İlgi Çekici Bir Zevk: Hüzünlü Müzikler — Rabia Kurşun

CogIST
CogIST
Published in
6 min readMar 14, 2024
Görsel Midjourney AI ile oluşturulmuştur. Prompt engineer: Elif Taştekin

Yazar: Rabia Kurşun
Editör: Neslihan Çalışkan

Rabia Kurşun, İstanbul Üniversitesi psikoloji öğrencisi, akademik hayatını biliṣsel nörobilim alanında ilerletmek istiyor.

Üzüntü, deneyimlediğimiz her duygu gibi hayatımızın olmazsa olmazı; belki her ay, belki her hafta, kimi zaman da gün aşırı yaşayabildiğimiz bir duygudurumudur. Bu duygu genellikle stresli ve kötü durumlar deneyiminin hissi olarak bilinir. Altı temel duygudan biridir (korku, mutluluk, öfke, şaşkınlık ve tiksinti ile birlikte) ve çoğu kişinin hissettiği, fakat deneyimlememeyi tercih ettiği olumsuz duygulardan birisidir. Diğer olumsuz duygularda olduğu gibi, insanlık tarihi boyunca üzüntünün yaygınlaşmasının ve evrensel bir boyuta ulaşmasının evrimsel bir avantajdan kaynaklı olduğu da düşünülebilir. Üzüntünün her zaman bir sebebi vardır fakat bu sebepler fark edilemeyebilir. Duygularımızı genelde düşüncelerimiz veya daha derinde yatan inançlarımız belirler. Bunlar her zaman bilinç düzeyinde değildir, kişi bunu algılayamayabilir. Bazen de değer verilen bir şeyin, sağlığın, toplumsal statünün veyahut bir ilişkinin, sevilen bir kişinin kaybı gibi algılanabilir düzeyde olur. Mod düşüklüğü, kendini geri çekme, hayattan haz alamama, özsaygının/öz şefkatin azalması gibi sonuçları olan karmaşık bir bedensel ve nörolojik durumdur. Gerçek hayatta karşılığı olan olumsuz sonuçlara yol açan bu üzüntünün yanında daha estetik görünümlü bir üzüntü de bulunuyor.

Sanat, sıklıkla üzüntüyü kendine bir araç olarak kullanır, estetik kaygılarla oluşturulmuş olsa da duyguyu geçirebilen bir üzüntü eseri canlandırır ve okuyucuyu/dinleyiciyi/seyirciyi etkisi altına alır. Üzüntü, çoğunlukla bir keyif unsuru olarak müziklerde, resimlerde, filmlerde ve daha pek çok sanat türünde karşımıza çıkıyor. Kimi sanatçılar trajediden beslenerek eserlerini ortaya koyuyor. Bunlardan bugün ele alacağım alan; müzik. Şarkılar sözlü ya da sözsüz, üzüntü duygusunu derinlemesine bir keyfe dönüştürebilmekte. Peki biz ne zaman müzikteki üzüntüden haz duyarız? Bunları 3 başlıkta sıralayabiliriz: (1) tehdit unsuru olarak algılanmadığında, (2) estetik açıdan hoş bulunduğunda, ve (3) ruh hali düzenleme ve empati kurma gibi psikolojik faydalar sağladığında. Örneğin, geçmiş olayların hatırlanmasına, bunlar üzerine derinlemesine düşünülmesine neden olduğunda biz hüzünlü müzikten zevk alabiliyoruz. Bu da üstü kapalı mazoşistik bir eylem olarak gözükebilir, ama burada bahsi geçenin o üzüntüden alınan zevkten ziyade, üzüntünün sanatsallığının verdiği zevkin ön planda olabilmesi diyebiliriz. Bunun bir başka nedeni de birazdan sıralayacağım Levinson’un öne sürdüğü psikolojik ödüller de olabilir. Hüzünlü müzik, doğası gereği akustik özelliklerine (dar perde aralığı, daha yavaş tempo, daha yumuşak ve düşük ses seviyeleri, düşük uyarılma gibi) dayanarak nesnel olarak ve bestecinin ilettiği varsayılan duyguyu dinleyicinin perspektifiyle birlikte algılaması ve hissetmesiyle de öznel olarak tanımlanabilir. Popüler şarkı sözleri dinleyicide anıları tetikleyebileceğinden müziğin üzüntü ile ilişkilendirilmesinde rol oynayabilir. Müziğin sözlü olup olmaması, sözlerinin ne ifade ettiği, konusu da duygunun hissedilmesinde önemli noktalar olabilir.

Çoğu zaman nahoş olarak görülen üzüntü, müzik yoluyla ifade edildiğinde nasıl keyif alınabilen bir şeye dönüşür? “Trajedi paradoksu” (tragedy paradox) adı verilen bu çelişkili duygusal durum hali burada yatıyor ve insanlar hayatta yaşanan olaylara verilen tepki olarak duydukları üzüntüyü hoş olmayan bir kategoriye koysalar da bunu estetik bağlamda zevkli buluyorlar. Milattan önce dönemde yaşayan Atinalı filozoflar, bu konuyu tartışan ilk kişilerdi ve olumsuz duyguların sanatın üzerinde bıraktığı göz alıcı etkilerin, diğer konulardan daha çok kişileri etkisi altına alabildiği ve beğeni uyandırabildiğini öne sürdüler (Schaper, 1968). En bilindik eserlerden Gustave Dore’un The Entertainers’inden tutun, Van Gogh’un At Eternity’s Gate’ine, son zamanlarda popüler olan Tom Odell’in Another Love’ından tutun, Beethoven’ın Moonlight Sonata’sına sanatın her mecrasında, her zaman var olan bir duygudan bahsediyoruz. Türk müziğinde de trajik eserlerin kitlesinin oldukça büyük olması bizim için bu varsayımı daha olası hale getirebilir. Felsefeciler ve psikologlar, insanın hüznü yansıtan sanat eserlerine olan ilgisini, onunla ilişkilendirilen psikolojik ödül mekanizması ile açıklayabiliyor. Bunun yanı sıra bahsi geçen ödül mekanizması, hiçbir olumsuz duygu barındırmadan olumlu duygulara da doğrudan bir etkide bulunabiliyor. Bu da “Kötülükten haz duymak” anlamına da gelen “Schadenfreude” örneğinde olduğu gibi, zevkli üzüntüyü, olumlu ve olumsuz duyguların eş zamanlı olarak deneyimlendiği “karma” bir duygu olarak görülebilir. Duyguları yaşamada herhangi bir sınır olmadığı gibi aynı anda birden çok duygunun da yaşanması mümkün gözüküyor.

Trajedi paradoksunu anlamaya yönelik ilk adımlar felsefeden geldi ve genel olarak iki ana düşünce akımından söz edilebilmekte. Bilişselciler (cognitivists), müziğin gerçek duyguları uyandırmadığını, yalnızca o duygularla ilgili hatırlatıcıları içerdiğinden müziğin yapısında bu duygunun anlaşılabileceğini öne sürmekte. Duygusal anların o duygunun içine giremeyecek kadar hızlı geçtiğini ve geçmiş duyguların hatırlatıcılarını aktifleştirip sonra pasif hale geldiğini savunuyorlar (Kivy, 1991). Öte yandan duygucular (emotivists) müziğin böyle yalancı bir duygudurumu değil gerçek bir duyguya yol açtığını öne sürüyorlar. Fakat duyguların uyarılabilirliği göz önünde bulundurulduğunda, açığa çıkan hisler geçmiş duygunun hatırlatıcısı mı yoksa gerçek bir duygu mu burası hala bir tartışma konusu. Bazı duygucular müzik hüznündeki (music sadness) duygusal tepki deneyiminin gerçek hayattakinden farklı olduğunu söylemekte (Hospers, 1969). Felsefeci Jerrold Levinson gibi diğer “duygucular” ise hüzünlü müziğin gerçek bir üzüntü uyandırdığını ve bu tepkinin doğası gereği ödüllendirici olduğunu savunuyor ve bu ödülleri şu şekilde sıralıyor: katarsis, ifadeyi kavramak, duygunun tadını çıkarmak, duyguyu anlamak, duygusal güvence, duygusal çözüm, ifade gücü, duygusal birliktelik (Levinson, 1990). Levinson bu ödüllerin müzikteki hüznü zevkli bir hale getirebilmekte olduğunu savunuyor.

Peki dinleyiciler gerçekten hüzünlü hissediyor mu?

Teorilerin ortak noktası, dinleyicinin; üzüntünün tehlike uyandırmayan bir durumda estetik olduğunun bilincinde olmasından kaynaklı keyif almasını sağladığını savunmasıdır. Temel anlaşmazlık ise, insanların zevkli olarak gördükleri hüzünlü müzikleri dinlerken gerçekten üzgün hissedip hissetmedikleriyle ilgili. İnsanlara bu soru doğrudan sorulduğunda yanıtlar farklılık göstermekte ama yaklaşık olarak çeyreği gerçek bir üzüntü yaşadıklarını söylerken, geri kalanı da çoğunlukla geçmiş duygularla bağlantılı başka bir duygu deneyimlediklerini bildiriyor (Huron, 2011). Fakat, duygusal algı ile duygusal deneyim bir olmadığından duygusal deneyim bağlamında yapılan öz bildirimler hatalı sonuçlar verebilir çünkü öz bildirimler, kişinin deneyimi nasıl algıladığının ifadesine dayanır. Araştırmacıların “algılanan” ve “hissedilen” arasında net bir ayrım yaptığı çalışmalarda katılımcılar karışık duygular yaşadıklarını bildirdiler (Kawakami ve diğerleri, 2013).

Nörobilim perspektifinden bakıldığında ise duygu durumlarındaki değişiklikler, serebral korteksin duyguların işlenmesinde rol oynayan ana bölgelerinden ikisi olan ön singulat korteks (ACC) ve insular korteksteki aktivite değişiklikleriyle ilişkilidir. Habel ve arkadaşlarının (2005) pozitron emisyon tomografisi (PET) veya fMRI kullanarak yaptığı bir çalışmada üzüntü deneyimi sırasında her iki yapıda da aktivitenin arttığını bildirilmiştir. Bu araştırmada, amigdala, hipokampus ve parahipokampal girus bölgelerinde ise sadece hoş olmayan duygu durumunda değil, hoş olan duygu durumlarında da aktivitenin arttığı gözlemlenmiştir. Bu da aslında: Beyin aktivitesinin, oluşum nedeninin içeriğinin önemsenmeksizin bir duygu uyaranının işleniyor olması olabilir mi? sorusunu önümüze getiriyor. Beynin üzüntü duygusunun işlenmesiyle ilgili bölgelerinin genel olarak müziğin uyandırdığı duyguların işlenmesinde de rol oynadığı görülüyor. Brattico ve arkadaşlarının (2011) çalışmasında katılımcıların üzgün veya mutlu buldukları tanıdık müzikleri dinledikleri bir çalışmada, hüzünlü parçalar, mutlu parçalarla karşılaştırıldığında, kaudat çekirdeğin başında ve talamusta artan aktivasyonla ilişkilendirildi (Sachs ve diğerleri, 2015).

Bir dizi nörogörüntüleme çalışması, bu bölgelerin özellikle müzikteki olumsuz değer algısında rol oynadığını bildirmiştir. Örneğin, Frühholz’ün (2014) bir çalışmasında minör modda olması veya düşük uyarılma ve değerlik üretmesi nedeniyle hüzünlü olarak algılanan müziğin parahipokampal girustaki artan aktivite ile ilişkili olduğu gösterilirken, Koelsch, (2014)’in bir çalışmasında hipokampusla birlikte bu bölgenin de rahatsız edici bulunan ahenksiz müziğe verilen tepkide rol oynadığı gösterilmiştir. Ford ve ekip arkadaşları (2011) ise anıların kodlanmasındaki rolleri nedeniyle parahipokampal girus, hipokampus ve amigdalanın müzikle ilgili duygusal olayların işlenmesinde de önemli bir rol oynayabildiğini bulmuşlardır (Sachs ve diğerleri, 2015). Bu örneklere bakarak diyebiliriz ki duygular estetikle veyahut gerçek hayatla olsun beynimizde bir reaksiyona sebep olmaktadır. Müzikteki ritimler de içeriği gibi bizlerde belli beyin bölgelerinde nörolojik bir ifadeyle sonuçlanmaktadır.

Sanata dair estetik algılar, hem yaşamın tehdit edici olup olmadığına karar verme eylemini hem de işitsel uyaranın güzel olup olmadığına karar verme eylemini içeriyor. Bu eylem dolayısıyla kişi yaşamsal bir tehdit unsuru algılamadığından sanatsal hüznü belki gerçeğin bir yansıması, belki de gerçek bir duyguya dönüştürüyor. Yukarıda da bahsettiğim gibi beyin bölgelerinde oluşan aktivite artışları bize aslında karmaşık bir trajedi unsurundan söz etmekte. Hem gerçek yaşantıya dair duyguları hissettiriyor hem de aslında gerçek olmadığının da bilincinde olmamızı sağlıyor. Bu da hüznün aslında çok perdeli bir his olduğu anlamına geliyor. Hissedilen ve algılanan duygular arasındaki fark içimizde yaşadığımız (genel varsayımın aksine) karmaşık bir duygudurumun söz konusu olduğunu açıkça gösteriyor. Bu yüzden de bazen hüzünlü müzik dinlemek kişiyi olduğu olumlu veya nötr bir duygudurumdan olumsuz bir duyguduruma çekebilmekte ya da zaten üzgünken bu tür müzikler dinlemek o duygudurumundan çıkmayı da zorlaştırabilmekte. Bu sebeple de çok sık melankolik şarkılar dinlemek kişide daha karamsar, depresif bir ruh haline yol açabiliyor. Ya da yağmurlu havalarda bu tür şarkıları dinlemek kişide hüzne yol açabiliyor. Aslına bakılırsa bu durum müziği hangi hatıralarla, bağlamlarda ilişkilendirdiğimize de bağlı biraz. Çünkü kimi müzikler çalmaya başladığı anda bizi belli bir ana götürüverir; kimisinin de tınısı sakindir, hüzünlüdür ama bir yandan bize huzur da verir. Bu belki de, onu tam olarak nasıl algıladığımız ve hissettiğimiz arasındaki o ince çizginin yakınlaşıp uzaklaşmasına bağlıdır.

Kaynakça

​ Levinson, J. (1990). Music, Art and Metaphysics: Essays in Philosophical Aesthetics.

Huron, D. (2011). Why is sad music pleasurable? A possible role for prolactin. Mus. Sci. 15, 146–158. doi: 10.1177/1029864911401171

Kawakami, A., Furukawa, K., Katahira, K., and Okanoya, K. (2013). Sad music induces pleasant emotion. Front. Psychol. 4:311. doi: 10.3389/fpsyg.2013.00311

Kivy, P. (1991). Music Alone: Philosophical Reflections on the Purely Musical Experience. Cornell University Press

New York: Oxford University Press

Sachs, M. E., Damasio, A., & Habibi, A. (2015). The pleasures of sad music: a systematic review. Frontiers in human neuroscience, 9, 404.

Schaper, H. (1968). Aristotle’s catharsis and aesthetic pleasure. Philos. Q. 18, 131–143. doi: 10.2307/2217511

--

--

CogIST
CogIST
Editor for

We are an independent community which is formed by a group of students who love cognitive science.