Çift Taraflı Adalet Testeresi: Sosyal Medya

Consensus
Consensus
Published in
6 min readFeb 28, 2021

M. Furkan Gurbetoğlu yazdı

18 Kasım 2002 Pazartesi günü ana haber bültenlerinde bomba gibi bir haber vardı. Bir buçuk yılda on bir kız çocuğuna tecavüz etmiş, uzun zamandır aranan, bütün köşe başlarında robot resmi bulunan ve başına o dönemin parasıyla 100 milyon ödül koyulmuş, kamuoyunda “Ümraniye Sapığı” olarak bilinen Bilal Akyıldız önceki gece kıskıvrak yakalanmıştı. Bu sansasyonel bir haberdi, zira bir buçuk senedir Ümraniye halkı, çocuklarının güvenliğinden ciddi şekilde endişe duyuyor, sapığın bir an önce yakalanması için yetkilileri göreve çağırıyordu. Neyse ki robot resmi kamuoyuyla paylaşılmış olan Ümraniye Sapığı, komşularının ihbarı ile bakkaldan alışveriş yaparken jandarmalar tarafından yakalandı. Bütün kanallar bu haberi “Ümraniye Sapığı adıyla bilinen Bilal Akyıldız nihayet yakalandı” başlığı, sapığın boy boy fotoğraf ve videoları ile verdi. Bilal Akyıldız Şamandıra Jandarma Karakolu’nda iki gün sorgulandı, üçüncü gün Kartal Adliyesi’nde nöbetçi hâkim tarafından tutuklanarak Kartal Cezaevi’ne gönderildi. Ümraniye Sapığı, cezaevinde tek kişilik hücreye koyuldu. Hak etmiş olduğu üzere gardiyanlar tarafından her gün epeyce temiz sopa yiyordu. Adliyeden cezaevine sevk edilirken “ben sapık değilim, gerçek sapığı bulun!” diye bağırmıştı ama zaten hangi suçlu şimdiye kadar suçunu kabul etmişti ki? Hem suçlu olmasa medya niye bütün gelişmeleri “kamuoyunca Ümraniye Sapığı olarak bilinen Bilal Akyıldız” diye verecekti?

Ümraniye Sapığı Sanılarak Yakalanan İnşaat İşçisi Bilal Akyıldız

Gardiyanlar bu düşünceler ile Bilal Akyıldız’a işkence etmeye devam ederken Ümraniye Sapığı’nın diğer suçlarıyla benzer bir tecavüz vakası daha yaşandı. Herkes şaşkınlığa uğramış, Ümraniye halkı yeniden endişelenmeye başlamıştı. Bu haber dahi gardiyanların içindeki öfkeyi kesmemişti, hücrede şiddet uygulamaları devam etmekteydi. Birkaç gün sonra Bilal Akyıldız’dan alınan örnekler üzerinde yapılan incelemeler sonucu DNA benzerlik testi de negatif çıktı. Aynı gün gerçek suçlunun suç üstü yakalanıp suçunu itiraf etmesi ile olay tamamıyla açıklığa kavuşturuldu. Bilal Akyıldız Ümraniye Sapığı değildi, fakat 28 gün boyunca cezaevinde tek kişilik bir hücrede tutuklu kalmış, dayak yemiş; bütün bunlardan dolayı annesi kısmi felç geçirmiş, itibarı yerle bir olmuştu. Suçlu olmamasına rağmen onu görenler yolunu değiştiriyor, o da bu yüzden sokağa dahi çıkmak istemiyordu. Sapık damgası üzerine yapışmıştı bir kez; nişanlısından ayrıldı, abisi ile birlikte çalışmakta olduğu inşaattan atıldı, yeğenlerine okulda “sapığın yeğeni” denilerek şiddet uygulandı. Ne yaparsa yapsın “sapık” damgasından kurtulamayan Bilal Akyıldız, toplumdan tecrit olunup yurt dışına kaçmak zorunda kaldı. Her ne kadar daha sonra ciddi manevi tazminatlar ödemek zorunda kalsa da medya, sırf robot resme benzediği için bir adamın hayatını karartmıştı. [1] [2] [3] [4]

Medya her geçen gün değişip farklı formlara bürünerek hayatımızdaki etkisini daha da artırıyor. Güç dengeleri, etik ilkeler, değer atfedilen ideolojik kalıplar sürekli şekil değiştirse de medyanın gücü, insanlar ve sistem üzerindeki etkisi asla kayba uğramıyor. Evinde pijamayla başbakan ağırlayan, tek sözüyle birilerini görevden aldıran, Ali kıran baş kesen medya patronları bugün için gücünü ciddi anlamda kaybetmiş durumda. Fakat medyanın “yeni” formu olan dijital medya, gücüne güç katmaya devam ediyor. Üstelik bu medyada sınırlar, etik ilkeler ve güç dengeleri yok; gücü yeten gücünün yettiğini eziyor, linç ediyor, itibarsızlaştırıyor. Öyle ki bu yeni medya yapısı içerisinde linç edilmeniz için haksız olmanıza gerek yok. Sizin haklılığınızın aşağılanması kitleleri eğlendiriyorsa, o noktada önemli olan sizin haklılığınız değil, kitlelerin eğlenmesi. Alakasız bir yerde fotoğrafınız çekilerek on binlerce insan tarafından alay malzemesi yapılabilirsiniz. Annenize sokakta düşük IQ’lu bir ergen tarafından mikrofon uzatılıp Youtube kanallarında yaptığı yorumlarla alay edilebilir. Yaptığınız telafi edilebilir bir yanlış, yüz binlerce insana teşhir edilebilir ve en yakınlarınızın yüzüne bakamayacak hale gelebilirsiniz. Yaptığınız şey yanlış anlaşılmış olsa dahi, linç paylaşımları binlerce beğeni ve paylaşım alırken, yapılan tekzip paylaşımları umursamaz üç beş kişiye ulaşacaktır. Çünkü yeni medya dedikleri şey bu, kontrolsüz ve telafisiz bir güç. Muhakkak yönlendirenleri yine mevcut ancak eski medya patronları gibi görünür ve denge güden bir yapıda değil.

Kötü kullanımlarının yanında tabii ki yeni medyanın adalet sistemine bakan güzel tarafları da var. Bunlardan belki de en bariz olanı, artık kolay kolay hiçbir kötülüğün kapalı kapılar ardında kalmaması. Yeni medya düzeni, teknolojik gelişmelerle paralel olarak yapılandığı için artık her köşe başında kameralar, her telefonda canlı yayın araçları mevcut. Gördüğünüz ve gizli kalacağından emin olduğunuz bir kötülüğü ve haksızlığı anlık olarak Twitter hesabınızdan paylaşabilir ve ana haber bültenlerinde -bir şekilde- gösterilmeyecek olan bu tür olayları toplumun gündemine taşıyabilirsiniz. Üstelik bunun için basın kartına ihtiyacınız da yok, internete erişimi olan sıradan bir dünya vatandaşı olmanız yeterli! Sosyal medya organlarını kullanarak bir şekilde üstü örtülecek cinayetler ile ilgili olarak kamuoyu oluşturabilir, bir siyasetçinin yolsuzluklarını ortaya dökebilir, tacizcinizi ifşa edebilir, mağduriyetlerinizi gür sesle dile getirebilirsiniz. Böylelikle pek çok insan size destek olacak ve ilgili sorunun yargı mercilerine ulaşma ihtimali durumdan duruma az veya çok artacaktır.

Aslında dikkatli gözle bakarsanız sosyal medyanın güzel tarafları olarak saydığım şeyler, kötü taraflarına kıyasla çok daha fazla hukukla ilintili. Yani normal şartlarda, işler bir adalet mekanizmasının bulunduğu bir ülkede sosyal medyanın bu “güzel” taraflarına pek ihtiyaç yok. Yani cinayet işleyenlerin cezalandırılması, yolsuzluk yapanların yargılanması, tacizcilerin ellerini kollarını sallaya sallaya gezememesi gerçek bir hukuk sisteminin bulunduğu bir ülkede yargının sağlaması gereken şeyler. Dolayısıyla adalet için kişilerin sosyal medyaya değil, en yakın cumhuriyet savcılığına başvurması ve elindeki delilleri oraya teslim etmesi gerekir. Savcılık gerekli soruşturmayı yapar, düzenlediği iddianame ile meseleyi mahkemeye intikal ettirir, hâkim de yaptığı yargılama sonucu suçun cezasına hükmeder. Normal bir sistemde olması gereken budur. Ancak ülkemizde adalet mekanizması düzgün işlemediği, hukuka güven endeksleri yerlerde süründüğü, insanlar haklarının alelade bir yargılama süreci ile tesis edileceğine inanmadığı için bugün gelinden noktada sosyal medya toplum için adeta bir can kurtaran rolü oynuyor. Normlar hiyerarşisinin en üst basamağında normlara sahip, Anayasa yargısının da üstünde bir yargı yolu olarak sosyal medya mevcut. Bundan dolayı insanların, adaletin en kestirme ve en etkin şekilde tesisi için başvurduğu birincil organ sosyal medya olmuş durumda.

Bu çarpıklık, pek çok açıdan telafisi mümkün olmayan bir toplumsal zemine doğru itiyor bizleri. Toplumun adalet arayışını mahkemeler kanalıyla değil, arkasına aldığı kitlenin gücüyle sağlaması, her geçen gün ülkemizi “hukuk devleti” olma iddiasından biraz daha uzaklaştırıyor. Hukuk sistemlerinin işlemediği topraklarda, ihkak-ı hak tabii olarak mahkemelerin önüne geçer. İşte, sosyal medyanın ihkak-ı hak metodu da bir taraftan “suçlu” addettiği kişilerin kellesini alarak, diğer taraftan toplumun sisteme olan güvenini zedeleyerek mahkemelerin önüne geçmekte. Sosyal medyayı bu yüzden çift taraflı bir adalet testeresi olarak nitelendirmek gerek. Bu testere; bir taraftan kendi -belli olmayan- kurallarıyla yaptığı yargılamalar ile “adaleti” kendi iç dinamikleri içerisinde sağlarken, diğer taraftan hukukun en temel kaidelerini tweetler, beğeniler, alıntılamalar ve retweetler altında çiğniyor. Bizlere ise bütün olaylar için hukuk sistemi, ihkak-ı hak ve adalet arasında ayrı ayrı dengeler kurup birinin tarafını tutmak düşüyor. Bu dengede ihkak-ı hakka verdiğimiz desteğin; Şule Çet’in katillerini açığa çıkarması da Bilal Akyıldız’ı ve onun kadar meşhur olamamış yığınla insanı masumiyet karinelerini ihlal ederek mağdur etmesi de ihtimaller dahilinde. Risk ortada ve devletin noksanlığı dolayısıyla, seçim bizim…

Fritz Lang’ın “M” filminin son bölümünde, 1930’ların faşist Almanya’sında kurbanları çocuklar olan bir seri katilin gizlice yakalanarak halk tarafından yargılanması sahnelenir. Gerçek bir mahkeme tarafından yargılanmak istediğini söyleyen katile, -sözde- mahkemenin hâkimi “burası gerçek bir mahkeme” der ve kitleyi göstererek ekler “işte! buradaki herkes de hukuk uzmanı, hakkını almanı sağlayacaklar!” 2020’lerin Twitter’ına bakınca bu sahne size de epey tanıdık gelmiyor mu?

Dipnotlar

[1] http://www.gazetevatan.com/hicbir-seyden-cekmedi-tipinden-cektigi-kadar-1932-yasam/

[2] https://www.milliyet.com.tr/gundem/hayatini-kararttik-ama-para-veremeyiz-5141723

[3] https://www.haber3.com/guncel/1-gunde-suclandi-4-yildir-aklanamadi-haberi-49748

[4] http://www.muharrembalci.com/hukukdunyasi/raporlar/810.pdf

Yazar hakkında:

Muhammet Furkan Gurbetoğlu, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesinden mezun oldu.

--

--

Consensus
Consensus

Hukuk, politika, tarih ve sanat gibi alanlarda; bugün ve yarın değer taşıyan konular özgün yazılar ve çevirilerle ele alan fikir penceresi / Fikrini Güçlendir.