Özne Olarak Organizma: Hegel’e Göre Doğa, Öznellik ve Bağlantılılık — Hub Zwart

CogIST
CogIST
Published in
9 min readApr 11, 2024
Görsel Tasarım: Duhan Tarhan

Özgün Adı: The Organism as a Subject: Hegel on Nature, Subjectivity, and Interconnectedness
Çevirmen: Hesna Yılmaz
Editör: Efe Bilaloğlu

Anahtar kelimeler: Doğanın Diyalektiği, Hegel, Öznellik, Sympoiesis

Giriş

“Özne ve Organizasyon” başlıklı tezinde, Rasmus Haukedal biyolojideki güncel teorik trendler ve Hegel, Engels ve diğerlerinin geliştirdiği (yaşayan) doğaya diyalektik yaklaşım arasındaki önemli ortak bağlantıların altını çiziyor (Haukedal 2022). Haukedal’ın açıkladığı üzere, yaşam fenomenine diyalektik bir yaklaşım; kendi ile diğeri, özne ile obje, sebep ile sonuç gibi ikili düşünme mantığını, doğayı etkileşim, birbirine bağımlılık, integrasyon ve organizasyon gibi oluş süreçleri olarak görerek aşar. Hegel’e göre felsefe bilimsel deneyimin bilimidir (“Wissenschaft der Erfahrung”); bilimsel içgörüleri kapsamlı bir ansiklopedik sistem bağlamında konumlandırırken, bilimsel araştırmada işbaşında olan ancak üzerine konuşulmayan metafiziği detaylandırıp sorgular. Dolayısıyla diyalektik, bu güncel gelişmeleri diyalektik bir perspektiften değerlendirip sindirmeyi hedeflemelidir.

Güncel biyolojik gelişmelerin, yaşayan doğaya diyalektik bir yaklaşımla ortak paylaştığı şey, Haukedal’a göre, ikisinin de organizmayı kendi evriminde aktif bir özne olarak görmesidir (s.8). Hem Hegel hem de Engels sürekli, diyalektik konuşursak, nedenselliğin etkileşim (“Wechselwirkung”) anlamına geldiğini iddia ederek organizma ve çevre arasındaki ilişkiyi diyalektik bir birliktelik, karşılıklılık olarak görür; bireyselleşmek ise asla baştan beri olagelen değil, daima bir sonuçtur (karş. Zwart 2022). Haukedal da şunu uygun şekilde vurgular: Öznelik (faillik), organizma ve çevrenin etkileşimi yoluyla oluşur (s. 10). Organizma kendi evrimi içinde aktif bir öznedir (s. 11).

“Özne” kelimesini italikleştiriyorum, zira bu konuya katkım olarak bu kavramın Hegel’in Kant ve Fichte’den kasıtlı olarak uzaklaşmasındaki önemini vurgulayacağım: Yani öznellik ve hayatın birbirine bağlılığında ısrar ederek felsefi bencillik (egoizm) ve insan-merkezcilikten uzaklaşması hareketi. Hegel tüm organizmaları birey olarak görür: Bu eklemede, Hegel’in düşününün bu yönüne vurgu yapacağım, aynı zamanda Hegelyen diyalektiğe bitmiş bir ürün olarak değil de, gelişen bir düşünce sistemi, diyalektik araştırmacıların katkı yapmaya davetli olduğu bir araştırma programı şeklinde davranacağım, elbette Hegel’in diyalektik yönteminin eksiksiz bir kavranışına dayalı olmalı bu — yani güncel bilimsel tartışmalara katkı yapma çabasıyla Hegel’i yeniden okuyup bir taraftan da bu tartışmaları diyalektiği yeniden bir araştırma programı olarak canlandırmak için kullanarak (yine, etkileşim).

Doğanın Diyalektiği

Hegel ve Engels için, diyalektik sadece bilimsel incelemelerde işbaşında değildir. Aksine, doğa zaten içkin olarak diyalektiktir. Diyalektik hem düşünceye hem de varlığa uygulanır. Heraklitus (ki Hegel’e göre ilk diyalektik düşünürdür), kendi süreç ontolojisini ve oluş metafiziğini (“her şey akar”) ifade ederken bunu çoktan vurgulamıştır. Doğa etkileşim için açık bir tiyatro sunar. Bu Hegel tarafından alınır ve Aristoteles’in “energeia” kavramının üzerine (“iş başında olmak” anlamında “gerçekleştirme”), “oluş-olarak-varlık”a dinamik bir yaklaşım geliştirilir. Bu canlı olmayan doğaya zaten uygulanmıştır; mesela Hegel, Dünya gezegenini yarı-stabil bir meteorolojik sistem olarak veya güneş sistemini bir nevi (karşılıklı nedenselliğin) etkileşim tiyatrosu olarak görür.

Diyalektik etkileşim kavramı, canlı doğayla uzlaşma çabalarımızda daha ilgili hale gelir. Her şey akıştadır; tüm varlıklar yoğunlaşmış etkileşimsel süreçlerdir. Diyalektik bir perspektiften bir birey, makine gibi bileşenlerinin ortalaması değil, bencil genlerin bir taşıyıcısı hiç değil, bir öznedir. Hegel’e göre, bu zaten bitkilere uygulanabilir, zira aktif olarak kendi (içkin olarak dengesiz olan) çevrelerini düzenler ve şekillendirirler, etraflarıyla aktif olarak etkileşimde kalarak kendilerini sürdürürler. Hegel için, doğa bir adaptasyon tiyatrosudur, tabii ki organizmanın sadece kendisini adapte etmediği, aynı zamanda çevresini düzenlediği bir etkileşimsel süreç olarak- mesela topraklarını kendi ihtiyaçlarına uygun kılan bitkiler vardır. Doğal seleksiyon sadece olumsuz bir mekanizma değildir; ilişkiseldir, organizmaların yaratıcılığı, esnekliği ve plastisitesine alan açar. Hegelyen bir perspektiften, DNA’yı bir organizmanın taslağı olarak görebiliriz (Zwart, 2022), ancak bu taslağı temel alan kendini gerçekleştirme, belirsizliklerle yüklü etkileşimsel bir süreçtir- DNA bir plan değildir. Haukedal’ın ifade ettiği gibi, hayat organizma ve çevre arasındaki karşılıklı bir oyundur (s. 15). Ve her ne kadar buradaki “ve”, hala organizma ve çevreyi birbirinden rahatça ayrılan, parçalanabilen zıtlıklar olarak gördüğümüzü zannettirse de etkileşimin diyalektik kavranışı bizi bu ilişkiyi etkileşimsel ve sıvı olarak görmeye davet eder- her şey akar, her şey sıvıdır ve bu organizma ve çevre arasındaki sınırlara da uygulanır, özellikle de organizasyonun moleküler seviyelerinde. Haydi hayat ve öznellik arasındaki ilişkiyi Hegel’in eserlerinde daha detaylıca araştıralım.

Özne Olarak Organizma

“Ruhun Fenomenolojisi”nin önsözünde, Hegel hayatı, kendini gerçekleştiren, kendini konumlandıran “özne” olarak tanımlar (sf. 23). Her şeyin başında, bir özne olarak, yaşam olumsuzluğu ve çelişkiyi içinde barındırır. Hayat yıkıcıdır, ancak -bir oluş süreci olarak- aynı zamanda da ardı sıra birliğin restorasyonuyla sonuçlanacak şekilde bu olumsuzluğun da olumsuzlanmasını içerir ki bu, elbette geriye, yani ilk baştaki kayıtsız töze doğru bir adım olarak değil de kendini gerçekleştiren daha kapsamlı bir şey olacak şekildedir. Bir diğer deyişle, hayat, kayıtsız durağanlığın ilk durumunu (yani ilk diyalektik an, 1. Moment) bozar, böylece öznelliğin tüm şekillerine içkin olan o denge bozucu olumsuzluğu ortaya çıkarır (2. Moment). Ancak, olumsuzluğun olumsuzlanması ile, oluş süreci değişmezliğini geri kazanmaya çabalar, tabi şimdi daha yüksek bir komplekslik seviyesinde (3. Moment) -yani başta öteki olarak görüleni içselleştirerek ve böylece olumsuzlayarak. Hayat, bir özne olma sürecidir (genelde bireyselleşme de denir). Ve oluş, öncelikle çatışma ve olumsuzluğu (ötekiliği olumsuzlamayı) içerirken zamanla daha pozitif bir sonuç, daha pozitif bir etkileşim ilişkisi kurulur; böylece öznelik, ötekiliği daha kapsamlı bir bütünlüğün parçası olarak görerek ötekilikle uzlaşır. Böylece taslak kendini gerçekleştirir, Hegel embriyonun gelişimine böyle bir sürecin örneği olarak değinir (s. 25). Kendi ve öteki arasındaki zıtlık (örneğin organizma ve çevresi), artık oluşun karşısında bir engel haline gelir (aynı zamanda da oluş sürecini anlamamızın önünde bir engel).

Bu, Hegel’in Ansiklopedisinin 2. bölümünde, yani doğa felsefesinde ele alınır. Yaşayan, organik doğa, Hegel’e göre öznelliğin dünyasıdır (§ 252). Hayat somut bir ortaya çıkıştır, bir özne olarak organizmanın, taslağı aktif olarak yorumlamasıdır. Öznellik, canlı varlıklarda belirir (§ 248, s. 29) [1]. Tabii bu tüm organizmaya uygulanır. Organizmanın organları, organik bütünden ayrı var olamayacak kısmi varlıklardır. Başlangıçta organik olan ve inorganik olan arasında bir çelişki vardır; inorganik olan, organizmayı yani yaşayan bireyi, özneyi yok etme tehdidinde bulunan konuk sevmez bir çevre gibi gözükür (s.39). Ardı sıra ise, bu zıtlık, bu olumsuzluk kendini olumsuzlanmış bulur (çelişki kendini yerinden edilmiş bulur), öyle ki organizma inorganik olanı asimile etmeyi ve kendisini çevreye yerleştirmeyi becerir.

Belli bir yere kadar bu yaklaşım aynı zamanda Dünya gezegenine de uygulanabilir (§ 288). Hegel gezegenleri organizma üstü görmez. Başlangıçta, organik potansiyel taşısa da Dünya gezegeni abiyotik (cansız) bir gezegendir. Dünya, kapsamlı bir bütünün öznesidir; kimya ve meteorolojinin sınırlı süreçleri yoluyla belli bir noktada biyotik (canlılık içeren) bir gezegen olmuştur, öyle ki yaşayan organizmalar ilk abiyotik durumu çarpıcı şekilde değiştirmiştir. Bizim şimdi bildiğimiz Dünya gezegeni, etkileşimsel süreçlerin bolluğunun (bitmemiş) sonucudur, organizmaların sırf çevreleri tarafından negatif doğal seçilim sonucu şekillendirilen ürünler olmadığı, özneler olarak kendi çevrelerinin üretimine ve birlikte şekillendirilmesine kolektif olarak katkıda bulundukları yerdir.

Hegel, yaşayan ve yaşamayanın arasındaki geçiş aşaması olarak gördüğü kristallere özel bir ilgi duyar. Kristalleri inorganik bireyselliğin örnekleri olarak görür, yani henüz öznellik olmayan bir bireyselliğin, zira henüz duygululuk (sentience) yoktur. Bireysellik yine de maddenin içinde gömülüdür. Yaratıcılık ve esneklik için yer yoktur, tamamen inorganik bir varlıktır (sf. 200).

Hegel’e göre tüm organizmalar, bir ideanın var olup canlandığı süreçlerdir (§ 377). İnorganik olan canlı olmayandır, çoğunlukla geçmişin yaşayan sistemlerinin cesedi veya geride bıraktıklarıdır. Öznellik, bitkilerde var olmaya başlar, ancak sadece hayvanlarda hayat, hakiki bir özne olur. Organizma kendisini bir süreç olarak sürdürmeyi başarır ama daima kimyasal ve inorganik olmaya geri dönme riski vardır. Yaşayan, sürekli olarak bugünlerde entropi dediğimiz şeyin tehdidi altındadır ancak etkileşimler yoluyla organizma belli bir ana kadar -zira tüm hayatlar sonludur- bu çelişkiyi sürdürmeyi başarır. Gerçekten de yaşayan organizma tam da zıtlıkların birleşimidir; içsel ve dışsal, sebep ve sonuç, öznellik ve nesnelliğin buluştuğu yerdir (s. 339; karş. Haukedal 2022, sf. 6).

Hegel ardından üç alemden bahseder: jeolojik doğa, bitkiler ve hayvanlar alemleri. Jeolojik doğa yaşamaz ancak toprak yaşamın ortaya çıkmasının bir koşuludur, toprağın altında ise eski jeolojik dönemlerin devasa ormanlarından kalanlar, bitki örtüsü ve vahşi hayatın kayıp dünyaları gömülüdür (s. 345). Hegel’e göre eskiden doğada çarpıcı değişimler gerçekleşirdi, şimdi ise böylesi zaman harcayan süreçler, insan aktivitesinin doğa üzerindeki yıkıcı etkisiyle gizlenmiş durumdadır. Hegel’in “infusoria” dediği mikroorganizmalar anlık yaşamlardır, öznelliğin dakik ve geçici örnekleridir.

Organik yaşam, bir kavramın/taslağın kendini sürdüren kendini gerçekleştirmesidir. Bitkilerde öznellik olsa dahi (duyarlılık, çevreyle etkileşim gibi), bir bitki tam anlamıyla bir özne değildir, her ne kadar Hegel başka bir yerde de bitkilerin de özne oldukları ancak öznelliklerinin tamamen gerçekleşmediğini söylemişse de. Aslında, bitki yaşamı kadim bir üretimi, asimilasyon, dışsallaştırma ve çoğalmanın bir bileşkesini içerir. Hayvanlar ise sahici şekilde birer öznedir, hassas ve kendilerinden menkul olup dışsallık yardımıyla kendileri üzerine düşünürler. Ötekilikle mekânsal hareket aracılığıyla ilişkilenirler, hayvan sesi ise çoktan neredeyse öz bilinçli düşüncedir. Hayvanların öznelliği olumsuzluğu içerir, çevreyi bozar, başlangıçtaki eylemsizliği bozar (1. Moment), örneğin bitkilerle ve diğer hayvanlarla beslenir ki bu esasında bir olumsuzlamadır (2. Moment), ancak bu çelişki ekolojik denge hali tekrar sağlandığında geçersiz kılınır (yine, olumsuzlamanın olumsuzlanması) (3. Moment).

Hegel’in öznellik ve yaşamı kavrayışındaki karmaşıklık hakkında bu kısa inceleme ile yetinelim. Ana düşünce ise kendimizi özne olarak görüp doğayı ise karşımızdaki nesne olarak almak yerine, diyalektik bir perspektiften atacağımız ilk önemli adımın bu zıtlığı, yani doğadaki öznelliğin bu şekilde olumsuzlanmasını geçersiz kılmak ve öznelliğin doğaya içkin ve doğada iş başında olduğunu kabul etmek gerektiğidir.

Bir Ekosistem Olarak Bilimsel Araştırma

Şimdi gözümüzü epistemolojik tiyatronun diğer tarafına çevirelim, yani özneler ve organizmalar olarak bilim ve bilimcilerin kendilerine. Burada da Hegelyen diyalektik, bilimsel benliği özne olarak, yani araştırmacının yalnız başına bir birey olduğuna dair atomistik bakış açısıyla görmenin ötesine geçmemize izin verir ve araştırmanın kendisini, akademik ekosistemin içinde bir taslak veya programın gerçekleşmesi olan etkileşimsel bir süreç olarak kavramsallaştırmayı sağlar. Kantçı deontolojide, normatiflik bireysel araştırmacıya odaklanır ve otonom öznelerin metodolojik ve etik sınırlamalara göre nasıl davranması gerektiğini gösterir ancak bireysel özneye olan bu dikkat, evrilen, etkileşimsel, birlikte kurulan organizmalar, yani ekosistemler olan üniversite ve araştırma enstitülerinin önemini açıkça görmezden gelir. Bence Hegelyen “Sittlichkeit” yani etik yaşam teriminin ana anlamı, bir topluluğu (bu örnekte akademik bir topluluğu) öğrenen ve gelişen bir ekosistem olarak görmektir; ötekilerin belli davranışlarını teşvik eden yahut bunlardan vazgeçiren ve elbette tüm bu aktörlerin eylemlerinin sürekli olarak etkilediği bir ekosistem olarak (birlikte yaratma, “Wechselwirkung”). Dolayısıyla, bir üniversite aynı ekolojik bir tiyatro gibidir, dünya-yapıcı eylemler için imkanlar alanı sunan, aynı zamanda da özneleri yasaklar ve sınırlar ile karşı karşıya getiren bir tiyatro- tabi bu destek ve sınırlama arasında gelişen gerilim yahut çelişki açıkça her sosyal sistemde iş başındadır.

“Sympoiesis”

Sıra teorik gelişmeleri değerlendirmeye geldiğine göre, Donna Haraway (2016) tarafından gömülülük ve birbirine bağımlılık anlamlarını vurgulamak için önerilen “sympoiesis” kavramına odaklanacağım. Simbiyoz kelimesi de bu anlamları yansıtır ancak daha kısmi ve sınırlı bir şekilde. Haraway’e göre organizmalar ve çevre hakkında konuşmak, etkileşim süreçlerini vurgularken bile, yaşamın dolaşıklığı ve bağlantılılığıyla uzlaşmamıza yeterince izin vermez. Terimin kelime anlamı “(başkalarıyla) birlikte yapmak”tır ve organizmaların asla yalnız olmadıklarını, hiçbir şeyin aslında kendisini organize etmediğini, zira ötekilikle iç içe geçmişliğin her zaman dahil olduğunu vurgular. Her şey karmaşık, dinamik, duyarlı, konumlanmış, olumsal ve tarihseldir (s. 58). Tüm yaşayan varlıklar açıktır (açık sistem), her ne kadar bireyler otonomi arzusuyla otonomi ve kapalılık için çabalasalar da.

Bir yere kadar bu kavramın akışkanlığa, etkileşime ve oluşa odaklanması ile, doğaya diyalektik bakış açısıyla uyumlu olduğu söylenebilir. Aynı zamanda Haraway’in kavramı, hiyerarşik terimlerle düşünmekten bir uzaklaşmayı kapsadığı için bir yere kadar bir gerilim de vardır. Süreç ontolojisinin yataylaştırılmasını kapsar. Hegel’in doğa felsefesi ise varlığın değişimi fikrine sadıktır, kristallerden bitkiler, hayvanlara, insanlara kadar gider, kristaller “henüz” canlı değildir, bitkiler “henüz” sahici özneler değildir, hayvanlar “henüz” kendi sembolik çevrelerini yaratacak şekilde kendisinin farkında varlıklar değildir.

Örnek olarak mikropları alalım. Mikrobiyom araştırmaları bizi, bizim bireylerden ziyade, sindirim gibi daha “aşağı” süreçleri etkilemese dahi ruh halimizi ve bilişimizi etkileyen milyonlarca mikrobun yaşadığı ekosistemler olduğumuz gerçeğiyle yüzleştirdi. Onlar bizim bir parçamız, her ne kadar sıvı bazı sınırlar var olmaya devam etse dahi. Onları “extimate” [(external (dışarıdan, harici) +intimate (içten, yakın)] olarak adlandırabiliriz, Jacques Lacan’ın söylediği gibi hem yakın hem de öteki. Hegelyen diyalektik, mikroplarımızı kendi kendimizi anlayışımıza dahil etmemiz için teşvik ediyor.

Bu bağlamda Hegel’in doğa felsefesinde dışkıları nasıl tasavvur ettiğini tekrar okumak ilginç olacaktır. Bir taraftan yaşayan canlıların dışkılarını yetersizlik semptomu olarak görür (§365), yani besinin sadece bir kısmı sindirilebilir olduğu için kendi ve öteki, organizma ve çevre arasındaki uyum eksikliğinin göstergesi olarak. Organik yan ürünler çürümeye mahkûm oldukları için, dışkılarda yaşam metabolizması tekrar kimya olur. Ancak aynı zamanda da Hegel dışkının ürün olduğunu vurgular. Sırf olumsuzluk, sırf atık yani kullanışsız sindirilemeyen materyal değildir, çünkü sindirim sürecinde organizma onun üzerine başka şeyler de ekler ve aktif olarak dışarı atar. Yani Hegel elbette günümüz mikrobiyom araştırmasından habersiz olsa da her şey birer diyalektik kıyastır ve bu sindirim ve dışkılamaya da uygulanır.

Besin, yani başlangıçtaki madde (1. Moment) sindirilir, yani olumsuzlanır (2. Moment), vücut sıvıları besinin çözünmesini sağlar, böylece çoğunluğu yok edilir ancak son sonuç (dışkı), aynı zamanda artık ve eklemelerin birleşimi olan bir üründür (3. Moment). Kolektif düzeyde ise dışkı, insan kültürü ve küresel çevre arasındaki metabolizmanın bir parçasıdır. Bu açıdan bakıldığında küresel yıkıcı kirlilik sistemsel bir hatanın semptomudur ve insanlar ile doğa arasındaki güncel küresel metabolizmanın sürdürülemezliğini işaret eder. Küresel “Sittlichkeit”, yani etik yaşam bağlamında, atıkların yıkıcı etkisi artık düşüncesizce yok sayılamaz. Ve düşüncesindeki hiyerarşik mantığa rağmen, Hegel çoktan atık kelimesinin yanlış adlandırıldığını göstermiştir. Atık bir üründür, kolektif olarak ürettiğimiz, dolayısıyla bizim aktif olarak dahil ve sorumlu olduğumuz bir ürün. Bir süper organizma olarak insan toplumu ve parçası olduğumuz ve en temelden iç içe geçtiğimiz küresel çevre arasındaki yıkıcı çelişki aşılmalıdır. Çevresel yıkımın ve kitlesel yok oluşun olumsuzluğu, olumsuzlanmalıdır. Ancak burada küresel etik yaşam düzeyinde zararlı bir diyalektik eksik görüyoruz: Uyumlu ve iş birliği içinde çalışma eksiği (koordinasyon ve kolaborasyon), birleşme (integrasyon) ve örgütlenme (organizasyon) eksiği; zira çoğu insan aktivitesi akut semptomlarla ilgilenmeye odaklanmış durumda (orman yangınları, seller gibi), bu felaketlerin kaynaklandığı etkileşimler zincirini yani sistemi değiştirmek dururken.

Kaynakça

Haraway, Donna (2016) Staying with the trouble. Making Kin in the Chthulucene. Duke University Press

Hegel, G. W. F. (1807/1986). Phänomenologie des Geistes. (Werke 3). Suhrkamp.

Hegel, G. W. F. (1830/1986). Enzyklopädie der philosophischen Wissenschaften II: Die Naturphilosophie (Werke 9). Frankfurt am Main: Suhrkamp.

Haukedal, Rasmus S. (2022) Agency and Organisation: The Dialectics of Nature and Life. Durham University.

Zwart H. (2022) “Love is a microbe too”: microbiome dialectics. In: Bossert, L. and Höll, D. (ed.). The Microbiome and its Challenges for the Environmental Humanities. Endeavour 46, 2022, 46 (2) 10.1016/j.endeavour.2022.100816.

Zwart H. (2022) Continental philosophy of technoscience. Series: Philosophy of Engineering and Technology. Dordrecht / London: Springer Nature.

--

--

CogIST
CogIST
Editor for

We are an independent community which is formed by a group of students who love cognitive science.