Bir Cinayetten Yükselen Hareket: George Floyd Protestoları

Consensus
Consensus
Published in
4 min readJul 10, 2020

Professor Scott Lucas yazdı, Ülkem Hancar çevirdi

“Yürüyüşçüler kapımıza dayanan canavarlar değil, sadece daha iyi bir çözümün arayışında olan kimseler.”

Amerika Birleşik Devletleri yaralı bir devlettir.

Amerika’daki politik kültür aralıksız bağrışmalarla iletişimi baskılayarak kutuplaşmış durumda. 2008 yılındaki büyük durgunluktan beri uygulanan ekonomik iyileşme herkesin derdine derman olamamıştı. Şu an ise büyük durgunluğu aratmayan Koronavirüs vakası şimdiden 100.000’ in üzerinde cana mal oldu. Beyaz Saray’daki zat ise halka hizmet etmek yerine, kendi egosunu tatmin etme amacı ile yürürlükteki sistemi devre dışı bırakıyor. Özgürlükler ülkesi aç, fakir ve yorgun düşmüş; vatandaşlarına güven temin edemiyor.

Ama kargaşa ve gücün suistimali sonucu ortaya çıkan pusun örttüğü bu alacakaranlıkta şafağın sökmesi için bir ihtimal görülebilir mi? Bu soru bizi George Floyd protestolarına yönlendiriyor.

Daha İyi Bir Yolun Arayıcıları

Amerika’da süregelen ırkçılık ve şiddet, George Floyd’un Minnepolis’te bir polis tarafından katledilmesi ile başlamadı. Bu cihetten olaylara 18. yüzyılda Amerika’nın keşfinden bu yana adeta bir teamül olarak bakılmıştı. 1960 yılında yaşanan sivil haklar hareketi bu anlayışı bir nebze tamir etti ama gerekli düzenlemelere tamamıyla vesile olamadı. Rodney King adlı bir vatandaşın polis tarafından hırpalanmasını müteakip gerçekleşen 1992 Los Angeles Ayaklanması, Amerikan toplumunun bu konudaki ihtiyaçlarına cevap verememişti.

Kültürel olarak herkese olanak sağlamak bir yana, 1980’lerden beri Amerika yükselen ekonomik eşitsizliğin odak noktası oldu. 2005 yılında yaşanan Katrina Kasırgasının neden olduğu yıkım, ayrım ve yoksunluğu gözler önüne serdi. Federal Acil Durum Yönetim Başkanı Micheal Brown “ Varlığından dahi bihaber olduğumuz insanlar gördük” ifadesini kullandı. İlk defa siyahi bir Amerikalının başkan olmasına rağmen, silahsız siyahilerin sürekli öldürülüyor olması, 2014 yılında “Black Lives Matter” ( Siyahi Hayatlar da Kıymetlidir) hareketini başlatmıştı. 2020 yılındaki “Black Lives Matter” hareketinin farklı kılan nokta ise Beyaz Saray’daki zatın ırklar arasındaki gerginliği sadece arzu etmekle kalmayıp bir de bundan nemalanmaya kendini adamış olmasıdır. Donald Trump’ın önceliği ise hem kendi imajı hem de Kasım’da yeniden seçilebilmesi için sarsılmaz bir duruş sergileyip sergileyemeyeceğidir. Sosyal medya aracılığı ile saniyeler içinde bir şok dalgası yayabilir: “Talan başladığında buna mukabil ateş açılır”; şiddet yanlısı göstericilere “kuduz köpekler” ve “göz korkutan silahlarla” karşılık verilir; Amerikan ordusu caddelere iner.

Her ne kadar Trump, halihazırda salgın ile fazlasıyla kötüye giden özgüven sorunu ve güçsüzlüğünü örtbas etmeye çalışsa da kendisi ve danışmanları sürekli bir tuzağın içine düşüyorlar. Bir ilgi odağı oluşturmak; bu gösterileri “Antifa” ve “uç noktalarda” şeklinde adlandırarak bugünün ve geçmişin gerçeklerini gömmeye çalışmak; 1921 Greenwood’un ölümünden, 1955’de ölen Emmett , 2015’de hayatını kaybeden Walter Scott, 2020’de öldürülen George Floyd’a değin saygınlık ve itibar çatışmalarının ortasında kalmak.

Gösterilerin büyük bir çoğunluğu barışçıl. Yürüyüşçüler ise kapımıza dayanan canavarlar değiller. Daha iyi bir yol bulmanın arayışı ve bazı insanları eğitim, sağlık ve istihdam konularında yok sayma eğiliminde olmayacak, felaket senaryoları içermeyen diyalog kurma çabası içerisindeler. Hayatın tüm yönlerine dair bir yardım çığlığı: “nefes alamıyorum”.

Trump’ ın itibarını zedeleyen karikatürlere rağmen, seslerini duyurabiliyorlar. Amerikalıların %65’i gösterilere “sempati” duyuyor. Demokratik Başkan Adayı Joe Biden’ın Pazartesi günkü söylemi ise şöyle “Ülkedeki korku ve belirsizlik... Nesillerdir süregelen, insanın ten renginden kaynaklanan ayrımın sonucu”. Bazı polis memurları coplarına davranıp, tabancalarıyla ateş açarken; diğerleri, Lexington, Kentucky emniyet amiri de dahil olmak üzere, göstericilerle birlikte uzlaşı içerisinde diz çöküp oturabiliyor.

Fakat bu sadece beyaz ırkın basit bir şekilde “sizin varlığınızı görüyoruz ” dediği an olamaz. Bu Trump’ın hayal ettiği özenti otokrasi rejimine basit bir refleks de değil. Bu mutlaka bir öğrenme ve anlama sürecinin başlangıcı. Konuşma içgüdüsü değil, dinlemenin başlangıcı. Bu, sadece bir anlık değil, “herkese adalet” mottosunun kurum ve sistemdeki değişimine uzun süreli bir adanmışlık olmalı.

“Ahlaki Evren Yayı”

Mart 1968’de , başka bir karışıklık döneminde , Martin Luther King “Öteki Amerika” ve “gerçek eşitlik” arayışı konulu bir söylem vermişti.

“Nitelikli bir iş ve geçinilebilecek bir gelir garantisi vermektense, öğlen yemeği alınabilecek bir tezgah sağlamak çok daha kolaydır. Yaşanılabilir bir ortam sağlamaktansa, seçme garantisi vermek de daha kolaydır. Bir millet parkı yapmak, eşit ve entegre eğitim sağlamayı gerçek kılmaktan daha kolaydır.”

Fakat King ırkçılığın, korkunun, yoksunluğun tüm zorluklarına karşı şunu söyler “Bunu aşacağız çünkü: ahlaki evrenin çizdiği yay uzundur ve ancak adalete doğru eğilir.” Bu sözlerinden yirmi beş gün sonra Memphis, Tennessee’de katledildi. Sivil Haklar Hareketi yürüyüşü, Vietnam Savaşı sırasında kırılma noktasına kadar uzanan bir Amerika’da tamamlandı. Sert bir mizaca sahip olan başkan Nixon, gösterilerin yerini gerçek dışı bir “sessiz çoğunluk” ile değiştirdi.

King’in yayı geriye doğru gidiyor gibi görünüyordu. Üzerinden kırktan fazla yıl geçtikten sonra, başkan Barack Obama bu sözü Oval Ofisteki bir halıya dokutmuş ve sermişti; acaba bu söz önümüzdeki bir hedef olmak yerine , sadece mühürlü olarak ayaklar altına mı serilmişti?

Gerçek hayatta bir film gibi kaydedilen George Floyd’un cinayeti siyahilere karşı şiddetin ikonik sembolü haline geldi; tıpkı daha önce Billie Holliday’in Strange Fruits şarkısı, Birmingham/Alabama’daki protestocuların tomalar ve kuduz köpekler tarafından abluka altına alınması ve daha da güneyde Eric Garner ve Mischal Brown’ın öldürülmesi gibi. Katledilmesi her gün yaşanan ayrımcılık ve eşitsizliğin sembolü olmuştur.

Fakat onun ölümü sürekli mevcut olan bir irade ve imkanın başlangıcı: “Evrenin yayını yeniden doğru tarafa döndürmek.”

Küçük bir çocuğun tuttuğu “ Bir sonraki ben miyim” afişine doğru döndürmek… Kalabalığı dağıtmak için kullanılan tankların ve polislerin önünde dizüstü çöken göstericilere doğru döndürmek…. Siyahi hayatların da önemli olduğu haykıran; din , ırk, sınıf farkı gözetmeyenlere doğru döndürmek…

Yazının aslı University of Birmingham’ın sitesinden alınmıştır. Bu yazı kaynağından aslına sadık kalınarak çevrilmiştir. İfade edilen görüşler Consensus’un editöryal politikasını yansıtmayabilir.

Çeviren hakkında:

Ülkem Hancar, Koç Üniversitesi Hukuk bölümünde okuyor.

--

--

Consensus
Consensus

Hukuk, politika, tarih ve sanat gibi alanlarda; bugün ve yarın değer taşıyan konular özgün yazılar ve çevirilerle ele alan fikir penceresi / Fikrini Güçlendir.