Yazar: Esra Mungan
“Geştalt Kuramı ve Bilişsel Psikoloji” serisinin tüm yazılarına buradan erişebilirsiniz.
Dr. Esra Mungan Boğaziçi Üniversitesi Psikoloji Bölümü’nde öğretim görevlisi. Başlıca çalışma alanını sözel bellek, müzik belleği ve müziksel biliş oluşturuyor.
Önsöz
Bilişsel bilim doğası gereği birçok alanı bir araya getirmeyi vaad eden, bunu artık klişeleşmiş olan altıgen diyagramla ifade eden bir bilim dalı. Ortaya çıkışından bu yana yaklaşık 60 sene geçmiş olan bilişsel bilimin bu farklı alanları bir araya getirmek ve böylece zihni anlama yolunda bütüncül bir perspektif sağlamak, hatırı sayılır bir yol kat etmek gibi vaadlerini yerine getirip getirmediği veyahut ne oranda yerine getirdiği şiddeti giderek artan bir tartışma konusu. Esra Mungan da özellikle kendi çalışma alanlarından –bellek, müzik bilişi- hareketle bilişsel bilimde yıllardır binlerce araştırmacının çalışmalarına rağmen yol kat edilememesine yol açan bir yanlış, hem de temel bir yanlış olduğunu sezenlerden. Geştalt Kuramı üzerine yaptığı okumalarla bu sezgileri formülize edilmiş bir fikirler bütününe dönüşen Esra hoca bunları 2020 ve 2021 boyunca Nesne dergisinde yayınlanmış üç makalesinde topluyor: “Geştalt Kuramı: Bir Nazariyenin Mazisi, Akameti ve Akıbeti,” “Geştalt Kuramı’nın Az Bilinen Çalışmaları: Bellek,” “Geştalt Kuramı’nın Problem Çözme Üzerine Çalışmaları ve Günümüzün Geştaltı.” Esra Hoca’nın Geştalt Kuramı’na eğildiği, hakkında “bilinen” pek çok yanlışı düzelttiği ve bugünün bilişsel psikolojisine ve bilişsel bilimine dair neler söylediğini ele aldığı bu makalelerini biz de altı yazılık bir yazı dizisi halinde yayınlıyoruz. Böylelikle hem bilişsel bilime dair metodolojik ve felsefi endişeler hakkındaki tartışmaların, hem de Türkiye bilişsel bilim akademisindeki üretimin görünürlüğüne katkı sağlamayı umuyoruz.
Keyifli okumalar,
CogIST
1- Geştalt Kuramının Ortaya Çıkışı
Öz
Bu makalede Geştalt kuramının kurucularının, eserlerinde dile getirdikleri, hem o dönem ama özellikle de bugün için çok kritik olan kimi çalışmaları ve önermeleri odağa alındı. Makalenin başlıca amacı, son yarım asırdır son derece eksik ve hatta hatalı içeriklerle sunulan bu kuramın aslında ne kadar çarpıcı ve mevcut verilerimizi bambaşka şekilde, üstelik artık birbirinden kopuk değil, tersine birbiriyle ilişkilendirilmiş olarak anlamlandırabileceğimizi göstermektir. Makalenin birinci bölümünde, Geştalt kuramın Max Wertheimer’ın 1912 tarihli “phi fenomeni” makalesiyle doğuşu, 1922’de kuramcıları tarafından kurulan Psychologische Forschungen dergisiyle giderek etki gücünü arttırması ve ardından Nazi Almanyası döneminde hem yoğun sansür hem hayatlarının tehlikeye girmesi nedeniyle tüm kuramcıların Almanya’yı terk etmek zorunda kalıp ABD’ye geçmesiyle kimi bakış farklılıkları ve kavrayış eksiklikleriyle karşılaşması aktarılmaktadır. Makalenin ikinci bölümünde ise kuramın ana önermeleri ele alınmaktadır. Tüm bu konular hayli kapsamlı olduğundan, kuramın çok daha az bilinen ancak algı çalışmaları kadar ilginç bellek ve ‘üretken’ düşünmeye dair çalışmaları ve önermeleri ise ayrı iki makalede ele alınacaktır. Dolayısıyla bu makale, üçlü bir serinin ilki olarak okunmalıdır.
Anahtar kelimeler: Geştalt kuramı, parçalar ve bütün, şekil-zemin, gruplama/ayrıştırma ilkeleri
Giriş
Bu makalenin başlıca amacı, Geştalt 2 kuramının ne olduğunu ve ne olmadığını belirli bir kapsamlılık ile aktarmaktır. Bu makale bir tarih çalışması olmayacağı için kuramın tarihsel tarafı ancak ana hatlarıyla aktarılacaktır. Beni bu konuyu ele almaya iten iki ana etken olmuştur. Bunlardan biri, psikoloji tarihi içinde bu kurama dair aktarılagelen bilgilerin bir yandan merak uyandırırken (özellikle sunulan çarpıcı görsel örnekleriyle) bir yandan ise “havada” kalmalarıdır. Bir diğer etken ise, bu ilginç ve günümüzden bakıldığında “muamma” dolu kuramın ortaya çıkışı (1910’lu yıllar) ve ana akım psikoloji araştırmalarının odağından kayboluşunun (yaklaşık 1950’li yıllar, yani “bilişsel devrim” diye adlandırılan dönemin başlamasıyla) üzerinden bunca zamanın geçmesine rağmen bir türlü tam olarak da “tarihini tozlu sayfaları” arasına gömülememesidir. Bunun belki de en güçlü göstergesi, 2012’de kuramın yüzüncü yılı nedeniyle Wagemans ve arkadaşlarının zamanın Geştalt kuramının ana önermeleri üzerine bir anma yazısından çok bir ‘hatırlatma’ yazısı yazmış olmalarıdır. Konunun genişliği ve günümüzdeki karşılıkların çokluğu nedeniyle Wagemans’ın iki farklı ekiple yazdığı bu makale dizisinin biri yaklaşık 90 sayfa, diğeri 35 sayfalıktır. Buradan da anlıyoruz ki Geştalt kuramı, örneğin yine 20’nci yüzyılın bir dönem ana eksen kuramı olmuş olan Davranışçılık ekolünden farklı olarak, bir türlü “maziye gömülememektedir”. Bu saydığım iki ana etken bana bu kuramın, psikoloji tarihi kuramları kitaplarında sunulan bilgilerin ötesinde incelenmeyi hak ettiğini düşündürdü.
Herhangi bir kuramı anlamak için yapılması en elzem olan ve ne yazık ki çokça yapılmayan veya eksik yapılan şey, kuramın kurucularının kritik birincil kaynak eserlerini okumaktır. Birincil kaynaklara baktığımızda ise ilginç bir tablo ortaya çıkıyor. Şöyle ki kaynakların birçoğunun orjinalleri, kuramcıların ana dili olan Almanca yazılmış ve bunların ancak bir kısmı –20’nci yüzyılın ortasından itibaren bilimin yeni dünya dili haline gelen — İngilizceye tercüme edilmiş, üstelik bazıları yalnızca özetlenerek (örneğin Ellis, 1938). Bir kısmı ise daha ancak 2012 yılında tercüme edilmiş, kimisi ise hâlen tercüme edilmiş değil. Her ne kadar kurucuları, 1920 ve 30’lu yıllarda Nazi iktidarının ayak seslerinin gelmesi ve faşizmin yerleşmesiyle Almanya’yı terk etmek zorunda kalıp Amerika Birleşik Devletleri’ne yerleştiyse de kendileri için yabancı bir dilde “meramlarını” anlatmalarının kolay olmadığını düşünebiliriz. Öyle görünüyor ki buradaki zorluk yalnızca bir anadil/yabancı dil engelinden kaynaklanmamış, iki kıtanın veya iki kültürün bakış ayrılığı da Geştalt kuramının tam mânâsıyla Anglo-Amerikan coğrafyada karşılık bulamaması veya çok kısıtlı bir süre boyunca bulmasında rol oynamış. Bunu en güzel gösteren kaynak, aralarında belki de en fazla İngilizce eser vermiş ve hatta 1959’da Amerikan Psikoloji Derneği’nin (APA) başkanı olabilmiş Wolfgang Köhler’in aynı tarihte başkanı olarak derneğin 66’ncı Yıllık Konferansı’nda yaptığı konuşmadır (Köhler, 1959). Konuşmasında Anglo-Amerikan perspektifinin zaman zaman miyopluğa varan detaycılığından ve cüretkârlık eksikliğinden bahseder. Büyük ustalıkla çok titiz çalışmaların yapıldığını, bundan dolayı da, bu şekilde “zapturapt” altına alamayacağı konulardan uzak durmayı tercih ettiğini ifade eder. Bu konuşmanın, içeriği kadar üslup inceliği açısından da Türkçeye tercüme edilmeyi hak ettiğini belirtmek isterim.
Aslında bugüne bakacak olursak çok daha büyük bir tehlike söz konusudur. Artık Amerikan perspektifinin hızlı ve bol yayın baskısı hükmetmektedir. Bunun sonucu olarak da arzulanan, makalelerin “şipşak” okunabiliyor ve adeta bir gazete başlığı olabilecek basitlikte bilgiler sunabiliyor olmasıdır. Bu bakış özellikle son 50 yıldır adeta sorgulan(a)mayan bir norm haline gelmiştir. Doğal olarak bunun sonucunda Köhler’in bahsini ettiği o deneysel titizliğin de bilim pratiği içinde eridiğine dair ipuçları görebiliyoruz (bk. Zwaan, Etz, Lucas ve arkadaşları, 2018). Ne yazık ki son 20 yılda adım adım tüm dünyaya sirayet eden bu sorunlu bakış, elbette (1) ne cüretkâr soruların sorulmasını, (2) ne de yürütülen deneysel çalışmalarda katılımcıların ürettiği sayısal veriler yanı sıra deneyimlerine yönelik incelemelerin yapılmasını ve raporlanmasını mümkün kılar. Bu konuya makalenin sonuç kısmında tekrar değineceğiz.
Makale iki ana bölümden oluşmaktadır (bkz. Tablo 1). Makalenin ilk bölümü, kuramın Max Wertheimer’ın 1912 tarihli makalesiyle ortaya çıkışını, kurulan yeni bir psikoloji dergisi etrafında gelişmesini ancak Nazi rejiminin iktidara gelişiyle kuramın Almanya’da akamete uğrayışını ele almaktadır. Bu bölümün son kısmında ise, kuramın Türkiye’deki muhtemelen ilk aktarımına değineceğiz. Bu aktarım, doğrudan Almanca kaynaklar üzerinden değil, Fransız hekim ve psikolog Pierre Jeunet’nin kendi öznel değerlendirmesini katarak yaptığı çok temel (ve eksik) bir aktarımının 1938 tarihli Türkçe tercümesidir. Makalenin ikinci bölümü ise kuramın ana tespitlerini ve kavramsal önermelerini yakın mercek altına almaktadır. Makaleyi genel bir değerlendirmeyle bitireceğiz ancak, daha önce de belirtildiği gibi, bu bir virgül olacaktır çünkü kuramın hemen hiç bilinmeyen bellek ve düşünmeye dair önermelerini ele alacağımız, bu makalenin devamı niteliğinde alana kazandırılması amaçlanan, iki makale daha bulunmaktadır.
Geştalt Kuramının Ortaya Çıkışı
1. Max Wertheimer’ın (1880–1943) Phi Fenomeni Makalesi
Genelde kaynaklar, kuramın ilk ortaya çıkışını Max Wertheimer’ın 104 sayfalık 1912 tarihli makalesiyle başlatır 3 . Makalenin başlığı “Experimentelle Studien über das Sehen von Bewegung (Hareketin Görülmesi 4 Üzerine Deneysel Çalışmalar)”dır. Makalesine, hem o dönem sinema açısından bilinen hem de psikolojinin deneysel laboratuvarlarında tespit edilmiş olan, “zahiri hareket” meselesini ele alır. Fakat Wertheimer’ın bu zaten bilinen fenomeni ele alışında bariz bir fark vardır. Daha önceki araştırmacılar bu etkiyi türlü farklı uyaranlarla (ışık, obje vd.) ve türlü farklı araçlarla (stroboskopik gösterim, takistoskopik gösterim) göstermiş olmasından farklı olarak Wertheimer hareketi görmenin deneyimsel tarafına odaklanır. Bu bölümde Wertheimer’ın bu “kurucu” makalesinin kimi kritik noktalarının altını çizeceğiz.
Wertheimer dönemin mevcut alanyazınını aktardıktan sonra makalesinin birinci bölümünde bir örnek sunup tahlil eder. İki eş uzunluklu ve aralarında 2 cm bulunan yatay çizginin yanıp sönerek belirli bir zaman aralığı ile peş peşe görüntülenmesinin (Şekil 1’in yalnızca a ve b çizgileriyle olan düzenek), hız yüksek olduğunda tekil bir yatay çizgi varmış deneyimine yol açtığını, hız yavaş olduğunda ise iki ayrı çizginin (aynen fiziken de olduğu gibi) peş peşe görünmesi şeklinde deneyimlendiğini belirtir. Öte yandan iki çizgi belirli bir ‘ara hız’ ile peş peşe sunulduğunda sanki üstteki çizgi bir aşağıya bir yukarıya gidip geliyormuş gibi, yani hareket eden tek bir nesne gibi deneyimlendiğini vurgular. Buradaki kritik faktörün aradaki süre olduğuna dikkat çektikten sonra çok titiz bir deney serisini rapor eder. Deneyin ana bağımsız değişkeni aradaki süredir ancak birçok kontrol değişkeni de mevcuttur. Bunlardan biri, sunulan çizgilerin çeşit çeşit ‘konfigürasyonları’ (yani uzam içinde yerleşimleri), bir diğeri, katılımcının dikkati (dikkatini ne şekilde ve nereye odaklayacağı manipüle edilmiştir), bir diğeri de göz hareketlerinin kontrolüdür. Bunun yanı sıra kimi zaman, uyaran hareketli bir cihaz ile hakiki anlamda hareket eder, kimi zaman ise yalnızca iki farklı uyaran farklı zaman aralığı ile görüntülenir, yani bir çizginin hakiki hareketi söz konusu değildir. Ana bağımlı değişken, katılımcının hakiki hareket ile zahiri hareketi birbirinden ayırt edip etmediği ve bunun yanı sıra deneyimsel olarak görüntüyü ne şekilde gördüğüdür.
En önemli bulgu, yanıp sönen birinci çizgiden sonra yanıp sönen ikinci çizgi arasındaki süre yaklaşık 1005 milisaniye olduğunda katılımcıların hakiki ile zahiri hareketi genel olarak ayırt edemedikleri bulgusu olmuştur. Hatta Wertheimer, nadiren kimi katılımcı bir fark algıladığında bu farkı tersi yönde hissettiğini, örneğin görünür hareketin hakiki harekete kıyasla “sanki daha güçlü, daha enerjik, daha bariz hareket gibi” şeklinde ifade ettiğini not düşer. Benzer şekilde makalenin bir yerinde katılımcıların sıkça hareketi, iki çiziginin (kendi) görüntüsünden daha evvel algıladıklarını, hatta kimi zaman iki çizgiyi de görmeyip yalnızca hareketi gördüklerini belirtir.
Başka bir deneyinde ise Wertheimer göz hareketi sorununun üstesinden gelmek için fiksasyon talimatıyla yetinmez, göz hareketinin bir anlamda “etkisizleştirecek” bir yöntem kullanır. Bu sefer katılımcılar karşılarında, yatay olarak alt alta dizilmiş dört çizgi bulur ve ikinci çizgiden (Şekil 1b) sonra birinci çizgiyi (Şekil 1a) ve benzer şekilde, bu harekete eş zamanlı olarak, üçüncü çizgiden (Şekil 1c) sonra dördüncü çizgiyi (Şekil 1d) görür. Bu eş zamanlı iki hareket zıt yönde olduğundan katılımcı fiksasyon talimatına uymayıp birinin hareketini göz hareketiyle takip etse de diğerini takip etmiş olması imkânsızdır. Katılımcılar bu sefer iki ve zıt yönlü hareket görür. Bu bulgu, hareket yanılsamasının göz hareketinden kaynaklanmadığını göstermiştir (ne de olsa gözlerimiz eş zamanlı olarak zıt yöne giden hareketleri takip edemez).
Bu bulgulardan sonra Wertheimer makalesinin beşinci bölümünde olup bitenin ne olduğunu açıklamaya odaklanır. Kritik deneysel koşulda uyaranlar, gerçek anlamda bir yerden bir yere hareket etmediğinden, katılımcıların da hiçbir şekilde uyaranın uzam-zamanda süregelen ara aşamalarını duyumsamış olması imkânsızdır çünkü o ara aşamalar mevcut değildir. O hâlde ne olmuştur? Olay basit bir “zihninde gerçekleşen mantıksal çıkarsama” eylemi midir yoksa hakiki bir fenomenal, yani deneyimsel yaşantı mıdır? İkisi arasında ilk etapta sanki pek fark yokmuş gibi görünse de ilki, “olay sonrasında gerçekleşen”, yargısal bir olaydır oysa diğeri, “eşzamanlı olarak hareket şeklinde görme” olarak tarif edilebilecek, an be an fenomenal/deneyimsel bir duruma işaret eder. Wertheimer olanın ikincisi olduğunu düşünür ve bu etkiye “phi etkisi” adını koyar, Yunancanın Φ işaretini kullanarak. Uyaran şekli a görüntüsünden sonra b görüntüsü şeklinde olduğunda burada fenomenal olarak görülen “a sonra b” gibi iki peş peşe uyaran görüntüsü değildir, keza “a ve b” gibi a ve b parçasından oluşan hareketsiz bir şekil de değildir. Görülen, Wertheimer’ın ifadesiyle “aΦb “dir, yani tekil bir hareket ünitesidir. Φ boyutu fiziksel uzamda mevcut olmadan ancak fiziksel uzamın özel koşullarıyla ortaya çıkan bir algısal durumdur, öyle ki artık a ve b birbiriyle bir bağ/bağlanma içine girmiştir.
Bu tespitinden sonra Wertheimer birbirinden zekice tasarlanmış düzeneklerle örneğin a ve b şekillerini farklılaştırarak, veya renklerini değiştirerek phi etkisinin hâlen aynı şekilde devam ettiğini, tek farkın, katılımcının “hareket esnasında şekil/renk değiştirdi” beyanının olduğunu vurgular. Daha önce de bahsettiğimiz gibi, dikkatin odaklanışını da bir değişken olarak ele alır. Katılımcılardan dikkatlerini a veya a ve b arasındaki alana odaklamaları istendiğinde phi etkisi çıkmakta, öte yandan b’ye odaklamaları istendiğinde zayıflamakta hatta yok olabilmektedir. Yine başka bir deneyde a ve b’nin ‘hareket bölgesinin’ içine veya dışına üçüncü sabit bir c şekli yerleştirilir. Üçüncü şekil ‘hareket bölgesinde’ olduğunda bile algısal olarak a şekliyle bir hareket ilişkisine girmediğini, yani bir aΦc oluşmadığını tespit eder Wertheimer. Bu deney serisinde de katılımcının dikkat odağını b dışında farklı yerlere yönlendirir, yine de sonuç değişmez.
Wertheimer makalesinin sonuç kısmında “Gestaltsqualität”6 (geştalt özelliği) tabirini kullanır ve phi olgusunun, parçaların spesifik konumlanışı ve dizilişiyle bir bütünsellik içinde meydana geldiğine işaret eder. Wertheimer’ın bu çarpıcı makalesi baştan sona okunduğunda, hem inanılmaz titiz ve birçok olası etki faktörünü dikkate alan bir deneysel zihin hem de bir bulgunun çok incelikli analizini görebiliyoruz. Daha önce de belirttiğimiz gibi, hem sinemadan dolayı hem de yapılmış başka deneylerle “zahiri hareket” olgusu bilinmekteydi. Ama kimse olguya Wertheimer’ın incelikli ve yepyeni bakışıyla yaklaşmamıştı. İşte bu yepyeni bakış “geştalt” bakışıdır. İçinde, sıkça “çalakalem” iddia edildiğinin aksine, hem titiz deneysel kurgular ve deney serileri yer alır hem de katılımcıların deneyimlediklerine dair yoğun bir merak ve sorgulama mevcuttur.
2. Dergiler: Zeitschrift für Psychologie ve 1922’de kurulan Psychologische Forschungen
Geştalt ekolünün kurucuları arasında Wertheimer’ın yanı sıra Wolfgang Köhler (1887–1967) ve Kurt Koffka (1886–1941) da vardır. Üçünün önemli ortak yanı, fenomenolojik felsefeci ve psikolog olan ve bu iki alanı ses ve özellikle müziğin algısı üzerinden birleştirmeyi başaran Carl Stumpf’un rahle-i tedrisinden geçmiş olmalarıdır. Bundan dolayı olsa gerek, her üçü de yazılarında sıkça müzikten ve ritimden örnekler verir. O dönemki fikirlerini ve araştırmalarını dönemin başta gelen psikoloji dergisi (Almanya’nın da muhtemelen tek dergisi) Hermann von Ebbinghaus’un yönetimindeki “Zeitschrift für Psychologie”de yayımlarlar. Kimi yazıları bazı yazarlara cevaben yazılmıştır ve anlarız ki o dönemin ana akımını teşkil eden ampirist 7 bakışına bu üç genç eleştiriler getirmeye başlamıştır. En temel sorgulamaları, bir soyutlamayla ifade edecek olursak, bir bütünün içindeki parçaların toplamının bütüne eşit olduğu bakışınadır ki bu bakış ampirisizmin en temel ögelerindendir. Psikoloji, genç bir bilim alanı olarak 19’ncu yüzyılın ikinci yarısında ortaya çıktığında “kurucu ideolojisi” bu bakış üzerine yaslanır. Bu bakışa göre canlıların tüm ruhsal/zihinsel ve davranışsal birikimleri, deneyimledikleri duyulardan ve bu duyuların biraraya gelerek algılar, anılar, hafıza ve fikirler oluşturmasıyla inşa olur. Diğer bir deyişle sahip olunan en karmaşık yetiler, adım adım ve en basit duyularla başlayıp onların ardıl deneyimler yoluyla birbirine “bağlanması” ve giderek daha büyük “kompleksler” oluşturması yoluyla oluşmuştur. Ebbinghaus’un yönetimindeki Zeitschrift für Psychologie dergisinde çıkan birbirinden parlak araştırmalar sürekli bu bakış etrafında hareket eder ve doğal olarak, en temel ve “moleküler” duyuları en ince ayrıntısına kadar inceleyen, daha karmaşık deneyimlerin ise o alt yapı taşlarını tespit etmeye koyulan makaleleler en büyük yeri kaplar. Bu zihinsel iklimde Geştalt kuramının üç kurucusu eleştirilerini dillendirmeye, yazdıklarına karşı gelen itirazlara yine cevap vererek fikirlerini savunmaya çalışır ta ki 1922’de Max Wertheimer, Köhler, Koffka ve iki kişiyi daha dahil ederek “Psychologische Forschung: Zeitschrift für Psychologie und ihre Grenzwissenschaften (Psikolojik Araştırma: Psikoloji Ve Onun Sınırdaş Bilimleri İçin Dergi)” dergisini kurana kadar.
Bu yeni derginin ilk makalelerinden biri Wertheimer’ın, yine Geştalt kuramının kurucu makalelerinden sayılabilecek “Untersuchung zur Lehre von der Gestalt”8 adını taşır. Bu önemli makalenin içeriğini ve önermelerini sonraki bölümlerde inceleyeceğiz. Burada kritik olan, artık “ardılcılık” ideolojisi üzerine kurulu olmayan, yepyeni bir bakış açısı sunmayı hedefleyen bir platformun kurulmuş olmasıdır. Derginin adında psikolojinin “yakın bilimleri” ibaresi bile ortaya çıkan bakışın hedeflediği kapsamlılığa dair bir işaret olarak görülebilir. Dergi 1974’e kadar devam eder etmesine ancak kuruluşundan yalnızca 11 yıl sonra Almanya, tarihinin en talihsiz ve en vahşi faşizm dönemine tanık olur ve o topraklarda yeşeren tüm entelektüel hayat bilimiyle ve sanatıyla yerle bir edilir. Geştalt kuramının kurucularından biri ailesinin her iki tarafıyla Yahudi (Wertheimer ki Einstein’ın da yakın dostudur), diğeri ailesinin bir tarafıyla Yahudidir (Koffka). Köhler ise Yahudi olmasa da Nazi döneminde onlara yönelik sert eleştiri yazabilmiş yegane Alman bilim insanıdır ve bundan dolayı Berlin’deki Psikoloji Enstitüsü’nde, dönemin en saygın bilim insanlarından biri olarak görülmesine rağmen, özellikle öğrencileri hedef alınarak ağır baskılara maruz kalır.
3. Nazi Almanyası, Amerika Birleşik Devletleri’ne Göç, Kuramın Amerika’daki Takipçileri
Max Wertheimer, Kurt Koffka ve en son Wolfgang Köhler de tek tek Almanya’yı terk eder.9 En son terkeden, son noktaya kadar Nazi ideolojisine karşı sert muhalifliğinden taviz vermeden 1935’e kadar Almanya’daki pozisyonu muhafaza eden Köhler olmuştur. Bu üç büyük beyin o döneme kadar yazdıkları çizdikleriyle bile Amerika Birleşik Devletleri’nin en prestijli üniversitelerinde büyük ilgi görür ve üçüne de üniversitelerde yer temin edilir. Ancak üçü de nihayetinde kendi topraklarından ve entelektüel iklimlerinden koparılmıştır ve tüm biriktirdiklerini bambaşka bir ülke ve kültür ortamında yeniden anlatmak ve ikna etmek zorunda kalacaktır. Yine de 1950’lere kadar azımsanmayacak bir etki yaratırlar. Bu etki öncelikle üçünün muazzam parlaklığından gelir. Örneğin Köhler, Harvard’a William James konuşma serisini vermek üzere çağrılır. Koffka 1936’da bana göre psikolojinin en iyi ders kitaplarından birini yazar, 1943’te beklenmedik şekilde vefat eden Wertheimer’in etkisinin ise etkileyici kişiliği ve verdiği konuşmalara dayandığı belirtilir (bk. Mandler, 2007). Vefat ettiğinde üstünde çalıştığı “Productive Thinking (Üretken Düşünme)” kitabı henüz yeni tamamlanmış ve ölümünden iki yıl sonra yayımlanmıştır. Kitap geometri ve cebir örnekleri yanı sıra Galileo, Gauss ve dostu Einstein’ın düşünme biçimlerini Geştalt kuramı çerçevesinde inceler. Bu içerik, kitabın 1945’teki baskısından sonra neden her dönem yeniden basıldığını ve hatta çok yakın zamanda, 2020’de, Viktor Sarris’in editörlüğünde son bir baskısının çıktığını gayet anlaşılır kılmaktadır.
Burada birkaç noktaya değinmek gerekli olabilir. Öncelikle gördükleri tüm saygı ve değere rağmen içine “düştükleri” bilimsel ideoloji davranışçılık idi. Yani yine her şeyin parçalardan birleşe birleşe inşa olduğu ve bütünün parçalarının toplamının bütüne eşit olduğu bakışı hakimdi, üstelik en sert şekliyle. Örneğin söz konusu ekol fenomenal yaşantı/deneyime bakmak bir yana, biyolojik olarak zihne bakılmasını dahi “gereksiz” bulur ve pragmatik bir dışsal uyaran manipülasyonu ile bunun yarattığı dışsal tepki arasında bağ kurarak insana ve genel olarak canlıya dair her şeyi açıklayabileceğini düşünür. Davranışçılık ekolünden kopan Karl Lashley gibi ilerinin biyoloji devriminin öncülleri de, her ne kadar zihni ve beyni araştırmalarının odağına alsa da yaklaşım olarak yine “yaşantılanım”, yani fenomenal deneyim odaklı bir bakışa karşı mesafelidir. 10 Dolayısıyla bu üç kurucunun A.B.D.’de Anglo-Amerikan bakışının fenomenolojiye karşı “tedirginliği” ile de karşı karşıya kaldıklarını söyleyebiliriz, bunu Köhler daha önce bahsini ettiğimiz 1959 konuşmasında da zarifçe dile getirmiştir. Yerleştikleri üniversitelerde doktora öğrencileri olamamış, dolayısıyla 1910’lu yıllardan 1930’lu yılların ortasına kadarki Almanya dönemlerinde inanılmaz bir verimle birbirinden yetenekli doktora öğrencileriyle hâlâ ilham veren çalışmalar yürütmüş olsalar da artık bu imkânları akamete uğramıştır.
Bahsi geçen doktora öğrencilerinden Hedwig von Restorff, Köhler’in 1935’de Almanya’yı terk etmesi ve Berlin’deki Enstitüsü’nün kapanmasıyla psikolojiyi bırakır ve tıp alanında çalışmaya başlar (MacLeod, 2020). Düşünme üzerine yine çok yaratıcı ve etki gücü yüksek bir tez yazan Karl Duncker ise sosyalist bir ailedendir. Köhler ona dokunulmasını 1935’e kadar engellemeyi başarır ama sonrasında Köhler’in Nazi rejiminin mecbur tuttuğu “bağlılık yeminini” etmeyip Almanya’yı terk etmesiyle Duncker da birkaç ülkeyi dolaştıktan sonra A.B.D.’de bir üniversiteden teklif alır, oradayken etkin çalışmalar yapmaya devam eder, ancak çok genç bir yaşta 1940’da intihar eder. Geştalt’ın kurucularıyla doktoralarını yapmış kişiler arasında görsel algı, sanat ve estetik alanında çok önemli katkılar sunmuş Rudolf Arnheim (Wertheimer’ın doktora öğrencisi) ve görsel ve işitsel algı çalışmış Hans Wallach da vardır. Bir diğer dikkat çeken, az bilinen, ama günümüz Geştalt kuramcıları tarafından belleğe dair yazdığı kitap nedeniyle işaret edilen kişi Erich Goldmeier’dir. Goldmeier’ın annesinin ve babasının Auschwitz’de öldürülmüş olduğu ve kendisinin, büyük olasılıkla Naziler iktidara gelir gelmez Amerika Birleşik Devletleri’ne yerleştiği anlaşılıyor. Geştalt kuramı, Nazi döneminde Almanya’yı terk etmek zorunda kalmayan ve o ihtiyacı duymanlar tarafından sürdürülmüşse de (örneğin, Wolfgang Metzger ki ilk iş Wertheimer’ın kürsüsünü devralır ve hemen Nazi partisine üye olur; bunun yanı sıra Edwin Rausch ve Kurt Gottschaldt da Almanya’da kalanlardandır. Ancak onlar, Metzger derecesinde bir yandaşlık gayretine girmediklerinden Nazi döneminde bir nebze marjinalize edilirler (gerçi Gottschaldt’ın Nazilerle ilişkisine dair farklı bir bakış için bk. Mastroianni, 2006) bilimin ana ekseni artık çoktan Amerika’ya kaymıştır ve hemen hepsi Almanca olan yayınları pek bilinmez, çoğu da tercüme edilmiş değildir.11
Amerikalılar arasında ise Geştalt kuramının taşıyıcısı niteliğinde kişi sayısı azdır, hatta hem Kurt Koffka hem Wolfgang Köhler ile yakın çalışmış Mary Henle belki de tektir, Mary Henle kuramı birkaç ‘pratik ve kolay anlaşılır’ görsel uyaranla anlatmak yerine kuramın derin kavramsal tarafının da iyi anlaşılması için yoğun uğraş verir ve 1961’de, Ellis’in 1938 tarihli titizlikten uzak derleme tercümesinden farklı olarak, titizlikle seçilmiş makalelerden ve tercümelerden oluşan “Documents of Gestalt Psychology (Geştalt Kuramının Belgeleri)” isimli antolojiyi çıkarır. Henle, yaşamının sonuna kadar kuramın önemli taşıyıcısı olmuştur. Solomon Asch ise Polonya kökenli bir ikinci kuşak Amerikalı göçmendir. Asch, sosyal psikolojinin Milgram ile birlikte anılan en önemli isimlerinden biri olmuştur. Ancak bilim dünyasında Anglo-Amerikan’nın Geştalt kuramının takipçilerinden biri olduğunu çok az kişinin bilmesi dikkat çekicidir.
Bunun dışında Amerikalı psikologlar arasında kuramın özellikle görsel algı ve yaratıcı/üretici düşünme çalışmalarından güçlü ilham almış kişiler mevcuttur ki bunların başlıcası “doğrudan algı” kuramının sahibi James Gibson’dur. Gibson’ın Köhler’ın seminerlerini düzenli takip ettiği belirtilir (Mandler, 2007). Nitekim ekolojik algıyı, yani hakiki üç boyutlu ve hareket içeren uzam içindeki algıyı ele alan Gibson belki de algı kuramlarının en radikalini öne sürer. Ekolojik diye adlandırdığı bu uzamın, Geştaltçılar gibi gayet anlamlı ilişkiler barındırdığını ve bu ilişkilerin bilgi olarak rahatça, hiçbir ara kademeye veya aşamalı belleksel birikimlere ihtiyaç duymadan edinilebileceğini öne sürer. Son olarak ise 1950’lilerde bilgisayarların ortaya çıkışıyla birlikte Davranışçılık ideolojisine karşı bir devrim olarak ortaya çıkan “bilişsel devrim” görünürde Geştalt kuramına alan açarken ve onların birçok görsellerinden faydalanırken hakikatte aslında yine ardılcılık ve belleğe dayalı bilgi işlemeyi öne çıkaran bir ekol olmuştur. Geştalt kuramının kavramsal önermelerinden çok görsel örneklerine hakim olan kişiler, genelde bilişsel psikolojinin bu kuramın modern versiyonu olduğunu düşünürse de bu yanlıştır. Makalemin sonraki bölümlerinde bunun neden böyle olduğunu daha anlaşılır kılmaya çalışacağım.
4. 1938 Türkiyesi’nde Geştalt Üzerine Çıkan Bir Makale: “Geştalt Nazariyesi”
Dönemin Halkevleri’nin 1933 ile 1950 arasında çıkardığı “Ülkü” dergisinin 1938 tarihli 11. cildin 66 nolu sayısında, zamanın en önemli sosyologlarından Ziyaeddin Fahri’nin, dönemin en önemli hekim, psikolog ve psikoterapistlerinden Pierre Janet’nin yazdığı Geştalt kuramı derlemesinin Türkçe tercümesini sunduğunu görürüz12 . Görsel 1’de söz konusu makalenin önsözünün kesiti sunulmuştur. İlk cümle şöyle der: “Asrımızın en yeni felsefi nazariyelerinden biri olan “şekil nazariyesi” etrafında memleketimizde pek az neşriyat yapılmıştır.” (Ülkü, 1938, s. 486). Ardından dönemin hangi felsefe profesörlerinin bu “nazariye” üzerine tartıştığı ve yazıp çizdiği aktarılıyor. Bu konularda tarih çalışması yapmak isteyeni kanımca çok ilginç ve muhtemelen kimi şaşırtıcı ipuçları barındıran bir yolculuk beklediğini düşünebiliriz.
Bu yazı, Geştalt kuramının farklı entelektüel çevrelerde daha Avrupa’da bile yeni yeni farkedildiği bir dönemde (örneğin, Fahri’nin bahsini ettiği, Janet’nin Zekâ kitabı onun 1932’de yayımlanan “Les debuts de l’intelligence (Zekânın Başlangıçları)” isimli kitabıdır) çok büyük sayılmayacak bir gecikmeyle bu coğrafyaya gelmesi ve konuya dair Türkiye’nin genç cumhuriyetinde de tartışmaların yürüdüğünü göstermesi bakımından önemlidir. Fakat ilginç olan hem Janet’in hem de Fahri’nin bu kuramın önemini hissetmiş olmasıdır. Yine ne ilginçtir ki Geştalt kuramı Japonya’lara kadar bir etki gücüne sahip olmuş (Zanforlin, 2004) ama bir türlü psikolojinin ana akımlarının arasına girmeyi başaramamıştır. Bunun muhtemel nedenleri üstüne düşünmeye değerdir kanaatindeyim.
Ülkemizde Geştalt kuramına dair günümüz alanyazınına baktığımızda makalelerin hemen hepsinin ya Geştalt terapi üzerine (ki Geştalt kuramının önde gelenleri tarafından, Geştalt’tan sözcük olarak ilham almış olmanın ötesinde çok bir ilişki bulunmadığı belirtilir, bk. Henle, 1978 ve Schultz, 1981) ya da eğitim alanında olduğunu görürüz (örneğin, Kaygusuz, 2014; Koç ve Bulut, 2014; Zeren, 2008). İkincisi şaşırtıcı değildir çünkü bu kuram eğitim ve kavramaya yönelik bu zamana kadar gelmiş geçmiş kuramlardan çok farklı ve yepyeni bir bakış açısı sunabilmektedir.
Bunun dışında Geştalt kuramı mimarlık ve tasarım dergileri ve tezlerinde sıkça önümüze çıkıyor (örneğin, Akkurt, 2019). Bunun yanı sıra birçok Türkçe web sayfasında da kuramın kimi örneklerine dair bilgiler mevcut (örn., https://tr.wikipedia.org/wiki/Gestalt_psikolojisi; https://miesofficial.com/blog/gestaltkurami-nedir-ve-ilkeleri-nelerdir/; https://www.iienstitu.com/blog/gestalt-kurami-ve-ilkeleri)
Ancak tüm bu saydıklarımız, biraz Amerika’dakine benzer şekilde, kuramın yalnızca en can alıcı, çarpıcı örnekleriyle yüzeyindeki unsurlarını görünür kılar ki bu unsurların hemen hepsi, görsel algı alanındaki örneklerinden seçmelerdir veya onların geliştirilmiş halleridir. Bu da, yine mevcut Amerika eksenli ana akım psikolojinin kendi bilgi eksikliğinden ötürü varsaydığı gibi, Geştalt kuramının sanki sadece algı ve özellikle görsel algı hakkında ele gelir şeyler önerdiği, psikolojinin tüm diğer alanlarına yönelik pek de katkı sunabilecek bilgiler üretmediği yanılsamasını pekiştirme riskini barındırır. En önemlisi ise, Geştalt kuramcılarının inanılmaz derinlikli yazılarına ve tartışmalarına yer verilmez ve dolayısıyla kuramı açıklayıcı ve üretken bir kuram yerine, sanki yalnızca, belirli ilginçlikleri betimleyen bir bakışmış gibi ele alınır. Bu makalenin amacı ise tam da bu boşluğu doldurmaktır. Bir sonraki bölümün amacı, çokça yapıldığı gibi kuramın ana tespitlerini listelemek yerine onları kavramsal bağlamları içerisinde ele alacağız.
Notlar
1 Dr. Öğr. Üyesi, Boğaziçi Üniversitesi, Psikoloji Bölümü, esra.mungan(at)boun.edu.tr, ORCID: 0000–0002–0435–6931
2 “Gestalt” Almanca bir sözcüktür, İngilizce ve birçok başka dil sözcüğü doğrudan Almanca haliyle kullanılır çünkü, barındırdığı anlam zenginliği bakımından tam tercümesi zor bir kavramdır. Genel hatlarıyla “şekil”, “form”, “oluşum” anlamını taşır ve tüm bu anlam katmanlarını barındırması nedeniyle dilimizdeki Arapça kökenli “teşekkül” ile güçlü derecede örtüşür. Sözcüğün doğru okunması için tüm makale boyunca Türkçe “ş” harfi kullanılacaktır. Ülkemizde “Geştalt” tabirinin disiplinler ötesi bir yaygınlığı olduğunu, yalnızca psikoloji veya tasarım veya mimarlık veya müzik çalışanları değil tıp alanından tarih alanına kadar bu sözcüğe dair şaşırtıcı bir aşinalığın olduğuna tanık oldum. Ancak nedense bu Almanca sözcük Türkçede GEştalt olarak okunuyor, oysa bu sözcük, ağırlıklı olarak birinci heceyi vurgulayan bir dil olsa da, Almancada GeŞTALT olarak okunur çünkü “ge-“ basit, anlam taşımayan bir önektir, asıl anlamı taşıyan kısım ikinci kısımdır. İngilizcede bu vurgu hatası yapılmamaktadır, Türkçeye bu vurgu hatasının nereden geldiği ise bir muamma…
3 Ancak bk. Michael Wertheimer (2014).
4 Burada özellikle bire bir tercüme yapılmıştır çünkü başlıkta “algı” olarak tercüme edeceğimiz bir sözcük kullanılmamaktadır, bunun da nedeni o dönemin deneysel psikolojisi içinde ağırlıklı olarak duyu meselesinin ön planda oluşu olabilir.
5 Wagemans ve arkadaşlarının (2012) makalesinde bu optimal süre yanlışlıkla 60 milisaniye olarak aktarılmıştır oysa Wertheimer 1912 makalesinde “eine Zehntelsekunde” yani bir saniyenin onda biri ifadesini kullanır (Wertheimer, 1912a).
6 Bu tabir ilk defa Christian von Ehrenfels (1890) tarafından örneğin bir melodinin bir gamdan başka bir gama aktarılmasıyla “aynılık” vasfını yitirmeyişi anlamına gelen “aktarım” veya “transpozisyon” olgusu kapsamında kullanılmıştır. Fakat Von Ehrenfels, geştalt özelliğini parçaların toplamından “fazla” bir şey olarak tanımlar. Wertheimer ve diğer kurucular ise bütünü parçaların toplamından farklı (kalitatif olarak farklı) bir şey olarak tanımlar.
7 Ampirisist yerine ampirist ifadesini Köhler’in 1950 “Psychology and Evolution (Psikoloji ve Evrim)” makalesindeki gerekçesine küçük bir referansla özellikle kullanıyoruz. Köhler bunu “ampirisist” dendiğinde bu ekolun felsefecisinin kastedilmesi gerektiğini, öte yandan felsefeci olmayıp yaptığı bilim şekli, farkında olarak veya olmayarak, “boş levha” ve mekanistik bakış varsayımına dayalı olanlara “ampirist” denmesinin daha uygun olacağına dayandırıyor ve bence haklıdır da.
8 Bu makaleye günümüze kadar Google Akademik’a göre tam 2270 sefer referans yapılsa dahi tam haliyle İngilizceye henüz çevrilmiş değil. Kanada’nın York Üniversitesi’nin psikoloji klasikleri isimli websayfasındaki İngilizce metin Ellis’in 1938 kitabındaki “kabataslak” özetini verir. Orjinal Almanca makale 50 sayfadır, Ellis’in özet tercümesi 18 sayfadır. Ellis makalenin başlığını da değiştirip “Algısal Formlarda Düzenleniş Kanunları” diye tercüme eder. Oysa Geştalt sözcüğünün başlıkta olması çok kritiktir. Şu şekilde çevrilebilir, “Geştalt Kuramının İncelemesi”. Aslında orjinal başlığın bitiminde, bir “II.” ibaresi mevcut. Bu da, bu makalesini önceleyen “I.” nolu bir makale olduğuna işaret eder. Ancak buna ilişkin hiçbir kaynak, ne Almanca ne İngilizce olarak bulamadım, belki o “I.” nolu makale Ebbinghaus’un “Zeitschrift für Psychologie” dergisinde yayımlanmış ve bir şekilde “kaybolmuştur” veya hiçbir zaman yayımlanmamıştır (çünkü “I.”nolu çalışmaya — Wertheimer’ın kendisi dahil — referans veren bir makaleye de denk gelmedik).
9 Buna dair ayrıntılı bir anlatım Henle’de (1978) bulunabilir.
10 Lashley, Sperry ile birlikte, doğrudan Geştalt kuramının alan önermesini bir deney serisi ile test eder ve bulguların kuramın beklentileriyle çeliştiğini raporlar ancak Köhler bu deneyin sorunlarına işaret eder (bk. Wagemans ve ark., 2012)
11 Bu bölümün tarihsel bilgilerini yazarken Wagemans’dan (2015 ve 2012) ve Mandler’dan (2007) faydalandım. Erich Goldmeier’ın ismine ise, Geştalt kuramının İtalya’daki önemli temsilcilerinden Gaetano Kanizsa ile çalışmış, kendisi de kuramın güçlü savunucularından olan emeritus profesör Riccardo Luccio dikkatimi çekti.
12 Bu yazıyı dikkatime getiren öğrencim M. Aziz Akkaya’ya teşekkür ederim. Derslerde Geştalt kuramını yoğun şekilde vurgulayan bir hoca olarak öğrencimin tesadüfen HTR 312 Atatürk İlkeleri ve İnkilapları dersinde sunulan bir birincil kaynak dergi görüntüsünde buna denk gelince heyecanla beni haberdar etmişti.