Zihinsel Temsil Kavramının Tarihsel Gelişimi — Elif Şirin

CogIST
CogIST
Published in
7 min readDec 20, 2023
Görsel Tasarım: Beyza Nur Hıdır

Yazar: Elif Şirin

Önsöz

Ege Üniversitesi Psikoloji bölümünden Dr. Cansu Pala’nın, lisans öğrencilerinin çalışmalarını bir araya getirerek oluşturduğu Psikoloji Tarihi Arşivi bilişsel bilimler için değerli bir kaynak oluşturuyor.
Her biri bir psikoloji kavramının tarihsel gelişimini ele alan metinler, okuyuculara bilişsel bilimin çalışma alanlarıyla da yakından ilişkili fikir ve kuramların nasıl ortaya çıktığını ve zaman içinde nasıl evrildiğini kavrama fırsatı sunuyor. CogIST olarak Türkçe’ye çeşitli bilişsel bilim kaynakları kazandırma amacımız doğrultusunda bu arşivin görünürlüğünü arttırmayı önemsiyor ve tarihsel perspektif odaklı bu metinleri geniş bir kitleye ulaştırmak için yeniden yayınlıyoruz. Şu ana kadar yayınladığımız tüm Psikoloji Tarihi Arşivi yazılarına buradan ulaşabilirsiniz.

Keyifli okumalar!
CogIST

Bilişsel bilim literatüründe oldukça önemli yer tutan zihinsel temsil kavramının felsefi kökenleri antik çağa kadar uzanır ve saf felsefe için hala ilgi konusudur (Pitt, 2020). Felsefe ve bilişsel bilimlerin çeşitli alt alanlarında oldukça fazla kişi tarafından açıklanmaya çalışılmasından da anlaşılacağı gibi zihinsel temsillerin net bir işevuruk tanımı bulunmamaktadır. Fakat bazı tanımlar tarihsel süreçte geçerliliğini yitirmiştir. Tarihsel süreçte en bilinen tanımlardan birisi Dretske’ni temsil fikrini bilgi fikriyle ilişkilendirdiği ve temsil sisteminin bir varlığı gösterme (indicating) işlevine sahip bir sistem olduğunu savunduğu teoridir (Sebastian, 2016). Etiyolojik teorilere göre ise temsili durumlar, gösterge (indication) için seçilmiş olanlardır. Yani tasarımcının özelliği oluşturma niyeti kritik önem taşır (Sebastian, 2016). Bir şeyi bir şeyin temsili yapan şeyin, onları birbirine bağlayan, temsil ilişkisi adı verilen ilişki (nedensel, kovansiyonal veya politik) olduğu da öne sürülmüştür (Altablee, Castro ve Santin, 2008). Gelişim psikologlarına göre temsil bir yeniden sunum (re-presentation) meselesidir ve bir öğenin algı tarafından hemen verilmeyen bir diğerinin yerine geçmesini sağlama kapasitesi olarak tanımlanır (Müller, Sokol ve Overton, 1998). Bilişsel sinirbilimde ise temsil, zihinsel durum, sembolik yapı veya beyin aktivasyon örüntüsü olmak üzere üç duyuya göre açıklanmaktadır (Altablee, Castro ve Santin, 2008).

İlk önce Plato’nun Theaetetus’unda, daha sonra Aristo’nun De Anima’sında bahsedilen balmumu tablet metaforu, bilinen ilk zihinsel temsilleri tanımlama girişimlerinden olarak görülebilir. Bu metaforlara göre gördüğümüz, işittiğimiz veya zihnimizde hatırlamak istediğimiz materyalleri zihnimizdeki balmumu tabletlere kazırız ve o görüntü sürdüğü sürece hatırlamaya devam ederiz; bu yaklaşıma göre zihinsel temsiller, daha önce algılanmış olan sahnelerin uzamsal özelliklerini korur (Kemp, 1998).

Kemp’in belirttiğine göre (1998), MS üçüncü veya dördüncü yüzyılda bir aşamada, bilişsel işlevlerin beyindeki karıncıklarda gerçekleştiği inancı yaygınlaşmış ve bu karıncıkların hayvan ruhları ile dolu olduğuna inanılmıştır. İç duyular teorisi (theory of inner senses) olarak da adlandırılan bu görüş, 16. yy’ya kadar Avrupa ve İslam coğrafyasında bilişsel süreçlerin fizyolojik açıklamasını sağlamıştır. Fakat bütün bilişsel görevlerin bu karıncıklarda gerçekleşmediği, daha karmaşık ve soyut bilişlerin, bir vücut organında yer almayan akılda (intellect) oluştuğuna inanılmıştır. İbn-i Sina, evrensel bilgi (kavramların) ile özel bilgi (algılanan veya hayal edilen belirli nesneler veya sahnelerin) arasındaki bir ayrıma dayanarak önce akılda daha sonra iç duyularda işleme süreci gerçekleştiğini savunmuştur. Orta Çağ’ın sonlarına doğru William Ockham bilgiyi sezgisel ve soyut olarak ikiye ayırmış ve soyut düşüncelerin sezgisel düşünceden türediğini savunmuştur. Soyut düşünce, deneyimden ziyade öğrenme ile oluşur ve nesnenin gerçek varlığı veya içeriği hakkında bilgi içermez. Sezgisel bilişi de mükemmel olan ve olmayan olarak ikiye ayırmıştır. Mükemmel sezgisel bilişte olayın yaşandığı an tanık olunması kastedilirken mükemmel olmayan sezgisel bilişte ise önceden tanık olunmuş bir olayın hatırlanması kastedilir (Kemp, 1998).

Daha yakın zamandaki görüşlere bakacak olursak zihinsel temsillerin kökeni ve gelişimiyle ilgili göze çarpan iki felsefi gelenek olan deneyselcilik ve yapısalcılıkla karşılaşırız. Locke ve Hume tarafından oluşturulan ampirist gelenek, gösteren (signifier) ve gösterilen (signified) arasındaki ilişkiyi mekanistik bir neden sonuç ilişkisine dayandırır (Müller, Sokol ve Overton, 1998). Locke’un idea tanımı da dış dünyayla ilgili mental obje veya mental içerik olarak tanıtılmıştır (Altable, Castro ve Santin, 2008). Müller ve arkadaşlarının aktardığına göre (1998), ampirist gelenek, kişinin zihinsel içeriği veya fikirlerinin, yalnızca zihnin dışındaki uyaranların etkileri olduğunu varsayar. Dolayısıyla insan zihni izlenimleri yansıtan pasif bir kameraya benzer. Bu yaklaşımda gösteren ile gösterilen arasındaki ilişkiyi kuran herhangi bir insan etkinliği göz ardı edilmiştir. Kant ve Hegel’in eserlerinde görülen yapısalcı geleneğe göre ise zihinsel temsil, bir nesneye veya şeye yönelik olduğundan öznenin zihinsel etkinliğinden ya da bilincinden geliştiği varsayılır. Bu tür bir faaliyet, yönlendirilmiş özellik içerdiğinden, yani kişinin zihinsel eylemleri bir şey hakkında olduğundan, deneycilikte olanın aksine, kasıtlı (intentional) olarak yorumlanır. Niyetlilik kavramı hem zihinsel eylemlerin hem de bunların oluşturduğu içeriğin ayrılmaz bir şekilde ilişkili olduğunu vurgular (Müller, Sokol ve Overton, 1998).

Dretske’nin temsili içerik teorisi zihinsel temsil alanında en bilinen yaklaşımlardandır. Rupert’in aktardığına göre (2018), Dretske’nin gördüğü en belirgin problem, simgesel fiziksel durumlar (sözdizimsel olarak bireyselleştirilmiş araçlar, sinirsel yapılar, bir düşünce dilindeki semboller vb.) olarak temsillerin, açıkça “tetikleyici/aracılık nedenler” olarak hareket edebilmeleridir. Fakat bu durum etkilerin tek başına fiziksel özelliklerinin aksine, anlamsal özelliklerinden dolayı olduğunu göstermez. Örneğin, bir opera sanatçısı semantik içerikli ve aynı zamanda camı kıran sesler üretebilir; ama ses dalgalarının camı kırmasının söylenen sözlerin anlamsal içeriğiyle hiçbir ilgisi olmayabilir. O halde içerik nasıl herhangi bir fark yaratabilir sorusuna üç merkezi kavrama hitap ederek yanıt verir: bilgi (gösterge), pekiştirmeli öğrenme ve yapılandırıcı neden. Dretske’nin gösterge veya bilgiye yaklaşımı, yanlış bilgi (misindication/ misinformation) verilmesine izin vermediğinden bu kavram zihinsel temsile karşılık gelmez. Dretske’ye göre, bilgi taşıyan birim, organizmada bir tür hareketin kontrolünü ele geçirdiğinde bir temsil haline gelir ve bu tür kontrol kazanımı, bizzat bilgi taşıyan birimin davranışsal başarısından kaynaklanan pekiştirme sinyallerinden kaynaklanır. Eylemler zamana yayılmış nedensel yapıya sahip süreçlerdir ve Dretske’ye göre içerik yapılandırıcı bir neden olarak hareket edebildiğinden nedensel-açıklayıcı bir ilgililiğe sahiptir (Rupert, 2018).

Dretske’nin bahsettiği belirtme (indicating) işlevi, normatiflik sorunu açısından yetersiz görülmüştür ve bu soruna verilen ana yanıt Millikan’ın (1984) dediği gibi teleolojik bir işlev veya uygun işlev (proper function) kavramına başvurmaktır (Sebastian, 2016). Bu yaklaşıma göre, bir işlev taşıyıcısının uygun işlevi, özelliğin varlık nedenleriyle tanımlanmalıdır. İnsanların ürettiği şeylerde bulunan bir özelliğin varoluş sebebi, tasarımcının niyeti olması, yani o özellik için seçilmesidir. Biyolojik özellikler için de doğal seçilim aynı şeyi yapar. Örneğin kanın süzülmesi böbreklerin evrimde seçilme sebebidir. Etiyolojik teorilere göre özelliğin uygun işlevi onun nedensel tarihine ve bu tip özellikler için geçmiş seçime bağlıdır. Dolayısıyla temsili durumlar (representational states), gösterge (indication) için seçilmiş olanlardır (Sebastian, 2016).

İşlemsel zihin teorisi (fiziksel sembol sistemi hipotezi olarak da adlandırılır) çağdaş teoriler üzerinde önemli etkiye sahip bilgisayar temelli bir modeldir. Çoğu zaman zihnin temsili teorisi (representational theory of mind) ile birbirinin yerine kullanılmaktadır (Pitt, 2020). Müller ve arkadaşlarının (1998) aktardığına göre, zihnin içsel temsilleri, bilgisayarın makine kodu gibidir ve bilgisayar programı, manipülasyonlarına rehberlik eden biçimsel ilkeleri yakalar. Zihinsel süreçler ise, bilgisayarın simüle edebildiği bu biçimsel olarak yapılandırılmış temsillerin nedensel dizileri olarak tanımlanır. Burada da yine zihnin aktivitesi kasıtlı olarak yönlendirilmemektedir. Zihnin doğuştan/kalıtsal olarak sahip olduğu biçimsel ilkeler tarafından sınırlandırılan neden-sonuç ilişkisinin bir parçasıdır. Bilgi işlem sistemleri, biçimselleştirme sürecindeki anlamı ortadan kaldırarak, yalnızca manipülasyonları için kuralları olan bir dizi sinyal bırakır. Hem bilgisayarın işlevi hem de insan bilişi bilgi işlemci olarak görüldüğünden bilgi kavramının açıklanması önemlidir. İnsanlarda bilgi süreci (informing process) işaretler veya semboller kullanarak anlamlı içeriği iletme veya iletme yeteneği anlamına gelirken bilgisayar teknolojisinde kastedilen, belirli işlemlerin ve önceden belirlenmiş sinyal manipülasyonlarının en verimli performansı için parametreleri belirleyen bir dizi üretim kuralıdır. Bilgilendirme sürecinin mekanize edilmesi, işaretler değiş tokuş edilirken verilerin boş bitlerine indirgenmesini gerektirir. O halde, bir bilgisayarın bir kuralı takip ettiği anlamı oldukça boştur, çünkü bir insanın aksine, bilgisayar davranışı üretmek için nedensel olarak işleyen sisteme içkin kasıtlı bir içeriğe sahip değildir (Müller, Sokol ve Overton, 1998).

Gelişim psikologlarına göre zihinsel temsil kapasitesi, çocuklar gizli nesnelerin devam eden varlığı hakkında veya geçmişte algılanan bir dizi eylemi taklit ettiklerinde onlara atfedilir (Müller, Sokol ve Overton, 1998). Karmiloff-Smith (1992), J. Mandler (1988, 1992) ve Perner (1991) zihinsel temsillerin yaşamın daha erken yıllarında geliştiğini veya doğuştan getirilen bir kapasite olduğunu iddia ederken; Baldwin (1906/1968), Stern (1914/ 1930), Bu¨hler (1919/1930), Vygotsky (1933/1978), Werner (1948), Piaget (1945/1962) ve Langer (1980, 1986) ise yaşamın ikinci yılında oluştuğunu savunmuşlardır. Piaget’ye göre temsiller, yaşamın ilk iki yılında bedenlenmiş duyusal-motor aktivite yoluyla geliştirilen bir zihinsel yapıya sahip aktif bir özne tarafından kasıtlı olarak kullanılır. Bilişsel işlev, organizma ve çevre arasındaki fizyolojik etkileşimleri genişletir ve aşar çünkü işleyişi, etkileşimde bulunduğu unsurların maddi birleşimine bağlı değildir ve organizma, dünya ve diğerleriyle sürekli ve çeşitli etkileşimleri boyunca giderek daha karmaşık bilgi yapıları inşa eder. Piaget’ye göre yapılar bağımsız olarak ve içeriklerinden önce var olmazlar ancak oluşturulan eylemin uygulandığı nesnelerle etkileşim yoluyla geliştirilirler (Müller, Sokol ve Overton, 1998).

Özetlemek gerekirse zihinsel temsiller, ilk çağlardan William Ockham’ın teorisine kadar algılanan nesnelerin depolanması olarak düşünülmüştür. William Ockham ise sadece depolanan değil önceki deneyimlerle şekillenen bir yapı olduğunu savunmuştur. Emprisizm zihnin pasif bir kamera gibi işlev gördüğünü ve temsillerin kasıtlı yapılar olmadığını iddia ederken yapısalcılık; bu temsillerin kasıtlı olarak oluşturulduğunu ve zihnin bu süreçte aktif olduğunu savunur. Dretske, içerik ve bilginin üzerinde durmuş ve pekiştirmeli öğrenme sinyallerini zihinsel temsil için gerekli görmüştür. Etiyolojik teorilere göre zihinsel temsillerin gösterge için seçilmiş olmaları gerekir. İşlemsel zihin teorisi, insan bilişini bilgisayarların çalışma biçimiyle açıklamaya çalışır fakat, insan bilişi bilgisayarın aksine kasıtlı nitelik gösterdiğinden açıklamakta yetersiz kalır. Zihin kuramını açıklayan teorilerin çoğu temsil kavramını kullanır ve çoğu yaygın tanım zihin kuramının bir meta-temsil olduğunu varsayar (Altable, Castro ve Santin, 2008). Gelişim psikologlarına göre zihinsel temsiller yaşamın ikinci yılında oluşur ve etkileşim yoluyla karmaşık yapılara evrilirler.

Kaynakça

Altable, C. R., Castro, C. V., & Santín, J. L. (2009). Concept of representation and mental symptoms. Psychopathology, 42(4), 219–228.

Kemp, S. (1998). Medieval theories of mental representation. History of Psychology, 1(4), 275.

Müller, U., Sokol, B., & Overton, W. F. (1998). Reframing a constructivist model of the development of mental representation: The role of higher-order operations. Developmental review, 18(2), 155–201.

Pitt, D. (2020). Mental representation.

Rupert, R. D. (2018). Representation and mental representation. Philosophical Explorations, 21(2), 204–225.

Sebastián, M. Á. (2017). Functions and mental representation: the theoretical role of representations and its real nature. Phenomenology and the Cognitive Sciences, 16(2), 317–336.

--

--

CogIST
CogIST
Editor for

We are an independent community which is formed by a group of students who love cognitive science.