Deliller Chomsky’nin Dil Öğrenim Teorisini Çürütüyor — Paul Ibbotson, Michael Tomasello

CogIST
CogIST
Published in
17 min readOct 14, 2020

Özgün adı: “Evidence Rebuts Chomsky’s Theory of Language Learning
Çevirmen: Yunus Şahin
Editör: İbrahim Ethem Deveci

Noam Chomsky’nin dilbilimde gerçekleştirdiği devrimin büyük bir kısmı, bizim dili öğrenme şeklimizle ilgili iddiaları da dahil olmak üzere, tersine çevriliyor.

Chomsky tarafından savunulduğu pek çoklarınca malum olan gramer öğrenimi için beyinlerimizin zihinsel bir şablonu olduğu iddiası, dilbilimi yaklaşık yarım yüzyıldır domine ediyor. Son zamanlarda ise bilişsel bilimciler ve dilbilimciler Chomsky’nin “evrensel gramer” teorisini, pek çok farklı dili ve çocukların topluluklarının dillerini nasıl öğrendiklerini ve konuştuklarını inceleyen yeni araştırmalar dolayısıyla, kitleler halinde terk ediyor. Bu çalışmalar Chomsky’nin iddialarını destekleyemiyor.

Araştırmalar, çocukların ilk dillerini öğrenmelerinin doğuştan bir modüle dayanmadığı tamamen farklı bir görüş ortaya koyuyor. Bunun yerine, yeni araştırmalar, çocukların dünyayı kategorilere ayırma (insanlar ve nesneler, örneğin) ve şeyler arasındaki ilişkileri anlama becerisi gibi, pek de dile spesifik olmayabilecek çeşitli düşünme tipleri kullandığını gösteriyor. İnsanlara özgü olan başkalarının ne iletmeye niyetlendiklerini kavrama becerisiyle birleştiğinde bu beceriler dilin ortaya çıkmasına yol açıyor. Yeni bulgular, eğer araştırmacılar gerçekten de çocukların ve diğerlerinin dilleri nasıl öğrendiklerini anlamak istiyorlarsa, bir rehber olarak Chomsky’nin teorisi dışında bir şeylere bakmaları gerektiğini gösteriyor.

Bu çıkarım önemli, çünkü dil çalışmaları şiirden yapay zekaya ve dilbilimin kendisine değin çeşitli disiplinlerde merkezi bir rol oynuyor; yanlış yönlendirilmiş metotlarsa şaibeli sonuçlara götürüyor. Dahası, dil insanlarca, hiçbir hayvanın karşılayamayacağı kadar farklı şekillerde kullanılıyor; eğer dilin ne olduğunu kavrarsanız, insan doğası hakkında daha fazla anlayışa sahip olursunuz.

20. yüzyılın ortalarında ileri sürülen Chomsky’nin teorisinin ilk versiyonu Batı entelektüel yaşantısındaki yeni yeni gelişen iki trendin birleşimiydi. İlk olarak, insanların günlük yaşantıda iletişim için kullandıkları dillerin, yeni yeni ortaya çıkan bilgisayar bilimi alanının dilleri gibi matematiksel olduğunu öne sürdü. Chomsky’nin çalışmaları dilin altında yatan işlemsel (computational) yapıyı (structure) araştırıyordu ve “doğru biçimlenmiş (well-formed)” cümleler oluşturacak bir dizi prosedür öne sürmüştü. Bilgisayar benzeri bir programın insanların gramatik olduğunu düşündüğü cümleler oluşturabileceği fikri devrimseldi. Bu programın insanların da cümleleri nasıl oluşturduğunu açıklayabileceği varsayılıyordu. Dilden bu şekilde bahsedilmesi, neredeyse her şeye işlemsel bir yaklaşım takınmaya hevesli araştırmacılar arasında yankı buldu.

Chomsky işlemsel teorilerini geliştiriyorken, bir yandan da bunların insan biyolojisinden temellendiğini öne sürüyordu. 20. Yüzyılın ikinci yarısında, bizim emsalsiz evrimsel tarihçemizin, yine emsalsiz olan insan psikolojisinin pek çok yanından sorumlu olduğu gittikçe daha da aşikar hale geliyordu ve Chomsky’nin teorisi bu düzlemde de yankı buldu. Onun evrensel grameri insan zihninin doğuştan gelen bir bileşeni olarak öne sürülmüştü ve dünyadaki 6000’den fazla insan dilinin derin biyolojik temellerini açığa çıkarmayı vaat ediyordu. Bilimdeki en güçlü ve bahsetmeye hiç gerek yok ki en güzel teoriler yüzeysel bir çeşitliliğin altındaki gizli ortaklıkları açığa çıkarırlar, dolayısıyla bu teori de hemen ilgi çekti.

Fakat deliller yıllardır santim santim yavaş bir ölüme yaklaşan Chomsky’nin teorisini geride bıraktı. Bu kadar yavaş bir şekilde ölüyor, çünkü fizikçi Max Planck’ın da bir zamanlar dediği gibi, yaşlı araştırmacılar eski fikirlere tutunurlar: “Bilim, her seferinde bir cenaze kadar ilerler.”

Başlangıçta

1960’larda, evrensel gramerin doğduğu ilk yıllarda, “standart ortalama Avrupa” dillerinin altında yatan yapı başlangıç noktası olarak alındı, ki bu diller onları inceleyen dilbilimcilerin çoğunun konuştuğu dillerdi. Böylelikle, evrensel gramer programı, ad öbekleri (“Güzel köpekler”) ve eylem öbekleri (“kedileri sever”) gibi dilin parçaları üzerinde işledi.

Fakat, oldukça kısa bir süre sonra pek çok dil arasında yapılan ve bu basit şemaya uymayan dilsel karşılaştırmalar ortaya çıktı. Warlpiri gibi bazı Avustralya dillerinin cümlenin tümüne dağılan gramatik öğeleri vardı — Chomsky’nin evrensel gramerine uyabilecek şekilde “basitçe paketlenmemiş” ad ve eylem öbekleri — ve hatta bazı cümlelerin eylem öbeği bile yoktu.

Bu sözüm ona uçdeğerlerin (outliers) Avrupa dillerinden alınan örnekler üzerine bina edilmiş evrensel gramerle uzlaşması zordu. Chomsky’nin teorisine diğer istisnalar, bir cümlenin öznesinin pek çok Avrupa dilindekinden çok farklı şekilde kullanıldığı Baskça ve Urduca gibi “ergatif (ergative)” [1] dillerin incelenmesinden gelmişti ve evrensel gramer iddiası için zorluk çıkarıyordu.

Terminoloji [2] ve Yeni Dilbilim

Noam Chomsky rüzgarı dilbilim camiasında 50 yıldan daha uzun bir zaman önce esmeye başladı. Fikir oldukça basitti. İlk yaşlardan itibaren gramatik cümleler üretmeye yarayan ve her çocukta doğuştan olan bir dizi kurallar dilin altyapısındaydı. Chomsky bu kuralların nasıl çalıştıklarını tanımlamaya başladı. Bu evrensel gramer olmaksızın, bir çocuk için herhangi bir dili öğrenmenin imkansız olduğunu düşünüyordu. Müteakip yıllarda dilin çocukların çevrelerinden duydukları dildeki örüntüleri çözdükçe edinildiğini savunan yeni teoriler tarafından Chomsky’nin teorisine meydan okundu.

Chomsky’nin Evrensel Grameri

Chomsky’nin evrensel grameri çocuğu öbekler (“güzel köpekler”) üzerinde çalışan ve bu öbekleri dönüştürmek (“Kediler güzel köpekler tarafından beğenildi”) için gereken kurallarla donatır. Son yıllarda teori evrilmiş olsa da çocukların kelimeleri gramatik bir şablona uydurma becerisi ile doğduğu temel fikrini koruyor.

Kullanım-temelli Öğrenme

Dilbilim ve psikolojideki yeni yaklaşımlar, çocukların başkalarının ne düşündüğünü çıkarsama becerisinin, gelişmekte olan beynin güçlü öğrenme mekanizmaları ile birleştiğinde bir evrensel gramer fikrini gereksiz kıldığını öne sürüyor. Çocuk, dinleyerek, farklı cümlelere uygulanabilen kullanım örüntülerini öğreniyor. “Yemek” kelimesi “Köpek … ister” cümlesindeki boşlukta “top” kelimesinin yerini tutabilir örneğin. Araştırmalar kelime anlamı ve gramer bilgisinin nasıl kurulduğu hakkında olan bu teorinin, iki üç yaşlarındaki çocukların dili gerçekten nasıl öğrendiğine yakınsadığını gösteriyor.

Bu bulgular, teorik dilbilim çalışmalarıyla beraber, 1980’lerde, Chomsky ve takipçilerini evrensel gramer fikrinin tümden bir revizyonunu yapmaya itti. İlkeler ve değişkenler (principles and parameteres) olarak anılan teorinin yeni versiyonu, dünyadaki tüm diller için bir evrensel gramer fikrini, bir dizi “evrensel” ilkelerin dilin yapısını yönettiği iddiası ile değiştirdi. Bu ilkeler her dilde farklı şekilde açığa çıkıyordu. Hepimizin temel tatlar ile (tatlı, ekşi, acı, tuzlu, umami) doğması fakat kültür, tarih ve coğrafyayla etkileşim neticesinde bunların dünya mutfağındaki günümüz çeşitliliğini oluşturması iyi bir analoji olabilir. İlkeler ve değişkenler, tatlara dair dilsel bir analojiydi. Bugünün dilsel çeşitliliğini üretecek şekilde kültürle etkileşiyorlardı (bir çocuk Japonca mı İngilizce mi öğreniyor?) ve aynı zamanda olası insan dilleri kümesini de tanımlamış oluyorlardı.

İspanyolca gibi dillerde ayrı bir özneye sahip olmaksızın tamamen gramatik cümleler kurulabilir, örneğin, cümledeki “benim” kelimesinin ayrıca belirtilmeyip fiilin sonundaki “o” ile belirtildiği Tengo zapatos (“Ayakkabılarım var”) cümlesinde olduğu gibi. [3] Chomsky çocukların bu türden birkaç cümle ile karşılaştıklarında beyinlerinde cümledeki öznenin düşürülmesi gerektiğini belirten bir şalterin “açık” hale geleceğini öne sürdü. Böylece cümlelerin hepsinde özneyi düşürebileceklerini bileceklerdi.

Bu “özne-düşürme” değişkeninin dilin diğer yapısal özelliklerini belirlediği de varsayılıyordu. Bu evrensel ilkeler fikri pek çok Avrupa diliyle makul seviyelerde uyumluydu. Fakat Avrupa dışından dillerden gelen veriler Chomsky’nin revize edilmiş teorisiyle uyumsuz çıktı. Elbette, özne-düşürme gibi değişkenleri belirlemeyi hedefleyen araştırmalar, nihayetinde, detaylı incelemelere dayanamaması dolayısıyla evrensel gramerin ikinci versiyonunu terk etmeye yol açtı.

Daha güncel olarak, 2002 yılında Science dergisinde yayınlanan ünlü bir makalede, Chomsky ve diğer eş-yazarlar, yalnızca işlemsel özyineleme (computational recursion) ismindeki tek bir özelliği içeren bir evrensel gramer betimlediler (gerçi, evrensel grameri savunan pek çok kişi hala pek çok ilke ve değişkenin olduğunu varsaymayı tercih ediyor). Bu yeni değişiklik kısıtlı sayıda kelime ve kuralın sınırsız sayıda cümle üretmek için birleşmelerine izin veriyordu. [4]

Özyinelemenin bir öbeği aynı türden başka bir öbeğin içine oturtması (embed) sebebiyle sınırsız sayıda ihtimal var. Örneğin, İngilizce, öbekleri sağa doğru iç içe oturtabilir (“John hopes Mary knows Peter is lying”) [5] veya merkeze oturtabilir (“The dog that the cat thet the boy saw chased barked”)[6] . Teorik olarak, bu öbekleri iç içe oturtarak cümleyi sonsuza dek uzatabiliriz. Pratikte ise, anlama, öbekler bu örneklerde olduğu gibi üst üste bindiğinde bozuluyor. Chomsky bu bozulmanın doğrudan doğruya dille alakalı olmadığını düşünüyordu. Bu, daha ziyade insan hafızasının kısıtlamasıydı. Daha önemlisi, Chomsky bu özyinelemesel becerinin dili, kategorilendirme (categorization) ve şeyler arasındaki ilişkiyi algılama gibi diğer düşünce biçimlerinden ayıran şey olduğunu öne sürmüştü. Ayrıca, yakın zamanda bu becerinin 50.000 ila 100.000 yıl önce oraya çıkmış tek bir genetik mutasyondan doğduğunu da iddia etmişti.

Daha önce olduğu gibi, dilbilimciler dünya dillerindeki çeşitliliği incelediklerinde, bu tarz bir özyinelemenin dilin yegane niteliği olduğu iddiasına karşıt örnekler buldular. Bazı diller — örneğin Amazon dili Piraha — Chomskiyen özyineleme olmaksızın idare ediyor gibi görünüyor.

Tüm dilsel teoriler gibi, Chomsky’nin evrensel grameri bir denge kurmaya çalışıyor. Teori öne sürülmeye değer olacak kadar basit olmalı. Yani, teorinin kendisinde olmayan bazı şeyleri öngörebilmeli (aksi halde, yalnızca gerçeklerin bir listesi olur). Ama hem teori o kadar basit olamıyor, hem de açıklaması gerekenleri açıklayamıyor. Örneğin, Chomsky’nin dünyadaki tüm dillerde cümlelerin bir “öznesi” olduğu iddiasını ele alalım. Sorun şu ki, özne konsepti, temel bir kategori olmaktan çok özelliklerin bir “aile benzerliğidir (family resemblance)”. Yaklaşık 30 kadar farklı gramatik özellik bir öznenin karakteristiğini tanımlar. Herhangi belli bir dil bu özelliklerin ancak bir alt kümesine sahiptir ve genelde bu altküme diğer dillerle örtüşmez.

Chomsky dilin zaruri alet çantasını (tool-kit) oluşturan öğeleri, yani insan dilinin var olmasını mümkün kılan mental aksamı belirlemeye çalışmıştı. Karşıt örnekler bulunduğunda ise, bazı Chomsky savunucuları bir dilin spesifik bir aleti –örneğin, özyineleme- barındırmamasının onun alet çantasında olmadığı manasına gelmediği şeklinde yanıt vermişlerdi. Maalesef, bu tür bir akıl yürütme Chomsky’nin öne sürdüklerini pratikte test etmeyi zorlaştırıyor ve bazen neredeyse yanlışlanamaz bir hal alıyorlar.

Ölüm Çanları

Chomsky’nin teorilerinde önemli bir hata, teorilerinin dil öğrenimine uygulandıklarında, çocukların soyut gramatik kuralları kullanarak cümleler oluşturma becerisine sahip olduklarını kabul etmesidir. (Hangi soyut kuralları şart koştukları ise teorinin hangi versiyonunun söz konusu olduğuna bağlıdır.) Fakat pek çok araştırma dil ediniminin bu şekilde gerçekleşmediğini gösteriyor. Onun yerine, çocuklar basit gramatik örüntüleri öğrenerek başlıyorlar ve sonra, kademeli olarak bu örüntülerin ardındaki kuralları parça parça çıkarsıyorlar.

Dolayısıyla, çocuklar ilk evrelerde, yalnızca belli kelime örüntülerine dayanan somut ve basit gramatik yapılarla (constructions) konuşuyorlar: “X nerede?”; “X istiyorum”; “Daha fazla X”: “O bir X”; “X yapıyorum”; “X yaptım”; “X’e otur”; “X’i aç”; “işte X”; “Bir X var”; “X bozuk.” [7] Daha sonra, çocuklar bu erken örüntüleri birleştirerek, “Annenin X yaptığı X nerde?” gibi daha karmaşıklarını elde ediyorlar.

Evrensel grameri savunan pek çok kişi çocuklardaki erken gramatik gelişimin bu şekilde izahını kabul ediyorlar. Ama akabinde, daha karmaşık yapılar oluştuğunda, bu yeni evrenin evrensel grameri ve onun soyut gramatik kategori ile ilkelerini kullanan bilişsel bir kapasitenin olgunlaşması olduğunu varsayıyorlar.

Örneğin, pek çok evrensel gramer yaklaşımı, çocukların bir soruyu aşağıdaki gibi gramatik kategorilere dayanan bir dizi kuralları takip ederek kurduğunu öne sürer: “What (nesne) did (yardımcı eylem) you (özne) lose (eylem)?”[8] Cevap: “I (özne) lost (eylem) something (nesne).” [9] Eğer bu doğruysa, o halde herhangi bir gelişimsel periyodda çocukların tüm wh-sorularında benzer hatalar yapmaları gerekir. [10] Fakat çocukların yaptığı hatalar bu öngörüyle uyumlu değil. Çoğu çocuk, gelişimin erken dönemlerinde “Why he can’t come?” gibi hatalar yapıp– “can’t”ı “he”den önce kullanamayıp-, aynı zamanda diğer “wh-kelimelerini” ve yardımcı eylemleri kullanarak, “What does he want?” gibi doğru cümleler oluşturabiliyorlar.

Deneysel çalışmalar çocukların çoğunlukla belli wh-sözcüklerle ve yardımcı fiillerle (genelde, “What does…” gibi en çok tecrübe ettikleri) doğru soru cümleleri kurduklarını ve aynı zamanda diğer wh-sözcükleri ve yardımcı fiil (pek sık rastlanmayan) kombinasyonlarını içeren soru cümlelerinde hata yaptıklarını doğruluyor: “Why he can’t come?”

Evrensel gramercilerin bu tür bulgulara başat cevabı, çocukların gramer yetisine (competence) sahip oldukları fakat farklı faktörlerin onların edimine (performance)[11] müdahil olabildikleri, böylece gramerin gerçek doğasını gizledikleri ve Chomsky’nin dilbilimi tarafından ortaya konmuş “saf” gramerin çalışılmasını engelledikleri yönünde. Altta yatan grameri gölgeleyen faktörler arasında olgunlaşmamış hafıza, dikkat ve sosyal becerilerin olduğunu da söylüyorlar.

Fakat çocukların bu davranışının Chomskiyen şekilde yorumlanması olası tek yol değil. Hafıza, dikkat ve sosyal yetiler gramerin gerçek durumunu gölgelemiyor olabilirler; daha ziyade, en başta bir dil inşa etme sürecine içkin olabilirler pekala. Örneğin, aramızdan birinin (Ibbotson) eş yazarlığını yaptığı güncel bir çalışma, çocukların düzensiz bir geçmiş zaman eylemini — “Every day I fly, yesterday I flew (“flyed” değil)- [12] doğru şekilde kurmalarının, gramerle alakasız olarak tepki verme dürtülerini bastırma becerileriyle ilişkili olduğunu gösterdi. (Örneğin, bir güneş resmine bakıyorken “ay” deme isteğini bastırmak gibi.) Hafıza, zihinsel analojiler, dikkat ve sosyal durumlar hakkında akıl yürütme gibi zihinsel yetiler (mental faculty), çocukların Chomskiyen dilbilimin saf gramerini ifa etmelerini engellemelerinden ziyade, neden dilin bu şekilde geliştiğini açıklayabilir.

Karşılaştırmalı dil verisinden kaçınmada ve alet çantası argümanında olduğu gibi, edimin yetiyi gölgelediği iddiası da oldukça yanlışlanamaz. Bu tarz iddialara sığınmak güçlü bir empirik tabandan yoksun olup çöküşte olan bilimsel paradigmalarda yaygındır. Örnek olarak, Freudyen psikoloji ve tarihin Marxist yorumlamalarını alabilirsiniz.

Evrensel gramer için çıkan bu empirik zorluklardan da öte, çocuklarla çalışan psikodilbilimciler, çocukların tüm diller için aynı olan cebirsel gramatik kurallar ile başlayıp, daha sonra belli bir dilin –İngilizce veya Swahili- bu kural şemasına nasıl bağlandığını çözmeye geçtikleri bir süreci teorik olarak anlamlandırmakta (conceive) zorluk çekiyorlar. Dilbilimciler bu muammaya bağlama problemi (linking problem) diyorlar. Harvard Üniversitesi’nden psikolog Steven Pinker tarafından, bunu çözmek için evrensel gramer bağlamında, cümle özneleri açısından nadir rastlanan sistematik bir girişim gerçekleştirildi. Fakat Pinker’ın açıklamasının çocuk gelişimi çalışmalarından gelen verilerle uyumsuz olduğu ya da özneler dışındaki gramatik kategorilere uygulanamaz olduğu ortaya çıktı. Dolayısıyla, evrensel grameri dil öğrenimine uygularken merkezi problem olması gereken bağlama problemi, henüz çözülmedi veya ciddi olarak ele alınmadı.

Alternatif Bir Görüş

Tüm bunlar bizi, kaçınılmaz olarak, evrensel gramer fikrinin tamamen yanlış olduğu sonucuna götürüyor. Elbette bilim insanları çelişkili deliller karşısında dahi makul bir alternatif ortaya çıkana değin favori teorilerinden asla vazgeçmezler. Kullanım-temelli (usage-based) dilbilim olarak anılan böylesi bir alternatif artık var. Çeşitli şekiller alabilen bu teori gramatik yapının doğuştan olmadığını öne sürüyor. Bunun yerine, gramerin tarih (dillerin bir nesilden diğer nesile nasıl aktarıldığını belirleyen süreçler) ve insan psikolojisinin (nesillerin, en başta, bir dili öğrenmelerini mümkün kılan sosyal ve bilişsel kapasiteler kümesi) bir ürünü olduğunu söylüyor. Daha önemlisi, bu teori dilin spesifik olarak dil için evrilmemiş olabilecek beyin sistemlerini kullandığını öne sürüyor ve bu yanıyla da Chomsky’nin özyineleme için tek-gen mutasyonu iddiasıyla farklılaşıyor.

Yeni kullanım-temelli yaklaşıma göre (ki bu işlevsel dilbilim [functional linguistics], bilişsel dilbilim [cognitive linguistics] ve konstrüksiyon gramerden [construction grammar] fikirler barındıran bir yaklaşım) çocuklar evrensel, dil öğrenimine adanmış bir araçla doğmuyorlar. Bunun yerine bir İsviçre çakısının zihinsel eşdeğerini,yani, çocukların sayesinde çevrelerinde duydukları dilden gramatik kategoriler ve kurallar kurabildikleri kategorizasyon, iletişimsel niyetleri okuyabilme, benzerlik kurabilme gibi çok amaçlı araçlar kümesini kalıtımla devralıyorlar.

Örneğin, İngilizce konuşan çocuklar “The cat ate the rabbit,” [13] cümlesini anlarlar ve benzerlik dolayısıyla da “The goat tickled the fairy.”[14] cümlesini anlarlar. [15] Bir örnek duyarak diğer örneklere genelleştiriyorlar. Bu türden yeteri kadar örnekten sonra, “The gazzer mibbed the toma,”[16] gibi cümlelerde kimin neyi kime yaptığını dahi, bazı kelimeler tamamen saçmalık olsa bile, anlayabiliyorlar. Gramer, cümlelerin kelimeler düzleminde ortak çok az şeyi oldukları düşünüldüğünde, çocukların kelimelerin ötesinden sezdikleri bir şey olmalı.

Dilde anlam, kelimelerin potansiyel anlamları (“yedi” kelimesinin sahip olabileceği anlamlar gibi) ile bu kelimelerin içine koyulduğu gramatik yapıların (constructions) arasındaki etkileşimden ortaya çıkıyor. Örneğin, “hapşırmak” kelimesi sözlükte yalnızca tek bir eyleyeni olan (hapşıran kişi) geçişsiz bir fiil olarak bulunsa da, eğer birisi onu geçişli bir şekilde –hem dolaylı hem de dolaysız nesne alacak şekilde- kullanmaya çalışırsa, sonuç, “hapşırmanın” bir aktarım eylemi olarak anlaşıldığı (yani, kişinin peçeteyi diğer bir kişiye aktaracak şekilde hapşurduğu) “O onu peçeteye hapşırdı”[17] olurdu. Bu cümle, gramatik yapıların cümlenin anlamına kelimeler kadar güçlü katkılarda bulunabildiğini gösteriyor. Bunu, anlamdan tamamen bağımsız gramer düzlemleri olduğunu iddia eden Chomsky’nin fikirleri ile kıyaslayın.

İsviçre çakısı konsepti, dil öğrenimini evrensel gramer teorisinin gereksindiği iki olguyu dahil etmeksizin açıklayabiliyor da. Bunlardan biri, sembolleri birleştirebilmek için gerekli bir dizi cebirsel kural, beyinde doğuştan (hardwired) olarak bulunan bir temel gramer (core grammar). Diğeri ise, doğal dilin öğrenilmesi gereken tüm deyim ve ayrıksı yapıları (idiosyncracy) kapsayan istisnaların bir listesi; leksikon. Bu çift — hat (dual-route) yaklaşımının sorunu bazı gramatik yapıların kısmen kural temelli olmasıdır, örneğin özne olan “him”in dolaysız nesne biçimini koruduğu ama cümle diziliminin normal olmadığı “Him a presidential candidate?!” cümlesi. [18] Anadili İngilizce olan birisi aynı yaklaşımı kullanarak sınırsız çeşitlilikte cümle üretebilir: “Her go to ballet?!” ya da “That guy a doctor?!”. Dolayısıyla soru bu ifadelerin temel gramerin (core grammar) bir parçası mı yoksa istisna mı oldukları oluyor. Eğer temel gramerin bir parçası değillerse, o halde ayrı ayrı öğeler olarak öğrenilmeleri gerekiyor. Fakat, eğer çocuklar bu kısmen kural kısmen istisna olan ifadeleri öğrenebiliyorlarsa, o halde neden dilin geri kalanını da aynı şekilde öğreniyor olmasınlar? Diğer bir deyişle, evrensel gramere neden ihtiyaçları olsun ki?

Gerçekten de evrensel gramer fikri çocukların dili sosyal etkileşimle öğrendikleri ve dilsel topluluklar (linguistic community) tarafından zaman içinde yaratılmış cümle yapılarını kullanarak pratik kazandıklarını gösteren delillerle çelişiyor. Bazı durumlarda, böyle bir öğrenimin tam olarak nasıl gerçekleştiğine dair iyi verilerimiz oluyor. Örneğin, yantümceler (relative clause) dünya dillerinde oldukça yaygınlar ve genellikle ayrı cümlelerin birleştirilmesinden türüyorlar. Dolayısıyla, “Ağabeyim… Arkansas’ta yaşıyor… Piyano çalmayı seviyor.” diyebiliyoruz. Şematizasyon (schematization), duyarsızlaşma (habituation), bağlamsızlaşma (decontextualization) ve otomatikleşme (automatization) gibi çeşitli bilişsel işleme (cognitive-processing) mekanizmaları sayesinde bu yapılar uzun periyodlardan sonra daha karmaşık hallere evriliyorlar: “Arkansas’ta yaşayan ağabeyim piyano çalmayı seviyor.” ya da “Kapıyı çektim ve kapandı” gibi cümleler kademeli olarak “Kapıyı çekerek kapattım” gibi cümlelere dönüşebilirler. [19]

Dahası, bizim türümüze has olan başkalarının iletişimsel niyetlerini, yani başkalarının ne söylemeye niyetlendiklerini, çözebilme becerimiz var gibi görünüyor. Örneğin, “She gave/bequeathed/sent/loaned/sold the library some books” diyebilirim ama “She donated the library some books.” diyemem. [20] Güncel araştırmalar çocukların bu tür uygunsuz benzetmeleri kısıtlamasına yol açan birtakım mekanizmalar olduğunu gösterdi. Örneğin, çocuklar anlamsız benzetmeler yapmıyorlar. Dolayısıyla, asla “She ate the library some books.”[21] demek gibi bir dürtüleri olmuyor. Ek olarak, eğer çocuklar sıklıkla “She donated some books to the library,” cümlesini duyuyorlarsa, bu kullanım “She donated the library some books.” kullanımını kullanma dürtüsünü bastırıyor.

Bu tarz kısıtlayıcı mekanizmalar bir çocuğun yapabileceği muhtemel benzetmeleri bir kişinin anlamaya çalıştığı iletişimsel niyetlerle denk düşen benzetmelere değin azaltabiliyor. Hepimiz bu tür bir niyet okumayı “Kapıyı benim için açabilir misin?” cümlesini kapı açma becerilerine dair bir soruşturma olarak değil de bir yardım isteği olarak anlarken kullanıyoruz.

Chomsky dilin nasıl çalıştığına dair olan genel teorisinde bu türden “pragmatiğe” –dili bağlamsal olarak nasıl kullandığımız- yer ayırmıştı. Dilin ne kadar belirsiz (ambiguous) olduğu düşünüldüğünde, bunu yapmak zorundaydı. Ama pragmatiğe gramerin ana görevine periferal bir rol biçiyor gibiydi. Denebilir ki, kullanım-temelli yaklaşımlardan gelen katkılar, tartışmayı diğer yönlerden alıp konuşurların sentaks kurallarını öğrenmeleri gerekmeksizin pragmatiğin dil için ne kadar kullanışlı olduğuna döndürdü.

Kullanım-temelli teoriler dilin nasıl çalıştığına dair tamamlanmış bir açıklama sunmaktan çok uzakta. Çocukların konuşulan cümlelerden ve ifadelerden duyarak yaptıkları anlamlı genellemeler bir çocuğun nasıl cümleler kurduğuna dair her şeyi açıklıyor da değil. Anlamlı olan fakat gramatik olmayan genellemeler de var (örneğin, “He disappeared the rabbit”). Çocuğun kurabileceği anlamlı olup da gramatik olmayan muhtemel tüm genellemelerden yalnızca çok azını yapıyorlar. Bunun sebebi, ait oldukları dilsel topluluğun bir norma sahip olduğuna ve fikirlerini yalnızca “bu şekilde” iletişim kurarak aktardıkları gerçeğine duyarlı olmaları gibi görünüyor. Çocuklardaki dil hem yaratıcı (“I goed to the shops”) hem de gramatik normlarla (“I went to the shops”) [22] uyumlu olma açısından hassas bir dengeye sahip. Kullanım-temelli teorisyenlere, çocukluktaki bu etkenlerin dil gelişimi sürecini tam olarak açıklayacak şekilde izah etmeleri için yapacak çok şey düşüyor.

İleriye Bakış

Chomskiyen paradigmanın önerildiği zamanlarda, o dönem baskın olan informel yaklaşımlardan radikal şekilde ayrışıyordu ve bir dili konuşma ve anlamadaki tüm bilişsel karmaşıklığa dikkat çekiyordu. Chomsky’ninkiler gibi teoriler yeni şeyler fark etmemizi mümkün kılmışsa da aynı zamanda dilin öbür yanlarına bizi kör etti. Dilbilim ve ilgili alanlarda, pek çok araştırmacı evrensel gramer gibi dile tamamen formel bir yaklaşımdan giderek daha da hoşnutsuz; teorinin empirik yetersizliklerinden bahsetmeye gerek dahi yok. Dahası, pek çok modern araştırmacı, bir teoriyi test edebileceğimiz çok büyük dilsel data korpusları varken — ki pek çoğu çevrimiçi olarak da erişilebilir durumda artık — [23] masa başı (armchair) teorik analizlerden hoşlanmıyorlar.

Paradigma kayması kesinlikle henüz tamamlanmış değil, ama pek çoklarına göre dilbilim alanında taze bir rüzgar esiyor. Dünyadaki farklı dillerin özelliklerini incelerken, birbirlerine ne kadar benzer ve birbirlerinden ne kadar farklı oldukları, tarihsel süreçte nasıl değiştikleri ve çocukların bu yetiyi bir ya da daha fazla dilde nasıl edindikleri gibi konularda yapılacak yeni heyecan verici keşifler var.

Evrensel gramer bir çıkmaza varmış gibi görünüyor. Onun yerine, kullanım-temelli dilbilim araştırmaları, dünyadaki 6.000 dilin tarihsel gelişimi, kullanımı ve öğrenimi üzerine yapılan empirik çalışmalar için bir yol sağlayabilir.

[1] Özgeçişli ya da eş işlevsel terimleri de kullanılır. Bu diller temel bir açıdan, bizim aşina olduğumuz pek çok dilden ayrışır. Türkçe, İngilizce, Almanca, Japonca ve daha pek çok dilde, bir cümlenin birinci ögesi (argument), yani genelde o eylemi gerçekleştireni belirten öge nominatif (geleneksel dilbilgisi çalışmalarında “yalın hal” diye geçer) halde bulunuyorken, ikinci ögesi, yani o eylemin uygulandığı nesne belirtme halindedir (ismin –i hali olarak da bilinir) . Örneğin “Yunus kitabı okudu.” cümlesinde “oku” eyleminin ilk ögesi “Yunus” nominatif haldeyken, ikinci ögesi “kitap” belirtme halinde. Bununla beraber bu durum, geçişsiz eylemlerde de kendisini koruyor. Yani “Ceren uyuyor.” cümlesinde “Ceren” nominatif halde bulunuyor. Fakat ergatif dillerde, böyle geçişsiz eylemlerde, eylemin ilk ögesi nominatif değil, akusatif halde bulunmakta. Örneğin, eğer bu Türkçe’de olsaydı “Yunusu uyuyor.” demek bizim için son derece normal, gramatik olan olacaktı. Bu tarz diller Chomsky’nin teorisi açısından açıklaması nispeten daha güç. Bu konuda daha detaylı bilgi için bkz. Aldridge 2008, Anderson 1976, Mahajan 1997. (Ç.N.)

[2] Orijinal metinde yazarlar terminoloji anlamına gelen “nomenclature” yerine “Noam-enclature” tabirini kullanarak Noam Chomsky’nin adıyla bir kelime oyunu yapıyorlar. Gerçekte, noamenclature diye bir kelime yok. (Ç.N.)

[3] Türkçe de böyle bir dildir. İngilizce de “I have a book (Bir kitabım var)” demek için “I” demek zorunluluğu varken, Türkçe’de ve İspanyolca da böyle bir durum yok. “Benim ayakkabılarım var” ile “Ayakkabılarım var” cümlelerinin ikisi de tamamen gramatik. (Ç.N.)

[4] Aslında bu Chomsky’nin ve Üretici Gramer’in en başından beri “mümkün” olan ve Chomskiyen dilbilimciler tarafından da fazlasıyla vurgulanan bir nokta. Fakat yazarların söylemek istediği, benim anladığım kadarıyla, bu makalede öne sürülen evrensel gramerin tek işlevinin bu olması hasebiyle, vurgunun da daha önce olduğundan fazla olarak buraya kaymış olduğu. (Ç.N.)

[5] “John Mary’nin Peter’ın yalan söylediğini bildiğini umuyor.” İngilizce’nin aksine, Türkçe’de bu sağa ya da sola doğru olmuyor. Görüldüğü üzere öbekler bir matruşka gibi birbirinin içinde. (John umuyor — Mary biliyor — Peter yalan söylüyor cümleleri, yukarıda iç içe geçmiş şekilde. Türkçe sözdizimsel olarak oldukça serbest olduğundan farklı kombinasyonlar mümkün olsa da, en temelde “John umuyor” cümlesinin sağına ya da soluna değil, tam ortasına oturtmak, gramatik açıdan bir zorunluluk). Buna bir istisna “ki” klitiğidir. “Ben biliyorum ki Ayşe kitabımı getirdi.” demek de, “Ben Ayşe’nin kitabımı getirdiğini biliyorum.” demek kadar gramatiktir ve sağa oturtmalı şekilde kurulmuştur. (Ç.N.)

[6] İng. Çocuğun gördüğü kediyi kovalayan köpek havladı. (Ç.N.)

[7] Sırasıyla, orijinalleri; “Where’s the X?”; “I wanna X”; “More X”; “It’s an X”; “I’m X-ing it”; “Put X here”; “Mommy’s X-ing it”; “Let’s X it”; “Throw X”; “X gone”; “Mommy X”; “I Xed it”; “Sit on the X”; “Open X”; “X here”; “There’s an X”; “X broken.” (Ç.N.)

[8] İng. Neyi kaybettin? (Ç.N.)

[9] İng. Bir şey kaybettim. (Ç.N.)

[10] Wh-sorusu (wh-question), İngilizce’de “Wh” ile başlayan soru sözcüklerinden (what, where, when, who, whose, whom) hareketle ortaya çıkmış, fakat daha sonrasında dilbilim literatüründe tüm dillerdeki benzer yapıdaki soru kalıpları için kullanılagelmiştir. (Ç.N.)

[11] Bilişsel bilimdeki temel ayrımlardan birine işaret ediyor; competence (yeti) — performance (edim). Yetiyi soyut kurallar, bir çeşit algoritma gibi, edimi ise bu algoritmanın daha hızlı çalışan bir bilgisayarda daha hızlı gerçekleştirilmesi, daha yavaş çalışan bir bilgisayarda ise daha yavaş gerçekleştirilmesi gibi düşünebiliriz. Chomsky ve onunla benzer düşünenler, dilbilimde edimin araştırılmasının pek de makul olmadığını, çünkü bilimsel olarak incelenemeyecek kadar karmaşık olduğunu sıklıkla ifade etmişlerdir. Fakat bu konuda aynı fikirde olmayan pek çok kişi var. Bkz. Christiansen ve Chater, 2016. (Ç.N.)

[12] İngilizce’deki düzensiz eylemler, düzenli eylemlere istisna teşkil eden çekimlere sahip eylemlerdir. Türkçe’de düzensiz eylemlerin varlığı veya yokluğu tartışmalı bir konu olduğundan örnek vermekten imtina ediyorum. Şimdilik, eğer yukarıdaki örnekte eğer eylem düzenli olsaydı kelimenin “flyed” şeklinde çekimleneceğini bilmemiz yeterli. (Ç.N.)

[13] İng. Kedi tavşanı yedi. (Ç.N.)

[14] İng. Keçi periyi gıdıkladı. (Ç.N.)

[15] İki cümle de özne-eylem-nesne yapısına sahip ve geçmiş zamanda çekimlenmişler. Benzerlik vurgusu yapıların bu birbirlerine benzerliğinden geliyor. (Ç.N.)

[16] Cümledeki gazzer, mib ve toma kelimeleri uydurma. Cümle “gazzer [ki bu da gazz’ci, gazz yapan kimse gibi bir manaya geliyor] tomayı mibledi” gibi bir anlama geliyor. (Ç.N.)

[17] İng. She sneezed him the napkin. Örnek Türkçe’de karşılığını tam olarak bulamıyor. Bunun sebebi, dolaylı ve dolaysız nesnelerin İngilizce’de cümledeki konumlarından belirleniyorken Türkçe’de ekler aracılığı ile belirlenmesidir. (Ç.N.)

[18] Bu cümle anlam olarak “O başkan adayı mı olmuş?!” olsa da, gramatik biçimi “Onu başkanlık adayı?!” gibi bir Türkçe cümleye tekabül ediyor. Bu Türkçe’de tamamen anlamsız olsa da, İngilizcede bu biçimdeki bazı kullanımlar, şaşırma durumlarında vs. oldukça normal ve sık rastlanıyor. (Ç.N.)

[19] Orijinalinde “I pulled the door, and it shut” cümlesi “I pulled the door shut” cümlesine evriliyor. Türkçe’de yaptığım çeviriler bu dönüşümü tam karşılamasa da yakınsıyorlar. Bu nüansı belirtmenin gerekli olduğunu düşündüm. (Ç.N.)

[20] İlk cümle “O kütüphaneye biraz kitaplar verdi/bıraktı/sattı/ödünç verdi.” Iken diğeri “O kütüphaneye bazı kitaplar bağışladı” anlamına geliyor. İlkini söyleyebiliyor ama ikincisini söyleyemiyor olmasının sebebi tamamen İngilizceye has bazı gramatik kurallar. (Ç.N.)

[21] İng. O kütüphaneye bazı kitaplar yedi. (Ç.N.)

[22] Cümlelerin ikisi de “Alışverişe gittim.” Manasına gelse de, ilk cümle, düzensiz bir eylemin düzenli gibi çekimlenmesine örnek, dolayısıyla gramatik değil; diğeri gramatik. (Ç.N.)

[23] Corpus , kimi zaman “bütünce” de denen bir terim. Derlenmiş dilsel veri yığınlarına verilen ad. (Ç.N.)

İleri Okuma Önerileri

Hem dilbilime giriş açısından hem de dilbilimdeki pek çok teorinin izahını, aralarındaki uyuşmazlıkları vs. açıklayabilme açısından oldukça kapsamlı olan Stefan Müller’in Grammatical Theory’sini bu konularla yeni yeni ilgilenmeye başlayan herkese tavsiye edebiliriz.

Bu konuda geniş çaplı okuma yapmak isteyen okurlar, Adele Goldberg’ün 2006 tarihli Constructions at Work: The Nature of Generalization in Language kitabını merak edebilirler. Bu kitap Üretici Gramer’e alternatif sunan teorilerden biri, belki de en ünlüsü olan Konstrüksiyon Gramerinin (Construction Grammar) geniş çaplı bir izahını barındırıyor. Bu teoriye çeşitli açılardan gelen eleştirilerin ele alındığı ve teorinin revize edildiği, aynı yazarın 2020 tarihli Explain Me This: Creativity, Competition, and The Partial Productivity of Constructions isimli kaynağa başvurmak da güncel pek çok tartışmaya dair fikir sağlayacaktır.

Bunun yanı sıra, Michael Tomasello’nun derlediği, ilki 1998 yılında yayınlanan ve Üretici Gramer’e alternatif teorilerin bölüm bölüm izah edildiği, her ne kadar nispeten eski bir kaynak olsa bile dilbilim tarihindeki iki kutbun arasındaki anlaşmazlıkları aydınlatması bakımından önemli olabilecek The New Psychology of Language: Cognitive and Functional Approaches to Language Structure kitabı ilgi çekici olabilir.

Chomsky’nin pozisyonunu daha iyi anlamak isteyen okur, Mark Baker’ın Atoms of Language kitabına başvurabilir. Bunun yanı sıra pek çok “dilbilime giriş” metni, Chomsky’nin Üretici Gramer’i ve bunun edinim alanındaki etkileri üzerinde durur. Yine yakın bir ekolden olan Steven Pinker’ın Dil İçgüdüsü kitabı, giriş düzeyinde oldukça ünlü ve aydınlatıcıdır.

Son olarak Chomskiyen dilbilimin edim / yeti ve İ-Dil / D-Dil gibi temel ayrımlarına karşı çıkan, işlemlemesel psikodilbilim çalışmalarını merkezine alarak yeni ve dil edinimi, dillerin tarihi, dilin evrimi, dilin psikolojik yanı vs. dahil olmak üzere oldukça bütüncül bir perspektif sunan Morten Christiansen ve Nick Chater’in 2016 tarihli Creating Language: Integratig Evolution, Acquisition and Processing adlı eserini tavsiye edebiliriz.

--

--

CogIST
CogIST
Editor for

We are an independent community which is formed by a group of students who love cognitive science.