Yazar: Esra Mungan
“Geştalt Kuramı ve Bilişsel Psikoloji” serisinin tüm yazılarına buradan erişebilirsiniz.
Dr. Esra Mungan Boğaziçi Üniversitesi Psikoloji Bölümü’nde öğretim görevlisi. Başlıca çalışma alanını sözel bellek, müzik belleği ve müziksel biliş oluşturuyor.
Önsöz
Bilişsel bilim doğası gereği birçok alanı bir araya getirmeyi vaad eden, bunu artık klişeleşmiş olan altıgen diyagramla ifade eden bir bilim dalı. Ortaya çıkışından bu yana yaklaşık 60 sene geçmiş olan bilişsel bilimin bu farklı alanları bir araya getirmek ve böylece zihni anlama yolunda bütüncül bir perspektif sağlamak, hatırı sayılır bir yol kat etmek gibi vaadlerini yerine getirip getirmediği veyahut ne oranda yerine getirdiği şiddeti giderek artan bir tartışma konusu. Esra Mungan da özellikle kendi çalışma alanlarından –bellek, müzik bilişi- hareketle bilişsel bilimde yıllardır binlerce araştırmacının çalışmalarına rağmen yol kat edilememesine yol açan bir yanlış, hem de temel bir yanlış olduğunu sezenlerden. Geştalt Kuramı üzerine yaptığı okumalarla bu sezgileri formülize edilmiş bir fikirler bütününe dönüşen Esra hoca bunları 2020 ve 2021 boyunca Nesne dergisinde yayınlanmış üç makalesinde topluyor: “Geştalt Kuramı: Bir Nazariyenin Mazisi, Akameti ve Akıbeti,” “Geştalt Kuramı’nın Az Bilinen Çalışmaları: Bellek,” “Geştalt Kuramı’nın Problem Çözme Üzerine Çalışmaları ve Günümüzün Geştaltı.” Esra Hoca’nın Geştalt Kuramı’na eğildiği, hakkında “bilinen” pek çok yanlışı düzelttiği ve bugünün bilişsel psikolojisine ve bilişsel bilimine dair neler söylediğini ele aldığı bu makalelerini biz de altı yazılık bir yazı dizisi halinde yayınlıyoruz. Böylelikle hem bilişsel bilime dair metodolojik ve felsefi endişeler hakkındaki tartışmaların, hem de Türkiye bilişsel bilim akademisindeki üretimin görünürlüğüne katkı sağlamayı umuyoruz.
Keyifli okumalar,
CogIST
Bu metin, Esra Mungan’ın “Geştalt Kuramı ve Bilişsel Psikoloji -3” adıyla yayınladığımız metninin devamıdır.
4- Erich Goldmeier’ın (1910–1989) Bellek Çalışmaları
Bu bölümde Goldmeier’ın 1982 tarihli “The Memory Trace: Its Formation and Its Fate (Bellek İzi: Oluşumu ve Yazgısı)” kitabını ele alacağız. Kitabın başlığı bile ana akım bellek kuramları açısından meydan okuyan cinsten. Böyle bir önermeye belki ancak Borges gibi bir yazarın edebi eserlerinde rastlanır diye düşünülebilir. Ancak Goldmeier’ın bu kitabı, bellek izlerinin öğrenme ile hatırlama arasında geçen süre içindeki, yani depolama sürecindeki devinimlerini inceleyen, baştan sona çok titiz bilimsel bir analizdir.
Kitap öncelikle, bellek alanındaki araştırmaların hemen hepsinin sadece sözel hafızaya odaklandığı eleştirisiyle başlar. Oysa insan beyni birbirinden kopuk cümle, sözcük, veya heceleri ve hele ki anlamsız sözcük ve heceleri hatırlamak üzere evrilmemiştir. İnsan beyninin biyolojik öncüllüğünün, tersine, anlam içeren şeyleri algılamak, hatırlamak ve onları kullanarak düşünmek olduğu vurgulanır. Bu bağlamda, Shepard’ın 1967 araştırmasında 600 çalışılmış resmin 1200 resim20 arasında nasıl oluyor da %98 oranında hatırlanmış olmasına şaşırmamak gerektiğini, çünkü esas olanın, uyaranın kendisine içkin olan anlamsal bütünselliği olduğunu belirtir.
Goldmeier, Tulving, Craik ve Lockhart gibi bellek araştırmacılarının isimlerini zikrederek, odağın hep uyaran listesi, uyaranlar verilirken yapılması istenen işleme görevleri ve sonunda ortaya çıkan hafıza performansı olduğunu vurgular. Oysa, Goldmeier’a göre bu yetersizdir ve uyaranın algısı ve kodlanışı ile hatırlama aşamaları arasındaki süre içinde ortaya çıkabilecek dinamikleri tümüyle yok sayan bir bakıştır. O dinamik ise öğrenen kişinin uyaranlarla etkileşimi kadar, uyaranların kendilerine içkin olarak taşıdıkları özelliklerin, “hafızada durup durur iken” kimi değişimlere uğrama olasılıklarına da ilişkindir. Goldmeier kitabında bu dinamiği yakın incelemeye alır ve kitabın önemli bir kısmında görsel uyaranlara odaklansa da bir bölümünde anlamlı metinlerin ve sembollerin hatırlanmasına dair de ilginç örnekler sunar.
Sonraki bölümlerin anlaşılmasını kolaylaştırmak için Goldmeier’ın bellek izlerinin değişim potansiyellerine ilişkin geliştirdiği “kuvvet kuramı (stress theory)”nın ana önermelerini önden özetleyip sonraki alt başlıklarda ise kimi ayrıntılarını sunacağız.
1. Bellek izlerinin değişebilirliği onların “tekillik (Prägnanz, singularity)” dolayısyla “kararlılık (stability)” derecelerine bağlıdır. Yüksek tekillik vasfına sahip izlerin değişme olasılığı sıfıra yakındır (örneğin Şekil 10a). Tekillik vasfına yakın izler ise, tekilliğe doğru değişim gösterecektir (örneğin Şekil 10b’de belli bir zaman aralığından sonra sağ alttaki nokta yok olabilir). Öte yandan tekillikten uzak, yani rastgele ilişkiler barındıran bellek izleri aynen ampiristlerin öngördüğü gibi rastgele değişim gösterecektir (örneğin 10c sonraki hatırlamalarda farklı farklı konfigürasyonlarla hatırlanabilir). Bu üçüncü tip durumlarda değişim silikleşme (“fading”) şeklinde olacaktır. Zaman zaman da, bir şey hatırlamış olmak için, zihinde kalan iz parçaları kullanılarak, o anda adeta “yardıma koşan” bir ‘hazır kalıp’ (şema) vasıtasıyla yeniden yapılandırılır (“reconstructed”) ve hatırlanmış gibi sunulur.
2. Bellek izinin tekillik vasfı, o izi oluşturan uyaranın fiziksel özelliklerinin fenomenal yansımasına bağlıdır. Örneğin Şekil 10a’daki uyaran, bu tarz bir konfigürasyona çok yabancı bir kültürde o şekliyle yüksek tekillik vasfına sahip olmayabilir ve diyelim ancak ortadaki nokta olmaksızın tekillik taşır, dolayısıyla o şekilde hatırlanabilir. Geştalt kuramına göre fiziksel uyaranların simetri, düzenlilik gibi tekilliği pekiştirebilecek vasıfları önemli olsa da, onların fenomenal algıdaki karşılıkları da en az bu fiziksel vasıfları kadar önemlidir.21
3. Fenomenal olarak tekillik vasfı taşıyan uyaranların en önemli “alamet-i farikası”, o Geştalt’ı bozan en ufak bir sapmanın anında fark edilebilmesidir çünkü artık Geştalt bozulmuştur (örneğin Şekil 11a/12a’ya karşın Şekil 11b/12b; öte yandan Şekil 11c/12c’deki açı değişikliği daha geç farkedilebilir hatta ıskalanabilir, hele ki milisaniyelik, çok kısa gösterimli düzeneklerde).
4. Tekillik vasfı yüksek olan uyaranlar (örneğin Şekil 13a) asgari zorlukla kodlanır ve oluşturdukları bellek izleri zamana en dayanıklı izlerdir. Tekillik vasfına çok yakın izler ise (örneğin Şekil 13b) öngörülebilir değişime uğrayan (Şekil 13a’ya dönüşerek) ve o değişime uğradıktan sonra zamana karşı dayanıklı izler haline gelir. Tekillik vasfı taşımayan uyaranların (örneğin Şekil 13b’nin tepesindeki dalga şeklini bozacak, düzensiz uzunluklarda dikey çizgilerden oluşan bir şekil düşünelim) oluşturduğu bellek izleri ise tahmin edilemesi zor, türlü rastgele değişimlere uğrayacaktır.
Tekillik aynı zamanda asgari karmaşık olana karşılık gelir. Dolayısıyla Şekil 14a’yı ele alırsak, kendiliğinden ortaya çıkacak algılama biçiminin 14c’deki gibi değil 14b’deki gibi olacağı beklenir çünkü 14b fenomenal olarak daha basit ve akılda tutma açısından daha “ekonomik”tir.23
Tekil olanın farklı gruplama çeşitleri çok azken, tekil olmayan uyaranın en önemli özelliği, çeşitli ve hiçbiri kaçınılmaz hatta baskın bile olmayan gruplama olasılıklarını taşımasıdır. Şekil 15a tipik tekil vasıflara sahip bir uyaran iken, 15b ve 15c tekil olmayan, birbirinden ayırt edilmesi zor, yani şekil özelliği değil zemin özelliği taşıyan, birbirine benzer, karmaşık, homojen ve sabit gruplaması olmayan şekillerdir.
Aynılık: Uyaran Özelliklerin Fenomenal Karşılıklarının Analizi
Goldmeier matematiksel olan ile psikolojik olanın bire bir örtüşmediğinden bahseder. Örneğin Şekil 16a’daki baklalı üçgenin matematiksel olarak (yani tüm oranlar muhafaza edilerek) büyütülmüş hali 16b iken, algılayan kişiye göre 16a şeklinin büyütülmüş hali 16b’den çok 16c’dir.
Benzer şekilde, Şekil 17a’daki zikzak paternine daha yakın olarak algılanan patern, oranlara sadık kalınmış 17c’deki patern değil, oranlara sadık kalınmamış 17b’deki paterndir.
Bu durumda herhangi bir bellek çalışmasında araştırmacı, kullandığı potansiyel anlam taşıyıcı uyaranın benzeşim özelliklerini de planlamak durumundadır, hele ki serbest hatırlamanın yanı sıra çelici uyaranların da oluşturulması gerektiği tanıma testi kullanacaksa. Goldmeier, katılımcılarının çeşitli şekiller ve onların varyantları üzerinden verdikleri aynılık derecelemelerini incelediği çalışmalarından örnekler verir. Görünen odur ki bir uyaranın algılayan bireyden bağımsız yalnızca fiziki uyaran üstünde yapılan sistematik, matematiksel dönüşümlerle aynılık/farklılık algısına dair doğru tahminde bulunmak mümkün değildir. Böyle bir varsayımla yapılan aynılık/farklılık manipülasyonların eksik, hatta yanlış sonuçlar doğuracağını belirtir.
Tekillik (“Prägnanz”/”Singularity”) Nedir?
Goldmeier; nasıl ki algı çalışmalarında kullanılan uyaranlara yüksek derecede özen gösterilmesi zorunluysa, bellek çalışmalarında da benzer bir özenin şart olduğunu vurgular. Sonuçta bellek izleri sıklıkla fiziksel uzamda algılananın belleğe geçişiyle oluşur. O durumda bellek izlerinin farklı tekillik ve bu tekillikleri nedeniyle taşıdıkları farklı “kararlılık” hallerini incelemek şarttır, hele ki söz konusu izlerin bellekte “durur iken” değişime uğrama olasılıkları varsa.
Nasıl ki maddenin üç hali varsa, bellek izlerinin de üç halinden bahseder Goldmeier: (1) tam teşekküllü tekilliğe sahip olanlar, (2) tekillik vasfına yakın olanlar ve (3) tekillikten uzak olanlar. Tekil olanı, minimal değişebilir, yüksek çözünürlüklü vasfa sahip bellek izi olarak görür. Bear’in 1973 tarihli “iyi bir şekil, her bir parçasının diğer parçasını güçlü bir şekilde telkin ettiği şekildir” tanımını da ekler (daha önceki bir bölümde gördüğümüz Şekil 10a bunu iyi ifade eden örneklerdendir). Yine bir örnek olarak Şekil 18a da böyle bir vasıf taşır. Bunu daha iyi anlayabilmek için kıyas olarak Şekil 18b’ye bakabiliriz. Bir bellek deneyinde 18b’nin (aslında dört kenarı ve iki açısıyla çok da karmaşık olmasa bile), 18a’nın taşıdığı bütünsel ‘kararlılığa” sahip olmaması nedeniyle belirli bir değişim gösterebileceğini tahmin etmek mümkün. Ampiristler 18a’daki kararlılığı “şematik” kararlılık olarak görse de Goldmeier buna itiraz eder. Zaten bütün kitap boyunca kendi “kuvvet kuramı (stress theory)”nı ampiristlerin “silikleşme-ve-yeniden oluşturma (fading-and-reconstruction)” diye adlandırdığı kuramıyla karşılaştırır ve “tartıştırır”. Ampiristlere göre, silikleşen bir iz, hatırlama anında benzeşim yoluyla aktive olan bir “şema” nın yardımıyla yeniden yapılandırılır. Bu değişim, öğrenme aşamasında bir manipülasyonla (örneğin, çalışma aşamasında 18b uyaranı verilip “bir nevi çatı” denilmesi, bk. Carmichael, Hogan ve Walter, 1932) veya hatırlama anında yönlendirmeyle veya kendiliğinden olmakta. Oysa Goldmeier’a göre bu bakış, bir uyaranın fenomenal ve kendisine içkin olarak taşıdığı özelliklerinin bir değişim yaratma potansiyelini görmezden geldiğini vurgular. Ayrıca ampirist bakışın, çok daha az aşina olunan uyaranlarda dahi gözlemlenen hatırlama kararlılığını açıklamakta zorlanacağını vurgular. Goldmeier, örneğin Şekil 19a’nın, farklı aralıklı noktalı konfigürasyonuyla, Şekil 18a’ya nazaran daha az şematik bir şekil olmasına rağmen Şekil 19b’ye kıyasla çok daha “istikrarlı” bir şekilde hatırlandığına dikkat çeker. Diğer bir deyişle, uyaranın daha önceden bir şema halinde bilinmesinden çok, veya en azından bilinmesi kadar, kendi içinde taşıdığı (rakip uyaranlara kıyasla) görece düzenliliğini de, bu istikrarlılığı yaratma olasılığını yabana atmamak gerekir.
Bir başka bölümde Goldmeier doğada varolan üç farklı tekillik biçiminden bahseder. Bunlardan birini fizyolojik, yani taşıdığımız donanım ile gelen tekillik olarak tanımlar. Örneğin, kategori üyeliklerini inceleyen Eleanor Rosch’un (1971; aktaran Goldmeier, 1982) renkler alanında tespit ettiği odaksal renklerle odaksal olmayan renkler ayrımını bu gruba koyar. Rosch, odaksal renklerin (diğer bir deyişle, gökkuşağı içinde her bir renk kategorisinin içinde belirli “odaksal” bir dalga boyuna sahip renklerin), onları yakınsayan renklere göre daha bariz, daha prototipik ve dolayısıyla daha akılda kalıcı olduğunu tespit eder. Bu özelliğin kültür, yaş ve öğrenme deneyiminden bağımsız bir evrensellik taşıdığını, bunun gözün ağ tabakasının spesifik dalga boyları için “uzmanlaşmış” alıcı hücrelerine bağlı olduğunu ifade eder. Goldmeier bunu Geştalt terminolojisiyle ifade eder ve fizyolojik donanımımızdan doğan tekilliğin yarattığı hatırlama üstünlüğü olarak tanımlar.
İkinci tip tekillik olarak, yenidoğan kuş ve memelilerde gözlemlenen “mühürlenme (imprinting)” mekanizması sonucu doğan tekilliği tarif eder. Örneğin, yeni doğmuş bir kaz yavrusu yumurtadan çıkar çıkmaz annesine mühürlenir ve onu “belleğine kazır”. Keza yeni doğmuş insan bebeğinin, rahminde büyüdüğü ve sonrasında sütünü içtiği annesinin sesine ve yüzüne daha duyarlı olması da buna benzer bir tekillik hali olarak ele alınabilir.
Üçüncü tip tekilliği ise, adım adım öğrenme yoluyla oluşan tekillik olarak tanımlar. Örneğin bir radyoloğun tomografik görüntülerde veya bir satranç ustasının gördüğü bir satranç konfigürasyonunda algıladığı tekillik bu tarz edinilmiş tekilliklerdir. Aynen diğer Geştalt kuramcıları gibi, Goldmeier da öğrenme ve deneyim sonucu ortaya çıkan fenomenal dönüşümleri reddetmez. Ancak ampirisist felsefenin önerdiği gibi her şeyin yalnızca öğrenme yoluyla gelebileceğine dair itirazı vardır çünkü bu bakış, Rosch’un odaksal renklerde gözlemlediği gibi, uyaranın kendi özelliklerinden kaynaklanan tekilliği açıklamakta yetersiz kalır.
Kodlanan Nedir?
Goldmeier, bir uyaran kodlandığında kodlanan nedir sorusunu sorar. Burada, Palmer’ın 1975 çalışmasına atıf yapar ve Şekil 20a’yı bir hatırlama testi için çalışan kişinin sonrasında o bütünsel yüz konfigürasyonunun bağlamından koparılmış bileşenlerini (Şekil 20b) tanınmasının çok zor olacağını belirtir. Demek ki, en azından kimi zaman, söz konusu olan tek tek parçacıkların ayrı ayrı kodlanarak entegre edilişi yerine daha anlık, bütünsel ve barındırdığı parçaların tekli24 halini bir nevi görünmez kılan bir algılama ve kodlamadır. Palmer, bütünsel (“global”) işlemenin, parçaların (“lokal”) işlemesini kaçınılmaz olarak zayıflattığını belirtir. Yani iki işleme biçimi birbirine karşıttır, biri ağır bastığında diğeri eksik kalır.
Bakılan ile Görülenin Arasındaki Fark…
Goldmeier, kodlanan nedir sorusuna ilişkin bir başka örnek olarak Wiseman ve Neisser’ın (1974) çalışmasına değinir. Bu çalışmada katılımcılara farklı zorluklarda görseller verilir (Şekil 21a-c). Görevleri, her bir görseldeki insan figürünü bulmaktır. Ardından sürpriz bir bellek testi yapılır. Bulgular çok nettir: İçlerinde barındırdıkları figürlerin tespit edildiği uyaranlar, figürlerin tespit edilemediği uyaranlara göre yaklaşık bir buçuk misli daha iyi hatırlanır. Bunu Goldmeier, figürü tespit edemeyen katılımcı için, uyaranın anlamsız bir karmaşa olarak görünmesine, öte yandan aynı fiziksel uyarandaki figürü görebilen için ise, uyaranın tam teşekküllü bir tekilliğe bürünmüş olmasına bağlar. Keza Wiseman ve Neisser’a göre de esas olan, uyaranın kendisinden çok uyaranın kişi tarafından anlamlı olarak temsil edilebilip edilemeyişidir.
Goldmeier benzer şekilde, Blesser ve diğerlerinin (1973) el yazısı uyaranlarını ele alır (bk. Şekil 22). Bu farklı “A” şekillerinin ortak bir geometrik yapısı yoktur. Goldmeier’a göre burada öğrenilen ve hatırlanan, geometrik yapıdan çok “fenomenal parçaların ve fenomenal özelliklerin organizasyonudur” (s. 76).
Olmayanı Kodlamak, Olanı Kodlamamak…
Goldmeier görsel şekiller yanı sıra anlatı ve sembollerden de örnekler verir. Örneğin bir metin okunduğunda veya bir hikâye işitildiğinde zihin, aynen görsel algının “beliren öznel kontur” (“subjective contour”) olgusundaki gibi (bk. Şekil 23a ve 23b), aslında okunan veya işitilen malzemede mevcut olmayıp çıkarsanarak “eklenen”lerin olabildiğine dikkat çeker.
Yani aslında olmayanın kodlanması söz konusudur. Örneğin şöyle bir kısa anlatı düşünelim: “Kadın yorgun argın süpermarkete gitti. Meyve reyonundan 1 kilo portakal seçip alışveriş sepetine koydu. Eğilip yerdeki bir portakalı tekrar rafa yerleştirdikten sonra doğrudan gişeye gidip ödemesini yapıp marketten ayrıldı.” Yüksek olasılıkla katılımcılar hikâyeyi hele ki hemen değil birkaç saat sonra hatırlamaları istendiğinde sanki 1 kilo portakalı seçerken kendisi o portakalı yere düşürmüş gibi anlatacaktır. Oysa böyle bir bağlantı metinde mevcut değildir fakat neredeyse istemsiz bir çıkarsamayla, daha “ahenkli” bir anlatı inşa edilmiş olunur. Bu anlatı daha tekildir, daha “tam teşekküllüdür” dolayısıyla daha kararlı ve kalıcı olacaktır.
Buna karşın olanın kodlanmamasına örnek, Britton, Meyer, Simpson ve diğerlerinin (1979; aktaran Goldmeier, 1982) çalışmasından gelir. Bir metin içindeki bir paragraf, ya belirgin (yani anlatının önemli bir taşıyıcısı) ya da arka plan (yani ana anlatıya katkı sunmayan ikincil bir öge) olarak sunulur. 26 Aynı paragrafın ilk koşulda iyi hatırlandığı, ikinci koşulda ise hatırlanmadığını belirtir. Diğer bir deyişle esas olan paragrafın içindeki kurgu değil, onun bütün içindeki işlevidir. İlkinde o paragraf “şekil”dir, ikincisinde ise “zemin”dir. Goldmeier, hikâye hatırlamalarında makro yapının (ana anlatı çizgisinin) muhafaza edildiğini, mikro yapının (yani ana ekseni etkilemeyen, ‘olsa da olur olmasa da olur’ niteliğindeki yan anlatılar) ise eksildiğini gösteren çalışmalara atıf yapar. Ancak Mandler ve Johnson’ın makro yapının daha iyi hatırlanmasına ilişkin sundukları “öngörülebilir, ideal anlatı” açıklamasını yetersiz bulur. “Alis Harikalar Diyârında” hikâyesini örnek olarak verir ve ana anlatının, öyküyü ilk defa dinleyen için hiçbir şekilde öngörülebilir ve “ideal” olmamasına rağmen pekâlâ iyi hatırlanabildiğine dikkat çeker. Goldmeier’a göre burada esas olan, deneyimlere dayalı “şemalar”dan çok, anlatının kendi içinde barındırdığı “insicamlı tekillik”tir.
Bellek İzini Kararlı Kılabilen İşlemler…
Goldmeier, Craik ve Tulving’in meşhur 1975 tarihli işleme düzeyleri (“levels of processing”) çalışmasına da atıf yapar. Bu çalışmada katılımcıların, farklı sözcükler için farklı işlemler yapmaları istenir. Kimisinde, sözcüğün büyük harflerle yazılıp yazılmadığı, kimisinde sözcüğün sunulan bir uyaran örneğiyle kafiyeli olup olmadığı, kimisinde belirli bir anlamsal kategoriye ait olup olmadığı ve kimisinde ise, sunulan bir cümleyi tamamlayıp tamamlamadığı sorulur. Belli bir süre sonra sürpriz bir bellek testi yapılır. İşleme düzeyi etkisi çok güçlüdür: Daha anlam temelli işlenen sözcükler diğerlerine göre yaklaşık beş misli daha iyi hatırlanır. Ancak önemli bir bulgu daha vardır. Bu bulgu aslında sürekli bulunan fakat halen tam olarak açıklanamayan bir bulgudur: Kafiye, kategori ve cümle işlemelerinde, “evet” ile cevaplanan sözcükler “hayır” ile cevaplananlardan belirgin derecede daha iyi hatırlanır. Goldmeier, “evet” ile cevaplanabilen sözcüklerin içinde bulundukları bağlamla bir bütüne dönüşebildiği, “hayır” ile cevaplanan sözcüklerde bu bütünleşmenin gerçekleşemediği, dolayısıyla ilkinin tekillik vasfı güçlenirken diğerinin güçlenmediğini belirtir. Bu, kanımca üstünde düşünmeye ve araştırma yürütmeye değer bir öneridir.
Gruplama, Anlamlandırma, Bir Geştaltı Farkedip Kodlama…
Goldmeier bir diğer örnekte sembolleri inceler ve Katona’nın bir çalışmasına atıf yapar. Katona’nın 1940 tarihli çalışmasında katılımcılar üç gruba ayrılır. İlk grubun, 581215192226 rakamlarını üç haneli gruplayarak (“beş yüz seksen bir”, iki yüz on beş” vs.) ve sesli okuya okuya ezberlemeleri istenir. İkinci gruba, “Geçen yılın devlet harcamaları …………. dolar olmuştur” şeklinde bir cümle sunulur ve ardından aynı rakam dizisi gösterilip onu bir para tutarı olarak okuyup akıllarında tutmaları istenir. Böylece 12 haneli rakam ondalık birimleriyle birlikte bir para değeri olarak okunarak (“beş yüz seksen bir milyar iki yüz on beş milyon…) anlamlı bir bağlamın içine yerleştirilmiş olur. Üçüncü gruba ise yalnızca rakamlar verilir ve herhangi bir işleme yönlendirmesi yapılmaz. Hemen akabinde 12 haneli rakamı doğru sırasıyla hatırlamaları istendiğinde üç grup da iyi performans gösterir. Tek fark, üçüncü grubun hatırlarken diğerlerinden biraz daha yavaş oluşudur. Bir hafta sonra sürpriz bir bellek testi daha yapıldığında ise ne rakamları üçlü gruplamayla çalışan birinci grup ne de rakamları anlamlı bağlam içinde çalışan ikinci grup başarılıdır. Öte yandan üçüncü grupta bir kısım katılımcı 12 haneli rakamı kusursuz hatırlar çünkü dizideki mantığı görmüş ve kodlamayı o şekilde yapmıştır (her bir rakama dönüşümlü olarak ilk önce 3 sonra 4 ekleyerek). Bunu Wiseman ve Neisser’ın çalışmasındaki üçüncü uyaran tipine de benzetebiliriz. Kuralı bulanlar aynen Wiseman ve Neisser’ın zor şekildeki figürü görüp iyi hatırlayanlar gibidir, keza kuralı farketmeyenler zor şekildeki figürü göremeyip kötü bellek performansı gösterenler gibidir. Biri için o 12 haneli rakam yapısız, özelliksiz, şekilsiz bir dizilimdir, yani “zemin”dir, diğeri için ise tekilliği had safhada olan, yapılandırılmış, belirgin bir dizilimdir, yani “şekil”dir.
Özetle, Goldmeier’a göre kodlama seçici ve tutumludur. Asgari eforla en önemli bilgileri zihne nakşeder. Bundan dolayıdır ki, der Goldmeier, belki de yarım saat boyunca konuştuğunuz bir kişinin ne giydiğini, gözlüğü olup olmadığını hatırlamazsınız ama “çıplak olmadığını” hatırlarsınız. Çıplak olsaydı bu bir “şekil” işlevi taşırdı, oysa giyiminin, sakalının veya gözlüğünün o sohbetle anlamsal bir ilişkisi yoksa ve kişinin fenomenal ilgi alanı değilse bir “zemin” işlevi taşır ve düşük çözünürlüklü yani “flu” olarak kodlanır.
Uyaranlarda Fenomenal Asimetriler
Goldmeier bu başlıkta kimi uyaranların (örneğin şekillerin, rakamların, sözcüklerin, kavramsallaştırmaların) değişen tekillik derecelerine göre farklı “kuvvetler” taşıdığından bahseder ve bu kuvvet asimetrisinden dolayı fenomenal algının ve dolayısıyla belleğin farklılaşacağından bahseder. Örneğin Eleanor Rosch, odaksal olan ile odaksal olmayan renkleri kıyasladıklarında katılımcıların, mora kaçan bir kırmızıyı odaksal bir kırmızıya yakın görürken, tersinin geçerli olmadığını, yani odaksal kırmızıyı mora kaçan kırmızıya yakın görmediklerini tespit eder. Yine Rosch’tan örnek verip katılımcıların örneğin “103” rakamını “yaklaşık 100” olarak kodlarken, benzer şekilde “100” rakamını “yaklaşık 103” olarak kodlamadıklarına değinir. Bu asimetriler yalnızca bir “ilginçlik” değildir, aynı zamanda bellek üstünde de tahmin edilebilir etkileri olur. Örneğin, bir metin içinde geçen rakam “103” ise, katılımcıların haftalar sonrası onu “100 gibi” olarak hatırladıklarını, benzer şekilde odaksal renklerin odaksal olmayanlara kıyasla daha kesin hatırlandığı anlaşılır. Bunu tespit eden Rosch olsa da Goldmeier tüm bu asimetrileri Geştalt’ın “alan kuvvetleri” kavramsallaştırmasıyla ele alır. Örnek verecek olursak, söz konusu olan ister rakam (“103”), ister sembol (“⸓”), ister somut sözcük (örneğin, “konsol”), ister soyut kavram (“acı”) veya kavramsallık (örneğin, “yarı başkanlık sistemi”) olsun hepsinin çeperlerinde daha kuvvetli komşu rakam, sembol, sözcük, kavram veya kavramsallaştırmalar varsa onlara doğru yakınsanabileceklerdir.27
Geştalt Kuramı Açısından Bellek Deneylerinin “Olmazsa Olmazı”
Goldmeier’ın ana akım bellek araştırmalarına yönelik en büyük eleştirisi (1) kullanılan uyaranların birbirinden kopuk, rastgele oluşları ve (2) deneylerdeki hafıza ölçümlerinin ağırlıkla 15–20 dakika sonra yapılmasıdır. Oysa Geştalt kuramına göre, Neisser’ın tabiriyle “ekolojik olarak geçerliği” olan veya başka bir ifadeyle gerçek hayattaki bellekle bağ kurabilen bir çalışma yapılacaksa mutlaka anlamlı uyaranlar kullanılmalıdır (hatta anlamsız veya birbiriyle bağı olmayan uyaranlar o açıdan bir kontrol koşulu yerine geçmelidir) ve hafıza testleri haftalara yayılabilmelidir. Goldmeier’ın, kitabında analizlerini aktardığı deneyler serisinin ana deseni 2 (uyaranlar: tam teşkküllü tekillik vasfına sahip olanlar ve olmayanlar) x 2 (bellek testi tipi: serbest hatırlama ve tanıma testi) x 4 (bellek testi zaman aralığı: hemen, 2 hafta, 4 hafta veya 6 hafta sonra) şeklindedir. Tüm katılımcılar her iki tip uyaranı görür ve çalışma süresi anlamlı bir kodlamayı mümkün kılacak, standard bir uzunlukta tutulur (örneğin çalışılan malzeme şekillerse, 16 şeklin her biri için 25 saniye boyu inceleyip kağıda iki kere kopyalama süresi verilir; amaç, kopyalama becerisini ölçmek olarak sunulur, bellek testinden bahsedilmez). Ardından gruplar, atandıkları zaman aralığına göre ya ilk önce serbest hatırlama testini ve sonrasında tanıma testini, veya ilk önce tanıma testini ve sonrasında serbest hatırlama testini alır. Analizler, koşulların benzerliğini sağlamak için, sürpriz olarak gelen ilk bellek testinin verileri üzerinden yapılır.
Goldmeier’ın Görgül Deneylerinin Ana Sonuçları
Goldmeier hem görsel şekil hem sözlü anlatı hem sembol hafızası deneylerinin sonuçlarını raporlar. Bulgular ana hatlarıyla şöyledir:
- Hatırlama biçiminin, uyaranın tekillik vasfıyla ilişkili olduğu gözlemlenir. Yüksek tekillik vasfı taşıyan uyaranlar hemen hemen hiç değişmeden hatırlanır. Yüksek tekillik vasfına yakın ama fazladan veya eksik bir unsur barındıran uyaranlarda o fazla olanın çıkarıldığı veya eksik olanın eklendiği gözlemlenir; bu eğilimin, bellek testine kadarki süre uzadıkça daha güçlüdür.
- Fiziksel uyarandan (şekil, metin, sembol dizisi) yola çıkıldığında, olası bir hatırlama biçimi olabilecek kimi şekiller, anlatılar, semboller ne serbest hatırlama testlerinde ortaya çıkar ne de (çelici olarak sunuldukları) tanıma testlerinde seçilir. Örneğin Şekil 24a kullanıldığında yirmi üç katılımcının hiçbiri serbest hatırlama testinde şekli kemersiz çizmemiştir. Yirmisi ise, olması gerektiği gibi üç kemerli, biri tek, biri iki ve biri dört kemerli olarak çizmiştir. Diğer yandan düz olan yatay çizgi yalnızca on bir kişide muhafaza edilmiştir (her zaman yatay düzlemde olmasa da). On kişinin çizimindeyse düz çizgi tümüyle unutulmuştur. Buradan da anlaşılabildiği gibi neyin hatırlandığı ve neyin unutulduğu rastgele değildir. Uyarana tekillik kazandıran özellikler unutmaya dirençliyken, tekillik kazandırmayan özellikler kolayca unutulur.
Aynı biçimde, Şekil 25’te, çalışılan uyaran, örneğin, h ise, onun sonraki tanıma testinde yanlışlıkla c veya d olarak hatırlanabildiği ancak hiçbir zaman e, f veya g olarak hatırlanmadığı görülür. Goldmeier bunu Şekil 25h’daki boşlukların fenomenal gücü ile Şekil 25e, f veya g’deki boşlukların yarattığı neredeyse ıskalanabilir boşluğun gücü arasındaki farka bağlar.28 Öte yandan eğer çalışılan uyaran 25e ise herhangi bir hatırlama değişimi tespit edilmez, uyaran altı hafta sonra da aynı şekilde hatırlanır. Benzer şekilde Şekil 26a hiçbir şekilde yanlışlıkla Şekil 26b olarak hatırlanmamıştır çünkü 26a’nın kendine has ve biricik bir ahengi vardır, Wertheimer’ın 1923’te önerdiği “iyi devamlılık” ilkesine güçlü bir şekilde uyan bir paterne sahiptir.
Goldmeier kitabının bir iki yerinde Bartlett’ın ve önceki bölümde de bahsini ettiğimiz Wulf’un çalışmalarına atıf yapar ve onlarda eksik olanın, açıklama kısmı olduğunu vurgular. Her ikisi de ilginç şeyler bulsa dahi, bunu açıklayabilecek bir kuramları olmadığından yaptıklarının açıklayıcı değil betimleyici olmaya mahkum olduğunu vurgular. 29 Geştalt kuramının gücünün ise, uyaranları oluşturma ve olası değişimleri planlama aşamaları yoğun bir ön analiz ve planlama gerektirse de, açıklayıcılığından geldiğini vurgular.
Sonuç Yerine…
Bu makalede Geştalt kuramının belleğe dair pek az bilinen hatta hiç bilinmeyen ilginç önermelerini incelemeye aldım. Giriş bölümünde de vurguladığım gibi, kendiliğinden ve rastgele olmayan şekilde değişebilen bellek izi önermesi Geştalt kuramının belleğe dair belki de en önemli önermesidir. Diğer önemli katkısı ise algı alanındaki şekil-zemin kavramsallaştırmasının bellekte de kritik, ancak tümüyle ıskalanmış bir karşılığı olduğuna işaret etmesidir. Bu bakışa göre, bir uyaran, bulunduğu bağlam içerisinde şekil veya zemin özelliğini taşımasına bağlı olarak birbirinden farklı hatırlama ve unutma mekanizmalarına tabi olacaktır. Söz konusu dinamiği en iyi gösteren çalışmaların başında Hedwig von Restorff’un 1933 tarihli deney serileri gelir. Kuramın en önemli noktalarını kapsamış olsak da, ürettiklerinin ve üretebileceklerinin ancak bir bölümünü aktarıp inceleyebildiğimizi vurgulamak gerek. Buna rağmen beliren bu fikir ve araştırma zenginliğine karşın insan şaşırarak şu soruyu sormadan edemiyor: Nasıl oluyor da ne psikolojiye giriş kitapları, ne bellek ders kitapları ve ne de üniversitelerdeki bellek psikolojisi dersleri bu kuramın belleğe dair çalışmalarının en azından bir iki tanesine hakkıyla ve kuramın adını zikrederek yer vermez? Bu tuhaf yok sayışın incelemesini tarih yazımı formasyonu olan kişilere bırakmak durumundayız ama şu an psikoloji ve hele ki bilişsel psikoloji içinde çalışan herkesin bunu merak ediyor olması gerekir. Kuramın bellek alanında yaptığı ve görgül çalışmalarla da desteklemeye özen gösterdiği önermelerin ana akım psikolojinin içinde böylesi yok sayılmış olmasının nedeni acaba bellek izinin “durduğu yerde” dönüşmesi önermesi mi olmuştur? Eğer öyleyse önermenin reddedilişinin nedeni neydi? Belki bunun nedeni basitçe, bu tarz bir önermenin genel Anglo-Amerikan ampirisist felsefesine aykırı oluşuydu (ki bu da kendi başına ürkütücü bir sansür hissi uyandırmaktadır), belki başka nedenleri de vardı.
Tüm bunları bir kenara bırakacak olursak Geştalt kuramının bellek çalışmalarının son derecede zekice kotarılmış, üretken, ufuk açıcı ve günümüzdeki bellek çalışmalarına taptaze bir bakış getirebilecek özellikte olduğunu görmemek mümkün değil. Belki de en heyecan verici tarafı, şu ana kadar daha çok edebiyatta bahsi edilen kimi ilginç bellek olgularına yönelik mevcut bellek paradigmaları herhangi bir önermede bulunamazken, Geştalt kuramının bulunabiliyor olmasıdır. Zaman belleğini bir “zemin” belleği olarak düşünmek bile insana yepyeni bir bakış sunma potansiyeline sahiptir, bu fikir ileride, diyelim, yanlışlansa bile. Daha önceki bir dipnotumuzda da değindiğimiz gibi, Thomas Mann’ın “Büyülü Dağ (Der Zauberberg)” romanında Hans Castorp’un bir ziyaretçi olarak gidip sağlık sorununun ortaya çıkmasıyla birlikte ilk başta birkaç gün ve derken tam yedi yıl yaşamak zorunda kaldığı sanatoryumda hem zaman hem bellek açısından deneyimlediklerini bilimsel açıdan anlayabilmemiz için bu kavramları yeni bir bakışla ele almamız gerek yoksa hep aynı havanda su dövme tehlikesiyle karşı karşıya olabilirz.
Notlar
19 Bu yönteme yakın bir yöntem 1968’da Zajonc’ın meşhur “salt maruz kalma” etkisi deneyinde kullanılır.
20 Shepard’ın bu çalışmasında katılımcılara birbirinden farklı, renkli resimler, fotoğraflar verilir. İki-seçenekli tanıma testi 2 saat sonra dahi verildiğinde tanıma oranın %100’e yakındır, 3 gün sonra %92 ve bir hafta sonraysa halen %87 oranındadır.
21 Örneğin “biriciklik” vasfını fiziksel kadar hatta fizikselden çok fenomenal bir vasıf olarak düşünebiliriz. Buradaki biricik olan, tam da von Restorff’un zemin ortamında şekil olan uyaran ayrıştırmasına denk gelir, yani kendi başına böyle bir vasıf taşımazken sunulduğu bağlam içinde bu vasfa sahip olur.
22 Buradaki çizimler bahsi edilen sapma derecelerini tam değil temsili olarak göstermektedir.
23 Goldmeier; Hochberg ve Attneave’in Geştalt’ın “tekillik” kavramını bilgi işleme kuramı (“information processing theory”, örneğin bk. Shannon, 1948) bağlamında uyaranın taşıdığı öngörülebilir unsurların hesaplanmasıyla sayısallaştırmayı denediklerinden bahseder.
24 “Tekli”, izole, tek tek anlamında kullanılmıştır, “Prägnanz” için kullandığımız “tekil” sözcüğü ile karıştırılmamalıdır.
25“Nispeten azı tarafından” Wiseman ve Neisser’ın kullandığı ifadedir, herhangi bir yüzde sunulmamıştır.
26 Goldmeier bu düzeneği, Gottschaldt’ın “gömülmüş şekiller”ne benzetir. Bu şekillerde, karmaşık büyük bir şeklin içine görülmez halde “gömülmüş” bir şekil vardır.
27 Doğal olarak, uyaranın anlamsal karmaşıklık derecesi arttıkça bu kuvvetler dağılımının kişiden kişiye, hatta bir kişinin bir halinden diğer haline çok değişebileceğini öngörebiliriz. Dolayısıyla bir metinde 103 rakamı geçiyorsa onun haftalar sonra “100’e yakın” olarak hatırlanabileceğini öngörebilsek de aynı metinde “yarı başkanlık sistemi” geçtiğinde bunun nasıl hatırlanacağını kestirmek kişinin kendi fenomenal anlam dünyasını bilmeden kolay olmayacaktır.
28 Goldmeier, tüm kitabı boyunca verdiği açıklamalarını, farklı ampirist kuramcıların kullanageldiği tabirlerle de karşılaştırır, örneğin Tversky’nin 1977 tarihli benzerlik kuramındaki belirginlik (“saliency”) kavramına, keza Rosch’un “prototip” ve “şema” kavramlarına atıf yapar. Kimi zaman aynı olgunun bu farklı kavramlarla açıklanabildiğinin hakkını verir. Kanımca buradaki en önemli fark, tüm o kuramlarda eksik olanın, algı, bellek, düşünme ve olası birçok başka alana yönelik kapsayıcı bir önermeye sahip olmayışlarıdır, her birinin nispeten dar bir alana odaklanıp o alana yönelik terminoloji üretmesidir. 29 Aslında Goldmeier, Bartlett’ın Hayaletlerin Savaşı çalışmasında olup bitenlerin basitçe “kültürel şemaya asimile etme” mekanizmasıyla açıklanamayacağını, orada esas olarak işleyen mekanizmanın, bir iç tutarlılığa, insicama yönelme olduğunu belirtir. Nitekim Bartlett’ın bulgularını hatırladığımızda katılımcıların hepsinin çok benzer bir sosyoekonomik ve kültürel arka plandan gelmelerine rağmen hikayeyi değiştirme biçimleri hayli farklılık göstermektedir. Bu durumda, sahip oldukları kültürel şema aynı olduğuna göre “şemaya uygun hale getirme” açıklamasının yetersiz olduğunu görebiliriz.
Kaynaklar
Bartlett, F. C. (1932/1977). Remembering: A Study in Experimental and Social Psychology. Cambridge: Syndics of the Cambridge University Press.
Blesser, B., Shillman, R., Cox, C., Kuklinski, T., Ventura, J. ve Eden, M. (1973). Character recognition based on phenomenological attributes. Visible Language, 7(3), 209–223. DOI: 10.1016/S0020- 7373(74)80033–7
Bower, G. H. ve Winzenz, D. (1969). Group structure, coding, and memory for digit series. Journal of Experimental Psychology, 80(2, Pt.2), 1–17. DOI: 10.1037/h0027249
Bregman, A. S. (1994). Auditory scene analysis: The perceptual organization of sound. MIT press.
Bruner, J. S. (1990). Acts of Meaning. Cambridge, MA: Harvard University Press.
Buhusi, C. V. (2020). Episodic time in the brain: A new world order. Learning & Behavior, 189–190. DOI: 10.3758/s13420–019–00379–4
Carmichael, L., Hogan, H. P. ve Walter, A. A. (1932). An experimental study of the effect of language on the reproduction of visually perceived form. Journal of Experimental Psychology, 15(1), 73–86.
Chan, J. C. (2009). When does retrieval induce forgetting and when does it induce facilitation? Implications for retrieval inhibition, testing effect, and text processing. Journal of Memory and Language, 61(2), 153–170. DOI: 10.1016/j.jml.2009.04.004
Cohn, N. ve Magliano, J. P. (2020). Editors’ Introduction and Review: Visual Narrative Research: An Emerging Field in Cognitive Science. Topics in Cognitive Science, 12(1), 197–223. DOI: 10.1111/tops.12473
Craik, F. I., & Tulving, E. (1975). Depth of processing and the retention of words in episodic memory. Journal of Experimental Psychology: General, 104(3), 268–294. DOI: 10.1037/0096–3445.104.3.268
Ebbinghaus, H. (1885/1964). Memory: A Contribution to Experimental Psychology. New York: Dover Publications.
Goldmeier, E. (1982). The Memory Trace: Its Formation and its Fate. Hillsdale, NJ: Lawrence Erlbaum Associates Publishers.
Goodwin, C. J. (2005). A History of Modern Psychology. Hoboken, NJ: John Wiley & Sons.
Hashtroudi, S., Ferguson, S. A., Rappold, V. A. ve Chrosniak, L. D. (1988). Data-driven and conceptually driven processes in partial-word identification and recognition. Journal of Experimental Psychology: Learning, Memory, and Cognition, 14(4), 749–757. DOI: 10.1037//0278–7393.14.4.749 Hochberg, J. (2003). Acts of perceptual inquiry: Problems for any stimulus-based simplicity theory. Acta Psychologica, 114(3), 215–228. DOI: 10.1016/j.actpsy.2003.07.002
Kanizsa, G. (1976). Subjective contours. Scientific American, 234(4), 48–53.
Koffka, K. (1936). Principles of Gestalt Psychology. London: Kegan Paul.
Köhler, W. (1938). The Place of Value in a World of Facts. New York: Liveright.
Köhler, W. (1950). Psychology and evolution. Acta Psychologica, 7, 288–297. DOI: 10.1016/0001- 6918(50)90020–5
Kunst-Wilson, W. R. ve Zajonc, R. B. (1980). Affective discrimination of stimuli that cannot be recognized. Science, 207(4430), 557–558. DOI: 10.1126/science.7352271
MacLeod, C. M. (2020). Zeigarnik and von Restorff: The memory effects and the stories behind them. Memory & Cognition, 48, 1073–1088. DOI: 10.3758/s13421–020–01033–5 Mungan, 2021; Nesne, 9(19), 147–175 DOI: 10.7816/nesne-09–19–12 www.nesnedergisi.com 175
McCloskey, M. ve Zaragoza, M. (1985). Misleading postevent information and memory for events: Arguments and evidence against memory impairment hypotheses. Journal of Experimental Psychology: General, 114(1), 1–16. DOI: 10.1037//0096–3445.114.1.1
Mungan, E. (2020). Geştalt Kuramı: Bir “Nazariye” nin mazisi, akameti ve akıbeti. Nesne, 8(18), 585–618. DOI: 10.7816/nesne-08–18–15
Mungan, E. ve Kaya, E. (2020). Some Time Violations Go Less Noticed: Gestalt Grouping? A Brief Report. Timing & Time Perception, 1(aop), 1–13. DOI: 10.1163/22134468-bja10010
Neisser, U. (1976). Cognition and Reality: Principles and Implications of Cognitive Psychology. New York: Freeman Nickerson, R. S. ve Adams, M. J. (1979). Long-term memory for a common object. Cognitive Psychology, 11(3), 287–307. DOI: 10.1016/0010–0285(79)90013–6
Palmer, S. E. (1999). Vision science: Photons to Phenomenology. MIT press.
Restle, F. (1970). Theory of serial pattern learning: Structural trees. Psychological Review, 77(6), 481– 495. DOI: 10.1037/h0029964
Rock, I. (1984). Perception. New York: W.H. Freeman.
Roediger, H. L. (1978). Recall as a self-limiting process. Memory & Cognition, 6(1), 54–63. DOI: 10.3758/BF03197428 Roediger, H. L. (1980). Memory metaphors in cognitive psychology. Memory & Cognition, 8(3), 231–246. DOI: 10.3758/BF03197611
Roediger, H. L. ve McDermott, K. B. (1995). Creating false memories: Remembering words not presented in lists. Journal of Experimental Psychology: Learning, Memory, and Cognition, 21(4), 803–814. DOI: 10.1037/0278–7393.21.4.803
Shepard, R. N. (1967). Recognition memory for words, sentences, and pictures. Journal of Verbal Learning and Verbal Behavior, 6(1), 156–163. DOI: 10.1016/S0022–5371(67)80067–7
Tolman, E. C. ve Honzik, C. H. (1930). Introduction and removal of reward, and maze performance in rats. University of California publications in psychology, 4(17), 257–275.
Tolman, E. C. (1948). Cognitive maps in rats and men. Psychological Review, 55(4), 189–208. DOI: 10.1037/h0061626
Tversky, A. ve Kahneman, D. (1971). Belief in the law of small numbers. Psychological Bulletin, 76(2), 105–110. DOI: 10.1037/h0031322
Ünal, G. ve Ayhan, İ. (2020). İşlevsel Özelleşmeye yeni bir bakış: Nöronal saatler. Nesne, 8(17), 270–283. DOI: 10.7816/nesne-08–17–08
Von Restorff, H. (1933). Über die Wirkung von Bereichsbildungen im Spurenfeld. Psychologische Forschung, 18(1), 299–342.
Warrington, E. K. ve Weiskrantz, L. (1968). New method of testing long-term retention with special reference to amnesic patients. Nature, 217(5132), 972–974. DOI: 10.1038/217972a0 Wertheimer, M. (1923). Untersuchungen zur Lehre von der Gestalt. II. Psychologische Forschung, 4(1), 301–350.
Wertheimer, M. (1945). Productive thinking. New York: Harper.
Wiseman, S. ve Neisser, U. (1974). Perceptual organization as a determinant of visual recognition memory. The American Journal of Psychology, 87(4), 675–681. DOI: 10.2307/1421974
Zajonc, R. B. (1968). Attitudinal effects of mere exposure. Journal of Personality and Social Psychology, 9(2), 37–40. DOI: 10.1037/h0025848