ama Red yine gerekmedikçe konuşmayacaktı.

Red konuşmadı… Frodo konuşmadı… Rick zaten konuşmazdı. Tetralar olayı çoktan unuttu bile. İçeride hiçbir şey olmamış gibi hayat devam ediyordu. Burası garip bir dünyaydı. Kimse konuşmazdı, kimse ne olup bittiğini bilmezdi. O gün de öylece bitti gitti. Ertesi sabah güneş pencereden doğup akvaryumun sağ camını ısıtana kadar, kimse ne olacağını bilemiyordu. Hayat bir şekilde devam edecekti…

Bizi instagramdan takip edin!

Sayfamızdaki diğer yazılara da göz atmayı unutmayın. Bu tarz yazılar hoşunuza gittiyse bize haber vermeyi unutmayın.

--

--