Ermeniler Haklı Mı?

Consensus
Consensus
Published in
5 min readOct 21, 2020

Ensar Avcı yazdı

“Siyaset düzleştirip birleştirir. Kültür ise tomurcuklandırır ve ayrıştırır. Her kültürel grup kendi hikayelerinde haklıdır. Kendi ezilmişliklerinde, kendi efsanelerinde… Bu kadar haklılık payının birleşip hangi hakkı yaratacağı ise muallak.”

Karabağ’da Azerilere karşı eğitilen birlikler

Dağlık Karabağ bölgesi hemen hemen 30 yıldır Ermeni işgali altında. Savaş boyunca birçok sivil öldürüldü, köyler boşaltıldı ve bölgenin demografik yapısı değiştirildi. Uluslararası hukukta eli güçlü olan Azerbaycan’a karşı Ermenistan diplomatik oyunlarla “de facto” hali kabul ettirmeye çalışıyor. Sürekli çatışmalara sahne olan bölgeden iki devlet (ve arkalarındaki onlarca devlet) de vazgeçmeye yanaşmıyor. Bugün Ermenistan ile Azerbeycan arasında yaşanan ve kayıpların her gün arttığı sıcak sürtüşmeler bu yazının konusu değil. Bu bilgiler elimizde bulunsun ve biz sorumuzu yeniden soralım, Ermeniler haklı mı?

Yazının girişinde alıntı yaptığım pasaj Süleyman Seyfi Öğün’ün bir konferansında geçiyor. Savaş sonrası dünyada devlet sahibi olamayan birçok etnik unsur kendine yaşadığı zulümler üzerinden bir meşruiyet alanı kurmaya çalıştı. Ernest Gellner “Ulus” kavramını sanayi devrimi ve devletle beraber açıklar. Gerçekten de ulusçuluk çağında devlete sahip olmayan her etnik unsur bir başka ulusun içinde eriyeceklerdir. Ancak çeşitli gruplar yüzlerce yıldır devletten mahrum olarak hatta kendi topraklarından farklı yerlerde, dünyanın dört bir yanına dağılmış şekilde yaşıyor. Devlet olmaksızın, kendi birliklerini kaybetmeden yaşamalarının bir imkanlarını buluyorlar.

Bu noktada Yahudiler gerçekten iyi bir örnek. Binlerce yıldır farklı yerlerde yaşayan ve sürekli dışlanan, bugün ise dışlayan bir grup. Konudan uzaklaşma pahasına bir örnekle durumu açıklayalım. Richard Sennett “Yabancı” kitabının bir bölümünde Rönesans döneminde Venedik’in tecrit politikasından bahsediyor. Bölgede yaşayan Yahudiler apartmanlarla çevrilmiş bir adada iç içe yaşıyorlar. Adaya giriş çıkış belli saatlerde sınırlanıyor. Bu durum Yahudilerin aleyhine görülse de aslında onların güvenliğini sağlayan ve kültürel birlikteliğini sağlayan avantajlı yanları var. Bu sebeple; benzer bir politika o dönem çok yaygın bir meslek olan fahişeler üzerinde de uygulanmak isteniyor ancak kazançları olumsuz yönde etkilendiği için fahişeler bu yasakları deliyor. Aynı zamanda fahişeler bambaşka etnik gruplara mensup ve meslek dışında hemen hiç ortak noktaları yok. Bu örnekte etnik kimliğin korunmasında dışlama politikasının etkisi görülebilir.

Fakat dünya savaşları sonrası artık bir kanun haline gelen ulus olma zorunluluğu çok farklı toplulukların devlet olmaya cüret etmesini sağladı. Yıllarca kendi gördükleri dışlanma, sürgün ve katliamları içlerinde biriktiren bu gurupların konuşma vakti gelmişti. Onlar konuşurken kendilerinin alt edebilecekleri devletlerden öfke çıkaracak ve öfkelerini kusamayacakları kadar kuvvetli olan devletleri kendilerini desteklemeye ikna edeceklerdi. Bu noktada diaspora faaliyetleri oldukça geniş bir hareket alanı sağlıyordu. Bugün hiçbir hukuki dayanağı olmadan ve kendisinden askeri açıdan daha kuvvetli olan bir devlete karşı Ermenistan’ın horozlanması bu diplomatik konfor alanında ve göz yummaların sayesinde gerçekleşiyor.

Ermenistan’ın saldırıları sonrası Gence

Ermenistan Gence’de sivilleri vurmaya ve onlarca savunmasız kadın ve çocuğun üzerlerine evlerini yıkmaya devam ediyor. Ancak Ermeni kaynakları bir sivilin ölümünü ve bir hasar görmüş arabayı öne sürerek Azerbaycan’ın savaş suçu işlediğini ispatlıyor(!) Azerbaycan tarafından Ermeni yerleşim yerlerine füze atıldığı ve çeşitli binaların hasar görüp birkaç sivilin yaralandığı da diğer iddialar. Fakat Gence’de ve diğer Azerbaycan şehirlerinde yaşanan insan hakkı ihlallerinin yanına bile yaklaşamayacak bu olayların bir kalkan gibi öne sürüldüğünü gördük. Çeşitli influencer ve siyasetçiler de bu noktada pişkin bir şekilde Azerbaycan'ı eleştirmeye devam ediyor.

Haklılık söz konusunda olduğunda kendi konumundan her millet haklılığını savunacaktır. Ama bu haklılık durumu bağnaz bir taassuba dönüştüğünde iletişim çağında dahi pek çok habere gözlerini kapatıp bahaneler üretmeye başlayacaktır. Mesela bugün Karabağ’da yaşananların Hrant Dink suikastıyla yahut Filistin’de yaşananların Almanların gaz odalarıyla hiçbir ilgisi yok. Bunları birbirine karıştırmak planlı ve art niyet taşıyan hareketlerdir.

Hakikat bahane kabul etmez ve hiçbir perde güneşi örtmeye yetmez. Işıktan engelleyebildiği dar ve kapalı bir mekandır sadece. Ermeniler tarihte çok acı çektiler ve çeşitli sürgünlerde bu acılarını tekrar tekrar kurdular. Evet, Ermeniler kendi hikayelerinde haklılar. Azerilerin de kendi devletlerinde egemenlik ve toprak bütünlüklerini korumaktan daha doğal bir hakları yok. Ve onlar da Ermeniler’e kendilerinin uygulamadığı zulümlerin belki daha fazlasını bizzat Ermeniler’den gördüler. Evet, Azeriler kendi hikayelerinde haklılar. Peki iki taraf da kendisini haklı görüyorsa ve bu haklılıkları ne yaparsa yapsınlar devam edecek bir haklılıksa (yani bu devletlerin güncel sorundaki ontolojik haklılıklarından söz ediyorum, sivil katliamları ve insanlık suçlarının etkileyemediği devletlerinin varoluşuna dayalı haklılıktan) önümüzdeki problemi nasıl çözeceğiz?

İşte bu tam da hakikat sonrası (post-truth) diye bahsedilen günümüzün problemi. Hiçbir ahlaki ilke ortaya konmadan iki taraf da manipülatif bir biçimde kendi haklılıklarını savunmalı ve kazanan zaferini ilan etmelidir bu durumda. Yani güçlü olanın kazandığı, büyük balığın küçük balığı yediği hiçbir insanı değer barındırmayan bir durum. Dünyada yıllardır süregelen bu. Ve bugün bir şeyler değişebilir, peki nasıl?

Gence’de siviller katledilirken HDP milletvekili Garo Paylan’ın “iki tarafı da suçlayan” tweeti

Aslında elimizde çok değerli bir imkan var. Hakikatin yanında olmak. Bu tavır Ermeniler’e düşman olmayı gerektirmiyor ancak Ermeniler’in bütün insanlık suçlarına “ama, fakat, aslında” demeden, sert ve tavizsiz bir şekilde karşı durmayı getiriyor. Keza Azeriler bir insan hakkı ihlali işlerse buna da aynı sertlikte karşı çıkmak gerekiyor. Yani olaya soğuk sahici ve haktan yana bir yaklaşımla değinmek. Ancak lafı dolandırıp hakikati gizleyenlere karşı sert ve tavizsiz bir dille eleştiri sunmak ve onlara safsata yapacak ortam bırakmamak da bu haktan yana tutumun bir gerekliliği. Çünkü haktan yana olan; insani olanın yanında olmayı ve onun karşısında olana karşı sert ve tavizsiz bir saldırı gerçekleştirmeyi gerektirir. Kimseyi susturmadan, herkesi dinleyerek ancak hakikate savaş açanların da ipliklerini pazara çıkararak.

Kendi hikayenizde haklı olmanız sizi gerçeğin karşısında haklı kılmıyor. Sağlıklı ve soğuk biçimde olaylara yaklaşmayı engellemek için durmadan geçmiş yahut yalan zulümlerin anlatılarını halklarına aşılayıp bir hikaye kuran devletler hakikatin karşısında yenilmeye mahkum olacak. Bugün Türkiye ve Azerbaycan Karabağ’da başka bir düzenin mümkün olduğunun tarihini yazabilir. Zafer ancak hakikatten yana tutumu sürdürerek gerçekleşecektir. Bu; Filistin’e, Kırım’a, geçmiş ve gelecek bütün işgallere emsal olabilir.

Yazar hakkında:

Eyüp Ensar Avcı, İstanbul Prof. Dr. Mümtaz Turhan Sosyal bilimler Lisesinden mezun oldu. İstanbul Üniversitesi Hukuk bölümünde okuyor.

--

--

Consensus
Consensus

Hukuk, politika, tarih ve sanat gibi alanlarda; bugün ve yarın değer taşıyan konular özgün yazılar ve çevirilerle ele alan fikir penceresi / Fikrini Güçlendir.