Üç Boyutta Soykırım: Hukuk, Devlet, Gelecek

Consensus
Consensus
Published in
7 min readNov 5, 2020

Yusuf Musa Çeker yazdı

Azerbaycan ve Ermenistan arasındaki çatışmalar tüm dünyanın odak noktasında. Bu çatışmalar 20. yüzyılın en popüler ve üzerinde en çok tartışılan kavramlarından birini tekrar gün yüzüne çıkardı: Soykırım

Erzurum’un Yeşilyayla Köyü’nde Ermeni çetelerin yaptığı katliama ait toplu mezar (Mart 1918)

Raphael Lemkin, geno ve cide kelimelerini birleştirirerek aslında hukuki bir terim olan soykırım kavramını literatürümüze soktu. Günümüzde ise soykırım hukuki kalıplarının dışına taşıp en kötü olarak adlandırılmak istenen her türlü şiddet olayı için kullanılıyor. Kavramsallaştığı Soykırım Sözleşmesi’nden önceki dönemler için de hiçbir algısal kaygı güdülmeksizin anakronik olarak kullanılan kavram, geldiğimiz nokta itibariyle hukuki bir terimden çok siyasi bir enstrüman olarak karşımıza çıkmakta.

Hukuk Soykırımı Nasıl Tanımlamaktadır?

Soykırımın Engellenmesi Ve Cezalandırılmasına İlişkin Sözleşme’ye göre soykırım şöyle tanımlanmaktadır:

Soykırım; ulusal, ırksal, etniksel ya da dini bir grubu bu haliyle tamamen ya da kısmen yok etme kastı ile işlenen aşağıdaki eylemlerden herhangi birisidir:

(1)Grup üyelerini öldürme, (2)Grup üyelerine bedensel ya da zihinsel zarar verme, (3)Grubu fiziksel olarak tamamen yada kısmen yok etmeye yönelik yaşam koşulları altına itme, (4)Gruptaki doğumları engelleme kastıyla önlemler dayatma, (5)Grubun çocuklarını başka gruba nakletme

Sözleşmenin ikinci maddesinde sayılan bu beş eylem soykırım suçunun maddi unsurunu oluşturur fakat tahmin edilebileceği üzere soykırıma ilişkin davalar görülürken eylemlerin değerlendirilmesi güçleşmektedir. Suçu oluşturan eylemlerin irdelenmesi ve kanıtlanmasına ilişkin usuller devam eden davalar sırasında belirlenmekte ve bu şekilde hem içtihat gelişmekte hem de sözleşmenin maddeleri daha anlamlı hale getirilmektedir.

BM Soykırım Sözleşmesini imzalayan ülkelerden delegeler

Somut olaylar incelenirken ceza mahkemeleri suçun maddi ve manevi unsurlarını ayrı ayrı incelerler. Suçun maddi unsuru, manevi unsura göre tespiti daha kolay olan bu beş eylemdir. Suçun manevi unsurunu ise “bilme” ve “kasıt” oluşturur.

Bilme, şahsın eylem içinde olmayı amaçlaması ve şahsın o sonuca neden olmayı amaçlaması yahut şahsın olayları eylemin normal sonucu olarak gerçekleşeceğinin farkında olması durumudur. Yerleşik içtihatta varlık sebebi olarak “bilme” aranmasa da soykırıma ilişkin bir planın varlığı ispat yükü açısından adeta bir üçüncü unsur gibidir. Soykırımı kavramsallaştıran Raphael Lemkin, işlenen suçu “soykırım” olarak adlandırabilmek için planın olmazsa olmaz bir koşul olduğunu belirtmiştir.

Soykırım suçunun diğer manevi unsuru olan kasıt, soykırım suçunu diğer suçlardan farklı kılan ve insanlığa karşı işlenen suçlardan ayıran bir özelliktir. Manevi unsur içinde yer alan bilme ve kasıt unsurlarından kanıtlanması daha zor ancak tanımı gereği kanıtlanması zorunlu olan unsur kasıttır. Soykırım suçu genel kasıt değil özel kasıt (dolus specialis) gerektiren bir suçtur.

Kasıt aranırken ilk olarak maktulün sözleşmedeki (ulusal, ırksal ,etnik ,dini) dört gruptan en az birine “mensup olup” olmadığına bakılacaktır. İkinci olarak eylem “grubu tamamen ya da kısmen yok etme” niyetiyle gerçekleştirilmiş olmalıdır. Yani mağdurlar tanımlanan dört gruptan birisine mensup oldukları için, grubu kısmen ya da tamamen yok etme amacıyla hedef alınmalıdır. Buradaki “kısmen veya tamamen” ifadesi üzerinde çok tartışılan karmaşık bir içeriğe sahip olup niceliksel ve niteliksel çeşitli soruları beraberinde getirmekte. Grubun tamamı kavramı kolay anlaşılırken grubun bir kısmı ifadesi ancak davalar sırasında açıklığa kavuşturulabilir.

Schabas’ a göre bahsi geçen gruplardan birine mensup bir kişi öldürüldüğünde bu öldürme eylem ancak ırka dayalı motivasyonla işlenmiş cinayet suçu olarak değerlendirilebilir. Mahkemeler bu durumda çok sayıda ve topluluktan büyük bir oranda kişinin öldürülmesini dikkate alacaktır. Niteliksel olarak bakıldığında ise gruptan seçilerek yapılan cinayetlerin maktulleri grubun varlığı için önem teşkil eden kimseler (akademisyenler, işadamları, politikacılar, sanatçılar) olmalıdır.

Soykırım suçu normatif olarak 1948'de imzalanan Soykırım Sözleşmesinde varlık buldu. Bu demek oluyor ki bir şiddet olayındaki suç unsurları sabit görülmüş olsa da olayın soykırım suçu sayılabilmesi için gerçekleşen eylemler soykırım sözleşmesinin imzalandığı tarihten sonra vuku bulmalı. Soykırım kavramının ortaya çıkmadığı tarihlerde ne kadar uygulanan şiddet soykırım tanımına yakın olursa olsun yaşanan olayların soykırım olarak nitelenmesi usulen yanlıştır. Ceza hukukunun temel ilkelerinden olan “Nullum crimen sine lege” da belirtildiği gibi kanunsuz suç olmaz. Suç tanımı yapılmadan önceki tarihlerde yaşanan olaylar suç tanımı yapıldıktan sonra geriye dönük suç kapsamına alınamaz. Uluslararası hukuka göre yaşanan toplu şiddet eyleminin soykırım olarak incelenebilmesi için mutlaka yargı yetkisiyle donatılmış uluslararası bir ceza mahkemesinin varlığı gerekir.

Toplumun algısı aksi yönde gelişmiş olsa da aslında uluslararası ceza mahkemelerinde devletler değil bireyler yargılanır ve soykırım suçundan ötürü yine bireyler hüküm giyer. Fakat devlet bürokrasisinin şiddet eylemlerinin içinde olma ihtimali yüksek olduğundan uluslararası toplum yaşanan şiddet olaylarının vuku bulduğu devleti ve toplumu cezalandırmak için soykırım suçunu siyasi bir baskı aracı olarak kullanır. Soykırım suçunun işendiği ülke ve millet uluslararası camia tarafından küçük düşürülür ve dışlanır. Hukukun soykırım için biçmiş olduğu tanım ve müeyyideye karşılık siyasi aktörlerin soykırım için yarattığı bir algı vardır.

Soykırım Suçunu Hukuki Bağlamı Dışında Kullanan Siyasilerin Amacı Ne?

Modern devlet fıtratı gereği bir kurucu mite ihtiyaç duymakta. Bu mit ekseriyetle bir milletin başka millete karşı verdiği bağımsızlık savaşını kazanma hikayesini anlatır. Savaşın kazanılması sadece devletin kurulması için değil amaç doğrultusunda mücadeleyi veren topluluğun millet olma bilincini canlı tutması için de çok önemli bir gereksinimdir. Kan yemini edilirken nasıl yemini edenler kendi kanlarını yemin için akıtmak zorundalarsa toplum sözleşmesiyle modern devleti kurmak isteyenler bu uğurda canlarını vermiş olmalıdır.

Modern devletin gerekliliği olan bu bağımsızlık mücadelesini vermemiş ya da kazanamamış toplumlar devletin varlığı için olmazsa olmaz olan bağımsızlık savaşı mitinin yerine soykırım mitini koymak zorunda kalıyorlar.

Soykırım; milli bilinci yaratmak, canlı tutmak ve hepsinden önemlisi bu bilinçle modern devleti kurmak için sıkça kullanılıyor. Bu bilinci yaratmak için soykırım kavramını kullanma durumuna yakın tarihte Ermeni ve Yahudi halklarının devletlerini kurarken başvurduğunu söyleyebiliriz. Bu toplumlarının bahsi geçen tarihlerden çok daha eski zamanlarda dahi diğer toplumlardan farklı dil ,tarih ,kültür ve din gibi milliyeti belirleyen unsurlara sahiptir. Fakat modern devletin ihtiyaç duyduğu kimlik bir kültür milliyeti değildir. Nasıl ki ümmetten ayrılmayan bir Türklük modern cumhuriyetin öznesi olamıyorsa dinden ayrılmamış ve kültürün üzerinde biyolojik olarak ırka dayalı inşa olunmamış bir Ermeni ya da Yahudi milleti kavramı da ulus devlet için yeterli olamaz.

2. Dünya Savaşı sırasındaki toplama kamplarından bir kare

Soykırım tanımı yapılırken bahsedilen dört gruptan (ulusal, ırksal, etnik, dini) üçünü modernite icat etti. Bu durumda devlet kurmak isteyen çeşitli halklar tarihlerinde yaşadıkları olayları soykırım kavramı ile yorumlayıp meşruiyet sağlama çabasına girdiler. Devlet kurmak için verdiğiniz savaşı kazanamamışsanız ya da böyle bir savaşa girmemişseniz, bir devlet kurma hakkına sahip olmak için soykırıma uğramış olmanız mecburidir. Bugün İsrail’i tanımasanız dahi eğer Yahudi soykırımını tanımaktaysanız, Yahudilerin self determinasyon neticesinde kendi devletlerini kurma hakkı olduğunu da tanımış oluyorsunuz. İşte tam da bu sebeple ne holocaustsuz bir İsrail ne genocidesız bir Ermenistan tahayyül edilebilcektir.

Modern Devletin Bir Sorunu Olarak Soykırım

Soykırım kavramını doğuran 2.Dünya Savaşı sırasında yaşanmış olaylar nicelikleri ve nitelikleri itibariyle daha önce insanlık tarihinde eşi benzeri görülmemiş vakalardır. Fakat 2.Dünya savaşından önce insanoğlunun soykırım gibi bir kavrama ihtiyaç duymayışının sebebi fiziksel şiddet ya da ölen kişi sayısı açısından benzer olayların tarihte var olmayışı değil; yaşanan şiddet olaylarının modern devletin akılcılık, bürokrasi, yönetim teknikleri, gözetim mekanizması gibi unsurlarının gölgesinde gerçekleşmiş olmamasıdır. Soykırım suçunu geçmişteki diğer suçlardan ayıran temel fark modern devlet öncesi toplu şiddet olaylarının duygusal aşırılıklar neticesinde vuku bulmasına karşılık soykırımın her aşamada bir plan dahilinde ve aklın himayesinde gerçekleşmiş olmasıdır. Soykırım rasyonel düşüncenin modern devlet aracılığıyla insanlığa bıraktığı mirastır.

“Holocoust modern çağ öncesi barabarlıkların henüz silinmemiş kalıntılarının irrasyonel biçimde açığa çıkması değildir, Holocoust modernite evinin meşru sakinidir ve aslında modernitenin dışında hiçbir yerde de kendi evinde gibi olmayacaktır.”

Zygmunt Bauman bu veciz ifadesiyle soykırım suçunun kendisinin modern toplumun bir sonucu olduğunu ifade etmekle beraber aslında niçin soykırımın bu denli korkulan bir kavram olduğuna da ışık tutmakta. Soykırım modern devletin öteki yüzü olmakla kalmaz, modern devletin çok daha büyük bir hastalığının belirtisidir. Modern devlet milliyet gayesiyle, beşeriyeti yok etmektedir. İnsanoğlunun bütün umutlarını bağladığı, her türlü varoluşsal sorusuna cevap olarak gördüğü, en büyük icadı olan ve mutlak egemen olarak kabul ettiği modern devlet; geldiğimiz nokta itibariyle insanlığı tümden yok etme kudretinin olduğunu bize göstermiştir. İnsanlık tam da burada kendi yaptığı put tarafından yenecek olmasının karşısında dehşete düşmekte. Mevcut durumda her ne kadar devlet canavarı birleşmiş milletler veya uluslararası hukuk tarafından prangalanmak istense de bu kurumlar emekleme aşamasından öteye gidememekte.

Tüm bu yetersizliğine karşın devlet üstü bir güce duyulan ihtiyaç bizlere öznesi insan değil vatandaş olan hukukun hiçbir zaman “hak” olamayacağını kanıtlar niteliktedir. İddiası tüm insanlığa şamil olmayan devlet baki kalamayacaktır. Akıl ve vicdan; doğrunun, adaletin ve gücün tek noktada birleşmesini arzulamaktadır. İnsan bu vahdaniyete duyduğu hasreti ancak ve ancak modern devleti yıkıp milliyeti değil insanı özne seçen fakat amacı insan değil hak olan mutlak devleti kurmakla giderebilir.

Toparlayacak olursak soykırım hukuk için çerçevesi sözleşmeyle sabit bir suç, siyasiler için bir baskı aracı, vatansızlar için modern devlete giden yegane yol, felsefeciler için modern devletin karanlık yüzüdür.

Yazar hakkında:

Yusuf Musa Çeker; Amasya Macit Zeren Fen Lisesinden mezun oldu, İstanbul Üniversitesi Hukuk fakültesinde okuyor.

--

--

Consensus
Consensus

Hukuk, politika, tarih ve sanat gibi alanlarda; bugün ve yarın değer taşıyan konular özgün yazılar ve çevirilerle ele alan fikir penceresi / Fikrini Güçlendir.