Bedenlenmiş Biliş (Stanford Felsefe Ansiklopedisi) — Robert Wilson, Lucia Foglia

CogIST
CogIST
Published in
76 min readMay 26, 2021
Görsel: Salvador Dali — Rafael’in Madonna’sının Maksimum Hızı

Özgün Adı: Embodied Cognition
Çevirmen: Yunus Emre Karaman
Editör: Yunus Şahin
Son Okuma ve Referans: Dr. Tufan Kıymaz

Aşağıdaki metin, Robert A. Wilson ve Lucia Foglia’nın https://plato.stanford.edu/ için yazdığı Embodied Cognition entrysinin çevrilmiş halidir. Çeviri metni, orijinal metnin https://plato.stanford.edu/archives/spr2017/entries/embodied-cognition/ adresinde arşivlenmiş olan halini takip etmektedir. Şu anki çevrilmiş metin, çeviri zamanından sonra güncellenmiş olması sebebiyle, orijinal metinden farklılık gösterebilir. Metnin güncel hali https://plato.stanford.edu/entries/embodied-cognition/#toc adresinde bulunabilir. Stanford Encyclopedia of Philosophy (SEP) editörlerine bize metni çevirmek ve internette yayınlamak için izin verdiklerinden dolayı teşekkür ederiz.

Ayrıca, bize referans olduğu ve metnin düzenlenmesinde yardımcı olduğu için Dr. Tufan Kıymaz’a teşekkür ederiz.

Biliş, bir eyleyicinin[1] (agent) fiziksel varlığının özelliklerine derinden bağlı ise bedenlenmiş olur. Bu, eyleyicinin (agent) bedeninin beyni haricindeki kısımlarının, bilişsel süreçlerde belirgin nedensel ya da fiziksel açıdan yapılandırıcı (constitutive) roller alması anlamına gelir.

Zihin felsefesi ve bilişsel bilimlerin baskın görüşleri, genellikle, konu zihnin ve bilişin doğasını anlamak olunca bedeni hiç de merkezde görmemişlerdir. Bedenlenmiş bilişsel bilim taraftarlarına göre bu, ciddi bir hatadır. Bazen bilişin bedene bağlılığı hiç beklenmedik şekillerdedir ve bilişsel işlemenin (cognitive processing) mekanizmalarını kavramsallaştırmak ve keşfetmek için yeni yollar ortaya koyar.

Bedenlenmiş bilişsel bilim, biliş ve bilişsel işlemlere dair geleneksel bilişsel bilimin görüşlerini eleştirmiş, hatta onların yerini almaya odaklanmış, ancak birbiriyle girift bağlara sahip olmayan bir araştırma programları ailesidir. Bedenlenmiş bilişe dair empirik araştırmalarda son on yılda bir patlama yaşandı. Bu metnin kaynakçasında görüldüğü üzere, burada bahsi geçen çeşitli araştırmalar, bilişsel fenomenlerin incelenmesine dair ciddi bir alternatif sunmaktalar.

Bedenlenmiş bilişte göreceli olarak yeni yapılmış çalışmalar, empirik çalışmaları önemseyen zihin felsefecilerine düşünecek çok şey sunmaktadır. Bunun bir nedeni, bedenlenmiş bilişsel bilimin çalışmış olduğu fenomen yelpazesinin zenginliğidir. Ancak bir diğer nedeni de bu fenomenlerin genellikle işlemlemesel (computational) ve temsilli (representational) zihin teorileri gibi geleneksel bilişsel bilimin kalbinde bulunan, zihne dair baskın görüşleri zora soktuğu düşüncesidir. Gerçekten de bu fenomenler bazen, zihin felsefesinde geçen zihin-beyin özdeşliği, hatta zihnin beyinde meydana geldiği gibi basmakalıp tutumların zayıflamasına yol açmışlardır.

1. Bedenlenmiş ve Geleneksel Bilişsel Bilim Karşılaşması

Bedenlenmiş bilişsel bilimi harekete geçiren ve ona özgü dört örneği düşünün.

1. Genellikle biriyle konuşurken jestler kullanırız ve bu jestler yalnızca iletişimi değil, dil işlemenin (language processing) kendisini de kolaylaştırmaktadır (McNeill 1992).

2. Görme (vision), genellikle hareketi yönlendirici niteliktedir ve bedensel hareketlerle bu hareketlerin yarattığı geribildirimler (feedback), en azından bazı görsel işlemelerde (visual processing), geleneksel görme modellerinin öngördüğünden daha girifttir (O’Regan ve Noë 2001).

3. Yalnızca bir eyleme giriştiğimizde değil, başkalarının aynı eylemleri yaptığını gözlemlediğimizde de ateşlenen nöronlar, yani ayna nöronlar (mirror neurons) adında bir nöron çeşidi bulunmaktadır (Rizzolatti ve Craighero 2004).

4. Sıklıkla, bilişsel işlemelerimizin (cognitive process) doğasını basitleştirmek ve yükünü hafifletmek için vücudumuzu, hatta çevremizden (environment) doğan bazı imkanları kullanarak, hatırlama gibi bilişsel görevleri daha iyi yerine getiririz (Donald 1991).

Her ne kadar (1)-(4) gibi fenomenler bedenlenmiş bilişsel bilimi harekete geçirmişse de böyle fenomenlere, geleneksel bilişsel bilimin baştan kusurlu olduğu ya da işlevselcilik (functionalism) gibi zihin felsefesindeki baskın fikirlerin hatalı olduğu ve daha temel başka çıkarımlarda bulunmak üzere başvurmak, daha ileri felsefi argümanlar gerektirmektedir. Gerekli argümantasyonlar tipik olarak, empirik çalışmalara duyarlı zihin felsefesi ve bilişsel bilimin bizzat kendisindeki çalışmaların merkezinde bulunan modülerite ve doğuştancılık (nativism) gibi diğer kavramlara dayandığı için, bedenlenmiş biliş üzerine yapılan tartışmalar son yıllarda bilişsel bilimin hararetli konularından biri haline gelmiştir (Adams 2010; Aizawa 2007; Chemero 2009; Shapiro 2011).

Geleneksel bilişsel bilim kesinlikle dar anlamıyla biliş[2] diyeceğimiz merkezî bilişsel işlemeyi (central cognitive processing) duyusal (sensory) işleme ve motor kontrolden müstesna bir şekilde kavramsallaştırmıştır. Yapay zeka bünyesindeki araştırma programları, bu “dar anlamlı biliş” görüşünün birer örneği olarak bedenlenmiş bilişsel bilimin en açık hedeflerindendir. Dahası, bedenlenmiş bilişsel bilim sahip olduğumuz tüm algısal, bilişsel ve motor kapasite yelpazesini, yani geniş anlamıyla bilişi[3], fiziksel bedenin özelliklerine bağlı kapasiteler şeklinde anlamayı hedeflemektedir. Bu yazıda bilişi hem dar, hem geniş anlamlarını hesaba katarak değerlendireceğiz.

Bedenlenmiş bilişsel bilimi tanıtırken son olarak onun durumsal biliş (situated cognition) ile ilişkisinden söz edeceğiz (Smith 1999, Robbins ve Aydede 2009). Durumsal biliş içinde bir paradigma olarak bedenlenmiş bilişsel bilim, hem gömülü biliş (embedded cognition) çalışmalarından, hem de genişletilmiş biliş (extended cognition) tezinden ayrı tutulabilir.

Bedenlenmiş bilişsel bilim, bilişin, ait olduğu eyleyicinin (agent) bedeninin beyni haricinde kalan kısmının özelliklerine ciddi bir şekilde tabi olduğu fikri üstüne inşa edilmiştir. Bu görüşe göre, hem duyumsama (sensing) hem eylemde (acting) beden dahil olmasaydı, düşünceler boş kalır ve zihinsel ilişkiler, sergiledikleri karakteri ve özellikleri sergilemezlerdi. Aksine, gömülü biliş çalışmaları, bilişin ciddi derecede doğal ve sosyal çevreye tabi olduğu görüşüne dayanır. Organizmaların, bilişsel işlem yüklerini çevrelerine de paylaştırmakta (off-load) kullandıkları stratejilere odaklanan bu çalışmalar, bilişsel aktivitenin eyleyici (agent) ve eyleyicinin fiziksel, sosyal ve kültürel ortamına dağılım yollarına vurgu yapmaktadır (Suchman 1987, Hutchins 1995). Genişletilmiş biliş (extended cognition) tezi, bizzat bilişsel sistemlerin organizma sınırlarını aşkın olduğu iddiasıdır. Bu görüşte eyleyicinin fiziksel, sosyal ve kültürel çevresinin özellikleri bilişsel işlemleri dağıtmaktan fazlasını yapabilmektedir: eyleyicinin bilişsel sisteminin bir kısmını teşkil ederler. (Clark ve Chalmers 1998, R. Wilson 2004; A. Clark 2008, Menary 2010).

Son zamanlarda bu alanda makale yayınlayan yazarları (A. Clark 2008; Rupert 2009b; Shapiro 2010, 2011); her ne kadar bedenlenmiş bilişsel bilimin, durumsal bilişin bahsi geçen diğer iki biçiminden ayrımı ilkesel anlamda netse ve bu ayrımın kullanışlı (hatta elzem) olduğu zamanlar varsa da; gündemde olan daha geniş çaplı felsefi problemlerin bazen bu görüşlerin birlikte değerlendirilmesiyle açıklığa kavuşturacak şekilde ele aldığını hatırda tutarak takip etmekteyiz. Bu nedenle, her ne kadar bu makale bilişin bedene tabi olduğu belli biçimlere odaklansa da, aynı zamanda daha genel bir biçimde durumsal bilişten de yeri geldikçe söz etmektedir.

2. Bedenlenmiş Bilişsel Bilimin Bazı Tarihi Mihenk Taşları

Üç ünlü yayının bir değerlendirmesi (2.1–2.3 Altbölümleri), dar anlamıyla bedenlenmiş biliş üzerine yapılan ilk çalışmaları anlamak için bize tarihi bir çıkış noktası sunmaktadır: George Lakoff ve Mark Johnson’ın Metaforlarla Yaşamak’ı, bilişi enaktif[4] bir bakış açısıyla ele alan ve Francisco Varela, Evan Thompson ve Eleanor Rosch’un yazdığı Bedenlenmiş Zihin’i ve Andy Clark’ın robotik ve işlemlemesel olarak zeki eylem (intelligent action) üstüne çalışmaları özetleyip analiz ettiği Orada Olmak: Zihni, Dünyayı ve Bedeni Tekrar Birleştirmek’i[5]. Sonrasında yavaşça, geniş anlamıyla bedenlenmiş biliş üzerinde iz bırakan çalışmalara (2.4–2.5 Altbölümleri) ve daha güncel bedenlenmiş bilişsel bilim gelişmelerine ilham veren, kıta felsefesindeki fenomenolojik geleneğe (2.6 Altbölümü) dönüyoruz.

2.1 Metafor ve Biliş

Figüratif dilin (figurative language) bilişte bir rolü olduğu açıktır ve filozoflar, dilbilimciler ve psikologların tamamı figüratif dilin bilişsel bilimde anlaşılmasına katkılarda bulunmuştur (Black 1962; Ortony 1979). Metaforlarla Yaşamak (Metaphors We Live By — 1980) ile başlayarak George Lakoff ve Mark Johnson böyle bir dilin, bilhassa metaforun, basitçe biliş alanında çalışılacak bir fenomenden ibaret olmadığını, aynı zamanda geleneksel bakış açısında metafordan ari olduğu düşünülen bilişi yapılandırdığını iddia etmiştir. Örneğin, zaman ve uzamı ilgilendirenler gibi pek çok merkezî bilişsel süreç (process), Lakoff ve Johnson’ın iddiasına göre hem metaforlarla ifade edilmekte, hem de metaforlardan etkilenmektedir (bu yüzden “metaforlarla yaşamak” deniyor). Eğer insan deneyimi girift biçimde geniş ölçekli metaforlarla ilişkiliyse ve sahip olduğumuz, eyleyici (agent) ve dünya arasında aracılık eden bedenlerimiz hem deneyim hem de metaforu şekillendiriyorsa, Lakoff ve Johnson’ın iddiasına göre biliş, geleneksel bilişsel bilimde öngörülmemiş bir şekilde bedenlenmiştir.

Her ne kadar Lakoff (1987) ve Johnson (1987) bu temel fikri farklı yollardan geliştirmişse de (ayrıca bkz. Lakoff ve Johnson 1999, Johnson 2007), paylaştıkları görüşün genel havası, bahsettikleri bilindik bir örnek değerlendirilerek anlaşılabilir: bir yolculuk olarak aşk. Romantik bir ilişki yaşayanların sık sık birlikte çıktıkları, aynı yolda yürüdükleri, yanlış yolu seçtikleri, geçmişe döndükleri, bavullarını topladıkları gibi şeyler söylenir.[6] Lakoff ve Johnson’a göre sözcükleri düz anlamlarıyla kullanmayan bu dil biçimi, iletişim öbeğinin tuzu biberi olarak kullanılan, periferal ifadelerden ibaret değildir ve aşkın nasıl kavramsallaştırıldığına dair derin bir şey yansıtmaktadır. Dahası, -aşk bir yolculuktur-, merkezî düzenleyici metaforu (the central organizing metaphor) farklı alanlardan iki kavramı (“yolculuk” ve “aşk”) eşleştirmekte rol alıyor. Burada, kaynaklık eden alanın bilgisi, dünyada amaç ve hedeflerimize ulaşmak için hareket eden varlıklar olarak sahip olduğumuz bedensel fizikselliğimiz ve bedenlenmiş deneyimimizden gelir.

“Ön”, “arka”, “yukarı”, “aşağı” gibi uzamsal kavramlar, belki de böylesi bedenlenmiş deneyimlerin var olduğu en net örnekleri sağlamaktadırlar. Bu kavramlar, bedenimizin içinde bulunduğu konum ve uzamda yaptıkları hareketler yönüyle isimlendirilir. Bizim gibi dik duran ve ileri hareket eden yaratıklar, örneğin, “önlerindeki” şeyler olarak görüş hatlarında yer alan veya hareket ettikleri yöndeki şeyleri düşünmektedir. Uzun ve düz olup geriye doğru hareket eden yaratıklar, bunun zıddı olarak, çok farklı bir “önünde” kavramına sahip olabilirler; yahut belki de böyle bir kavrama hiç sahip olmayabilirler. Benzeri durumlar “yukarı” gibi diğer uzamsal kavramlar için de geçerlidir. Böylesi kavramların bedenlenmiş doğaları hakkındaki ilk elden hislerimizi, bu gibi yaratıkların deneyimlerine yakınsamaya (approximate) çalıştığımız durumlarda, örneğin bu tür kavramları yere uzanmışken, geri geri giderken, hatta dikiz aynasına bakarak hareketlerimizi yönlendirmeye çalışırken deneyimleriz. Bedenlenmiş biliş savunucularının iddiasına göre “yukarılık” deneyimi, ne tür bir bedeniniz olduğuna ve bu bedenin çevresiyle nasıl etkileşime girdiğine göre şekillenmektedir (Lakoff ve Johnson 1999).

Bu örnek aynı zamanda, bedenlenmiş bilişin niçin bilişsel bilim ve zihin felsefesinde tartışmalara neden olan bir görüş olarak nam saldığını göstermektedir. Kişi, yukarıda tanımlanan, uzamsal kavramlarımızla bedenlerimiz arasındaki ilişkinin alelade, önemsiz olduğu iddia edebilir. En ünlü zihin-beden düalisti René Descartes’ı düşünün. Meditasyonlar VI’daki ünlü nüktesinde, kendisinin (Descartes’a göre zihninin), bedenine mıhlanmış bir “gemi dümencisi”nden ibaret olmadığını söylemiştir; Descartes, bilişin bir bakıma bedene tabi ve onunla bütünleşik (integrated) olduğunu açıkça kabul etmiştir. Bedenlenmiş bilişin destekçileri, en azından, “ileri” ve “yukarı” kavramlarının bedene tabiliğini, Descartes’ın karşı çıkacağışekilde göstermelidirler.

Biraz daha çağdaş tartışmalara dönersek; bedenlenmiş biliş taraftarları, bu ilişkinin geleneksel bilişsel bilim ve bu akımın ortak kabulü olan alanlarında (örneğin işlemlemesel ve temsilî zihin teorileri) kendine yer bulamayacağını da göstermelidir. En azından bu, bedenlenmiş biliş, geleneksel bilişsel bilim ve onunla ilişkili zihin felsefesi görüşlerinden kesin şekilde ayrılmayı ve bunlara kökten bir karşı çıkış yaratmayı hedefliyorsa geçerlidir. Böyle bir hedefin asgari gereksinimi, yalnızca bilişin bedene o veya bu şekilde tabi olduğunu belirlemek değil, bu ilişkinin doğasın da açıklığa kavuşturmaktır.

2.2 Enaktif Biliş

Bedenlenmiş Zihin (The Embodied Mind — Varela, Thompson ve Rosch 1991) kitabı, bilişsel bilimlere, Maurice Merleau-Ponty’nin (1945) çalışmasında geliştirdiği fenomenolojik perspektifle birleştirerek yeni bir yön verme girişimiydi. (Daha çok istedikleri, fakat daha az başarabildikleri hedefleriyse bilişsel bilimi Budist felsefesiyle bütünleştirmekti; kitap aynı zamanda bazı kısa psikoanaliz tartışmalarını da içeriyordu.) Varela, Thompson ve Rosch, dünyanın verili (pre-given) dışsal özellikleriyle, içsel sembolik temsiller[7] arasında gözetilen ayrımdan vazgeçilmesi gerektiğini; bu ayrımda, bedenlenmiş eylemlerin, durumsal bilişsel bir eyleyicinin eylemleri vasıtasıyla bilişte yaratacağı geribildirimlere (feedback) yer olmadığını savunmuşlardır. Onların perspektifiyle klasik görüş arasındaki temel farklar bilişin ne olduğu, nasıl çalıştığı ve bir sistemin ne zaman uygun biçimde işlediği sorularına verdikleri cevaplarda yatmaktadır.

Geleneksel açıklamalar temel olarak temsil (representation) olmadan işlemlemenin (computation) olmadığını belirtmekte ve bilişi, herhangi bir aygıt, sembolleri desteklediği ve sisteme verilen problemleri çözmekte bu sembolleri kullanabildiğinde başarıyla çalışan bir şey olarak görmektedirler. Varela, Thompson ve Rosch enaksiyon (enaction) kavramını ortaya atmış, deneyimlenen dünyanın organizmanın fizyolojisi, sensorimotor devreleri ve çevre arasındaki müşterek etkileşimle çizilip belirlendiği görüşünü ciddi şekilde vurgulayan bir çerçeve geliştirmişlerdir. Bilişsel eyleyicilerin (cognitive agents), durumsal ve canlı bedenlerinin[8]etkinliği vasıtasıyla bir dünya meydana getirdikleri şeklindeki klasik fenomenolojik fikir üstüne inşa edilmiş olan beyin-beden-dünyanın yapısal eşleştirmesi vurgusu, bedenlenmiş biliş programlarının çekirdeğini teşkil etmektedir. Bir “anlamlı deneyimler dünyası meydana getirmek”[9] metaforunun işaret ettiği üzere, bu görüşte bilgi, basitçe önceden mevcut durumlar ya da kişisel yorumlamalarla belirlenen, bunlara bağlı bir şey değildir; daha ziyade birincil eyleyicinin çevresiyle kurduğu bedensel bağlantıdan tezahür etmektedir.

Bu görüşten doğan bir çıkarım, yalnızca belli özelliklere -ör. gözler, eller, bacaklar ve yetenekler- sahip bir canlının belli bilişsel kapasite türlerine sahip olabileceğidir. Bu, bilişin dinamik bir sensorimotor aktivite olmasından kaynaklanır. Ek olarak karşılaşılan ve deneyimlenen dünya yalnızca öznenin nöral aktivitesine bağlı değildir, temel olarak organizmanın bedensel aktiviteleriyle ortaya çıkması neticesinde eylemsellik kazanmaktadır (enacted). Bu genel yaklaşım, geleneksel anlamdaki işlemlemeden (computation) temelden ayrılan bir enaksiyon görüşünü teşvik etmektedir. Varela, Thompson ve Rosch, bakış açılarını en detaylı şekliyle renk deneyimi ve kategorizasyonu tartışmalarında resmetmişlerdir; bu tartışma başka yerlerde de epey dikkat çekmiştir (ör. Thompson, Palacios ve Varela 1992; Thompson 1995), bunlar, Bedenlenmiş Zihin’deki bedenlenme, fenomenoloji ve Budizm hakkındaki daha radikal iddialara bir referans taşımamaktadır (ayrıca bkz. Thompson 2007).

Başlangıcından bu yana enaktif gelenek farklı şekillerde gelişip, zenginleşmiştir ve her bir kolu, her ne kadar bedenlenmiş bilişsel bilimdeki komşu alanlarla ortak bir iskeleti taşısa da kendi kuramsal özelliklerini geliştirip, birbirinden farklı kavramsal alanlar keşfetmiştir. Enaktivizmin bir çeşidi, otopoietik (autopoietic) enaktivizm, özellikle biyolojideki otopoiezis (autopoiesis)[10] fenomeninden esinlenilmiştir ve kendisine zihinsel hayatımızın asli özelliklerini açıklamakta merkezî bir rol atfedilmiştir (Maturana ve Varela 1992; Thompson 2005; Di Paolo ve Thompson 2014). Otopoiezis kavramı, yaşayan sistemleri aktif, adaptif, kendini idame ettiren (self-maintaining) ve benliğinden ayrışan (self-individuating) sistemler olarak açıklamakta ve bu sistemlerin kendini regüle etme (self-regulation) stratejilerinden ortaya çıkan kendini çoğaltma (self-reproducing) özellikleri olduğunu söylemektedir. Bir diğer çeşit olan sensorimotor enaktivizm, canlı sistemlerdeki otopoietik organizasyonun rolünü aşırı vurgulamak yerine daha liberal bir yol seçip, daha dolaylı bir sensorimotor bağlılığı anlayışından beslenerek, bilinçli deneyimi (conscious experience) ve geniş bir davranışlar yelpazesini açıklamakta (Noe 2004; O’Regan 2011, Degenaar ve O’Regan’ın gelecek yayını[11]), (bu anlayışa göre uyarım [stimulation], organizmanın eylemleri üzerine değişmektedir). Yine bir başkası, biliş ve deneyimin otopoietik organizasyona dayanmadığını söyleyecek kadar radikalleşmekte ve sensorimotoru önceleyen açıklamaların mentalizme ve temsilci (representationalist) düşünceye uygun olduğunu savunmaktadır (Hutto ve Myin 2013). Özetle, her ne kadar bu bahsi geçen enaktif biliş çeşitleri uzaktan bakıldığında aynı çerçeveyi çizseler de, farklı özellikleri vurgular; içsel zıtlıkları daha büyük kırılmaları, farklı çeşitlerde detaylandırmaları ve genişlemeleri teşvik etmiştir. Her ne kadar enaktivite hakkındaki önermeler arasındaki sınırları daha detaylıca ele alan bazı metinlere atıfta bulunsak da (Degenaar ve O’Regan’ın gelecek yayını, Menary 2006, Hutto ve Myin 2013), burada anlaşmazlıklardan genel bir çerçeveyle sınırlı olarak bahsedeceğiz. Bu anlaşmazlıklardan birinin sebebi, otopoiesis kavramına biçilen roldür. Varela, Thompson ve Rosch’la başlayan program, otopoiesis’in (ya da kendini üretmenin) deneyimin elzem bir önkoşulu olduğu savını muhafaza ederek, yaşam ile zihnin kuvvetli bir süreklilik içinde olduğu (Thompson 2007) ve bilincin belli bir yaşam biçimi olduğu fikirlerine ulaşıyorken, hem sensorimotor enaktivizm hem de onun radikal şekilde formülasyonu otopoietik süreçleri (autopoietic processes) olayların merkezine koymamakta; bilişsel fenomenlerin, canlı organizmaların organizasyonlarının garip özellikleri üzerine inşa edildikleri görüşüne sıkı sıkıya bağlanmamaktadır (Degenaar ve O’Regan’ın gelecek yayını, Hutto ve Myin 2013). Anlaşmazlığın bir başka nedeni ise algısal deneyimin kullanım bilgisi (know-how) aracılığına ihtiyaç duyduğu iddiasının yorumlanışı hakkındadır. Sensorimotor enaktivizm, algısal deneyimin, sensorimotor olayların (sensorimotor contingencies) uygulamalı bilgisinin varlığı ve ustaca çalışılması sayesinde mümkün olduğunu savunurken, diğerleri aracı bilgi kavramını bilişselcilik içinde (cognitivism), geleneksel bilişsel bilime zemin sunan zihin teorisiyle bir yere kadar uyumlu ele almaktadır (Hutto ve Myin 2013). Radikal bir ifadeyle enaktif düşünce, zihinselliğin (mentality) doğrudan bir şekilde çevreyi (environment) kapsayan bedenlenmiş angajmanlar ile açıklanacağını savunmaktadır.

2.3. Robotiği Tekrar Düşünmek

1990’ların başlarıyla beraber, işlemlemesel zeka (computational intelligence) alanındaki çalışmalar, robotlarda zeki eylemler üretmenin yollarını keşfetmeye başladılar. Bu keşifler kısa bir süre sonra robotikte bedenlenmiş yaklaşım[12] olarak bilinmeye başladı. Rodney Brooks, yayınladığı iki makalede (1991a, 1991b) yeni bir zeki, işlemlemesel mimarinin — yani temsile daha az ağırlık veren ve dış dünya güdümlü[13] bir alt-kapsayıcı mimarinin (subsumption architecture)[14] genel ve kolay anlaşılır bir tanıtımını yapmıştır. Bu nitelikleriyle mimari, klasik yapay zekanın karakteristiği olan, temsille beslenen (representation-crunching) aşırı geleneksel planlama ve karar alma görüşlerinden ayrılmaktadır. Brooks, alt-kapsayıcı mimariyi “temsil olmadan zeka” sağlamasıyla nitelemiştir. Agre ve Chapman (1987) ve Suchman’ın (1987) işlemlemesel çalışmaları ile birlikte, Brooks’un yaklaşımı, kontrolün, çok sayıdaki ve çoğunlukla karmaşık bir yapıya sahip içsel algoritmalar ve temsillerden ziyade, davranış ve dünyayla etkileşim yoluyla aşağıdan-yukarıya yönetildiği bir işlemlemesel zeka görüşü sunmuştur.

Tepkisel (reactive) ya da davranış tabanlı (behavior-based) robotik alanında yükselişe geçen çalışmalar ve bu alanın bedenlenmiş bilişsel bilimin göze çarpan bir parçası olarak tanımlanışı, Andy Clark’ın Orada Olmak: Zihni, Dünyayı ve Bedeni Tekrar Birleştirmek’i ile müjdelenmiştir. Clark bu kitabıyla bilişsel bilimlerde bedenlenme üzerine yapılan geniş bir çalışma yelpazesinin bütüncül bir çerçevesini sağlamıştır. Kitabın bedenlenmiş bilişsel bilimde iz bırakan ana fikri, zihinlerin geleneksel anlayıştaki gibi düşünmek için değil, yapmak için, gerçek zamanlı dünyada eylemleri yerine getirmek için mevcut olduğudur. 1980’lerin sonu, 1990’ların başındaki robotik çalışmaları, “yürüyen ansiklopediler” geliştirmektense beden ve dünyanın dinamik etkileşimine odaklanmaya başladılar. Clark, işlemlemesel sistemlerin zeki eylemlerine dair kavramlaştırmadaki bu geçiş ve bilişin bir dışsal yapılanma sahibi, gömülü ve genişletilmiş*[15] olduğu fikrinin doğuşu arasında yakınlık kurdu.

Burada kısaca bahsettiğimiz çalışmaların tümü, dar anlamıyla bilişe, yani insan belleği, kategorizasyon ve dil işleme[16] (Lakoff ve Johnson), insan ve insan olmayan canlıların renk kategorizasyonu (Varela, Thompson ve Rosch), robotlar ve robotik sistemlerin karar alma ve planlamaları (Clark) gibi süreçlere ilişkin çalışmalardır. Ancak bedenlenmiş bilişsel bilim, bilişin daha kapsayıcı yorumlamalarını da içermeyi hedeflemiştir. Bu konudaki ilk çalışmalara dair bir izlenim sağlamak adına James Gibson’ın algı (perception) ve Esther Thelen ile Linda Smith’in (1994) bebeklerde yürüme ve erişme (reaching) davranışları (krş. Shapiro 2011) çalışmalarını kısa ele alıyoruz.

2.4 Ekolojik Algı

James Gibson’ın (1979) görmeye (vision) yaklaşımı, görme sisteminin çözmesi gereken problemlerin merkezinde “retinaya düşen iki boyutlu bir imgenin nitelendirdiği enformasyondan, tam teşekküllü ve üç boyutlu dünyanın tekrardan nasıl yapılandırıldığı” sorusunun yattığı fikrine meydan okumuştur. Bahsi geçen fikir Rock (1983, 1997), Richard Gregory (1966) ve Marr’ın (1982) görme hakkındaki geleneksel yapıdaki, bilgi işleme (information processing) merkezli görüşlerinde öne çıkmaktadır. Gibson’a göre görme sistemi bu problemle uğraşmamaktadır; çünkü görme bir statik retinal diziyle değil, organizmanın görsel anlamda zengin bir çevrede aktif olarak hareket etmesiyle başlamaktadır. Gibson’ın görmeye yönelik bu pozitif yaklaşımı, bahsi geçen görsel zenginliği, yani ortamsal optik dizi (ambient optic array) dediği enformasyonu (ve özellikle de dizinin, bireyin çevresindeki eyleyiciye-bağlı (agent-dependent) ve nesnel özellikleri ayrımsamamızı sağlayacak olan sabitlerini) açıklamaya yönelik bir girişimdi. Hem algılayanın hareketinin rolüne, hem de algılayanın geniş, görsel olarak zengin olan çevreyle oluşturduğu bütüne vurgu yapmasıyla Gibson’ın, bedenlenmiş biliş savunuculuğunun hiç değilse eşiğinde durduğu savunulmuştur (ayrıca bkz. Wilson 2004: 7. Kısım; Shapiro 2011: 2. Kısım).

2.5 Dinamikçilik ve Gelişim

Esther Thelen ve Linda Smith (1994), dinamik sistemler teorisini gelişim psikolojisine uygulayarak, bilişsel gelişimdeki geleneksel doğuştancı (nativist) görüşlere radikal bir biçimde meydan okumuştur. Dinamik sistemler teorisinin önemli bir çıkarımı, sistemlerin bedensel aktiviteler yoluyla özgün davranışlar (novel behaviors) (ör. nesnelere erişmekte farklı çözümler) üretebileceğidir. Bu çıkarım önceden programlanmış ve zamanla açımlanan örüntülerin gerektiği varsayımından şüpheye yol açmaktadır. Thelen ve Smith, alandaki ortak varsayımların esaslarını sorgulayarak, bebeklerdeki adımlama davranışının genetik kodlara işlenerek bir şekilde belirlenmiş bir olgunlaşma süreci tarafından yönetilmediğini, bebeğin ilk doğal kas hareketleri ve farklı bağlamlar arasındaki etkileşimden kaynaklandığını savunmuşlardır. Bundan dolayı, gelişimin bu yanını, gerçek zamanlı olarak gelişen merkezi olmayan ve pek çok yerel etkileşimden tezahür eden ve kendi kendini organize eden (self organizing) bir ürünü olarak görmüşlerdir. Bu yaklaşımı, bilişsel gelişimin geneline uygulamayı da vaat etmişlerdir.

2.6 Fenomenoloji

Son olarak; bedene dair bir anlayış geliştirmenin deneyime dair bir kavrayışa da imkan verdiği fikrinin kökleri Edmund Husserl (1913, 1931), Maurice Merleau-Ponty (1945) ve Jean-Paul Sartre’ın (1943) gibi yakın geçmişteki mihenk taşlarında bulunabilir; bu köklerin Varela, Thopmson ve Rosch tarafından Bedenlenmiş Zihin’de tanındığını görüyoruz. Bu erken dönem kıta felsefesi geleneği, Winograd ve Flores (1986) tarfından Heidegger’e özel bir vurguyla yapay zekanın erken dönemlerinde yapısal olarak incelendi ve ayrıca Dreyfus’un (1972) klasik geleneksel işlemlemeselcilik (traditional computationalism) eleştirisine uygun zemini hazırladı.

Bedenlenmiş bilişsel bilim, fenomenolojik söylemleri yeni yönlerde ilerlemeye itmektedir. Fizikselliğin benliğinin dünyayı ve başkalarını deneyimlemeye nasıl yol açtığını anlamaktan ziyade, bilişin nasıl bilişsel eyleyicinin bedensel doğasında temellendiğini (grounded in) ve onun tarafından ciddi şekilde sınırlandırıldığını açıklayan mekanizmaları belirlemeyi hedeflemektedir. Her ne kadar fenomenolojik içgörülerin sürmekte olan bilinç, özbilinç, eylem ve özneler-arasılık[17] araştırmalarında (bkz. Gallagher 2009; Gallagher ve Zahavi 2008; Thompson 2007; Gallagher 2005; Wheeler 2005) vazgeçilmez olduklarını kabul etsek de, burada erken dönem fenomenolojik gelenek ve bedenlenmiş bilişsel bilim arasındaki örtüşmeleri serimlemeyeceğiz.

3. Bedenlenmiş Bilişin Niteliği

Başlangıçta bedenlenmiş biliş için yapacağımız genel bir nitelendirme, bize Bedenlenme Tezi (Embodiment Thesis) adını verdiğimiz şeyin temelini teşkil edecek:

Bedenlenme Tezi: Bilişin pek çok özelliği, eyleyicinin (agent) fiziksel bedeninin niteliklerine tabi olması bakımından bedenlenmiştir; öyle ki, eyleyicinin beyni haricindeki bedeni de bilişsel işlemede belirgin bir nedensel veya fiziksel olarak yapılandırıcı (physically constitutive) bir rol almaktadır.

2. Bölüm’de kısaca özetlediğimiz, bedenlenmiş biliş alanındaki erken dönem çalışmaların beş örneğinin tümü Bedenlenme Tezi’ni kabul etmektedir. Bedenlenmiş bilişsel bilimi işleten hipotez, bu tezin, bedenin bilişsel işlemedeki ya önemli nedensel ya da önemli fiziksel yapılandırıcılık rolü nedeniyle doğru olduğu şeklindedir. Bedenlenmiş bilişsel bilim destekçileri, bedenin bilişteki rolü hakkında hem nedensel hem de yapılandırıcı iddiaları savunmaktadır. Bedene, biliş üstünde fiziksel olarak yapılandırıcı bir rol atfedilmesi, yalnızca nedensel bir rolü olduğu fikrine nazaran, geleneksel bilişsel bilime karşı daha radikal bir meydan okuma içerse de, Bedenlenme Tezi’nin iki formu da geleneksel bilişsel bilimdeki baskın zihin görüşlerinden belirgin biçimde ayrılmaktadır.

Bizler, bedenlenmiş bilişi temellenme (grounding) metaforuna başvurarak açıklamaya çalışanları (ör., Anderson 2003; Barsalou 1999, 2008; Glenberg ve Robertson 2000; Glenberg vd. 2005) takip etmektense, Bedenlenme Tezi’ni daha ileri düzeyde açıklamanın en iyi yolunun, bilişin bedene bağlılığının doğasını belirlemekten geçtiğini düşünüyoruz: beden, bilişte tam olarak ne açıdan önemli bir nedensel ya da fiziksel olarak yapılandırıcı bir rol oynamaktadır? (Krş. Shapiro 2010, 2011; A. Clark 2008; Thompson 2007; Wheeler 2005; Anderson 2003; M. Wilson 2002)

En genel düzeyde, üç ayrı işlev veya rol vardır ve her biri bedenlenmiş bilişsel bilim hakkında kendi sonuçlarına sahiptir. Bedenin bilişteki işlevi onun sınırlandırılması (constraint), bilişsel işlemenin dağıtımı (distributor) ya da bilişsel aktivitelerin regülasyonu (regulator) olabilir.

Bu işlevlerden veya rollerden her birini daha net şekilde izah edebilir, her birini diğerinden ayıran sonuçlarına ve Bedenlenme Tezinin bu kavramlaşmalarını içeren çalışmalara dikkat çekebiliriz.

Sınırlandırıcı Olarak Beden: Bir eyleyicinin bedeni, eyleyicinin bilişsel sisteminin işlediği (processed) temsillerin doğasını ve içeriğini belirgin şekilde sınırlandırma işlevi görmektedir.

Sınırlandırıcı Olarak Beden tezinin sonuçları arasında dikkat çekmek istediğimiz iki tanesi bulunmaktadır:

· Bilişin bazı biçimleri, eyleyicinin bedensel nitelikleri nedeniyle daha kolay ve doğal bir biçimde gerçekleşecektir; benzer şekilde, bilişin bazı biçimleri ise bilişsel eyleyicinin sahip olduğu beden nedeniyle daha zor, hatta imkansız olacaktır.

· Bilişsel çeşitlilik bazen bedensel çeşitliliğe başvurularak açıklanır.

Lakoff ve Johnson’ın bilişin metaforla nüfuzu[18] üzerine çalışmaları ve Varela, Thompson ve Rosch’un enaktif biliş üzerine çalışmalarının (bilhassa renk algısı ve kategorizasyonu alanındakiler) ikisi de Sınırlandırıcı Olarak Beden tezine örneklerdir.

Dağıtımcı Olarak Beden: Bir eyleyicinin bedeni, işlemlemesel ve temsilî yükün nöral ve nöral olmayan yapılar arasında dağıtımını sağlama işlevi görmektedir.

Bedenin Sınırlandırıcı Olarak Beden tezindeki rolünün aksine bilişsel işlemeye içkin olarak, bilişsel görevleri beyin ve beden arasında dağıtmaya yaradığı şeklinde ele alınır. Dağıtımcı Olarak Beden tezinin açıkça ortaya koymaya değer üç sonucu vardır:

· Nöral olarak gerçekleştirilen (neural-realized) bilişsel yapılar, geleneksel görüşlerde varsayıldığından daha az paya sahip olabilir, hatta ilkesel anlamda, hiç bulunmayabilirler.

· Beden yapılarının bizzat kendileri, bilişsel süreçleri gerçekleştiren fiziksel aksamın gerçekleştirilmesinde en azından kısmen pay sahibi olabilirler.

· Bilişin sınırı kafatası değildir; bu nedenle bilişsel sistemler bedenin nöral olmayan kısımlarını, hatta bedenin ötesindeki çevreyi kapsayabilirler.

Bu çıkarımların işaret etmiş olduğu üzere, bedenlenmiş biliş, zihinsel temsile dair geleneksel görüşlere karşıt olarak ele alındığında, Dağıtımcı Olarak Beden tezi devreye girmektedir (Gibson 1979 ve Thelen ve Smith 1994; ayrıca bkz. hafıza üzerine Glenberg 1997; baskın temsil[19] üzerine Shapiro 1997 ve Wilson 2004: 7–8. kısımlar). Anatomik yapıların (ör. yarasa kulaklarının şekli) niteliklerinin bilişsel süreçlerde (ör. ekolokasyon) işlemlemesel rol oynadıkları ‘morfolojik işlemleme’ fikrine başvurulması (MacIver 2009) da Dağıtımcı Olarak Beden tezine dayanmaktadır. Ayrıca Dağıtımcı Olarak Beden tezi, eyleyicinin bedensel yapısını olduğu kadar çevresel (environment) özelliklerini de nöral olmayan yapı formları arasında sayarak, bedenlenmiş biliş ile, gerçekleştirme (realization) ve dışsal yapılanma (scaffolding) kavramlarına başvuran genişletilmiş zihin tezi türevleri arasında bir bağlantı kurmaktadır (Wilson ve Clark 2009; R. Wilson 2004: 5–6. kısımlar; A. Clark 2003).

Dağıtımcı Olarak Beden teziyle yakından ilişkili olarak:

Regülatör Olarak Beden: Bir eyleyicinin bedeni, bilişsel aktiviteyi zaman ve mekanda regüle eder, biliş ile eylemin sıkı koordinasyon içinde olmasını sağlar.

Bedenlenme Tezi’nin bu versiyonunu, Dağıtımcı Olarak Beden tezinden, bedenin bilişte sahip olduğu regülasyon rolüne atfettiği farklı sonuçlar dolayısıyla ayırıyoruz. Bahsi geçen çıkarımlar şunları içermektedir:

· Bedensel yapılar, kompleks ve değişen çevresel olaylara tepki olan kompleks davranışların gerçek zamanlı yürütümüne (real-time execution) olanak sağlarlar.

· Bedenin işlevi dış dünya girdilerini (world-inputs) bilişe aktarmak, sonrasında da içsel bilişsel işlemeden doğan davranış şeklindeki dış dünyaya dair çıktıyı iletmekten ibaret değildir; bilişin çevrimiçi kontrolünün bizzat kendisinin ayrılmaz bir parçasıdır.

Burada bedenin bilişsel işlemede geribildirime dayalı bir rolü vardır ve Regülatör Olarak Beden tezi, özellikle bilişe dinamik yaklaşımlarda öne çıkmaktadır (ör., Port ve van Gelder 1995; Beer 2000; Thelen ve Smith 1994; ayrıca krş. Chemero 2009).

Bu bölümü özetlersek: Bedenlenmiş Biliş Tezi’nin, her biri bilişin bedene nasıl bağlı olduğunu özgün bir biçimde niteleyen, üç farklı ifadesinin ayrımını yaptık. Bunu biraz daha açarsak (ve bizce bilgilendirici hale getirirsek), bedenlenmiş bilişsel bilimin beden için tanımlayabileceği üç farklı işlev ya da rol bulunmaktadır: bilişi sınırlandırmak, bilişsel işlemenin (cognitive processing) dağıtımı ve bilişsel aktivitenin gerçek zamanlı regülasyonu. Bedenlenme Tezi’nin bu tür kati formları, bedeni, bilişte ya belirgin nedensel bir rolü olduğu ya da fiziksel olarak yapılandırıcı bir rolü olduğu şeklinde yorumlayabilir.

4. Üç Başlıkta Bedenlenme ve Gelenek Karşılaştırması

Bu bölümde, bedenlenmiş bilişsel bilimin devrimsel nitelikteki vaatlerini, zihin felsefesi ve bilişsel bilimin üç standart başlığı bakımından ele alacağız: zihnin modüleritesi, zihinsel temsillerin doğası ve doğuştancılık. (Durumsal biliş ve modülerite, temsil ve doğuştancılık hakkındaki alternatif fikirler için bkz. Bechtel 2009; Rowlands 2009; Ruppert 2009a) Buna, geleneksel ve bedenlenmiş bilişsel bilim arasındaki bazı genel, kabul gören zıtlıklarla başlıyoruz.

Geleneksel görüşler, beyninde, kesin sınırlarla ayrılmış ve oldukça belirli mekanizmaların ortaya çıkardığı ayrışık, içsel temsillerin bulunduğunu varsayma eğilimindedirler. Bu mekanizmalar, doğal seleksiyonla şekillendirilmiş ve genetik yapımıza kodlanmıştır. Bu nedenle geleneksel görüşler nörobilimde etkili olmuş ve bilişin, biliş sahibinin (cognizer) içkin, fiziksel niteliği (property) üzerine doğduğu iddiası olan bireycilik (individualism) ya da içselcilik (internalism) görüşünü kabul etmişlerdir. “Metodolojik solipsizm” (Fodor 1980, 1981) adlı araştırma stratejisi, bu bireyci biliş kavramının klasik versiyonlarından biridir. Merkezde yer alan konulardan bahsedilme şekli, bilişsel fenomenlerin bölgesel olarak ele alınabileceği ve kafatasının dışındaki unsurların, duyusal girdi sağladıkları ve davranışsal çıktılara yol açtıkları ölçüde ilgi odağı oldukları fikrini ciddi şekilde yansıtmaktadır. Susan Hurley’den (1998) bir alıntıyla zihin hakkındaki anaakım görüşler, bilişin (dar anlamıyla) düşük-seviyeli sistemlerdeki işlemelerden (processing) ayrıldığı, bu nedenle algı ve eylem ile “ekmeklenmiş” (em-breaded)[20] bir sandviçteki et gibi davrandığı iddiasına, yani “klasik sandviç modeline” odaklıdır.

Aksine bedenlenmiş bilişsel bilim, bilişi nöral ve nöral olmayan süreçlerin dinamik etkileşiminin bir ürünü olarak modellemiştir. Bu modelde biliş, eyleyicinin bedensel deneyimleri ve gerçek yaşam durumları arasındaki bağlantı kesintisizdir. Burada beden; bilişsel işlemeyi sınırlayan, regüle eden, onun dağıtımını yapan bir konumda görülmektedir. Bedenin belli başlı ortamlarda bu işlevlerini nasıl yerine getirdiğini saptamak, bilişin kendisinin ne beyinle ne de belki bedenin bile kendisiyle sınırlanmayan bir şey olduğu olasılığını doğurmaktadır.

İlk bakışta geleneksel ve bedenlenmiş bilişsel bilim arasındaki farkları; zihinsel temsil, işlemleme ve gerçekleştirme (realization) hakkındaki zıt görüşler açısından ifade edebiliriz. Pek çok geleneksel tutum bilişi temsilsel olarak bölgesel (representationally localistic), işlemlemesel olarak sabit (computationally fixed) ve kendisini gerçekleştiren nöronal sistemden, bedensel sistem özelliklerinden ve çevreleyen ortamdan bağımsız ve uygun bir şekilde nitelendirilebilir olarak görme eğilimindeyken; bedenlenmiş bilişsel bilim bilişi, temsili olarak dağıtılmış (representationally distributed), işlemlemesel olarak dinamik (computationally dynamic) ve yalnızca bedensel olarak gerçekleştirmenin (bodily realization) izin verdiği ölçüde uygun bir nitelendirilmeye sahip olacak şekilde görme eğilimindedir. Bedenlenmiş bilişsel bilim bu nedenle bilişsel bilimdeki bazı kurucu varsayımların sorgulanmasını teşvik etmektedir. (Böylesi bir inceleme, kendini, bağlantıcılık [connectionism] gibi bedenlenmiş olma zorunluluğu taşımayan başka bilişsel modelleme görüşlerinde de göstermektedir; fakat bu konumuz dışındadır.)

4.1 Modülerite

Modüler sistemler bağımsız, alana özgü, kapalı (encapsulated) ve doğuştan gelen (hardwired), ek olarak düşükten yükseğe bir işleme (processing) hiyerarşisiyle çalışan sistemlerdir. Bilişsel bilimde modülerite teorisi ilk öne sürüldüğünde (Fodor, 1983), merkezi biliş (central cognition) -dar anlamıyla biliş- modüler olmayan, algıyı ve motor kontrolü (ek olarak Fodor’un dediğine göre, dili de) yönetenler gibi modüler çevresel (peripheral) sistemlerden keskin sınırlarla ayrı bir şekilde nitelendirilmişti. Fodor’un merkezi biliş hakkındaki iddialarına pek çok araştırmacı itiraz etmiştir (ör., Carruthers 2006; Sperber 2001; Cosmides ve Tooby 1997; Hirshfeld ve Gelman 1994; ayrıca bkz. R. Wilson 2005, 2008). Bu eleştiriler, daha üst düzey bilişsel işlemlerin de modülerite kriterini karşıladıklarını savunmuşlardır. Aslında, dar anlamıyla bilişin de modüler olduğu görüşü, Fodor’un görüşlerinin aksine (Fodor 2000) gelişimsel, evrimsel ve bilişsel psikoloji alanlarında oldukça, hatta belki çağdaş bilişsel bilimin baskın görüşü olarak sayılabileceği kadar yaygındır.

Modüleriteye dair hem geleneksel, Fodoryen açıklama hem de onun asi ve baskın çocuğu beden ve çevreye yalnızca dolaylı yoldan değinmektedir. Her iki biçiminde de modülerite teorisinin, kafatasının dışında kalan varlıkların bilişsel uygulamalara gerçek (actual) etkileri konusunda, bunların bir girdi ve zengin bir davranışsal çıktı kaynağı oldukları dışında söyleyeceği pek az olumlu şey bulunmaktadır. Bu görüş, bilişsel açıdan konuşursak, asıl iş yükünün yalnız merkezi biliş tarafından taşındığını ima etmektedir; bunda çevresel işlemlerin yegane katkısı girdiler sağlamak ve yönergeleri uygulamaktır. Ancak bilişsel işlemlerin modüler bir anlayışla salt beyinde meydana geldiği ve görevini motor planlama (motor planning) ve motor yürütümden (motor execution) bağımsız şekilde çalışarak başardığı iddiaları, bedenlenmiş deneyim (embodied experience) hakkında yapılan empirik çalışmalar dolayısıyla soru işaretlerinin muhatabı olmuştur.

Bedenlenmiş deneyimin, Sınırlandırıcı Olarak Beden tezini örnekleyen, dile ilişkin bir örneği, Glenberg’in Dizinsel Hipotezi’dir[21] (Glenberg vd. 2009; Glenberg ve Kaschak 2002; Glenberg ve Robertson 1999, 2000). Bu görüş, bir cümleyi anlamanın; ilgili eylem şemalarının aktivasyonu, açık davranıştakilerle (overt behavior) aynı etkin nöral mekanizmaların kullanılmasıyla ve eylem potansiyeli kombinasyonlarıyla (affordance combination) başarıldığını varsaymaktadır. Şu cümleleri değerlendirelim:

(1a) Göl kenarında yalınayak yürüdükten sonra Erik, ayaklarını gömleğiyle kuruladı.
(1b) Göl kenarında yalınayak yürüdükten sonra Erik, ayaklarını gözlüğüyle kuruladı.

Her ne kadar (1a) da (1b) de gramer kurallarına uygunsa da (1b)’nin (1a) kadar anlamlı gelmemesinin sebebi, gözlüğün eylem sağlarlığının (affordance) kurulama eylemiyle uyuşmamasıdır. Bu gibi cümlelerin anlamını kavramak, cümlelerde geçen nesnelerin sağladığı imkanları bilmeyi gerektirmektedir. Bu imkanlar, bedensel kabiliyetlerle gönderge (referent)[22] arasındaki etkileşimle sınırlanmıştır. Bir başka çalışma, insanların, cümlelerde hedeflenen eylemi sağlayan nesnelerin geçtiği cümleleri (ör., büyük kutuları taşımak için dört tekerlekli sandalye kullanmak), sağlamayan nesnelerle kurulan cümlelerden (ör., dört tekeri kayıp bir sandalye) daha hızlı karvadığını göstermiştir (Kaschak ve Glenberg 2000).

Bu tür bulgular, anlamın yorumlanmasının, bir senaryonun sunduğu bedenlenmiş imkanlarla sınırlı olduğunu işaret etmekte, duyu-motor süreçlerin dil kavrayışına katkıda bulunduğunu öne sürmektedir. Muhtemelen bu çıkarım, modüleristler tarafından, kapalılık ve alana özgülük esaslarının dil işlemenin (language processing), motor enformasyon ve arka plan bilgisi (background knowledge) tarafından değiştirilemeyeceği sonucuna yol açması nedeniyle reddedilecektir. Borghi, Glenberg ve Kaschak (2004) ek olarak, dil anlamada (comprehension), cümlenin ima ettiği perspektifin, nesne hakkındaki bilginin yenidenerişimini (retrieval) yönlendirdiğini, böylece kavramsal bilgiyi erişilebilir kıldığını bildirmiştir. Bir nesnenin (ör. bir masa) cümlede tanımlanan yerin bir parçası olup olmadığı soruları, eğer nesne adıyla cümlenin işaret ettiği perspektif arasında uyumluluk varsa (ör., bir restoranda yemek yemek) daha hızlı yanıtlanmaktadır. Bedenlenmiş yanıtlar ayrıca belli nesnelerin özelliklerini muhakeme ederken de etkinleşir; bu, biyolojik organizmada görme ve eylemin sıkı bir biçimde bütünleşik olduğunu ve bilişsel işlemenin sınırlarını birlikte çizdiklerini ileri sürer.

Bilişin geleneksel modüler ifadelerinde görme ve eylem arasındaki keskin ayrıma, aynı zamanda bedenlenmiş deneyim (embodied experience) çalışmalarıyla da itiraz edilmiştir. Örneğin, insanlara farklı yükseklikteki basamaklardan hangisine en rahat çıkabilecekleri sorulduğunda verdikleri yanıtlar, basamak çıkma kabiliyetleriyle uyumludur (Warren 1984). Benzer sonuçlar nesne kavrama (van Leeuwen vd. 1994), top yakalama (Oudejams vd. 1996) ve duvara tırmanma (Wagman ve Carello 2001) muhakemelerinde de bildirilmiştir. Bu gibi çalışmalar, algısal deneyimin öngörülen (anticipated) bedenlenmiş etkileşimi kapsadığı şeklindeki iddiayı desteklemekte, modüleristlerin dediği gibi bir akış (flow-through) modeliyle uyumsuz biçimde, ya görüş ve eylemin bütünleşik olduğunu ya da en azından geribildirimle bağlandığını göstermektedir (Hurley 1998; R. Wilson 2010).

Birine duygular, niyetler (intentions) ya da inançlar (beliefs) atfetmek bile öncesinde belli bir bedensel gerçekleştirme (bodily realization) varsayıyor gibi görünmektedir. Sosyal bilişi açıklarken doğuştan bir Zihin Teorisi modülünü kabul eden geleneksel görüşlerden (Leslie, 1987; Baron-Cohen 1995) farklı olarak, alanda sayısı giderek artan çalışmalar (Rizzolatti ve Craighero 2004; Rizzolatti vd. 1996; Gallese vd. 1996), diğer zihinleri anlamanın ilk olarak eyleme geçme kapasitemizin altında yatan motor deneyimliliğimizle (expertise) temellenmiş olduğunu ileri sürmektedir. Böylesi bedenlenmiş anlayışlar, geleneksel olarak anlaşıldığı şekliyle zihin okuma modalitelerinden (modalities of mind reading) yalnızca doğası bakımından farklı değil; aynı zamanda güçlü bir biçimde, kasıtlı (intentional) davranışın anlamının eğer yalnızca bedensel, deneyimsel ya da ikisiyle birden bir zihin durumunda olmayı biliyorsak kavrayabileceğimizi işaret etmesi bakımından da farklıdır.

Çeşitli zihinsel olguların -anlamlı cümleleri anlamsızlardan ayırmak, nesnelerin sağladığı imkanları çıkarsamak, kasıtlı davranışları saptamak- zeminini hazırlayan işleme, bu nedenle nöral ya da nöral olmayan pek çok bileşenin, incelikle düzenlenmiş katkısını gerektirmektedir. Şayet bedensel durumlar (bodily state) ve beynin modaliteye özgü (modality-specific) sistemleri bilişsel hayatımızın çeşitli özelliklerine temel olma görevine sahipse, bu durumda geleneksel, alana özgü ve amodal (amodal domain-specific) modüller, Bedenlenmeme Tezi (Disembodiment Thesis) altında varsayıldıklarının aksine, anlamlı analiz elemanları olmaktan çıkmaktadırlar. Bilişin, organizmaların çevreleriyle etkili bir biçimde etkileşimine izin verecek şekilde evrimleşmiş süreçlere dayandığı iddiası; zihnin, geleneksel bilişsel bilim görüşlerinde varsayıldığının aksine bedenlenmiş deneyimden kopmadığını ileri sürmektedir. Daha ziyade beden, bilişte bir sınırlandırıcı (constraint) ve bir bilişsel işleme dağıtımcısı (distributor) rolü oynamaktadır (Bkz. Bölüm 3).

4.2 Zihinsel Temsil

Bilişe dair geleneksel bilimsel anlayışın kalbinde, belli bir zihinsel temsil (mental representation) kavramlaştırması yatmaktadır (Fodor ve Pylyshyn 1988; Newell ve Simon 1972). Bu kavramlaştırma, temsillerin yarı-dilsel (quasi-linguistic) ve birleşimsel (combinatorial) özellikleri olan sembolik yapılar olduklarını, içerik (content) aktarımına vasıtalık ettiklerini ve zeki davranışı açıklamakta başvurulacak ilk şey olduklarını iddia etmektedir. Zihinsel temsiller, aynı temsilin, örneğin “masa” kelimesinin farklı tip masaları karşılayacak şekilde kullanılması yönünden sembolik ve soyutturlar. Aynı temsil, “masa” kelimesi yazıldığında ya da telaffuz edildiğinde de kullanılabildiği için, amodaldir. Böyle temsiller, göndergeleriyle (referent) ilkesizce (arbitrarily) ilişkilidir; zira oluşturulma ve kullanılma biçimlerinin, göndergelerinin fiziksel ya da işlevsel özellikleriyle herhangi bir ilişkileri bulunmamaktadır. Bu nedenle geleneksel görüşte, bu içsel temsiller yalnızca dilde, kavram oluşturmada ve bellekte sensorimotor sistemde işlenenlerden temelde farklı olmakla kalmaz, anlamları da bedensel deneyimden kopmuştur. Bu görüşün destekçileri, üç temel ilkeye bağlıdırlar:

· Bir zihinsel temsilin ilettiği enformasyon, modaliteye özgü hiçbir özellik sergilemez. Bu bakımdan temsiller; algısal sistemlerden, bedensel eylemden ve bunların işlemsel (operational) detaylarından özerktirler.

· Bilgi (knowledge), kelimelerin anlamlarının içsel sembollerle ilişkilerinden tezahür etmesiyle önermesel olarak organize edilir. Bir sembolün anlamını belirlemek, sözlükte hangi tanımın diğer sembollerle ilişkilendirilerek verildiğine bakmaya benzer.

· İçsel temsiller motor programları yönlendirmekte kullanılırlar; bunlar, temel olarak bilişten ayrı ve bağımsızdırlar. Bu nedenle, bilişsel işleme, bedensel eylemler tarafından şekillendirilmek zorunda değildir.

Yakın zamanda, adaptif davranış için yapılan birkaç alternatif açıklama dikkatleri üstüne topladı. Farklı olsalar da, bu alternatif açıklamaların tümü bu ilkelere bağlılığı sorgulamaktadır. Bilişsel aktivitenin algı ve eylemdeki işleme süreçlerini yeniden kullandığı fikrini geliştirerek, bu açıklamalar kavramsal ve semantik temsillerin amodal oldukları (ya da amodal olmak zorunda oldukları) fikrine ciddi bir meydan okumada bulunmuşlardır. Bu görüşler arasında, temsil karşıtı eğilimlerinin radikalliğine göre belirgin farklılıklar bulunmaktadır (bkz. Chemero 2009; Hutto ve Myin 2013; Myin ve Degenaar 2014).

Temsil karşıtı görüşler arasındaki en etkili görüş, dinamik sistemler teorisidir (Beer 1990, 2002, 2003; Brooks 1991a, 1991b, 2002; Thelen ve Smith 1994; Van Gelder 1992). Dinamikçiler, merkezileşmiş bir temsili işlemenin gerekliliğini en aza indirgemekte, hatta bazen reddetmektedirler. Bu yazarların karşı çıktığı temsil kavramı görece spesifiktir: bilişsel eyleyici tarafından, göreceli olarak dünyadan bağımsız bir şekilde davranışlarını yönlendirecek dışsal bir çevresel yapı üretmeye muktedir bir içsel model. Dinamik sistemler teorisi robotikte ve adaptif davranışı bedenlenme ve gömülülük (embeddedness) bakımından açıklamaya çalışan yapay yaşam çalışmalarında popüler olduğunu kanıtlamıştır. Durumsal bir canlı, bedenini doğrudan etkileyebileceği şekilde dünyasını algılayabildiği sürece, soyut sembolik tanımlamalara gerek kalmaz.

Ancak temsillere hiç başvurulmadan empirik açıdan uygun bir zeki davranış teorisi formüle etmek, bazı üstesinden gelinemeyecek zorluklar çıkarmaktadır; mevcut dinamik modellerden bilişin tamamını açıklamanın göreceli olarak basit bir konu olduğu fikri fazla iyimserdir ve halihazırda davranışçılıktan bilişsel bilime geçişi teşvik etmiş problemlere maruz kalmaya mahkumdur. Örneğin, organizma-çevre etkileşimi, tek başına, çevrenin o anlık sınırlandırmalarının ötesinde kalan ihtiyaçları karşılama ya da onlara ulaşmayı içeren içsel faktörleri, yani öngörüsel (anticipatory) davranışı açıklamamaktadır. Temsile aç problemler ortaya çıkaran alanlar (A. Clark 1997); gaip, var olmayan ya da karşıolgusal (counterfactual) koşullar, planlamalar, zihinde canlandırmalar ve etkileşmelerdir (daha yeni ve karşıt bir görüş için bkz. Chemero 2009).

Dahası, bedenlenmiş bilişsel bilimin neden sembolik, temsilî, soyut vb. olamayacağı net değildir. Buradaki soru işareti, kendine bilişin bedenlenmiş yaklaşımı diyen pek çok yaklaşımın sembolik, temsilî, soyut vb. olduğu gerçeğiyle büyümektedir. Sundukları şey, zihinsel semboller ve temsillerin ne olduğu ve bilişsel trafiğimizde nasıl görev yaptıkları hakkında spesifik görüşlerdir. Karakteristik olarak önermesel kodlama kavramını, sembollerin modaliteye özgü bir özellik ifade ettiği bir başkasıyla değiştirirler.

Zihinsel sembol kavramından vazgeçmek yerine onu uyarlayan bir görüş, Lawrence Barsalou’nun algısal semboller (perceptual symbols) teorisidir (1999, 2003, 2008, 2009). Bu teori, insan bilişinin, göndergeleriyle (referent) ilkesiz (arbitrary) bir ilişkisi olan amodal temsillerden oluşmadığı ve temsillerin çeşitli duyusal modalitelerden gelen bilgiyi barındıran etkinleşme örüntüleri olduğu varsayımına dayanmaktadır. Örneğin, bir nesnenin yokluğunda onun rengini temsil eden sembolik yapı, diyelim ki, imgeleme (imagery) ya da problem çözme görevleri süresince, bu renk gerçekten algılandığında kullanılan nöral sistemin kendisine bağlıdır. Bu nedenle, bilişsel ve algısal mekanizmalar yalnızca ortak temsil durumları (representational states) paylaşmakla kalmaz; bilişsel işleme temel olarak algısal simülasyonlar kullanmak üzere sensorimotor bölgeleri yeniden aktive eder. Daha ileri bir çıkarım, algısal sembollerin bedenlendikleri biyolojik sistemden bağımsız olmadığı ve iletilen içeriğin, zeki sistemin fiziksel olarak değişmesi halinde muhtemelen değişeceğidir. Bedensel ve sensorimotor süreçlere başvurmak, bilişin erişebildiği sembollerin doğasını sınırlandırdığından, Barsalou’nun teorisi Sınırlandırıcı Olarak Beden tezini örneklemektedir.

Modal temsillerin savunucuları, teorik gerekçelerin güçlü bir biçimde teşvik ettiği geleneksel temsil modellerini benimseyerek, amodal temsilleri destekleyen pek az doğrudan empirik delil olduğunu savunurken (Barsalou vd. 2003, 85) ve kendi fikirlerini deneysel olarak makul görürken (bkz. Pecher vd. 2003; Zqaan ve Yaxley 2003; Glenberg ve Kaschak 2002; Martin ve Chao 2001; Solomon ve Barsalou 2001; Martin vd. 2000; Spivey vd. 2000); aynı zamanda amodalite fikirlerine karşı kesin kanıtlar sağlamanın zorluğunu hafife almaktadırlar. Machery’nin (2007) belirttiği üzere, öznelerin edimleri (performance) hem modal hem de amodal açıklamalarda yer bulabilir (ayrıca bkz. Rupert 2006). Amodaliteyi savunanların çoğu (ör., Simon 1995; Fodor 1975), görsel imgeleme (visual imagery) gibi bilişsel görevlerde algısal bölgelerin dahil olduğunu reddetmediklerinden, bir elmanın yeşilini imgelerken görsel korteksin (visual cortex) aktive olması, Barsalou’nun teorisine amodal açıklamalara nazaran bir delil sağlamamaktadır. Dahası, gelenekselcilerin bahsettiği üzere bazı zihinsel problemler, (bildirilebilir) imgeleme olmadan çözülür ve özneler, bazen modalitesiz temsilî sistemlerde depolanan bilgiden yararlanırlar. Bu yüzden, bazı görevlerdeki algısal simülasyon kullanımını genel bir modal temsil teorisinin gerektirdiği şekilde tüm görevlere genellemek problematiktir.

4.3 Doğuştancılık

Bugün araştırmacıların çoğu, bilişin doğuştan gelen (innate) şeyler ile öğrenmenin etkileşiminin sonucunda geliştiğini, bu etkileşimin nasıl ilerlediği her zaman açık değilse de, kabul etmektedirler. Doğuştancılığı (nativism), birimizin başka bir yerde savunduğu, güçlü ve zayıf doğuştancılık biçimlerini ayıran iki boyutlu görüşe göre (R. Wilson 2004: 3. Kısım), güçlü doğuştancılar şu iki tezi kabul ederler:

1. Bir bireyin gelişimi için gerekli içsel yapı ve süreçler zengin, kompleks ve nedensel olarak güçlüdür.
2. Bireye göre dışsal olan süreçler, bu yapıların edinimi ve gelişmesinde ikincil bir nedensel rol oynar.

Güçlü doğuştancılık karşıtları (klasik empiristler gibi), aksine, bu iki genel görüşü reddetmektedirler.

Güçlü doğuştancılığa bağlı paradigmalar, bebeklerin bilişsel gelişimlerine dairaritmetikle fizik dahil kimi alanlarda kaydadeğer sonuçlar elde etmişlerdir (Baillargeon 2002, Baillargeon vd. 1985; Spelke vd. 1992, 1995). Doğuştancılığa eleştirel gözle bakanlar, bu görüşü doğası gereği gelişim karşıtı (antidevelopmental) olarak adlandırmış (Haith 1998), zihnin olgunlaşma sürecinde ortaya çıkan doğuştan (hard-wired) özelliklerden müteşekkil olduğu çıkarımının öğrenme ve esneklik kavramlarıyla doğrudan ters düştüğünü iddia etmişlerdir (Quartz ve Sejnowski 1997; Thelen ve Smith 1994; Bates vd. 1995; Karmiloff-Smith 1994). Eğer doğuştancılık doğru olsaydı, beden ve çevrenin (kültürü de kapsar şekilde) öngörülebilir bir gelişime sahip, ontogenetik olarak belirlenmiş özelliklerin “tetikleyicisi”nden daha fazlası olarak görülmemeleri gerekirdi.

Her ne kadar ilk bakışta bedenlenmiş bilişin “doğuştancılık” ve “empirizm” arasında süren tartışmaya dair belirgin çıkarımları olmadığı düşünülebilse de; bedenlenmiş bilişin bir katkısı, bedenin bilişsel işlemedeki rollerine dair spesifik araştırmalarında yatar. Bu roller sıklıkla hem güçlü doğuştancı, hem de güçlü empiristlere meydan okur niteliktedir. Öyle ki, bedenlenmiş bilişsel bilim basitçe, empiristlerle birlikte, bilişsel işlemenin büyük miktarda çevreye maruz kalmaya bağlı olduğunu ve bilişin onun nedensel bir yansıması olduğunu savunmaz. Dahası, empiristler tipik olarak dış dünyayı bir özneye nesnel olarak sunulmuş bir şey olarak ele alırken; bedenlenmiş bilişsel bilim, bedenlenmiş eyleyici ile dünya arasındaki dinamik etkileşimin bilişi nasıl ürettiğine yöneliktir. Durumsal bilişsel bilim içinde, bedenlenmiş bilişin gömülü bilişle bağlantısını işte bu dinamik, dış dünyayla olan etkileşim üzerindeki odak sağlar. Burada, bedenlenmiş bilişsel bilimin, güçlü doğuştancı iddiaları çürütüp çürütmediği hakkındaki görüşleri ve bunu ne şekilde yaptığını araştıracağız.

Bedenlenmiş bilişsel bilim, bilişsel işleme ve gelişimin çevre ve eylem halinde olan bedendeki değişikliklerden ciddi şekilde etkilendiğini vurgulayarak (Griffiths ve Stotz 2000; Clark ve Toribio 1994; Thelen ve Smith 1994; Varela, Thompson ve Rosch 1991; Ballard 1991), genel itibariyle kompleks davranışlar için gereken içsel zenginliğin miktarını küçümsemektedir (Rupert 2009a). Eylem halindeki beden, organizmaların doğal ortamlarındaki rollerini (niche) nasıl tasavvur ettiklerinin sınırlarını güçlü bir şekilde çizmektedir; bu sınırlandırma aynı zamanda belli etkileşimler ve tecrübelerin kavram oluşturulmasında (concept formation) ve dilsel (linguistic) anlamın kavranmasında bir etkilerinin olmasının yolunu açmaktadır. Örneğin, nesneleri kavrayabilecek parmaklara ve yürümemize, duvarlara tırmanmamıza yarayan bacaklara sahip olmakla, örneğin kelebeklerin yaptığına nazaran, uyaranları oldukça radikal bir biçimde farklı olarak ayırıp kategorize ederiz. Kişinin olağan kinestetik deneyimleri, temel olarak bilişsel yapılarının ediniminin ve gelişiminin çerçevesini çizmektedir. Bu, kafatasının ötesindeki bileşenlerin bilişsel fenomenleri gerçekleştirmekte belirgin bir katkısı olduğu fikrini destekler gibi görünmektedir; durumun anahatlarını çizmek bakımından ise, bunun Sınırlandırıcı Olarak Beden ve Dağıtımcı Olarak Beden tezlerinin her ikisini de örneklediğini söylemiştik (bkz. Bölüm 3).

Dağıtımcı Olarak Beden tezini destekleyen örnekler, algı üzerine yapılan doğuştancı olmayan araştırmalardan gelmektedir. Duyusal işleme (sensory processing) için kullanılanlar gibi pek çok varsayımsal (putative) modül, kısmen öğrenmeyle gelişmektedir. Yenidoğanlarda, duyusal modaliteler ve kortikal yolaklar olgun bir beyindeki kadar farklılaşmamıştır; ancak aktif beden ve çevre arasındaki bir dizi güçlendirici etkileşimle tezahür ediyor gibi görünmektedirler (Quartz ve Sejnowski 1997). Bu, bebeklerde hiç değilse bile pek az kortikal yolağın, çoğu görev için (task) alana özgü olduğunu ve bir hayli özelleştiğini işaret etmektedir; ancak çevreyle aktif etkileşimlerle gelişim süresince bu yolaklara başvurulur ve yolaklar, belli uyaranları işlemek için uyarlanırlar (Elman vd. 1996). Duyusal modalite çalışmalarındaki diğer empirik sonuçlar da duyuların doğumdan itibaren algıya özel şekilde ayarlı (wired) modüller oldukları, bedenin çevreyle etkileşimlerinin algısal işlemeyi (perceptual processing) sınırlayıcılık, hatta belirleyicilikte ikincil kaldığı fikrini reddederek aynı noktayı işaret etmektedir.

Aksine konuya ilişkin pek çok kabiliyet, başlangıçta göründükleri kadar alana özgü değil gibi görünmektedirler. Örneğin, her ne kadar görsel korteks belli bir bilgi sınıfını işlemeye adanmış gibi dursa da, Braille’in okunması sırasında, deneğin ister doğuştan, ister edinilmiş, ister gözü bağlandığı için görme engeli olsun farketmeksizin, farklı bir duyu modalitesi tarafından kullanılabilmektedir–(Sadato vd. 1996, 1998; ayrıca bkz. Pascual-Leone ve Hamilton 2001; Pascual-Leone vd. 1998). Şayet bu gözlemleri yüz tanımaya (face recognition) kadar genişletecek olursak, özelleşmenin daha ileri gelişim dönemlerinde deneyimle birlikte başladığı hipotezine daha fazla destek buluruz. Fusiform yüz bölgesinin (fusiform face area — FFA) yüzlere güçlü bir seçicilik göstermesine rağmen (Kanwisher 2000; Kanwisher vd. 1997), veriler, eğer ki söz konusu denekler bu kategorilerle ilgili bir uzmanlığa sahipse, aynı zamanda kuşlar ve arabalar gibi yüz olmayan özellikler içeren kategorilerde de yanıt olarak etkinleşebildiğini ileri sürmektedir (Gauthier vd. 2000).

Deliller beynin özelleşmesi fikrine gölge düşürmese de, bedensel aktivitenin kortikal yolaklarda farklılaşmanın gelişmesinde ve görsel korteksteki yön seçici (direction-selective) yanıtlar gibi spesifik işevlerin ortaya çıkmasındaki rolünü işaret etmektedirler. Dış dünyayla girilen bedensel etkileşimler, bu bilgi işlemeden sorumlu mekanizmaları şekillendirmekte ve kontrol etmektedir; bu da Dağıtımcı Olarak Beden ve Regülatör Olarak Beden tezlerine destek sağlamaktadır. Ek olarak, ağırlıklı olarak kullandığınız elinizi değiştirmenin, parmak hareketlerinin kortikal sensorimotor temsillerini nasıl şekillendirdiğini inceleyen çalışmaları düşünün. El yazısında sol elden sağ ele geçiş yalnızca motor baskınlığının (motor dominance) genel bir yeniden organizasyonunu tetiklemekle kalmaz, aynı zamanda elleri kontrol eden motor sistemin işlevsel nöroanatomisinde daha geniş bir etki yaratarak pek beceri gerektirmeyen görevleri dahi etkiler (Kloeppel vd. 2007). Sağlaklığa geçen solaklarda bulunan yeniden organizasyon (re-organization) örüntüleri; beynin hangi bölgesinin eğitim ve kullanım neticesinde yapabildiklerinde ne kadaresnediğini; bedensel özellikler ve etkileşim şemalarının nasıl beynin uyum sağladığı (attuned) koşullar olduğunu göstermektedir. Bu çalışmalar; bedensel etkileşimlerin ve beden-ötesi çevrenin, bizzat karşılık geldikleri bilişsel aktivitenin ortaya çıkışında bir rol oynadıkları fikrini öne sürdükleri şeklinde yorumlanabilirler. Bedenin nöral olmayan parçalarını da bilişin fiziksel yapıtaşları (constitutive building block) arasında saymak, bedenlenmiş bilişe daha radikal bir yorum getirmektedir.

Güçlü doğuştancı iddialar duyu modalitelerinin ötesinde gerçekleşen bilişsel süreçler düşünüldüğünde de bir sorunla karşılaşmaktadır. Dile özgü bilgilerin ne kadarının doğuştan olduğu -böyle bir şey varsa şayet- fikri, bilişsel bilim ve ilgili literatürün baskın konularından biri olmuştur ve bizlere geniş bir olasılıklar yelpazesi sunmaktadır. Örneğin bazıları (Pinker 1994; Chomsky 1975, 1980), çocukların çeşitli dilsel edimlerini (performance) açıklamaya yardım eden doğuştan bir spesifik yeteneğin varlığı yönünde çıkarım yapmışlardır. Diğerleri (Cowie 1999; Bates 1998; Bates vd. 1995) ise, bu kavramlaştırmayı evrimsel bir noktadan ele alındığında kontrolsüz ve kafa karıştırıcı bulmaktadır ve dilsel olmayan öğrenim etkenlerinin belirgin şekilde konuşulan dili niteleyen olasılık yelpazesini sınırlandırıp kontrol ettiğini iddia etmektedirler.

Bu son görüşe bir destek, dil ediniminin (language acquisition), çevreye maruz kalmanın da ötesinde, nasıl güçlü bir şekilde çalışma belleği (working memory) ve genel bilişsel gelişim (Seung ve Champman, 2000) gibi birtakım farklı etkene dayandığını gösteren delillerden gelmektedir. Örneğin ilk dil öğrenimi, çocukların halihazırda nesnelere dair bilgilerin ve deneyimlemiş olduğu olayların üstüne inşa edilmektedir; bu bilgisel arkaplan, çocuklara kelimeleri eşlemelerini sağlayacak bir zemin sağlamaktadır (değerlendirmeler için bkz. E. Clark 2004). Dil geliştirme yetisi, ayrıca kendilerine bakanlar ve diğer yetişkinlerden aldıkları enformasyondan da etkilenmektedir. Buna göre, daha sık duydukları sözcükler, sesler, çekimler (inflections) ve gramer yapıları gibi dilsel düzenliliklere (regularities) daha duyarlı ve bunları edinmeye daha yatkındırlar (Saffran vd. 1996; De Villiers 1985). Ayrıca, sosyal etkileşim de dil edinimi sürecinde elzem gözükmektedir. Çocuklar bir konuşma sırasında fiziksel olarak mevcut ve ortak dikkat (joint attention) [23] odağı olan şeyleri daha hızlı isimlendirmektedirler (E. Clark 2003; Tomasello 2003). Çoğunluğun genetik bir kökene sahip olduğunu düşündüğü Otistik Spektrum Bozuklukluğu (Autistic Spectrum Disorder, ASD) sahibi çocuklardaki dil gelişimi dahi, ebeveynlere bağlı ve cinsiyet, yüksek eğitim düzeyi gibi sosyal etkenlerle değiştirilebilmektedir (Grandgeorge vd. 2009). Aynı şey normal gelişim süreci için de geçerlidir; çocuğun sözcük bilgisinin (vocabulary) ciddi şekilde ebeveynlerinin leksikal zenginliklerinden, dil etkileşimi gözlemlerinden ve sosyoekonomik statüden etkileniyor gibi görünmektedir. (Hoff 2003; Hoff ve Naigles 2002).

Bu bulguların işaret ettiği noktalar, Dağıtımcı Olarak Beden tezini desteklemekte ve dil öğrenme süreçlerinin bireyin yetiştirildiği çevresel ve sosyal koşullara güçlü bir biçimde dayandığı fikrini öncelikli olarak vurgulamaktadır. Aynı zamanda dış dünyayla ve diğer bireylerle aracısız şekilde etkileşime girmenin (direct engagement) dilsel işlevselliği düzenlemektedir; bu işlevsellik ayrılmaz biçimde dilsel süreçlerin gerçekleştiği durumlara bağlıdır ve bu durumlardan gelen eylem potansiyellerini (affordances) ise kullanır niteliktedir.

Dağıtımcı Olarak Beden tezini destekleyen diğer deliller; erken yaşlarda jest farklılıklarının, çocukların sözcük bilgilerindeki eşitsizlikleri açıklamasından gelmektedir (Rowe ve Goldin-Meadow 2009a). Sözcüklerini çocuklarına aktarmakta sıklıkla jestlere başvuran ebeveynler, çocuklara belli anlamları ellerle öğrenme fırsatı yaratmakta ve bu ebeveyn-çocuk jest kullanımı; çocukların 14 aylıkkenki erken dönem jestleriyle, ilerleyen dönemlerdeki sözcük bilgisi becerileri ve kapasiteleri arasındaki korelasyonu açıklamaktadır. Her ne kadar jestler dil gelişimine aracılık eden tek etken olmasalar da; deliller güçlü bir şekilde, daha geniş bir bedenlenmiş etkileşim yelpazesine maruz kalmanın, leksikal zenginliği ve sözcük bilgisi gelişimini belirlediğini göstermektedir. Diğer bulgular (Rowe ve Goldin-Meadow 2009b; Rowe vd. 2008; Ozçalişkan ve Goldin-Meadow 2005; Iverson ve Goldin-Meadow 2005; Acredolo ve Goodwyn 1988) da aynı yönü işaret etmektedir: Oldukça sık bir biçimde jest kullanan ebeveynler çocuğu jest kullanmaya teşvik etmektedir; böylece jest kullanımı dil gelişimini etkileyebilir. Bu bulgular bir arada ele alındığında, eğer öğrenim beden tabanlıysa ve davranışların dilsel olmayan özellikleriyle ilişkiliyse (correlated), bazı doğuştanlık biçimlerine başvurmanın bu tür dil gelişimi özelliklerini açıklamakta pek kullanışlı olmadığını öne sürmektedir.

Dağıtımcı Olarak Beden tezine gelen destek jestin akıl yürütmedeki (reasoning) rolünü gösteren veriler ile artmaktadır. Simüle Edilen Eylem Olarak Jest (Gesture as Simulated Action, GSA) Çerçevesi’ne (Hostetter ve Alibabi 2008) göre jestler, insanların düşünme sırasında kullandıkları, eylemler ve algısal durumların zihinsel simülasyonlarından doğmaktadır ve sensorimotor alanların etkinliğini arttırarak, zihinsel canlandırma (mental imagery), muhakeme (judgement) ve problem çözmede kullanmak üzere bilişsel mekanizmaları etkilemektedirler (daha güncel bir tartışma için bkz. Alibabi vd. 2014).

Bedenlenme Tezi’nin hiçbir formunun, dil işleme ve bilişsel aktivitenin biyolojik temellerini reddetmediği bilinmelidir. Bu tezin karşı çıktığı şey, dil ve bilişsel gelişimin alana özgü ve nedensel olarak güçlü süreçler ve mekanizmalara dayandığı fikri üstüne inşa edilmeye devam edilen günümüz araştırma programlarının yeterlilik derecesidir. Bedenlenmiş bilişsel bilim, nöral olmayan yapıların basit birer ikincil kaynak olmadıklarını gösteren deliller ortaya çıkarmıştır. Bu yapılar daha ziyade, dilde ve algısal işlemede görev alan spesifik psikolojik kabiliyetlerin edinimini ve gelişmesini farklı yollardan desteklemekte, yapılandırmakta ve belirlemektedirler.

5. Bedenlenmiş Bilişin Empirik Alanları

Bu bölümde, bedenlenmiş perspektifin biliş ve zihin hakkında yeni bakış açılarını teşvik ettiği beş empirik alana odaklanıyoruz: görsel bilinç (visual consciousness), kavramlar (concepts), bellek, diğer zihinlerin anlaşılması ve ahlak bilişi. Bahsi geçen konuların beş tane olmasının nedeni verimli şekilde uygulanabilecek teorik araçların beşten ibaret olması değil, alan sınırlılığı ve anlaşılırlıktır (daha geniş bir uygulama yelpazesi hakkındaki kapsamlı bir sunum ve tartışma için bkz. Gibbs 2006).

5.1 Görsel Bilinç

Görsel bilinç, yaygın bir kitle tarafından beyinde olduğu düşünülen bir süreçtir. Ancak bilinçli deneyim ve nöral yapılar arasındaki ilişki, empirik ve felsefi olarak ihtilaflı bir konudur. Örneğin beyin plastisitesi, hem aynı bireyin farklı anlarında hem de aynı anda fakat farklı bireylerde, belirli bir bilinçli görsel deneyim için farklı nöral altyapılar (neural substrates) olabileceğini düşündüren şeyler ortaya koymaktadır. Buna ek olarak, kişi, beyin durumlarının (brain states) tek başına görsel olan bilinçli deneyim için yeterli olabileceğini (kısaca ‘minimal altyapı tezi’[24]) varsaysa da, yine de, görsel bilincin nöral bağıntılarının (correlate), sistematik şekilde algısal deneyim içerikleriyle eşleşip eşleşmediğini merak edebilir. Kaydadeğer sayıdaki nörobilimcinin eşleşen-içerik doktrini[25] üzerinde hemfikir olsa da; Noë ve Thompson’ın (2004) gösterdiği üzere bilincin nöral bağıntıları hakkındaki literatür, nöral durumların görsel olan bilinçli deneyimle içerik bakımından eşleştiği yönünde neredeyse hiçbir şey söylememektedir.

Bundan dolayı, görünüşte aşikar da olsa, beyin-merkezli görüş (ki bu Koch 2004; Chalmers 2000; Metzinger 2000; Crick ve Koch 1990, 1998; Crick 1996 gibi önde gelen akademisyenlerin desteğini alan bir görüştür) daha yakından bir inceleme neticesinde sorunlu gibi gözükmektedir. Bedenlenmiş bilişin savunucuları (bilhassa Noë ve Thompson, 2004; Noë, 2004; O’Regan ve Noë, 2001; Thompson ve Varela, 2001; Hurley, 1998), eşleşen-içerik doktrini ve minimal altyapı tezine gölge düşüren birtakım argümanlar öne sürmüşlerdir. Argümanlardan biri, görsel deneyim içeriklerinin özelliklerinin kıyaslanamaz (incommensurable) oluşuyla ilgilidir. Görsel deneyimin içeriği deneyimselken –yani, belli bir bakış açısına göre aktif ve dikkatsal olarak- temsillenmektedir,[26] bu özelliklerin hiçbiri, bir nöral temsil sisteminin içeriğine atfedilebilecek gibi gözükmemektedir (Noë ve Thompson 2004). Kaba tabirle, hayvanlar ve insanlar, dünyayı benmerkezli bir noktaya göre deneyimlerken ve fenomenolojik olarak dünyanın baş ve bedenin uygun hareketleriyle açığa çıkarılıp keşfedilen kısımlarına yönelirken (attend), nöronlar bunu yapmamaktadır (Noë 2004; O’Regan ve Noë 2001). Tıpkı görsel olan bilinçli deneyim duyumuzun sensorimotor olumsallıklarımız (contingency) -hareketin bir fonksiyonu olarak değişen duyusal uyarımlar hakkındaki bir dizi kural- üzerindeki örtük hakimiyetimize dayalı olması gibi bilinçli görsel deneyim de beceriye dayalı aktivitenin (skillful activity) geçici bir örüntüsüdür. Bu, bizim yaptığımız bir şeydir (Noë ve O’Regan 2002). (Bu iddianın anlamına dair, biri radikal ve biri ılımlı olmak üzere en az iki yorumlama getiren daha detaylı bir analiz, başlattığı tartışmaya dair değerlendirmelerle birlikte, Loughlin 2014, O’Regan 2011, Noë 2010, Shapiro 2010, Hickerson 2007’de bulunabilir.) Adı geçen yazarlar haklı olsalar da olmasalar da iddiaları kaydadeğer; zira bu iddia, nörobilimcileri ve filozofları, görsel bilincin zeminini anlamayagörece farklı şekilde yaklaşmaya itmiştir.

Örtük olmayan (explicit) görsel bilgimizin sınırlarının şaşırtıcı boyutlarını işaret ederek, görsel bilincin bedenlenmiş görüşlerine destek oluşturan, deneysel olarak oluşturulmuş iki çarpıcı fenomen bulunmaktadır. Bunların ilki değişim körlüğüdür (change-blindness) (Levins ve Simons 1997); bu fenomen, görsel sahnedeki değişimlerin, bir deneğin göz sıçraması (saccading) sırasındaki kısa periyotla koordine edilmesiyle ortaya çıkmaktadır. İkincisi, dikkatdışı körlüktür (inattentional blindness) (Mack ve Rock 1998; Simons ve Chambris 1999); bu fenomen ise bu tür değişimlerin, deneklerin yoğun dikkat isteyen bir göreve odaklandıkları sırada gelişmesiyle ortaya çıkmaktadır. Böylesi koşullar altında denekler; dans eden bir gorilin sahne ortasında yürümesi gibi, büyük ve (diğer gözlemciler için) çarpıcı görsel sahne değişimlerini dahi fark edip bildirmekte başarısız olabilmektedirler.

Bu fenomenler, beynin görüş alanının (visual field) detaylı ve isabetli içsel modellerini yeniden yapılandırdığı yönündeki geleneksel varsayımı sorgulanır hale getirmektedirler. Bu varsayım, yaygın olsa da, her biri bedenlenmiş görme (vision) perspektifine kaymayı teşvik eden iki önemli noktayı es geçmiştir:

a. Görme, zihinsel modeller yapılandırmaya adanmış bir beyin sürecinden ibaret değildir; daha ziyade tümden durumsal, bedenlenmiş, hareketleri görme faaliyetleri (visual agency) için elzem olan bir eyleyicinin yeteneğidir (krş. Gibson 1979).

b. Görsel işleme (visual processing), zamansal olarak genişlemiş bir aktivitedir; böylesi aktiviteler kısmen eyleyicinin kendisi tarafından yönlendirilirler.

Deneklerin görsel alandaki büyük değişiklikleri ve beklenmedik unsurları genellikle fark edebiliyor olmaları bazı şeyler gösterir. Mevcut amaçlar çerçevesinde en önemlisi, görsel olan bilinçli deneyimde dış dünyayla beceriye dayalı bir bağlantı kurulduğu ve bu deneyim büyük oranda, bir şeyi gözlerimizle, kafamızla ve bedenimizle görsel bilincimize getirmek için ne yaptığımıza dayanır. Bu, bizim bilinçli bir deneyime dahil olmak için bir şeyler “yapmamız” gerektiği ve yalnızca bedensel hareketlerimiz yoluyla dikkatsal süreçleri çevreye yönlendirebileceğimiz anlamına gelmektedir. Bu nedenle, beden ve dış dünya yalnızca nedensel etkiye kaynaklık ediyor değil; görsel bilince eylemselliğini (enactment) kazandıran aksamın nöral olmayan altyapısı görevi görmektedir.

Nörobilimin günümüzdeki durumu göz önüne alındığında, fenomenal deneyimin kafamızın içinde gerçekleşen süreçlerle açıklanamadığı çıkarımını kabul etmek zor gözükmektedir (Block 2005). Dağıtılmış (distributed) bilincin kaçınılmaz sonuçları bulunmaktadır. Örneğin kişi, aynı içsel duruma (internal state) sahip iki kişinin farklı çevrede olduklarında, bilinçli deneyimlerinin farklı olacağını ve kavanozdaki bir beynin herhangi bir görsel olarak bilinçli deneyim sahibi olamayacağını, bunun nedeninin kavanozdaki bir beynin beden sahibi olmaması nedeniyle çevreyle bizim normalde yaptığımız gibi etkileşemeyecek olması olduğunu varsayabilir.

Bu argümanların ne kadar ikna edici olduğundan bağımsız olarak; bedenlenmiş bilişsel bilimin, bilincin doğası hakkında ortaya çıkardığı asıl içgörü, görsel deneyimin niteliğinin dünyayla dinamik olarak bağlanma şeklimizin niteliğinden çıkmasıdır. Çevreyle sensorimotor bir eşleşme, organizmanın hareketin sahibi olduğu hissi için gereken propriyoseptif/kinestetik geribildirim ile donatmak adına elzemdir. Örneğin, bir nesneye dokunduğumuzda, bunun özgün bir deneyimini yaşamayız; ancak dokunurken ve dokunulurken hareket ettiğimizi, eylem halindeki bedenimizi kontrol ettiğimiz hissiyle birlikte deneyimleriz. Eyleyiciliğin (agency) (bireyin kendi bedenini kontrol ettiğini hissetmesi), çevreyle etkileşim için evrimleşen süreçlerden -bu, duyusal işleme ve motor kontroldür (Tsakiris vd. 2007; Berti vd. 2005; Haggard 2005; Farrer vd. 2003; Leube vd. 2003; Farrer ve Frith 2002; Chaminade ve Decety 2002)- köken aldığı ifadesi, bedenlenmiş deneyimin öz farkındalığı (self awareness) desteklediğini önermektedir.

Zıt, yine de bedenlenmiş ve yakın zamanda ortaya çıkan bir eyleyicilik ve ona dair bozuklukların bir açıklaması, fenomenolojik psikiyatrideki çalışmalara referans vermektedir (Fuchs 2011, 2010, 2009, 2005; Sass ve Parnas 2001; Stanghellini 2004). Burada, Frith’in (1992) bilinç, öznellik (subjectivity) ve eyleyiciliği, nedensel olarak ilişkili oldukları nörofizyolojik bağıntılarına ulaşaral “nöralleştirme” (neuralizing) girişimine, “yaşanan bedensellik” (lived corporality) fikrine büyük önem atfeden bir görüş tarafından meydan okunmaktadır.

Beyin görüntüleme çalışmaları, bilinç ve eylemin yakından ilişkili olabileceği görüşüyle tutarlı şekilde, şizofrenik hastalarda sıklıkla görülen kontrol delüzyonlarının[27], bir eylemin öngörülen sonuçlarının niyetlenilen motor komutları dizisine bağlayan mekanizmadaki bir hatayla ilişkili olduğunu göstermiştir (Frith vd. 2000). Bu türden yetmezlikler, kontrol ve bilinçli düşünceleri barındırma kabiliyetinin çevreyle etkileşimde kullanılanlarla aynı mekanizmaları kullanıyor olabileceğini ileri sürmektedir.

5.2 Kavramlar

Geleneksel açıklamalardaki genel bir varsayım, kavramların (concepts) bağlamdan bağımsız amodal semboller olduğu şeklindedir. Bu görüşle ilgili birtakım problemler bulunmaktadır ve araştırmalar, kavramsal kapasitelerin bedensel etkinlik örüntüleri anlamında yapılandırıldığını ve bu örüntüleri bünyesinde barındırdığını işaret etmektedir. Nesneler hakkında konuşmak ya da düşünmenin, önceki deneyimlerin yeniden aktivasyonunu beraberinde getirdiğini; bu nesnelerin algılanmasında ve bunlara yönelik eylemlerde kullanılan nöral devrelerin aynen kullanıldığını ve bunun multimodal enformasyona (multimodal information, renk, boyut, genişlik vb.) yeniden eylemsellik (re-enactment) kazandırılmasına yol açtığını işaret etmektedir. İlkesel olarak, kavramların modaliteye özgü özelliklerden ziyade soyut sembollerle temsillendiği ve bilişin sabit temsil formları gerektirdiği görüşünden ya vazgeçilmesi ya da bunların ciddi şekilde revize edilmesi gerekmektedir.

İnsanların kavramları değişik bağlamlarda oldukça farklı şekillerde yapılandırdığı (Solomon ve Barsalou 2001; Wisniewski 1998; Medin ve Shoben 1988; Barsalou ve Ross 1986), kavramsallaştırmanın (conceptualization) bireyler arasında değişkenlik gösterebildiği ve aynı bireyin farklı durumlarında da değişebileceğini deliller göstermektedir. Deneklerden, kuş ve sandalye gibi kategoriler için tanımlar yapmaları istendiğinde (Barsalou 1993), bir kişinin tanımında kullandığı özelliklerin yalnızca %44’ü bir başkasının tanımında da bulunmuştur. Ayrıca bireylerin aynı kategoriler hakkında yaptıkları tanımlamalar da iki hafta sonrasında muazzam değişkenlikler sergilemiştir.

Ayrıca, bir nesneyle ilişkilendirilen etkileşim örüntüsü, kavramsallaştırmanın yapılış şeklini etkileyebilir. Belli eşyalarla ve onların yapısal parçalarıyla, diğer insanlara nazaran daha sık ve daha geniş şekillerde uğraşan kişiler, bu nesnelerle etkileşimlerinin doğasını yansıtan temsiller geliştirme eğiliminde olacaktır. Şaşırtıcı olmayan bir şekilde, farklı ağaç uzmanları (bir taksonomist, bir peyzaj işçisi ve bir park bakım personeli gibi), ağaçları birbirinden ve uzman olmayanlardan farklı şekillerde kategorize edecektirler (Medin vd. 1997). Bu çalışmalar, algısal sembol sistemleri teorisinden hareketle başlayıp, ona güç katmaktadırlar (Barsalou 1999); ayrıca güçlü bir şekilde, insanların kavramsal işlemesi (conceptual processing) sırasında algısal ve motor mekanizmaların harekete geçtiğini işaret etmektedir. Çalışmalar aynı zamanda, tamamıyla modalitesiz kategorilerin nadir olduğunu; bunun sebebininse, soyut ya da somut olması fark etmeden kavramların modaliteye özgü alanlara dağıtılması (distributed) ve sensorimotor sistemlerde durumların yeniden etkinleştirilmesini de içermesi olduğunu ileri sürmektedir (Boronat vd. 2005; Gallese ve Lakoff 2005; Barsalou vd. 2003; Tranel vd. 2003; Beauchamp ve Martin 2007; Martin ve Chao 2001; Martin vd. 2000; Pulvermüller 1999; Martin vd. 1996).

Modalitelerin kavram temsillerinde başat bir rol oynadığı teorisine başka bir destek ise nitelik doğrulama (property verification) çalışmalarından gelmektedir (Solomon ve Barsalou 2001; Pecher vd. 2003). Nitelik doğrulama, belli bir modalitedeki bir niteliğin bir nesneye uyup uymadığına, örneğin işitsel (auditory) bir nitelik olarak gürültülünün MİKSER’in bir niteliği ya da bir görsel nitelik olarak yeşilin ELMA’nın bir niteliği olup olmadığına karar verilmesidir. Bulgular, deneklerin deney sırasında önceki modaliteyle aynı modalitedeki görevleri (ör. YAPRAKLAR-hışırtı), modalitenin farklı olduğu görevlere göre (ör. TURNA YEMİŞİ-mayhoş) daha hızlı ve isabetli yerine getirdiklerini göstermektedir[28] (Pecher vd. 2003). Bu etki, kavram temsilinin bir nesnenin soyut özelliklerini etkinleştirmediği, ancak farklı modalitelerdeki algı için kullanılanla aynı sistemi kullandığı varsayılarak açıklanmaktadır. Yani, eğer mikser sesini duymakta işitsel sistem kullanılıyorsa, bu durumda mikser sesini simüle ederken (kavramını oluştururken) işitsel sistemden yararlanılacaktır. Farklı modalitelerdeki daha yavaş yanıtlar, dikkatin değiştirilmesinden gelen yükle ilişkilendirilmektedir; modaliteleri değiştirmekte harcanan efor ise bilginin modalitesiz bir biçimde temsillendiği fikrinin aleyhindedir. Modalitesiz temsillerin doğru olması durumunda, aynı modalite ve farklı modalite koşulları arasında bir farka rastlanmaması gerekirdi.

Aynı mantıkla, çeşitli bedenlenme teorisyenleri, duygu kavramlarının temsillerinin dahi bedensel simülasyonlar üstüne kurulduğu ve bunun, göndergesi (referent) olan asli bir deneyim ile ilişkili davranış biçimlerini davranış biçimlerinin yeniden eylemselleştirilmesini (re-enacting) gerektirdiği hipotezini geliştirmişlerdir. Bu nedenle “iğrenme”, “korku”, ya da “öfke” gibi duygusal kavramlar amodal ve soyut bilişsel değerlendirmeler değil; yüz ifadelerini ve jestleri de içeren bedensel hislere gömülü (embedded) ve anlam üreten temsiller olabilirler (duyguların ve duygu kavramlarının bedenlenmesine ilişkin daha güncel bir tartışma için bkz. Niedenthal vd. 2014). Buna ilişkin bir başka bakış açısı, başkalarının duygularını anlamanın, kendimizdeki duygu kavram oluşumuna imkan veren sensorimotor sistemin üstüne inşa edildiğidir (Oosterwijk ve Barrett 2014).

Sensorimotor devrelerden, varlıklarının nedeni olan motor ve duyusal enformasyonun işlenmesi gibi durumlara ek olarak, kavram oluşumu veya dil işleme gibi nedenlerle de yararlanıldığı (recruited) ya da daha ziyade, bunların tekrar kullanıldıkları (re-used) gerçeği; güçlü bir şekilde biliş hakkındaki modal ve bedenlenmiş yaklaşımları amodal ve soyut yaklaşımlara üstün kılmaktadır. Aynı zamanda bu olgu; kortikal organizasyonun modülerite derecesi, beynin gelişimi ve bilişsel işlevlerin lokalizasyonu hipotezi gibi, zihin bilimlerindeki bazı konular hakkındaki perspektiflere de alternatif sunmaktadır (nöral yeniden kullanıma dair daha güncel bir teori için bkz. Anderson 2010).

Bu bulgular, geleneksel açıklamaların revizyonunu provoke etmişse de; sensorimotor süreçlerin kavramsal işlemenin (conceptual processing) fiziksel yapılandırıcıları oldukları şeklindeki spesifik çıkarım, veriler başka teorilerle de tutarlı olduğu için evrensel bir kabul görmemiştir (bkz. Mahon ve Caramazzda 2008; Rupert 2009b: ch.9–10).

5.3 Bellek

Birine nasıl kek yapılacağını anlatmak üzere mutfak gereçlerinin ve kek içindeki malzemelerin nasıl gösterildiğini hatırladığınızı düşünün. Geleneksel açıklamalar, enformasyon depolama ve yeniden erişim (retrieval), sensorimotor mekanizmalardan temel itibariyle bağımsız olduğunu savunacaktır. Ancak deneysel delillere göre hatırlama, mutfak gereçleri ve kek içindeki malzemelerin birbiriyle semantik ilgisine başvurmamakta; bunun yerine mutfaktaki hayali hareketimizin bir fonksiyonu olarak malzeme ve gereçlerin nerede olduğuna dair bir imge oluşturmaktadır. Ortam belleğe bizzat dışsal bir yardım sağlamaktadır ve konum içinde imgelenen bedensel eylemler, bir kek yapmak için neyin gerektiğini çözmemizi sağlayan enformasyona yeniden erişimi mümkün kılmaktadır (Cole vd. 1997). Enformasyonun geri çağrılması (recall) ve ona yeniden erişilmesi için gereken zamanın, gözlemcinin bedenine göre imgelenen uzamsal tasarımla sınırlandığı, farklı çalışma dizileriyle gösterilmiştir (Bryant ve Wright 1999; ayrıca bkz. Waller vd. 2008; Nori vd. 2004; McNamara 2003; Waller vd. 2002).

Aynı zamanda bedenlenmenin bellek üzerindeki etkileri, akıl yürütme ve dilin anlaşılması gibi belli görevlerin yerine getirilmesinde de bulunmuştur; ek olarak birtakım güncel çalışma, belleğin farklı bedensel kapasiteleri yansıttığını ileri sürmektedir (M. Wilson 2001; Glenberg 1997; Carlson 1997). Örneğin, sıklıkla konuşmaya eşlik eden el-kol hareketlerinin rolü yalnızca iletişimsel değil, ayrıca çalışma belleğinde uzamsal temsillerinin sürdürülmesini de sağlamaktır (Wesp vd. 2001). Ayrıca eylemselleşmiş (enacted) eylem cümleleri (action-phrases), salt sözlü kodlamadan (verbal encoding) belirgin bir biçimde daha kolaydır (bu konu üzerine bir değerlendirme için bkz. Engelkamp 1998). Bu etki, motor enformasyonun bellek izinin (memory trace) bir parçası olabileceğini göstermektedir; bu nedenle, yalnızca duyulan eylem ifadeleri, eylemselleşmiş eylem cümleleri kadar etkili olamamaktadır. Empirik literatür aynı zamanda, bellek izinin deneyimin edinildiği beden postürünü de içerdiği hipotezini desteklemektedir (Barsalou vd. 2003). Davranışsal veriler, uyumlu (congruent) ve uyumsuz (incongruent) postürlerden hareketle; bedenin, otobiyografik olayları geri çağırmaya dair ipuçları taşıdığını ve geçmişteki bir deneyim hakkındaki hatıraya yeniden erişimin, o deneyim sırasındaki postür tekrar kullanıldığında geliştiğini göstermektedir (Dijkstra vd. 2007). Bedenin sınırlandırıcı kapasitesine dair daha fazla delil, Presson ve Montello (1994) tarafından sağlanmıştır. Bu deneyde, deneklere ilk önce bir odadaki eşyaların konumlarını akıllarında tutmaları söylendi; sonrasında deneklerden, gözleri bağlıyken nesneleri işaret etmeleri istendi. Denekler bu görevi hızlı ve isabetli bir şekilde tamamladılar. Sonrasında bazı deneklerden 90° döndüklerini hayal etmeleri ve nesneleri tekrar işaret etmeleri istenirken, diğerlerine gerçekten 90° dönmeleri ve nesneleri o şekilde işaret etmeleri söylendi. Deneyin ikinci kısmında işaret etme görevinde yavaş ve isabetsiz olan tek grup, döndüğünü hayal edenlerdi.

Belleğe ilişkin deneysel fenomenler hakkında yakın zamanda yapılan, belleğin hangi açılardan bedenlenmiş bir beceri, yani bedensel deneyimi bütünleştiren bir süreç olarak anlaşılabileceğini açıklayan bilgilendirici bir incelemeyeSutton ve Williamson’ın (2014) çalışmasından ulaşılabilir.

5.4 Diğer Zihinler

Halk psikolojisi (folk psychology)[29], inançlar ve arzular gibi insan davranışlarını öngörmek ve açıklamak için kullanılabilecek içsel zihin durumları (mental states) açısından birbirimiz hakkında sahip olduğumuz, sağduyuya dayalı anlayıştır. Halk psikolojisini anlamakta kullanılan geleneksel bakış açısı, bu zihin durumlarını başkalarına atfetmekteki eğilimlerimizin içsel bir teori tarafından meydana getirildiğini önkoşul saymaktadır (Premack ve Woodruff 1978); halk psikolojisi hakkındaki bu “teori teorisi” görüşünün bazı çeşitlerinde bu içsel teori, beyindeki bir zihin teorisi (theory of mind) [30]modülü tarafından gerçekleştirilmektedir (Leslie 1987). Bu görüşün karşıtları, yani simülasyon teorisini savunanlar, teorilerin karakteristik özelliği olan soyut bir kuramlaştırmanın oynadığı rolü minimize etmekte, böyle bir zihin teorisi modülünün varlığını sorgulamaktadırlar. Onlara göre nörobilimdeki keşif ve bulgular, sosyal bilişi bedene dayalı bir simülasyon olarak gören ve bedensel durumları öznelerarasılığın (intersubjectivity) yapıtaşı olarak ele alan yaklaşımla tutarlıdır (Oberman ve Ramachandran 2007; Iacoboni ve Dapretto 2006; Rizzolatti ve Craighero 2004; Ferrari vd. 2003; Rizzolatti vd. 2001; Umiltà vd. 2001; Gallese ve Goldman 1998; Rizzolatti ve Arbib 1998).

Makaklar ve insanlarda ayna nöronların keşfi -hem bir eylemi gerçekleştirirken hem de aynı eylemin başka bireylerce gerçekleştirildiğini gözlemlerken ateşlenen, sensorimotor özelliklere sahip hücreler- simülasyoncu teorisyenler ve diğer teori-teorisi karşıtları tarafından güçlü bir biçimde, açıklamalar sunmakta kullandıkları kendi çerçevelerini desteklemek üzere benimsenmiştir. (İnsanlarda bir ayna nöron sistemi olduğunu göstermeyi amaçlayan fMRI ve PET çalışmalarının eleştirel değerlendirmeleri için bkz. Turella vd. 2009; ayrıca bkz. Hickok 2008.)

İnsanlarda bir ayna sistemini dolaylı olarak destekleyen deliller; serebral ritmin, posterior alfa ritminin ve merkezi mu ritminin tepkiselliği üzerine, eylem gözlemiyle (action observation) birlikte yapılan çalışmalardan gelmektedir. Mu ritmi motor dinlenme sırasında görülürken, aktif hareketler yapıldığında kaybolmaktadır. Elektrofizyolojik sonuçlar, başka bir birey tarafından gerçekleştirilen bir eylemi izlemenin (observing), gözlemcinin mu ritmini bloke ettiğini göstermiş, böylece gözlemlenen eylemi deneğin kendi motor repertuarının eylemine bağlayan bir rezonans sistemine delil sağlamıştır (Oberman vd. 2005; Cochin vd. 1998; Gastaut ve Bert 1954, Cohen-Seat vd. 1954). İnsanlarda bir gözlem/gerçekleştirme eşleştirmesi sisteminin varlığını destekleyen başka bir delil, transkraniyal manyetik uyarım[31] çalışmalarından gelmektedir (Fadiga vd. 1995). Normal katılımcıların sol motor korteksleri, hem hedefsiz hem de hedef güdümlü kol hareketlerinin gözlemlenmesi sırasında uyarıldı ve çeşitli el kaslarının motor kaynaklı potansiyelleri (motor evoked potentials) kaydedildi. Sonuçlar, katılımcıların normalde gözlemlenen eylemi yapmakta kullandıkları motor kaynaklı potansiyellerin seçici bir şekilde arttığını gösterdi. Bu, birinin bir kahve bardağını kavradığını gözlemlediğimizde, bizim kavrama hareketimizi kontrol eden nöral popülasyonun aynen aktive olduğu anlamına gelir.

Buna göre; başkalarını kendimiz gibi kişiler olarak tanımamızı doğrudan mümkün kılan şey soyut, çıkarımsal ve teori benzeri süreçler neticesinde değil de, eylem halindeyken gözlemlenen bedenin bedenlenmiş taklididir. Eylem anlayışının bir rezonans mekanizmasından temel aldığı hipotezi, hareket betimlemelerine (movement descriptions) dayanan başka süreçlerin bu işlevi etkileyebileceği ihtimalini dışarıda bırakmamaktadır. Tüm yaptığı, gözlem ile eylemin gerçekleşmesi arasındaki doğrudan, otomatik ve farkındalık öncesi (prereflexive) eşleşmenin önceliğini vurgulamaktır. Bu önermeyi kabul etmek, eylem ve düşünce arasındaki geleneksel gerilimi kayda değer biçimde azaltmaktadır; zira bu önermeye göre başkalarının davranışlarının anlamını tespit etme (detect) kabiliyeti, kendi motor davranışlarımızı modellemekte kullandığımız kaynaklardan yararlanmamıza bağlıdır.

Yakın zamandaki bir makalesinde Craighero (2014), ayna nöron literatürünün ana bulgularını inceliyor ve eylemleri kodlamaya adanmış bir sistemin, yeni motor beceriler edinmeyi sağlaması da dahil muhtemel işlevlerini tartışıyor.

5.5 Ahlak Bilişi

Ahlak teorisinin son birkaç yüzyıldaki baskın geleneği, aklı (reason) ahlaki düşüncenin (moral thought) ve ahlaki davranışın merkezine yerleştirdi. Kohlberg’in ahlak bilişi üzerine olan bilişsel gelişimsel çalışması (1969), bu anlayışı yansıtmaktadır. Kohlberg, istikrarlı bir şekilde, klasik bilişselcilikle (classic cognitivism) aynı doğrultuda, duyguların ve beden durumlarının aklen göz önünde bulundurulabileceği, ancak ahlaki kararlara nihai şeklini veren şeyin saf akıl olduğu rasyonalist bir modeli desteklemiştir. Onun paradigması, alandaki başat çalışmaların ekseriyetine ilham vermiştir. Bu çalışmaların tamamı, ahlak alanındaki bilişsel süreçlerin duygu ve bedenin yönelimlerinden ayrık olduğu genel kanısını taşımaktadır.

Bedenlenmiş ahlak bilişindeki yeni çalışmalar bu paradigmaya meydan okumaktadır. Örneğin, sosyal sezgici (social intuitionist) modeller, ahlaki yargıların afektif (affective) bileşenlerinin sonucu gibi göründüğünü iddia etmektedirler (Greene ve Haidt 2002; Haidt vd. 1993). Zararsız ancak güçlü bir duygusal yanıta/tepkiye yol açabilecek eylemler betimlendiğinde (ör. kişinin araba kazasında ölen köpeğini yemesi) denekler, genellikle sözlü olarak betimlenen eylemin yanlış olduğu hükmünü vermişlerdir. Deneklere hükümlerini gerekçelendirmeleri için baskı yapıldığında, tipik olarak eylemle ilişkilendirilmiş fakat mevcut olmayan zararlara odaklanırlar; bu da bilinçli akıl yürütmenin, yanlışlık (wrongness) muhakemesinin iyi bir göstergesi olmadığını gösterir. Eğer afektif tepkiler ahlaki muhakemeye nüfuz eden bir role sahipse, bu rol bilinçli refleksiyondan (reflection) kaçabiliyorsa (ve hatta onun tarafından maskeleniyorsa); bu durum, ahlak bilişinin soyut akıl yürütmeden (abstract reasoning) ziyade “iç sesimiz”[32] ile şekillendirilip sınırlandığını öne sürmektedir.

Ahlak bilişinin bedenlenmiş doğasını destekleyen başka örnekler, doğrudan iğrenme/tiksintiye (disgust/repugnance) yönelik yapılan deneysel çalışmalardan gelir (Lerner vd. 2004; Wheatley ve Haidt, 2005). İğrenme; mide bulantısı, mide-dönmesi, boğazda düğümlenme, istifra etme, dilin kusma refleksindeki gibi dışarı çıkması ve burun büzüştürme gibi güçlü fiziksel bileşenler ve gözlenir bedensel değişimler barındırır. İğrenme, alınan gıdanın kaçınılması ya da uzaklaştırılması gereken bir şey olduğu anlamına gelecek şekilde yemeğe ilişkin bir reaksiyon olarak evrilmişse bile, aynı zamanda kapsamı ahlak bilişi alanına uzanmış sosyal bir ret duygusudur (Niedenthal vd. 2005; Prinz 2004).

Örneğin güncel çalışmalar, kötü bir kokuya ya da kirli görünen bir odaya maruz kalınca ortaya çıkan iğrenme hissinin ahlaki hükümleri daha ciddi hale getirdiğini göstermiştir (Schnall vd. 2008a). Çalışmalar ayrıca, kendilerini fiziksel olarak temizleyen deneklerin, bu temizlik manipülasyonuna maruz kalmamış katılımcılara göre bazı ahlaki davranışları daha az yanlış bulduklarını göstermiştir (Schnall vd. 2008b). Bu “ahlaki katılık” etkileri, belli konuların ya da kitlelerin ahlaki değerlendirmeleri için dahi ortaya konabilmektedir. Güncel başka bir çalışmada (Inbar vd. 2009) araştırmacılar, insanların gey ve lezbiyenler hakkında yaptıkları değerlendirmelerin tiksindirici kokuların bulunduğu bir odadayken, kokunun olmadığı odada olanlara göre daha olumsuz olduğunu göstermiştir. Hatta öfkenin de ahlaki muhakemeye açık temsilleri derin bir şekilde etkilediği gösterilmiştir. İşe giderken trafikte meydana gelen bir olay, iş görüşmelerindeki aday değerlendirmelerinde önyargıların etkisi altında daha fazla kalmaya yol açabilmektedir (DeSteno vd. 2004).

Algı, duygu ve muhakemenin sensorimotor mekanizmalarda temellendiği yönünde giderek artan deliller, bedene özgülük (body-specificity) tezini teşvik etmiştir (Casasanto 2011, 2009; de la Vega vd. 2012; Brunyé vd. 2012). Bedene özgülük tezi, farklı beden tiplerine sahip insanların farklı düşünme eğiliminde olduğu iddiasıdır. Örneğin sağlaklar, “iyi” ve “kötü”yü kültürel adetlere göre değil de olduğu motor baskınlık bakımından kavramsallaştırırlar ve sağ taraflarında bulunan insanlar ya da nesnelerle ilgili olarak olumlu değerlendirmeler yapma eğilimindedirler (Casasanto 2014, 2009, Casasanto ve Henetz 2012). Bu içsel uzam-bileşke (space-valence mapping) eşleştirmesi, beden-çevre etkileşimlerindeki değişiklikler yoluyla manipüle edilebilir. Baskın ellerini kullanamayan ya da motor akıcılıklarını engelleyecek bir eldiven takan denekler, uzam-bileşke ilişkilendirmelerinde gerileme yaşarlar (Casasanto ve Chrysikou 2011). Afektif muhakemenin çevreyle kurulan bedensel etkileşim örüntülerini nasıl içerdiğine ve bir bedenlenmiş kabiliyet yelpazesiyle nasıl sınırlandığına dair detaylı bir değerlendirme için bkz. Casasanto 2014.

Deneysel literatür, kişinin kendi bedensel belirtileri ve afektif reaksiyonlarının (ör. mide bulantısı, uyarılma) özgülüğünün (specificity), sosyal ve ahlaki alanlardaki bilişsel işlemeyi (cognitive processing) yönlediren ve sınırlayan şeyler olduklarını önermektedir. Literatür buna ek olarak, deneklerin bu belirtileri ve reaksiyonları sergilemediği ya da kullanmadığı durumlarda güçlü etkilere sahip yetmezliklerin geliştiğini de öne sürmektedir. Damasio’nun somatik belirteç (somatic marker) hipotezi (1994, 1996), normalde duygusal deneyimlerde tetiklenen bedensel durumların, belli durumların her oluşumunda ya da düşünülmesinde tekrar eylemsellik kazandığını (enact) ve bu fenomenin, bireyin eylem planının zararlı sonuçlarından etkilenmediğini iddia etmektedir. Bireyin bu hisleri (hem pozitif hem negatif) olgular hakkındaki bilgisiyle bütünleştirme kapasitesi ventro-medial-prefrontal korteks (VMPFC) lezyonlu hastalarda olduğu gibi ciddi şekilde kısıtlandığında, muhakeme ve karar alma kabiliyetleri oldukça bozulmaktadır. Bir “kumar görevi”nin ortaya çıkardığı üzere (Bechara vd. 1994), bedenlenmiş durumların (ör. ileriye dönük deri iletkenlik yanıtı[33]) yokluğunda, VMPFC hastaları farklı eylemlerle ilişkili olası sonuçlar hakkında temel bir bilgi kaynağına erişemezler (ayrıca bkz. Bechara vd. 2000). Eğer Damasio’nun hipotezleri doğruysa, çeşitli ahlaki muhakeme türlerinin işaret ettiği afektif ve bedensel geri bildirimler yalnızca o anki durumun farklı şekillerde anlaşılması ve kavramlaştırılmasına yol açmıyor, aynı zamanda bilişsel süreçleri gerçekleştiren fiziksel aksamın da bir parçası oluyor.

Sensorimotor aktivite ve merkezi bilişsel işlemenin birbirine önceden düşünülenden daha derin şekilde bağlı olduğu ve nöral aktiviteyi düzenlediği, ayrıca bedensel aktivitenin nöral aktiviteyi sınırlandırabildiği, dağıtabildiği ve regüle edebildiği fikrini destekleyen pek çok deneysel veri olduğunu düşünsek de, bedenlenmiş bilişsel bilimden aynı zamanda biliş ve zihin hakkındaki daha radikal felsefi fikirlerin savunulmasında da yararlanılmaktadır. Örneğin, 3. Bölüm’de belirttiğimiz üzere, bedenlenmiş bilişin, bilişin bedene (ve nihayetinde çevreye, bkz. A. Clark 2008) sızdığını belirttiğini iddia edenler de vardır. Bilişin kafatası sınırları dahilinde olduğu geleneksel görüşünü savunanlar buna yanıt olarak hem bu çıkarımın hatalı olduğunu, hem de çıkarımın ulaştığı görüşün mantıksız ve metafiziksel olarak aşırı olduğunu ileri sürmüşlerdir (Rupert 2009b; Adams ve Aizawa 2008; Aizawa 2007). Böylesi daha felsefi sorunları, aşağıdaki 6. Bölüm’de ele alacağız.

6. Bedenlenmiş Bilişe Dair Daha Keskin Fikir Ayrılıkları

Bedenlenmiş bilişin 4. Bölüm’de tartıştığımız üç konuda -zihnin modüleritesi, zihinsel temsillerin doğası ve zihin hakkındaki doğuştancılık- yarattığı farklar, zihin felsefesi ve bilişsel bilimde sürmekte olan birer tartışma konusudur. Aynı durum, 5. Bölüm’de anlatılan belli deneysel sonuçların yorumlamaları için de geçerlidir.

Bize göre, bu fikir ayrılıklarının bazıları, hem bedenlenmiş bilişsel bilim hakkındaki daha keskin ayrışmaları yansıtmakta hem de onları daha da keskinleştirmektedir. Yazının nihayete erdiği bu bölümde, böylesi dört konuyu ele alıyor ve tartışmamızı şu dört sorunun etrafında şekillendiriyoruz:

1. Bedenlenmiş bilişsel bilimin deneysel araştırmalara katkısı nedir?

2. Bedenlenmiş bilişsel bilimden gelen bulgular, geleneksel bilişsel bilimin araçlarıyla ne kadar aydınlatılabilir?

3. Bedenlenmiş biliş ve genişletilmiş zihin tezi arasındaki ilişki nedir?

4. Bilişin bedenlenmesi eyleyicilik, benlik ve öznellik hakkında hangi çıktıları kabul ediyor?

Buradaki hedefimiz, yukarıdaki sorulara geniş kapsamlı yanıtlar sunmak değil, fakat kısaca, çağdaş bedenlenmiş biliş çalışmaları incelememizin bu soruların ortaya attıkları meselelere dair ne söylediğini incelemektir. Her birini sırayla ele aldık.

6.1 Empirik Araştırmalara Katkılar

Bedenlenmiş bilişsel bilim, geleneksel bilişsel bilime dair çeşitli memnuniyetsizliklerden köken aldığı kadar, biliş hakkında yeni sorular da keşfetmiş ve ortaya koyduğu bazı sonuçlar beklenmedik olmuştur. Önceki bölümde gördüğümüz üzere, bedenlenmiş bilişsel bilim ilginç, yeni ve ihtilaflı empirik çalışmalar üretmeye devam ediyor. Bu bakımdan, bedenlenmiş bilişsel bilim basitçe (veya ağırlıklı olarak) empirik içerikten yoksun bir felsefi mantradan ibaret olmayan, aksine biliş üzerine geliştirilmiş, empirik yönü ve duruşu şüphe götürmez bir dizi bakış açısıdır.

Ancak kişinin, “bedenlenmiş biliş”in empirik katkılarına dair bu soruya karşı alabileceği, daha temkinli başka bir tutum daha vardır. Bedenlenmiş bilişsel bilimin deneysel “cazibesi” konusunda şüphe yoksa da; söz konusu çalışmaların geleneksel görüşlere ne düzeyde meydan okuduğu veya Bedenlenme Tezi’nin bahsi geçen belirleyici formlarından -Sınırlandırıcı Olarak Beden, Dağıtımcı Olarak Beden ve Regülatör Olarak beden- birine ne kadar gereksinim duyduğu soruları akıllara gelebilmektedir. Örneğin, Lawrence Shapiro (2011), Lakoff ve Johnson’ın metafor, düşünce ve beden hakkındaki görüşlerinin, geleneksel bilişsel bilimin, bilişin merkezi olarak içsel zihinsel temsiller üzerine yapılan işlemlemeleri barındırdığı gibi ana ilkeleriyle tamamen uyumlu olduğunu iddia etmiştir (ayrıca bkz. Shapiro 2010). Robert Rupert (2009b), daha genel bir yaklaşımla, bedenlenmiş bilişin empirik bulguların ve geleneksel bilişsel bilimin çekirdeğindeki varsayımların birbiriyle uyumlu olduğunu savunmuştur. Benzer şekilde Fred Adams (2010), kişinin, bilişin bedenlenmesini destekleyen argümanlardaki empirik ön kabuller ile mecburi mantıksal-metafiziksel ön kabulleri birbirinden ayırması gerektiğini ve ikinci grubun nadiren desteklenmektedir. (Adams, Glenberg’in anlamın eylem potansiyeli [meaning affordances] üzerine çalışmalarına odaklanmaktadır [Glenberg ve Kaschak 2002; ayrıca bkz. Glenber ve Robertson 2000, Glenberg vd. 2005] ancak iddiaları oldukça genel kapsamlıdır.) Bu perspektife göre, kişi bedenlenmiş bilişsel bilimin empirik ürünlerini elekten geçirip, onları bu harekete karakterini veren devrimsel ve felsefi kalıntılarından ayıklamalıdır. Bu mesele ise bizi bir sonraki meselemize taşıyor.

6.2 Geleneksel Bilişsel Bilimde Barınmak

Çoğunlukla, bedenlenmiş bilişsel bilimin devrim niteliğinde gelişmeler sağlayıp sağlamadığı sorgulaması, genel değerlendirmelerle -mesela teorinin verilerle ispatının yetersiz kalması gibi bir eleştiriyle- değil, belli empirik çalışma sonuçlarının detaylı değerlendirmeleriyle yapılmaktadır (ancak, krş. Rupert 2009b: 11. Kısım). Bu tür bir argümana ihtiyaç duyulduğunu kabul ediyoruz ve böylesi bir argüman, özellikle de “bedenlenmiş biliş” adını taşıyan çalışmaların çeşitliliğini göz önünde bulundurursak, doğası gereği bayağı zaman ve imkan ister. Bu zaman ve imkan isteme hali, bedenlenmiş biliş savunucularının karşısına çıkan bu tür zorlukları değerlendirirken daha da öne çıkmaktadır. Şimdi durup, buradaki diyalektiğin durumuna genel bir şekilde değinip, ispat yükümlülüğü olduğuna inandığımız yerleri belirteceğiz.

Diyelim ki; geleneksel bilişsel bilimin bilişin bedene belirgin bir şekilde bağlı olmadığı doğrultusunda bir odağı ve yönelimi olduğu iddiasını olduğu gibi kabul ediyoruz. Bu durum, geleneksel bilişsel bilimin Bedenlenme Tezi ile karşılaştırılmasındaki açıklama gücüne dair ne söylemektedir? Hatırlayın, Bedenlenme Tezi’nin bilişin bedene bağlılığının doğasıyla ilgili üç belirleyici tez bakımından analizini yapmıştık ve her birinin kendine has sonuçları bulunuyordu:

Sınırlandırıcı Olarak Beden: Bir eyleyicinin (agent) bedeni, eyleyicinin bilişsel sisteminin işlediği (processed) temsillerin doğasını ve içeriğini belirgin şekilde sınırlandırma işlevi görmektedir.

Dağıtımcı Olarak Beden: Bir eyleyicinin bedeni, işlemlemesel ve temsilî yükün nöral ve nöral olmayan yapılar arasında dağıtımını sağlama işlevi görmektedir.

Regülatör Olarak Beden: Bir eyleyicinin bedeni, bilişsel aktiviteyi zaman ve mekanda regüle eder, biliş ile eyleyicinin sıkı koordinasyon içinde olmasını sağlar.

Bu görüşlerin geleneksel bilişsel bilimi zorladığı noktaların birine ya da daha fazlasına karşı koymak isteyenlerin iki ana seçeneği vardır: bahsi geçen tezlerin doğruluğunu reddetmek ya da bu tezlerden yapılan, geleneksel bilişsel bilimin neyi açıklayabileceğine dair çıkarımları reddetmek.

Geleneksel bilişsel bilim savunucuları bu alanda kayda değer bir diyalektik güce sahip; bedensel bilişsel bilimin meydan okumalarına direnirken, tanıdık bir argümentatif stratejiyi etkili bir biçimde kullandılar: bu bedenlenme tezlerinden bir ya da daha fazlasının zayıf veya sınırlı bir alanda doğru olduğunu kabul etmek ama böylesi tezlerden gelen çıkarımların, işlemlemeselcilik (computationalism) ve temsilcilik (representationalism) gibi görüşleri reddetmeyi sağlayacak mesafeyi asla kat edemeyeceğini savunmak (Adams 2010, Rupert 2009a, 2009b). Bu strateji, bedenlenmiş bilişsel bilime ciddi bir sempati duyanların da etkili biçimde kullandığı bir yöntemdi (ör. Shapiro 2010, 2011). Bu nedenle ispat yükümlülüğü şu an, adil bir şekilde, bedenlenmiş bilişin, gerçekten bu mesafenin nasıl aşılacağını göstereceğine yönelikdevrim niteliğindeki vaadin sahibi olan bedenlenmiş bilişsel bilim savunucularının sırtındadır.

6.3 Bedenlenmiş Biliş ve Genişletilmiş Zihin Tezi

Bedenlenmiş bilişin radikal bir ucu olduğu kabul gören böylesi bir çıkarım, Genişletilmiş Zihin Tezi’dir (Extended Mind Thesis). Bu teze göre bir eyleyicinin zihni ve onla ilişkili bilişsel işleme, ne kafatasıyla sınırlıdır ne de bedenle; bu özellikler eyleyicinin dış dünyasına kadar uzanmaktadır (extend). Bedenlenme Tezi’nden farklı olarak, bu tez işlevselciliğin (Harman 1988), işlemlemeselciliğin ve bireyciliğin (R. Wilson 1994, 1995: 3 ve 4. Kısımlar) ve inancın (Clark ve Chalmers 1998) açıkça felsefî güdümlü tartışmalarından ileri gelmektedir. Bu nedenle tez, bilişsel bilimdeki empirik çalışmalarla, bedenlenmiş biliş fikrine nazaran farklı türden bir ilişki içindedir. Bölüm 1’de belirttiğimiz gibi, farklı tarihçelere sahip olmalarına karşın, bedenlenmiş biliş ve genişletilmiş biliş yakın zamanda aynı daldan çıkan iki çiçek gibi, durumsal bilişsel bilimin türleri olarak görülmeye başlamışlardır.

Dikkat çekilmesi gereken ilk nokta, Bedenlenme Tezi’nin üç belirleyici formundaki hiçbir şeyin genişletilmiş zihin tezini zorunlu kılmadığıdır. Bu nedenle, bilişin bedenlendiği (daha kesince bir söylemle: sınırlanmış, dağıtılmış olduğu ya da regüle edildiği) görüşü, bilişin genişletilmiş olduğu görüşünün reddiyle uyumludur. Dağıtımcı Olarak Beden tezi dahilinde ifade edildiği üzere, belki bilişsel işleme beden tarafından nöral ve nöral olmayan kaynaklara dağıtılmaktadır; ancak ilişkili nöral olmayan kaynakların tamamı bedenin sınırları içinde yer almaktadır. İnanıyoruz ki bu, bedenlenmiş bilişsel bilim camiasının çekirdek kitlesinin sahip olduğu tutumdur. (Örnek olarak Barsalou’nun yakın zamanda [2008] “temellenmiş biliş” [grounded cognition] üzerine yazdığı ve içinde genişletilmiş biliş hakkındaki herhangi bir büyük felsefi literatürü anmadığı inceleme makalesi, bu türden bir ilişkiye bir örnektir.)

İkinci olarak, genişletilmiş zihin tezi savunmalarının en etkili olanları çoğunlukla sadece bedene, işlemlemeselcilik ve bireyciliğe (R. Wilson 1994), dağıtılmış ve grup seviyesi bilişe (Hutchins 1995), benzerlik ilkelerine[34] (Clark ve Chalmers 1998) ve gerçekleşmeye (realization) (R. Wilson 2001; 2004: 5- 6. Kısımlar) ilişkin şeylere yalnızca uzaktan değinerek başvurmaktadır. Bu nedenle, bu argümanlar ve varsayımsal olarak savundukları genişletilmiş zihin görüşü hakkındaki tartışmalar, yalnızca son zamanlarda savunucuları (R. Wilson 2010; A. Clark 2003, 2008) ve eleştirenleri (Adams ve Aizawa 2008; Rupert 2009b) tarafından birbiriyle ilişkilendirilmiştir. Bu güncel birleşik değerlendirme, hem bedenlenmiş hem de genişletilmiş biliş tartışmalarının yararına olmuştur.

Bu nedenle ve üçüncü olarak, birbirlerinden bağımsız olmalarına rağmen, bazıları bu görüşlerden birine katkı sağlayan en güçlü argümanların diğerini kabul etmek için de güçlü nedenler sunduğunu iddia etmektedir. Örneğin Andy Clark (2008), bilişin aktif bedenlenmesinden genişletilmiş zihin tezine uzanan bir şekilde ele almaktadır. Benzer şekilde bu görüşlerden birine gelen en güçlü itirazlar aynı zamanda diğerine yöneltilen itirazın da temelinde karşımıza çıkabilmektedir. Örneğin Adams ve Aizawa (2008) ile Rupert (2004, 2009b) gibi genişletilmiş zihin tezini eleştiren isimler, tezi savunanların bilişin dışsal nedenleri ile dışsal bileşenlerinin birbirine karıştırıldığını ya da ikisi arasındaki ayrımın atlandığını savunarak itiraz ettiler. Bu “eşleşme-yapılanma safsatası” (coupling-constitution fallacy), halihazırda Alva Nöe’nin (2004) algısal deneyimin sensorimotor kabiliyetlerce yapılandırıldığı görüşü gibi belli bedenlenmiş biliş görüşlerine karşı kullanılmıştır (bkz. Prinz 2009; Aizawa 2007; Rupert 2006; Block 2005). Her ne kadar bedenlenmiş ve genişletilmiş biliş arasında böylesi argümanların ve itirazların diğerine aktarılamadığı durumlar olsa da, önceden tanımlanmış bazı benzerlik değerlendirmeleri ispat yükümlülüğünü bu farklılıkların bulunduğunu iddia edenlerin omzuna yüklemektedir.

Dördüncüsü, bedenlenmiş ve genişletilmiş bilişin birlikte ayakta kaldığı veya çöktüğünü düşünmek için daha köklü nedenler de olabilir. Örneğin Rupert (2009b), yakın zamanda, bilişin sınırları hakkında bilişsel sistemler görüşü olarak adlı görüşü destekleyen bir durumdan yararlanarak, hem bedenlenmiş hem genişletilmiş bilişe kısmen karşı çıkan bir argüman geliştirmiştir. Bu görüşe göre, elimizdeki en iyi empirik bilimle anlayabildiğimize göre, biliş beyinde başlayıp beyinde bitmektedir. Eğer Rupert haklıysa, bu durumda biliş ne bedenlenmiş ne de genişletilmiştir; zira her iki görüş de bütünleşik bilişsel mimarilerin (integrated cognitive architectures) beyne bağlı doğasının bağımsız yönelimli (independently motivated) bir ifadesiyle uyumlu değildir.

Aksine, durumsal bilişin bilişsel genişleme olarak genel bir kavramsallaştırmasını yaparken, Wilson ve Clark (2009) “doğru şekilde anlaşılan pek çok bedenlenmiş biliş formunun, yalnızca burada bahsini yaptığımız bilişsel genişleme çeşitlerini içereceğini” iddia ettiler (sf. 56). Bu, bu metnin yazarlarından birinin (R. Wilson 2010) açıkça bedenlenmiş ve genişletilmiş bilişi birbirine bağlayan aşağıdaki argümanı sunarak nihayete erdirmeyi denediği bir vaatti:

1. Bazı görsel süreçlerin işlevi, eylemi görsel enformasyon yoluyla yönlendirmektir.

2. Bu işleve ulaşmanın başlıca yollarından biri, görsel işlemenin aktif bedenlenmesinden geçmektedir (Dağıtımcı Olarak Beden’e uyarak)

3. Görsel süreçler bu anlamıyla, şayet doğal çevrelerindeki normal işlemleri (operation) sırasında, bu süreçler bedensel aktivitelerle işlev sağlayan bütünleşik bir sistem oluşturacak şekilde eşleştirilirse, etkin şekilde bedenlenmiştir.

4. Ancak aktif biçimde bedenlenmiş görsel süreçler, bu bakımdan, aynı zamanda genişletilmiştir. Bu da demektir ki;

5. Bazı görsel süreçler ve bu süreçleri fiziksel olarak teşkil eden (constitute) görsel sistemler genişletilmiştir.

Aşikar ki, öncülünün Bedenlenme ve Genişletilmiş Zihin tezleri arasında bariz bir bağlantı kurduğu üzere, madde (4) bu argümanın çıkarımına şüpheyle yaklaşanların irdelemek isteyeceği bir noktadır. Bunun (1)-(3) maddelerini kabul ederek yapılıp yapılamayacağı ise belirsizdir ve böylesi bir konuyu ele almak bu tartışmanın üstüne daha fazla eğilmeyi gerektirmektedir.

6.4 Eyleyicilik, Benlik ve Öznellik

Eğer zihin kafatasıyla sınırlı değilse ve en azından bedenlenmişse, hatta dahası belki de genişletilmişse, bu durumda benlik, öznellik ve bilinç hakkında hangi görüşü benimsemeliyiz? Clark ve Chlamers’ın (1998) sondan bir önceki paragrafı, basit bir tabirle, zihin nereye giderse benliğin de oraya gittiğini savunmuştur: örneğin, eğer zihin genişletilmişse, benlik için de aynı şey geçerlidir (ayrıca bkz. A. Clark 2001, 2003). Kişinin benliğinin neliği (identity) için önemli olan şey doğası gereği bilişsel olduğuna göre, en azından benlik ve kişisel kimlik (identity) üzerine geleneksel görüşlere göre, bu “benlik-zihni-takip eder” görüşü doğal bir ön varsayım gibi gözükmektedir.

Eğer benliğin sınırları, benlik-zihni-takip eder fikrinin işaret ettiği üzere zihnin sınırlarıyla birlikte kafatasının dışına ve bedene, hatta bedenden dış dünyaya geçerse, bu durumda bedenlenmiş ya da genişletilmiş bilişin otonomi, sosyallik, kişisel kimlik (personal identity) ve sorumluluk hakkında ilginç sonuçları olacaktır. Örneğin bu, bazı durumlarda birinin bedenini çevreleyen alana (peripersonal space) ve hatta kişiye ait belli şeylere müdahil olmak, o kişinin bedenine müdahil olmakla karşılaştırılabilecek derecede önemli bir ahlakîliğe ulaşmasına yol açabilir. Ek olarak, Clark ve Chalmers’ın (1998) son paragraflarında dile getirdikleri üzere, sosyal aktivitenin belli formları bir tür düşünce etkinliği olarak yeniden ele alınabilir. İnsan karar alma mekanizmalarının sosyal dağıtımı aynı zamanda bireyin kural ihlallerindeki (transgression) sorumluluklarını azaltabilir, bu da yasal suçluluk atfetme uygulamalarımızda ciddi bir dallanma yaratacaktır. Gerçekten de eğer durumsal güçler ve çevresel olumsallıklar (enviromental contingences) karar alma süreçlerinde, bireyin kendi davranışlarını ‘Kırılgan Kontrol Hipotezi’nin (Frail Control Hypothesis, bu görüşün eleştirileri için bkz. Churchland ve Suhler 2009) öneriyor göründüğü üzere fiziksel olarak yapılandırıcı bir rol alıyorlarsa; bu durum, insanların eylemleri üstünde neredeyse hiç kontrolleri olmadığı ve muhtemelen herhangi bir normatif ehliyetten (normative competence)[35] söz edilemeyeceği anlamına gelmektedir.

Benlik-zihni-takip eder görüşüne karşıt olarak, Wilson (2004: 141–143) zihnin genişletilmiş olduğunu kabul etsek dahi, benliğin aynı şekilde genişlemiş olmadığını düşünmek için sebepler olduğunu savunmuştur. Bu itiraz keskin bir biçimde, yukarıda belirtilen türden çıkarımlara ve onların sıklıkla radikal, sezgilere aykırı, kafa karıştıran sonuçlarına yöneltilmektedir. Örneğin eğer biliş özneleri (ya da eyleyicileri, yahut bireyler) bizzat beyin, beden ve dış dünyaya yayılmışsa (distributed) neden bu bireyin yalnızca bir parçasını, bedenindeki ufak bir kısmı, suç işledi diye cezalandıralım? (Bunu bir sadeleştirilmiş indirgeme olarak düşünün.) Daha genel bir açıdan, biliş özneleri ve eyleyicileri bir nöral devreden ve bedensel deneyimden ibaret olmamakla birlikte, eyleyicilikleri ve öznelliği bu kez genişletilmiş biliş çerçevesine yerleştirmek, normatif ehliyet, özgürlük ve kontrol, kişisel kimlik gibi kavramların çok daha kapsamlı ve bir miktar rahatsızlık verici şekilde yeniden ele alınmasını gerektiriyor gibidir. Belki de bu bize, basitçe, dış dünya bağlamlarındaki bedenlenmiş deneyimin bilişsel işlemeyi nasıl şekillendirdiğine yönelik çok daha fazla inceleme gerektiğini söylüyordur. Ya da belki önerdiği şey bundan ziyade, bilişsel işlemenin öznelerini aslında nelerden sorumlu tutabileceğimizi belirlemekte daha muhafazakar stratejiler kullanılması gerektiğidir.

Bu türden stratejilerden biri; “belli bir bilişsel sistemin eylem failinin bedeninde konumlanmış kontrol merkezi olarak tanımlanabilecek olan, bilişin öznesi ya da eyleyicisi” ile “bilişsel işlemenin gerçekleştiği ve genellikle genişletilmiş olan (R. Wilson 2004, 5–6. Kısımlar) bilişsel sistemler” arasında halihazırda bulunan ayrımlara başvurmaktır. Böyle bir ayrım, önceden örümcekler ve ördükleri ağ gibi genişletilmiş biyolojik sistemleri anlamakta kullanılan yöntemlerden yararlanmaktır — bu organizmalar, kabaca bir deyişle, yapışkan ve organik bedenlerince sınırlandırılmıştırlar; ancak yine de dünyadaki eylemlerini inşa ettikleri genişletilmiş biyolojik sistemleriyle gerçekleştirirler (R. Wilson 2005, 1–4. Kısımlar). Bu nedenle, buradaki ayrımdan yararlanmak, bahsi geçen örnekle sınırlı bir yaklaşım değildir ve genişletilmiş biliş çerçevesi içinde daha muhafazakar, geleneksel eyleyicilik (agency) ve benlik görüşleri için prensipleri olan bir taban sağlamaktadır.

[1] Agent kelimesi normalde bir faaliyeti (agency) gerçekleştiren özneyi ifade ediyor, ancak daha kolay takip edilmesi bakımından kısaca özne dedim. (Ç.N.)

[2] Cognition in the narrow sense (Ç.N.)

[3] Cognition in the broad sense (Ç.N.)

[4] Enaktivizm (enactivism), bilişin eyleyen bir organizmayla ortamı arasındaki dinamik etkileşimden teşekkül ettiğini iddia eden görüştür. (Ç.N.)

[5] Üç eser sırasıyla: Metaphors We Live By (1980), The Embodied Mind (1991), Being There: Putting Mind, World, and Body Back Together (1997) (Ç.N.)

[6] Kullanılan mecazları mümkün olduğunca Türkçeleştirmeyi denedim, fakat mecazlar farklı dillerde karşılık bulmayabiliyor. Yine de anafikrin anlaşıldığını umuyorum. (Ç.N.)

[7] Internal symbolic representations (Ç.N.)

[8] Situated living bodies (Ç.N.)

[9]Bringing forth a world (Ç.N.)

[10] Otopoiezis, Yunanca’daki oto (kendi) ve poiezis (yaratım, üretim) kelimelerinden türetilmiştir; çoğalma ve kendini sürdürme kabiliyetlerine sahip sistem anlamına gelmektedir. Kavramı oluşturanlar Maturana ve Varela’dır. İngilizce karşılığı olarak metnin devamında kullanılan “self-production” için doğrudan Türkçesi olarak “kendini üretim” kullanılacaktır. (Ç.N.)

[11] Özgün metinde “forthcoming” olarak geçen yayın referanslarda “Sensory theory and enactivism” adıyla geçiyor ve makale 2017’de yayınlanmış. (Ç.N.)

[12] Embodied approach to robotics (Ç.N.)

[13] Representaiton-lite and world-driven (Ç.N.)

[14] Alt-kapsayıcı yapay zeka mimarisi, gücünü sembolik yapay zeka gibi insanlarca anlaşılır (human-readable) sembollerden değil, duyusal bilgisini bir eylem seçkisiyle eşleştirmekte kullandığı yoğun bir aşağıdan yukarıya işlemeden (bottom-up processing) alır. Her üst seviye katman, altındaki katmanları birleştirerek uygulama kabiliyetine sahiptir. Buna göre, hiyerarşisinde yukarıdan aşağıya “dünyayı keşfet”, “çevrede gez” ve “nesnelerden kaçın” hedeflerine sahip bir alt-kapsayıcı yapay zeka, üç katmanı da duyusal bilgisiyle değerlendirecek, en üst katman olan “dünyayı keşfet” hedefini sağlayabilmek için diğer iki hedefi kombine eden planı seçecektir. (Ç.N.)

[15] Scaffolded, embedded and extended (Ç.N.)

[16] Human memory, categorization, and language processing (Ç.N.)

[17] Consciousness, self-consciousness, action and intersubjectivity (Ç.N.)

[18] Permeation of cognition by metaphor (Ç.N.)

[19]Orijinal metinde exploitative representation diye geçen bu terimi baskın diye çevirmeyi uygun gördük. Çünkü exploitative bir kaynağı adil olmayan şekilde kullanmayı belirtiyor, genellikle de suistimal veya sömürgeci gibi çevrilse de, bu çevirilerin bu bağlama uygun olmadığını düşündük. (E.N.)

[20] Susan Hurley burada “embodiment” (bedenlenme) kelimesi ile bir kelime oyunu yapmak için böyle bir kelime uydurmuş. (Ç.N.)

[21] Glenberg’s Indexical Hypothesis (Ç.N.)

[22]Bahsi geçen, işaret edilen, gönderimde bulunulan şey. (E.N.)

[23]Joint attention iki kişinin aynı anda dikkat kesildikleri ve birbirlerinin aynı anda buna dikkat kesildiklerini bir diğerinin nereye baktığını kontrol ederek veya dilsel olarak sağlamalarını belirten bir terimdir. (E.N.)

[24] The minimal substrate thesis (Ç.N.)

[25] The matching-content doctrine (Ç.N.)

[26]Temsillenmek kelimesini, to be represented’in karşılığı olarak, yani temsil edilmek ile oldukça benzer bir anlamda kullanıyoruz. Fakat temsil edilmek temsil eyleminde bilinçli, iradi bir öznenin dahlini çağrıştırdığından, burada ‘kendi kendine’ gerçekleşen bir süreçten bahsediyorken kullanmak istemedik. Bu teleolojik bir yoruma, dolayısıyla yanlış anlaşmaya yol açabilir, bunu engellemek istedik. (E.N.)

[27] Kontrol delüzyonu (delusion of control), kişinin bir başka insan, bir grup insan, ya da dışsal bir güç tarafından genel düşüncelerinin, hislerinin, dürtülerinin ya da davranışlarının kontrol edildiği yönünde yanlış bir inancı olmasıdır. (Ç.N.)

[28] Metinde belirtilmese de Pecher’in makalesinde bu doğrulamalardan önce gelen doğrulama, “MİKSER-gürültü”dür. (Ç.N.)

[29]Halk psikolojisi, tıpkı halk biyolojisi (folk biology), halk fiziği (folk physics) gibi o bilim dalına dair, o alanda eğitim görmemiş, belli bir okuma yapmamış insanların, o alanın konularına, fenomenlerine dair sahip oldukları kavrayıştır. Mesela, bir insanın davranışlarını psikoloji alanında eğitim görmemiş insanlar da, söz konusu kişinin niyetleri, inançları, hedefleri vs. ile açıklar ve anlamlandırır. Bu kavramları kullanır diğer insanları anlarken. Fakat biz zihnin/beynin böyle yapılara sahip olup olmadığını aslında bilmiyoruz. Bizim de psikoloji alanında eğitim görmeden öncesinde sahip olduğumuz, çocukken öğrendiğimiz bu halk psikolojisi kavrayışı, bizi bunu varsaymaya itiyor. Buna dair detaylı bir eleştiri için Paul Churchland’in Eliminative Materialism and Propositional Attitudes makalesine bakabilirsiniz. (E.N.)

[30]Kimi çevirilerde zihin kuramı olarak da geçer. (E.N.)

[31] Transkraniyal Manyetik Uyarım (Transcranial Magnetic Stimulation), beyindeki sinir hücrelerinin manyetik alanlar kullanılmasıyla uyarılması işlemidir. Herhangi bir cerrahi müdahale içermeyen bir yöntemdir. (Ç.N.)

[32] Özgün metinde “gut feeling” deyimi kullanılmış. Deyimin anlamı bizdeki “iç sese”, yani üstünde olgusal akıl yürütme yapılmamış sezgisel bir hisse denk gelse de, deyimde geçen “gut” kelimesi göbek/karın anlamlarına sahiptir. Bu bakımdan yazarın bedenlenmiş bilişe gönderme de yapmış olması mümkün. (Ç.N.)

[33] Anticipatory skin conductance response (Ç.N.)

[34] Benzerlik ilkesi (parity principle), “benzer durumlarda işlenen benzer saldırılarda bulunan benzer saldırganlara, benzer cezalar verilir” anlamına gelen bir hukuk ilkesidir. Türkçe hukuk terimlerinden “hukuki öngörülebilirlik ilkesi” gibi düşünülebilir. (Ç.N.)

[35] “Normative competence” tabirinin burada bireyin normları anlayabilirliğine ve eylemlerinin bu normlara uyması ya da uymamasından sorumlu tutulabilirliğine karşılık geldiğini düşünüyoruz. Türkçe’deki cezai ehliyet kavramı gibi düşünülebilir. (Ç.N.)

Kaynakça

  • Acredolo, L.P., and S.W. Goodwyn, 1988, “Symbolic gesturing in normal infants,” Child Development, 59: 450–466.
  • Adams, F., 2010, “Embodied Cognition,” Phenomenology and Cognition, 9 (4): 619–628.
  • Adams, F., and K. Aizawa, 2009, “Why the Mind is Still in the Head,” in The Cambridge Handbook of Situated Cognition, P. Robbins and M. Aydede (eds.), Cambridge University Press, pp.78–95.
  • — –, 2008, The Bounds of Cognition, Malden: Blackwell Publishing.
  • Agre, P., and D. Chapman, 1987, “Pengi: An implementation of a theory of activity,” in The Proceedings of the Sixth National Conference on Artificial Intelligence, Seattle, WA: American Association for Artificial Intelligence, pp. 268–272.
  • Aizawa, K., 2007, “Understanding the Embodiment of Perception,” Journal of Philosophy, 104: 5–25.
  • Alibali, M. W., Boncoddo, R., & Hostetter, A. B., 2014, “Gesture in Reasoning,” in L. Shapiro (ed.), The Routledge Handbook of Embodied Cognition, London: Routledge.
  • Anderson, M.L., 2010, “Neural re-use as a fundamental organizational principle of the brain,” Behavioral and Brain Sciences, 33 (4): 245–313.
  • — –, 2008, “On the Grounds of (X)-Grounded Cognition,” in The Elsevier Handbook of Cognitive Science: An Embodied Approach, P. Calvo and T. Gomila (eds.), pp. 423–435.
  • — –, 2003, “Embodied Cognition: A Field Guide,” Artificial Intelligence, 149 (1): 91–130.
  • Baillargeon, R., 2002, “The Acquisition of Physical Knowledge in Infancy: A Summary in Eight Lessons,” in Blackwell Handbook of Childhood Cognitive Development, U. Goswami (ed.), Oxford: Blackwell, pp. 47–83.
  • Baillargeon, R., Spelke, E.S. and S. Wasserman, 1985, “Object Permanence in Five-Month-Old Infants,” Cognition, 20 (3): 191–208.
  • Ballard, D.H., 1991, “Animate vision,” Artificial Intelligence Journal, 48: 57–86.
  • Baron-Cohen, S., 1995, Mindblindness: An Essay on Autism and Theory of Mind, Cambridge, MA: MIT Press.
  • Barsalou, L.W., 2009, “Simulation, situated conceptualization, and prediction,” Philosophical Transactions of the Royal Society of London: Biological Sciences, 364: 1281–1289.
  • — –, 2008, “Grounded Cognition,” Annual Review of Psychology 59: 617–645.
  • — –, 2003, “ Abstraction in perceptual symbol systems,” Philosophical Transactions of the Royal Society of London: Biological Sciences, 358: 1177–1187. [Available online]
  • — –, 1999, “Perceptual Symbol Systems,” Behavioral and Brain Sciences, 22: 577–609.
  • — –, 1993, “Flexibility, structure, and linguistic vagary in concepts: Manifestations of a compositional system of perceptual symbols,” in Theories of memory, A.C. Collins, S.E. Gathercole, and M.A. Conway (eds.), Hillsdale, NJ: Erlbaum, pp. 29–101.
  • Barsalou, L.W., Simmons, W.K., Barbey, A.K., and C.D. Wilson, 2003, “Grounding conceptual knowledge in modality-specific systems,” Trends in Cognitive Sciences, 7: 84–91.
  • Barsalou, L.W., and B.H. Ross, 1986, “The roles of automatic and strategic processing in sensitivity to superordinate and property frequency,” Journal of Experimental Psychology: Learning, Memory, and Cognition, 12: 116–134.
  • Bates, E., 2001, “Plasticity, Localization and Language Development,” in The Changing Nervous System: Neurobehavioural Consequences of Early Brain Disorders, S.H. Broman and J.M. Fletcher (eds.), New York: Oxford University Press, pp. 214–253.
  • — –, 1998, “Nativism, empiricism, and the origins of knowledge,” Infant Behaviour and Development, 21 (2): 181–200.
  • Bates, E., Dale, P., and D. Thal, 1995, “Individual Differences and their implications for theories of language development,” in Handbook of Child Language, P. Fletcher and B. MacWhinney (eds.), Oxford: Blackwell, pp. 96–151.
  • Beauchamp, M.S., and A. Martin, 2007, “Grounding object concepts in perception and action: Evidence from fMRI studies of tools,” Cortex, 43: 461–468.
  • Bechara, A., Damasio, H., and A.R. Damasio, 2000, “Emotion, Decision Making and the Orbitofrontal Cortex,” Cerebral Cortex, 10: 295–307.
  • Bechara, A., Damasio, A.R., Damasio, H., and S.W. Anderson, 1994, “Insensitivity to future consequences following damage to human prefrontal cortex,” Cognition, 50: 7–15.
  • Bechtel, W., 2009, “Explanation, Mechanism, Modularity, and Situated Cognition ,” in The Cambridge Handbook of Situated Cognition, P. Robbins and M. Aydede (eds.), Cambridge University Press, pp. 155–170.
  • Beer, R.D., 2003, “The Dynamics of active categorical perception in an evolved model agent,” Adaptive Behavior, 11: 209–243.
  • — –, 2000, “Dynamical approaches to cognitive science”, Trends in Cognitive Sciences, 4: 91–99.
  • — –, 1990, Intelligence as Adaptive Behavior, New York: Academic Press.
  • Berti, A., Bottini, G., Gandola, M., Pia, L., Smania, N., Stracciari, A., Castiglioni, I., Vallar, G., and E. Paulesu, 2005, “Shared Cortical Anatomy for Motor Awareness and Motor Control,” Science, 309: 488–491.
  • Black, M., 1962, Models and Metaphors, Ithaca: Cornell University Press.
  • Block, N., 2005, “Review of Alva Noë Action in Perception,” Journal of Philosophy, 102: 259–272.
  • Borghi, A.M., Glenberg, A.M. and M.P. Kaschak, 2004, “Putting words in perspective”, Memory & Cognition, 32 (6): 863–873.
  • Boronat, C.B., Buxbaum, L.J., Coslett, H.B., Tang, K., Saffran, E.M., Kimberg, D.Y., and J.A. Detre, 2005, “Distinction between manipulation and function knowledge of objects: Evidence from functional magnetic resonance imaging,” Cognitive Brain Research, 23: 361–373.
  • Brooks, R., 2002, Flesh and Machine: How Robots Will Change Us, New York: Pantheon.
  • — –, 1991a, “Intelligence without representation,” Artificial Intelligence, 47: 139–159.
  • — –, 1991b, “Intelligence without reason,” Proceedings of 12th International Joint Conference on Artificial Intelligence, Sydney, Australia, pp. 569–595
  • Brunyé, T. T., Gardony, A., Mahoney, C. R., & Taylor, H. A., 2012. “Body-specific representations of spatial location,” Cognition, 123(2): 229–239.
  • Bryant, D., and G. Wright, 1999, “How body asymmetries determine accessibility in spatial function,” Quarterly Journal of Experimental Psychology, 52A: 487–508.
  • Carlson, R., 1997, Experienced Cognition, Mahwah, NJ: Erlbaum.
  • Carruthers, P., 2006, The architecture of the mind, Oxford: Clarendon Press.
  • Casasanto, D., 2009. “Embodiment of abstract concepts: good and bad in right- and left-handers,” Journal of Experimental Psychology (General), 138(3), 351–367.
  • Casasanto, D., 2011, “Different Bodies, Different Minds The Body Specificity of Language and Thought,” Current Directions in Psychological Science, 20(6): 378–383.
  • Casasanto, D., 2014, “Bodily relativity,” in L. Shapiro (ed.), The Routledge Handbook of Embodied Cognition, London: Routledge.
  • Casasanto, D., & Chrysikou, E. G., 2011, “When Left Is ‘Right’ Motor Fluency Shapes Abstract Concepts,” Psychological Science, 22(4): 419–422.
  • Casasanto, D., & Henetz, T., 2012, “Handedness shapes children’s abstract concepts,” Cognitive Science, 36(2): 359–372.
  • Chalmers, D.J., 2000, “What is a neural correlate of consciousness?”, in Neural Correlates of Consciousness: Conceptual and Empirical Questions, T. Metzinger (ed.), Cambridge, MA: MIT Press.
  • Chaminade, T., and J. Decety, 2002, “Leader or follower? Involvement of the inferior parietal lobule in agency,” NeuroReport, 13: 1975–1978.
  • Chao, L.L., and A. Martin, 2000, “Representation of manipulable man-made objects in the dorsal stream,” NeuroImage, 12: 478–484.
  • Chemero, T., 2009, Radical Embodied Cognitive Science, Cambridge, MA: MIT Press.
  • Chomsky, N., 1975, Reflections on Language, New York: Pantheon.
  • — –, 1980, Rules and Representations, New York: Columbia University Press.
  • Clark, E.V., 2004, “How language acquisition builds on cognitive development,” Trends in Cognitive Science, 8 (10): 472–478.
  • — –, 2003, First Language Acquisition, Cambridge: Cambridge University Press.
  • Clark, A., 2008, Supersizing the Mind: Embodiment, Action, and Cognitive Extension, New York: Oxford University Press.
  • — –, 2003, Natural-Born Cyborgs: Minds, Technologies, and the Future of Human Intelligence, New York: Oxford University Press.
  • — –, 2001, “Reasons, Robots, and the Extended Mind,” Mind and Language, 16: 121–145.
  • — –, 1997, Being There: Putting Mind, Body, and World Together Again, Cambridge, MA: MIT Press.
  • Clark, A., and D. Chalmers, 1998, “The Extended Mind,” Analysis, 58: 10–23.
  • Clark, A., and J. Toribio, 1994, “Doing without representing?” Synthese, 101: 401–431.
  • Cochin, S., Barthelemy, C., Lejeune, B., Roux, S., and J. Martineau, 1998, “Perception of motion and qEEG activity in human adults,” Electroencephalography Clinical Neurophysiology, 107: 287–295.
  • Cohen-Seat, G., Gastaut, H., Faure, J. and G. Heuyer, 1954, “Etudes expérimentales de l’activité nerveuse pendant la projection cinématographique,” Review International de Filmologie, 5: 7–64.
  • Cole, M., Hood, L., and R. McDermott, 1997, “Concepts of ecological validity: Their differing implications for comparative cognition,” in Mind, culture, and activity, M. Cole and Y. Engestroem (eds.), New York: Cambridge University Press, pp. 48–58.
  • Cosmides, L., and J. Tooby, 1997, “The Modular Nature of Human Intelligence,” in The Origin and Evolution of Intelligence, A. Scheibel and J. W. Schopf (eds.), Sudbury, MA: Jones and Bartlett Publishers, pp. 71–101.
  • Cowie, F., 1999, What’s Within: Nativism Reconsidered, New York: Oxford University Press.
  • Craighero, L., 2014, “The Role of the Motor System in Cognitive Functions,” in L. Shapiro (ed.), The Routledge Handbook of Embodied Cognition, London: Routledge.
  • Crain, S. and P. Pietroski, 2001, “Nature, nurture and universal grammar,” Linguistic and Philosophy, 24: 139–186.
  • Crick, F., 1996, “Visual perception: Rivalry and consciousness,” Nature, 379: 485–486.
  • Crick, F., and C. Koch, 1998, “Consciousness and neuroscience”, Cerebral Cortex, 8: 97–107.
  • — –, 1990, “Towards a Neurobiological Theory of Consciousness,” Seminars in Neurosciences, 2: 263–275.
  • Damasio, A.R., 1996, “The somatic marker hypothesis and the possible functions of the prefrontal cortex,” Philosophical Transaction: Biological Sciences, 351: 1413–1420.
  • — –, 1994, Descartes’ Error: Emotion, Reason, and the Human Brain, New York: Putnam Publishing.
  • Degenaar, J., & O’Regan, J. K., forthcoming, “Sensorimotor Theory and Enactivism,” Topoi: doi:10.1007/s11245–015–9338-z
  • De la Vega, I., de Filippis, M., Lachmair, M., Dudschig, C., & Kaup, B., 2012, “Emotional valence and physical space: limits of interaction,” Journal of Experimental Psychology (Human Perception and Performance), 38(2): 375–385.
  • DeSteno, D., Dasgupta, N., Bartlett, M.Y., and A. Cajdric, 2004, “Prejudice from thin air: The effect of emotion on automatic intergroup attitudes,” Psychological Science, 15: 319–324.
  • De Villiers, J.G., 1985, “Learning how to use verbs: lexical coding and the influence of input,” Journal of Child Language, 12: 587–595.
  • Dijkstra, K., Kaschak, M.P., and R.A. Zwaan, 2007, “Body posture facilitates retrieval of autobiographical memories,” Cognition, 102: 139–149.
  • Di Paolo, Ezequiel, & Thompson, E., 2014. “The enactive approach,” in L. Shapiro (Ed.), The Routledge Handbook of Embodied Cognition, London: Routledge.
  • Donald, M., 1991, Origins of the Modern Mind: Three Stages in the Evolution of Culture and Cognition, Cambridge, MA: Harvard University Press.
  • Dreyfus, H., 1972, What Computers Can’t Do, New York: Harper & Row.
  • Elman, J., Bates, E., Johnson, M., Karmiloff-Smith, A., Parisi, D. and K. Plunkett, 1996, Rethinking Innateness: A Connectionist Perspective on Development, Cambridge, MA: MIT Press.
  • Engelkamp, J., 1998, Memory for actions, Hove, England: Psychology Press.
  • Fadiga, L., Fogassi, L., Pavesi, G., and G. Rizzolatti, 1995, “Motor facilitation during action observation: a magnetic stimulation study,” Journal of Neurophysiology, 73: 2608–2611.
  • Farrer, C., Franck, N., Georgieff, N., Frith, C.D, Decety,J., and M. Jeannerod, 2003, “Modulating the experience of agency: a positron emission tomography study,” NeuroImage, 18: 324–333.
  • Farrer, C., and C.D. Frith, 2002, “Experiencing oneself vs another person as being the cause of an action: the neural correlates of the experience of agency,” NeuroImage, 15: 596–603.
  • Ferrari, P.F., Gallese, V., Rizzolatti, G., and L. Fogassi, 2003, “Mirror neurons responding to the observation of ingestive and communicative mouth actions in the monkey ventral premotor cortex,” European Journal of Neuroscience, 17: 1703–1714.
  • Fodor, J., 2000, The Mind Doesn’t Work That Way, Cambridge, MA: MIT Press.
  • — –, 1997, Concepts: Where Cognitive Science Went Wrong, Cambridge, MA: MIT Press.
  • — –, 1987, Psychosemantics, Cambridge, MA: MIT Press.
  • — –, 1983, The Modularity of Mind, Cambridge, MA: MIT Press.
  • — –, 1981, Representations, Cambridge, MA: MIT Press.
  • — –, 1980, “Methodological Solipsism Considered as a Research Strategy in Cognitive Science,” Behavioral and Brain Sciences, 3: 63–73.
  • — –, 1975, The Language of Thought, Cambridge, MA: Harvard University Press.
  • Fodor, J.A. and , Z.W. Pylyshyn, 1988, “Connectionism and cognitive architecture: A critical analysis,” Cognition, 28: 3–71.
  • Frith, C.D., Blakemore, S.J. and D.M. Wolpert, 2000, “Explaining the symptoms of schizophrenia: Abnormalities in the awareness of action,” Brain Research Reviews, 31: 257–363.
  • Frith, C.D., 1992, The cognitive neuropsychology of schizophrenia, Hillsdale: Earlbaum.
  • Fuchs, T., 2009, “Embodied Cognitive Neuroscience and its Consequences for Psychiatry,” Poiesis and Praxis, 6(3–4): 219–233.
  • Fuchs, T., 2010, “The Psychopathology of Hyperreflexivity”, Journal of Speculative Philosophy, 24(3), 239–255.
  • Fuchs, T., 2011. “Are Mental Illnesses Diseases of the Brain?” in S. C. Ph.D & J. S. Ph.D (eds.), Critical Neuroscience, Chichester: Wiley-Blackwell, pp. 331–344.
  • Fuchs, T., 2005, “Corporealized and Disembodied Minds: A Phenomenological View of the Body in Melancholia and Schizophrenia,” Philosophy, Psychiatry, and Psychology, 12(2): 95–107.
  • Gallagher, S., 2009, “Philosophical Antecedents of Situated Cognition,” in The Cambridge Handbook of Situated Cognition, P. Robbins and M. Aydede (eds.), Cambridge University Press, pp. 35–51.
  • — –, 2005, How the Body Shapes the Mind, Oxford: Oxford University Press.
  • Gallagher, S., and D. Zahavi, 2008, The Phenomenological Mind: An Introduction to Philosophy of Mind and Cognitive Science, New York: Routledge.
  • Gallese, V., and G. Lakoff, 2005, “The brain’s concepts: The role of the sensorimotor system in conceptual knowledge,” Cognitive Neuropsychology, 21: 455–479.
  • Gallese, V., Craighero. L., Fadiga, L., and L. Fogassi, 1999, Perception through action, Psyche, 5: 5–21.
  • Gallese, V. and A. Goldman, 1998, “Mirror neurons and the simulation theory of mind-reading,” Trends in Cognitive Sciences, 12: 493–501.
  • Gallese, V., Fadiga, L., Fogassi, L. and G. Rizzolatti, 1996. “Action recognition in the premotor cortex,” Brain, 119: 593–609.
  • Gangopadhyay, N., Madary, M., and F. Spicer (eds.), 2010, Perception, Action and Consciousness. New York: Oxford University Press.
  • Gastaut, H.J., Bert, J., 1954. “EEG changes during cinematographic presentation,” Electroencephalography Clinical Neurophysiology, 6: 433–444.
  • Gauthier, I., Skudlarski, P., Gore, J.C., and A.W. Anderson, 2000, “Expertise for cars and birds recruits brain areas involved in face recognition,” Nature Neuroscience, 3: 191–197.
  • Gibbs, R.W., 2006, Embodiment and Cognitive Science, Cambridge: Cambridge University Press.
  • Gibson, J.J., 1979, The Ecological Approach to Visual Perception, Boston: Houghton Mifflin.
  • Glenberg, A.M., 1997, “What memory is for,” Behavioral and Brain Science, 20, 1–55.
  • Glenberg, A.M., Becker, R., Klötzer, Kolanko, L., Müller and M. Rinck, 2009, “Episodic affordances contribute to language comprehension,” Language and Cognition, 1 (1): 113–135.
  • Glenberg, A., Havas, D., Becker, and M. Rinck, 2005, “Grounding Language in Bodily States: The Case for Emotion,” in The Grounding of Cognition: The Role of Perception and Action in Memory, Language, and Thinking, R. Zwaan and D. Pecher (eds.), Cambridge University Press, pp. 115–128.
  • Glenberg, A.M., and M.P. Kaschak, 2002, “Grounding language in action,” Psychonomic Bulletin and Review, 9: 558–565.
  • Glenberg, A.M., and D.A. Robertson, 2000, “Symbol grounding and meaning,” A comparison of high- dimensional and embodied theories of meaning, Journal of Memory and Language, 43: 379–401.
  • — –, 1999, “Indexical understanding of instructions,” Discourse Processes, 28: 1–26.
  • Grandgeorge, M., Hausberger, M., Tordjman, S., Deleau, M., Lazartigues, A., and E. Lemonnier, 2009, “Environmental factors influence language development in children with autism spectrum disorders,” PLoS ONE, 4 (4): e4683.
  • Greene, J., and J. Haidt, 2002, “How (and where) does moral judgment work?”Trends in Cognitive Sciences, 6 (12): 517–523.
  • Gregory, R., 1966, Eye and Brain, London: Weidenfeld and Nicolson.
  • Griffiths, P.E., and K. Stotz, 2000, “How the mind grows: a developmental perspective on the biology of cognition,” Synthese, 122: 29–51.
  • Haidt, J., Koller, S.H., and M.G. Dias, 1993, “Affect, Culture, and Morality, or Is It Wrong to Eat Your Dog,” Journal of Personality and Social Psychology, 65 (4): 613–628.
  • Haith, M.M., 1998, “Who put the cog in infant cognition: Is rich interpretation too costly?,” Infant Behavior and Development, 21: 167–179.
  • Haggard, P., 2005, “Conscious intention and motor cognition,” Trends in Cognitive Science, 9 (6): 290–295.
  • Harman, G., 1988, “Wide Functionalism”, in Cognition and Representation, S. Schiffer and D. Steele (eds.), Boulder, CO: Westview Press.
  • Harnad, S., 1990, “The Symbol Grounding Problem,” Physica D 42 (4): 335–346.
  • Hickerson, R., 2007, “Perception as Knowing How to Act: Alva Noë’s Action in Perception,” Philosophical Psychology, 20(4): 505–517.
  • Hickok, G. 2008, “Eight Problems for the Mirror Neuron Theory of Action Understanding in Monkeys and Humans,” Journal of Cognitive Neuroscience, 21 (7): 1229–1243.
  • Hirschfeld, L.A., and S.A. Gelman, 1994, (eds.), Mapping the mind: Domain specificity in cognition and culture, New York: Cambridge University Press.
  • Hoff, E., 2003, “The Specificity of Environmental Influence: Socioeconomic Status Affects Early Vocabulary Development Via Maternal Speech,” Child Development, 74 (5): 1368–1378.
  • Hoff, E., and L. Naigles, 2002, “How children use input to acquire a lexicon,” Child Development, 73 (2): 418–433.
  • Hostetter, A. B., and Alibali, M. W., 2008, “Visible embodiment: Gestures as simulated action,” Psychonomic Bulletin & Review, 15(3): 495–514.
  • Hurley, S., and A. Noë, 2003, “Neural Plasticity and Consciousness,” Biology and Philosophy, 18: 131–168.
  • Hurley, S., 1998, Consciousness in Action, London: Harvard University Press.
  • Husserl, E. 1931, Cartesian Meditations, trans. D. Cairns, Dordrecht: Kluwer [1988].
  • — –, 1913, Ideas Pertaining to a Pure Phenomenology and to a Phenomenological Philosophy — First Book: General Introduction to a Pure Phenomenology, trans. F. Kersten. The Hague: Nijhoff (= Ideas) [1982].
  • Hutchins, E., 1995, Cognition in the Wild, Cambridge, MA: MIT Press.
  • Hutto, D. D., and Myin, E., 2013, Radicalizing Enactivism: Basic Minds Without Content, Cambridge, MA: MIT Press.
  • Iacoboni, M., and M. Dapretto, 2006. “The mirror neuron system and the consequences of its dysfunction,” Nature Review Neuroscience, 7: 942–951.
  • Inbar, Y., Pizarro, D.A., and P. Bloom, 2009, Disgusting smells cause decreased liking of homosexuals, (submitted and under revision).
  • Iverson, J.M., and S. Goldin-Meadow, 2005, “Gesture paves the way for language development,” Psychological Science, 16: 368–371.
  • Johnson, M., 2007, The Meaning of the Body, Chicago: University of Chicago Press.
  • — –, 2000, “Functional Brain Development in Infants: Elements of an Interactive Specialization Framework,” Child Development, 71(1): 75–81.
  • — –, 1987, The Body in Mind, Chicago: University of Chicago Press.
  • Kanwisher, N., 2000, “Domain specificity in face perception,” Nature Neuroscience, 3: 759–763.
  • Kanwisher, N., McDermott, J., and M.M. Chun, 1997, “The fusiform face area: a module in human extrastriate cortex specialized for face perception,” The Journal of Neuroscience, 17: 4302–4311.
  • Karmiloff-Smith, A., 1994, “Precis of Beyond modularity: A developmental perspective on cognitive science,” Behavioral and Brain Sciences, 17 (4): 693–745.
  • Kaschak, M.P., and A.M Glenberg, 2000, “Constructing meaning: The role of affordances and grammatical constructions in sentence comprehension,” Journal of Memory and Language, 43: 508–529.
  • Klöppel, S., Vongerichten, A., Eimeren, T. van, Frackowiak, R. S. J., & Siebner, H. R., 2007, “Can Left-Handedness be Switched? Insights from an Early Switch of Handwriting,” The Journal of Neuroscience, 27(29): 7847–7853.
  • Koch, C., 2004, The Quest for Consciousness: A Neurobiological Approach, Denver, CO: Roberts & Company Publishers.
  • Kohlberg, L., 1969, “Stage and sequence: The cognitive-developmental approach to socialization,” in Handbook of socialization theory and research, D.A. Goslin (ed.), Chicago: Rand McNally, pp. 347–480.
  • Lakoff, G., 1987, Women, Fire, and Dangerous Things: What Categories Reveal About the Mind, Chicago: University of Chicago Press.
  • Lakoff, G., and M. Johnson, 1999, Philosophy in the Flesh: The Embodied Mind and its Challenge to Western Thought, New York: Basic Books.
  • — –1980, Metaphors We Live By, Chicago: University of Chicago Press.
  • Leslie, A.M., 1987, “Pretence and representation: The origins of ‘theory of mind’,” Psychological Review, 94: 412–426.
  • Lerner, J.S., Small, D.A., and G.F. Loewenstein, 2004, “Heart strings and purse strings: Carryover effects of emotions on economic decisions,” Psychological Science, 15: 337–341.
  • Leube, D.T., Knoblich, G., Erb, E., Grodd, W., Bartels, M., and T.T.J. Kircher, 2003, “The neural correlates of perceiving one’s own movements,” NeuroImage, 20: 2084–2090.
  • Levin, D.T., and D.J. Simons, 1997, “Failure to detect changes to attended objects in motion pictures,” Psychonomic Bulletin and Review, 4: 501–506.
  • Li, Y., Van Hooser, S.D., Mazurek, M., White, L.E., and D. Fitzpatrick, 2008, “Experience with moving visual stimuli driver the early development of cortical direction selectivity,” Nature, 456: 952–956.
  • Loughlin, V., 2014, “Sensorimotor Knowledge and the Radical Alternative,” in J. M. Bishop & A. O. Martin (eds.), Contemporary Sensorimotor Theory, Dordrecht: Springer International Publishing, pp. 105–116.
  • Machery, E., 2007, “Concept empiricism: A methodological critique,” Cognition, 104: 19–46.
  • MacIver, M.A., 2009, “Neuroethology: From Morphologial Computation to Planning ,” in The Cambridge Handbook of Situated Cognition, P. Robbins and M. Aydede (eds.), Cambridge University Press, pp. 480–504.
  • Mack, A., and I. Rock, 1998, Inattentional Blindness, Cambridge, MA: MIT Press.
  • McNeill, D., 1992, Hand and Mind: What Gestures Reveal about Thought, Chicago: University of Chicago Press.
  • Myin, E., and Degenaar, J., 2014, “Enactive Vision,” in L. Shapiro (ed.), The Routledge Handbook of Embodied Cognition, London: Routledge.
  • Marr, D., 1982, Vision: A Computational View, San Francisco: Freeman Press.
  • Martin, A., and L. Chao, 2001, “Semantic memory and the brain: structure and process,” Current Opinion in Neurobiology, 11: 194–201.
  • Martin, A., Ungerleider, L.G., and J.V. Haxby, 2000, “Category-specificity and the brain: the sensory-motor model of semantic representations of objects,” in Category Specificity and the Brain: The Sensory-Motor Model of Semantic Representations of Objects, M.S. Gazzaniga (ed.), Cambridge, MA: MIT Press, pp. 1023–1036.
  • Martin, A., Wiggs, C.L., Ungerleider, L.G., and J.V. Haxby, 1996, “Neural correlates of category specific knowledge,” Nature, 379: 649–652.
  • Mahon, B.Z., and A. Caramazza, 2008, “A critical look at the embodied cognition hypothesis and a new proposal for grounding conceptual knowledge,” Journal of Physiology, 102: 59–70.
  • McNamara, T.P., 2003, “How are the locations of objects in the environment represented in memory?” in Spatial Cognition III: Routes and navigation, human memory and learning, spatial representation and spatial reasoning, C. Freksa, W. Brauer, C. Habel, and K.F. Wender (eds.), Berlin: Springer-Verlag, pp. 174–191.
  • Medin, D.L., Lynch, E.B., and J.D. Coley, 1997, “Categorization and Reasoning among tree Experts: Do All Roads Lead to Rome?” Cognitive Psychology, 32: 49–96.
  • Medin, D.L., and E. Shoben, 1988, “Context and structure in conceptual combination,” Cognitive Psychology, 20: 158–190.
  • Menary, R. (ed.), 2010., The Extended Mind, Cambridge, MA: MIT Press.
  • Merleau-Ponty, M., 1945, Phenomenology of Perception, trans. C. Smith. London: Routledge and Kegan Paul [1962].
  • Metzinger, T., (ed.), 2000, Neural Correlates of Consciousness — Empirical and Conceptual Questions, Cambridge, MA: MIT Press.
  • Newell, A., and H.A. Simon, 1972, Human problem solving, Englewood Cliffs, NJ: Prentice-Hall.
  • Niedenthal, P., Wood, A., and Rychlowska, M., 2014, “Embodied Emotion Concepts,” in L. Shapiro (Ed.), The Routledge Handbook of Embodied Cognition, London: Routledge, pp. 240–249.
  • Niedenthal, P.M., Barsalou, L.W., Winkielman. P., Krauth-Gruber, S., and F. Ric, 2005, “Embodiment in Attitudes, Social Perception, and Emotion,” Personality and Social Psychology Review, 9: 184–211.
  • Noë, A., 2010, “Vision without representation,” in N. Gangopadhyay, M. Madary, & F. Spicer (eds.), Perception, Action, and Consciousness: Sensorimotor Dynamics and Two Visual Systems, New York: Oxford University Press.
  • — –, 2004, Action in Perception, Cambridge, MA: MIT Press.
  • Nöe, A., and E. Thompson, 2004, “Are there neural correlates of consciousness?” Journal of Consciousness Studies, 11 (1): 2–28.
  • Noë, A., and K. O’Regan, 2002, “On the Brain-basis of Visual Consciousness: A Sensorimotor Account”, in Vision and Mind: Selected Readings in the Philosophy of Perception, A. Noë and E. Thompson (eds.), Cambridge, MA: MIT Press.
  • Nori, R., Inchini, T., and F. Giusberti, 2004, “Object localization and frames of reference,” Cognitive Processing, 5 (1): 45–53.
  • Oberman, L.M., and V.S. Ramachandran, 2007, “The simulating social mind: The role of the mirror neuron system and simulation in the social and communicative deficits of autism spectrum disorders,” Psychological Bulletin, 133 (2): 310–327.
  • Oberman, L.M., Hubbard, E.M., McCleery, J.P., Altschuler, E.L., Ramachandran, V.S., and J.A. Pineda, 2005, “EEG evidence for mirror neuron dysfunction in autism spectrum disorders,” Cognitive Brain Research, 24: 190–198.
  • Oosterwijk, S., & Barrett, L. F., 2014, “Embodiment in the Construction of Emotion Experience and Emotion Understanding,” in L. Shapiro (ed.), The Routledge Handbook of Embodied Cognition, London: Routledge.
  • O’Regan, J.K. and A. Noë, 2001, “A sensorimotor account of vision and visual consciousness,” Behavioral and Brain Sciences, 25 (4): 883–975.
  • O’Regan, J. K., 2011, Why Red Doesn’t Sound Like a Bell: Understanding the feel of consciousness, Oxford: Oxford University Press.
  • Ortony, A., (ed.), 1979, Metaphor and Thought, Cambridge: Cambridge University Press.
  • Oudejams, R., Michaels, C., Bakker, F., and M. Dolne, 1996, “The relevance of action in perceiving affordances: Perception and the catchableness of fly balls,” Journal of Experimental Psychology: Human Perception and Performance, 22: 879–891.
  • Ozçalişkan, S., and S. Goldin-Meadow, 2005, “Do parents lead their children by the hand?,” Journal of Child Language, 32 (3): 481–505. [Available online]
  • Pascual-Leone, A., and R.H. Hamilton, 2001, “The metamodal organization of the brain,” Progress in Brain Research, 134: 427–445.
  • Pascual-Leone, A., Termos, J.M., Keenan, J., Tarazona, F., Canete, C., and M.D. Catala, 1998, “Study and modulation of human cortical excitability with transcranial magnetic stimulation,” Journal of Clinical Neurophysiology, 15 (4): 333–343.
  • Pecher, D., and R.A. Zwaan, (eds.), 2005, Grounding cognition. The role of perception and action in memory, language, and thinking, Cambridge: Cambridge University Press.
  • Pecher, D., Zeelenberg, R., and L.W. Barsalou, 2004, “Sensorimotor simulations underlie conceptual representations: Modality-specific effects of prior of prior activation,” Psychonomic Bulletin & Review, 11 (1): 164–167.
  • — –, 2003. “Verifying conceptual properties in different modalities produces switching costs,” Psychological Science, 14, 119–124.
  • Pinker, S., 1994, “The Language Instinct: How the Mind Creates Language,” New York: Harper Collins.
  • Port, R., and T. van Gelder, 1995, Mind as Motion, Cambridge, MA: MIT Press.
  • Premack, D., and G. Woodruff, 1978, “Does the chimpanzee have a theory of mind?” Behavioural and Brain Science, 4: 515–526.
  • Presson, C.C., D.R. Montello, 1994, “Updating after rotational and translational body movements: Coordinate structure of perspective space,” Perception, 23: 1447–1455.
  • Prinz, J.J., 2009, “Is Consciousness Embodied?” in The Cambridge Handbook of Situated Cognition, P. Robbins and M. Aydede (eds.), Cambridge: Cambridge University Press, pp. 419–436.
  • — –, 2004, Gut reactions: A perceptual theory of emotion, New York: Oxford University Press.
  • Pulvermüller, F., 1999, “Words in the brain’s language,” Behavioral and Brain Sciences, 22: 253–336.
  • Quartz, S.R., and T.J. Sejnowski, 1997, “The neural basis of cognitive development: A constructivist manifesto,” Behavioural and Brain Sciences, 20: 537–596.
  • Rizzolatti, G., and L. Craighero, 2004, “The Mirror-Neuron System,” Annual Review of Neuroscience, 27: 169–192.
  • Rizzolatti, G., Fogassi, L., and V. Gallese, 2001, “Neurophysiological mechanisms underlying the understanding and imitation of action,” Nature Neuroscience Review, 2: 661–670.
  • Rizzolatti, G. and M.A. Arbib, 1998, “Language within our grasp,” Trends in Neuroscience, 21: 188–194.
  • Rizzolatti, G., Fadiga, L., Gallese, V. and L. Fogassi, 1996, “Premotor cortex and the recognition of motor actions,” Cognitive Brain Research, 3: 131–41.
  • Robbins, P. and M. Aydede (eds), 2010, The Cambridge Handbook of Situated Cognition, New York: Cambridge University Press.
  • Rock, I. 1997, Indirect Perception, Cambridge, MA: MIT Press.
  • — –- 1983, The logic of perception, Cambridge, MA: MIT Press.
  • Rowe, M.L., and S. Goldin-Meadow, 2009a, “Differences in early gesture explain SES disparities in child vocabulary size at school entry,” Science, 323(5916): 951–953
  • — –, 2009b, “Early gesture selectively predicts later language learning,” Developmental Science, 12 (1): 182–187.
  • Rowe, M.L., Özçaliskan, S., and S. Goldin-Meadow, 2008, “Learning words by hand: Gesture’s role in predicting vocabulary development,” First Language, 28 (2): 182–199.
  • Rowlands, M., 2009, “Situated Representation”, in The Cambridge Handbook of Situated Cognition, P. Robbins and M. Aydede (eds.), Cambridge University Press, pp. 117–133.
  • — –, 1999, The Body in Mind. New York: Cambridge University Press.
  • Rupert, R., 2009a, “Innateness and the Situated Mind,” in The Cambridge Handbook of Situated Cognition, P. Robbins and M. Aydede (eds.), Cambridge University Press, pp. 96–116.
  • — –, 2009b, Cognitive Systems and the Extended Mind, Oxford University Press.
  • — –, 2006, “Review of Raymond W. Gibbs, Jr., Embodiment and Cognitive Science,” Notre Dame Philosophical Reviews, 8.
  • — –, 2004, “Challenges to the Hypothesis of Extended Cognition,” Journal of Philosophy, 101 (8): 389–428.
  • Sadato, N., Pascual-Leone, A., Grafman, J., Deiber, M.P., Ibanez, V., and M. Hallett, 1998, “Neural networks for Braille reading by the blind,” Brain, 121: 1213–1229.
  • Sadato, N., Pascual-Leone, A., Grafman, J., Ibanez, V., Deiber, M.P., Dold, G., and M. Hallett, 1996, “Activation of the primary visual cortex by Braille reading in blind subjects,” Nature, 380: 526–528.
  • Saffran, J.R., Aslin, R.N., and E.L. Newport, 1996, “Statistical learning by 8-month-old infants,” Science, 274: 1926–1928.
  • Sartre, J.P., 1943, Being and Nothingness, trans. H.E. Barnes. New York: Philosophical Library [1956].
  • Sass, L. A., and Parnas, J., 2001. “Phenomenology of Self-Disturbances in Schizophrenia: Some Research Findings and Directions,” Philosophy, Psychiatry, and Psychology, 8(4): 347–356.
  • Seung, H.K. and R.S. Chapman, 2000, “Digit span in individuals with Down syndrome and typically developing children: Temporal aspects,” Journal of Speech, Language, and Hearing Research, 43: 609–620.
  • Schnall, S., Haidt, J., Clore, G.L., and A.H. Jordan, 2008a, “Disgust as Embodied Moral Judgment,” Personality and Social Psychology Bulletin, 34 (8): 1096–1109.
  • Schnall, S., Bentos, J., and Harvey, S., 2008b, “With a clean conscience. Cleanliness reduces the severity of moral judgments,” Psychological Science, 19 (12): 1219–1222.
  • Shapiro, L., 2011, Embodied Cognition. New York: Routledge.
  • — –, 2010, “Embodied Cognition,” in Oxford Handbook of Philosophy and Cognitive Science, E. Margolis, R. Samuels, and S. Stich (eds.), Oxford University Press.
  • — –, 1997, “A Clearer Vision,” Philosophy of Science, 64: 131–153.
  • Simon, H.A., 1995, “Machine as mind,” in Android epistemology, K.M., Ford, C. Glymour, and P.J. Hayes (eds.), Cambridge, MA: MIT Press, pp. 23–40.
  • Simons, D., and C. Chabris, 1999, “Gorillas and our midst: Sustained inattentional blindness for dynamic events,” Perception, 28: 1059–1074.
  • Smith, B.C., 1999, “Situatedness/Embeddedness”, in The MIT Encyclopedia of the Cognitive Sciences, R.A. Wilson and F.C. Keil (eds.), Cambridge, MA: MIT Press, pp.769–770.
  • Smith, L.B., and E. Thelen, 2003, “Development as dynamic system,” Trends in Cognitive Science, 7 (8): 343–348.
  • Solomon, K.O., and L.W. Barsalou, 2001, “Representing properties locally,” Cognitive Psychology, 43: 129–169.
  • Spelke, E.S., Vishton, P., and C. von Hofsten, 1995, “Object perception, object-directed action, and physical knowledge in infancy,” in The Cognitive Neurosciences, M. Gazzaniga (ed.), Cambridge, MA: MIT Press.
  • Spelke, E.S., Breinlinger, L., Macomber, J., and K. Jacobson, 1992, “Origins of knowledge,” Psychological Review, 99: 605–632.
  • Sperber, D., 2001, “In Defense of massive modularity,” in Language, Brain and Cognitive Development: Essays in Honor of Jacques Mehler, E. Dupoux (ed.), Cambridge, MA: MIT Press, pp. 47–57.
  • Spivey, M.J., Richardson, D.C., Tyler, M.J., and E.E. Young, 2000, “Eye movements during comprehension of spoken scene descriptions,” Proceedings of the 22nd Annual Conference of the Cognitive Science Society Meeting, 487–492.
  • Stanghellini, G., 2004, “Disembodied Spirits and Deanimated Bodies: The Psychopathology of Common Sense,” New York: Oxford University Press.
  • Suchman, L., 1987, Plans and Situated Action, Cambridge: Cambridge University Press.
  • Suhler, C.L., and P.S. Churchland, 2009, “Control: conscious and otherwise,” Trends in Cognitive Science, 13 (8): 341–347.
  • Sutton, J., & Williamson, K., 2014, “Embodied Remembering,” in L. Shapiro (ed.), The Routledge Handbook of Embodied Cognition, London: Routledge.
  • Thelen, E., and L.B., Smith, 1994, A dynamic systems approach to the development of cognition and action, Cambridge, MA: MIT Press.
  • Thompson, E., 1995, Colour Vision: A Study in Cognitive Science and the Philosophy of Perception, New York: Routledge,
  • — –, 2007, Mind and Life, Cambridge, MA: Harvard University Press.
  • Thompson, E., and F. Varela, 2001, “Radical Embodiment: Neural Dynamics and Consciousness,” Trends in Cognitive Sciences, 5, 418–425.
  • Thompson, E., 2007, Mind in Life: Biology, Phenomenology, and the Sciences of Mind, Cambridge, MA: Harvard University Press.
  • Thompson, E., Palacios, A., and F. Varela, “Ways of coloring: Comparative color vision as case study for cognitive science,” Behavioral and Brain Sciences, 15:1–25.
  • Tsakiris, M., Hesse, M.D., Boy, C., Haggard, P., and G.R. Fink, 2007, “Neural signatures of body ownership: A sensory network for bodily self-consciousness,” Cerebral Cortex, 17: 2235–2244.
  • Tomasello, M., 2003, “Constructing a Language,” Harvard University Press.
  • Tranel, D., Kemmerer, D., Adolphs, R., Damasio, H., and A.R. Damasio, 2003, “Neural correlates of conceptual knowledge for actions,” Cognitive Neuropsychology, 20: 409–432.
  • Turella, L., Pierno, A.C., Tubaldi, F., and U. Castiello, 2009, “Mirror neurons in humans: Consisting or confounding evidence?” Brain & Language, 108: 10–21.
  • Umiltà, M.A., Kohler, E., Gallese, V., Fogassi, L., Fadiga, L., Keysers, C., and G. Rizzolatti, 2001, “I know what you are doing: A neurophysiological study,” Neuron, 32: 91–101.
  • van Gelder, T., 1992, “What might cognition be if not computation?” Indiana University, Cognitive Science Research Report, 75.
  • van Leeuwen, L., Smitsman, A. and C. van Leeuwen, 1994, “Affordances, perceptual complexity, and the development of tool use,” Journal of Experimental Psychology: Human Perception and Performance, 20: 174–191.
  • Varela, F., Thompson, E. and E. Rosch, 1991, The Embodied Mind: Cognitive Science and Human Experience, Cambridge, MA: MIT Press.
  • Wagman, G., and C. Carello, 2001, “Affordances and inertial constraints in tool use,” Ecological Psychology, 13: 173–195.
  • Waller, D., Lippa, Y., and A. Richardson, 2008, “Isolating observer-based reference directions in human spatial memory: Head, body, and the self-to-array axis,” Cognition, 106: 157–183.
  • Waller, D., Montello, D.R., Richardson, A.E., and M. Hegarty, 2002, “Orientation Specificity and Spatial Updating of Memories for Layouts,” Journal of Experimental Psychology: Learning, Memory, and Cognition, 28 (6): 1051–1063.
  • Warren, W., 1894, “Perceiving affordances: Visual guidance of stair climbing,” Journal of Experimental Psychology: Human Perception and Performance, 10: 683–703.
  • Wesp, R., Hesse, J., Keutmann, D., and K. Wheaton, 2001, “Gestures maintain spatial imagery,” American Journal of Psychology, 114: 591–600.
  • Wheatley, T., and J. Haidt, 2005, “Hypnotically induced disgust makes moral judgments more severe,” Psychological Science, 16: 780–784.
  • Wheeler, M., 2005, Reconstructing the Cognitive World, Cambridge, MA: MIT Press.
  • Wilson, M., 2002, “Six views of embodied cognition,” Psychonomic Bulletin and Review, 9: 625–636.
  • — –, 2001, “The case for sensorimotor coding in working memory,” Psychonomic Bulletin and Review, 9: 49–57.
  • Wilson, R.A., 2010, “Extended Vision,” in Perception, Action and Consciousness, N. Gangopadhyay, M. Madary, and F. Spicer (eds.), New York: Oxford University Press.
  • — –, 2008, “The Drink You Have When You’re Not Having a Drink,” Mind and Language, 23: 273–283.
  • — –, 2005, “What Computers (Still, Still) Can’t Do: Jerry Fodor on Computation and Modularity,” in New Essays in Philosophy of Language and Mind, R.J. Stainton, M. Ezcurdia, and C.D. Viger (eds.), Supplementary issue 30 of the Canadian Journal of Philosophy, pp. 407–425.
  • — –, 2004, Boundaries of the Mind: The Individual in the Fragile Sciences: Cognition, Cambridge University Press.
  • — –, 2001, “Two Views of Realization,” Philosophical Studies, 104: 1–30.
  • — –, 1995, Cartesian Psychology and Physical Minds: Individualism and the Sciences of the Mind, Cambridge Studies in Philosophy, Cambridge University Press.
  • — –, 1994, “Wide Computationalism,” Mind, 103: 351–372.
  • Wilson, R.A., and A. Clark, 2009, “How to Situate Cognition: Letting Nature Take its Course,” in The Cambridge Handbook of Situated Cognition, M. Aydede and P. Robbins (eds.), Cambridge University Press, pp. 55–77.
  • Wilson, R.A., and F.C. Keil (eds.), 1999, The MIT Encyclopedia of the Cognitive Sciences, Cambridge, MA: MIT Press.
  • Winograd, T., and F. Flores, 1986, Understanding Computers and Cognition, Norwood, NJ: Ablex Publishing Group.
  • Wisniewski, E.J., 1998, “Property instantiation in conceptual combination,” Memory & Cognition, 26: 1330–1347.
  • Wu, L., and L.W. Barsalou, 2009, “Perceptual simulation in conceptual combination: Evidence from property generation,” Acta Psychologica, 132: 173–189.
  • Yang, S., Gallo, D.A., and S.L. Beilock, 2009, “Embodied Memory Judgments: A Case of Motor Fluency,” Journal of Experimental Psychology: Learning, Memory, and Cognition, 35 (5): 1359–1365.
  • Zwaan, R.A., and R.A. Yaxley, 2003, “Hemispheric difference in semantic-relatedness judgments,” Cognition, 87 (3): B79-B86.

--

--

CogIST
CogIST

Published in CogIST

Biz bilişsel bilimi çok seven bir grup öğrenciden müteşekkil, bağımsız bir oluşumuz.

CogIST
CogIST

Written by CogIST

We are an independent community which is formed by a group of students who love cognitive science.