Gemiden İlk Kimi Atacağız?

Consensus
Consensus
Published in
7 min readMay 4, 2020

Ensar Avcı yazdı

Covid-19 dünyayı kasıp kavuruyor. Sınırlar geçirgenliğini kaybediyor hatta birçok ülke virüs sebebiyle kendi sınırlarını kapattı. Henüz birkaç ay öncesine kadar küresel köy söylemlerini kolaylıkla dile getirebiliyorduk. Şimdi o günler çok uzakta gibi. Ülkeler kovuğuna çekiliyor, insanlar evlerine kapanıyor. İlk başlarda kısa vadeli olarak düşünülen bu olağanüstü durumun uzaması ve tabiri caizse olağanlaşması birçok şeyi tersine çevirebilir.

Neler oldu?

Söyleyecek sözler birikti. Alınan başat önlemleri hatırlamakla başlayalım, sonrasında çeşitli çıkarımlarda bulunacağız. Alınan ilk önlemler sosyal mesafenin tavsiye edilmesi, çeşitli sosyal alanların kapatılması ve ilgili şehirlere hatta ülkelere giriş çıkışın yasaklanması oldu. Sonrasında sokağa çıkma yasakları ve diğer kısıtlamalar bu önlemleri izledi. Küreselleşmenin övündüğü sınırsız mobilite şimdi ayağımıza dolanıyor ve ondan kurtulmak için çaba sarf ediyoruz.

Bununla birlikte Asya’daki çeşitli ülkeler durumu dijital imkanları kullanarak “Big Data” ile halletmeyi tercih etti. Her taraftaki kameralar, ısıyı ölçen aletler, telefonlardaki yazılımlarla bireylerin konumlarının kontrol edilmesi ve insanların telefonlarına çevrelerindeki hastalık riski taşıyan şahıslar hakkında bilgilendirme mesajları gönderilmesi gibi uyarılar bilim kurgu filmlerindeki sahneleri aratmıyor. Üretimi Asya’ya hapseden Amerika ve birçok Avrupalı devlet cerrahi maske dahi bulamazken, bazı Asyalı devletler tabiri caizse ülkelerini N-95 denilen filtreli maskelere boğdu. Bazı şeylerin müreffeh Avrupa ve Amerika için tersine döndüğü oldukça açık.

Eski Egemenlik Eski Kimlik

Güney Koreli düşünür Chul Han’a göre mesele aslında bir egemenlik sorunu:

“Sınırların kapanması açıkça egemenliğin çaresiz bir ifadesidir. Adeta egemenlik devrine geri dönmüş gibiyiz. Olağanüstü hâl kararını veren egemendir. Sınırları kapatan egemendir. Ama bu hiçbir işe yaramayan boş bir egemenlik gösterisidir.”

Carl Schimitt’in efsanevi eseri Siyasi İlahiyat’ın ilk cümlesini aklımıza getiriyor bu sözler, “Egemen olağanüstü hale karar verendir”.

Küresel kazanımlar olarak bahsettiğimiz insan hakları hemen hemen her devletin onayladığı ortak bir kabul. Fakat bu hakların devamlılığını sağlamak için pek çok kez onlardan feragat ediyoruz. Mesela sokağa çıkma sınırlamaları altında toplanma ve eylem hürriyetinden, kapalı sınırlarla çevrili bir ülkede seyahat hürriyetinden nasıl bahsedebiliriz?

Buradaki mesele bu önlemlerin gerekliliğini tartışmaya açmak değil, yapılış mantığını yeniden sorgulamak. Belirli özgürlükler zemininde küresel (halbuki oldukça Avrupalı) bir insan kimliği oluşturulmuştu. Fakat olağanüstü bir durumda ilk feda edilen şey bu zemin. Yoksa bunlar egemenin gözünde ayak bağı olan şeyler mi? Uzun bir süredir evde daha fazla vakit geçiriyoruz. Evde kaldığımız süreç bitince tekrardan soracağız, çağdaş insanı yani bizleri var eden zemin hakikaten bu muydu? Yeni bir tanım yapmamız gerekecek gibi duruyor, fiziksel olarak hareketliliğimiz kısıtlansa da sanal alanda halen neredeyse sınırsız bir hareketliliğimiz var. Belki de yeni insan hakları kavramlaştırmasına, fiziksel varlığımızın önemini azaltarak, sanal varlığımız da eklemlenecek.

Özel Hayatın Gizliliğini Nereye Koyacağız

Yuval Noah Harari Financial Times’taki yazısında biyometrik verilerin gizliliğini ve özel hayatın önemini vurguluyor. Avrupalılar ve Amerikalılar kendi verilerini devletin sınırsız erişimine açmak istemiyorlar. Geçmişte büyük şirketler bu konuyla ilgili defalarca ceza aldı. Verilere erişim ticari ve üstü kapalı olarak yapılsa da Asya’daki gibi aleni şekilde, devlet kontrolünde, güvelik ve halk sağlığı adına yapılmıyor. Fakat elimizdeki verilere göre bu yeni dijital denetimi sağlayan ülkelerin eski yasak ve sınırlamaları uygulamaya çalışan ülkelerden çok daha başarılı olduğunu görüyoruz. Chul Han tam da burada diyor ki:

“Big data virüsle mücadelede şu anda Avrupa’da gerçekleşen saçma sınır kapatmalardan daha etkili gibi görünüyor. Fakat kişisel verilerin korunması sebebiyle Avrupa’da virüse karşı Asya’yla benzer düzeyde dijital bir mücadele yürütmek mümkün değil.”

“Belki egemenliği bile salgın üzerinden yeniden tanımlamamız gerekecektir. Egemen veriyi elinde bulundurandır. Avrupa olağan üstü hâl ilan edip sınırları kapattığında, eski egemenlik modellerine bağlı kalmayı sürdürüyor.”

Ya İstisna Kural Olursa

Yaşam özgürlüğümüz için geri kalan özgürlüklerimizi ne ölçüde sınırlayabiliriz, bu olağanüstü hal mekanizmasının bir sınırı yok mu? Aslında var fakat bir o kadar da yok. İstisna hali yasanın askıya alınmasıdır. Bunu askıya alınan yasanın gücüyle yapar. Schimitt’e göre egemen sadece egemen olduğu için yapabilir bunu. Fakat askıya alma ancak olağanüstü hal durumunda gerçekleşir. Bu noktada sorulması gereken soru şu, neyin olağanüstü hal olduğuna neye göre karar vereceğiz? Uluslararası kurumlar bu konudaki ihlalleri belirli oranlarda denetliyor, anayasalar ve uluslararası insan hakları sözleşmeleri de sınırları belirtiyor. Peki gözle göremediğimiz ve kontrol altına alamadığımız bir düşmana karşı savaşırken bu aşırı olağanüstü hal durumunda nasıl bir denetleme yapılabilir ki? İşte Agamben tam da burada yani içinde bulunduğumuz durumu gerekçesiz bir olağanüstü hal olarak tanımlama noktasında yanıldı. Eşsiz bir gerekçemiz var.

Çünkü panik ve korku dünyaya hakim. Dünya daha büyük salgınlar da gördü ancak bu ölçekteki en yakın salgın olarak görebileceğimiz İspanyol gribi esnasında hem büyük bir dünya savaşı vardı hem de küresel iletişimi sağlayabileceğimiz aygıtlardan yoksunduk. Şimdi ise karşımızda bir imkân olarak diplomatik iletişim kanalları ve küresel aygıtlar var. Bunları korkuyu büyütmek, panikleyip kendimizi ulusal tecride almak için mi kullanacağız yoksa küresel dayanışma ile felaketlerden kurtulmak için mi? Sınırlar kapanıyor kapanmalı da ama bugün bahsettiğimiz noktalar tartışılmazsa kapılar bir daha açılmayabilir. Agamben’in yazısında dediği gibi:

“Bu durum hareket etmemizi bile engelliyor. İnsanlar uzun yıllar süren kriz ve aciliyet durumlarında yaşamayı o kadar alışkanlık haline getirdiler ki hayatlarının tamamen biyolojik bir duruma indirgendiğini ve durumun sadece sosyal ve politik değil aynı zamanda insan insani ve duygusal boyutu olduğunu fark etmediler. Uzun yıllar olağanüstü durumda yaşayan bir toplum özgür bir toplum olamaz. Aslında “güvenlik nedenleri” denilerek özgürlüğü feda edilen ve bu nedenle kendisini yıllarca süren korku ve güvensizlik durumunda yaşamaya mahkûm eden bir toplumda yaşıyoruz.”

İstisnanın kurala dönüştüğü bir toplum bütün politikalarıyla öngörülemez yönetimleri doğurur çünkü istisna tam bir yasasızlık halidir. Bu yönetimlere Hitler’in 3. Reich yönetimi örnek gösterilir. Ben bugün hukuk normlarını olağanüstü durumları bahane ederek, değiştirme iradesine sahipken delme tercihinde bulunan bütün yönetimler için aynı tehlikeyi görüyorum. Bir kere delinen kural artık dokunulmazlığını yitirecektir ve her seferinde delmek daha normal hale gelecektir.

Dünya Otoriterleşiyor mu?

Aydınlar ve yazarlar çeşitli sitelerde virüs salgın halini aldığı andan itibaren gelecek hakkında tahminlerde bulunmaya başladılar. Zizek’e göre kapitalizme öldürücü bir darbe vuracak bu salgın, başka bir görüşe göre eşitsizlikler artacak ve kapitalizm çok daha vahşi bir hal alacak. Bu ekonomik tahminler çok uçuk noktalara ulaşabilen farazi tartışmalar. Ancak birçok uluslararası haber sitesinde tartışılan otoriterleşme ve küreselleşmeyle beraber liberal demokrasinin geri adım atması mevzusu gayet değerli.

Çin salgını kontrol altına aldığını hatta bastırdığını söylüyor. Bu başarısını da kendi hesap verilebilirlik sistemlerine bağlıyor Çin kaynaklı siteler. Ama elimizdeki verilere göre Çin karantinayı erken başlatmadığı için salgının küresel bir hal almasına sebep oldu. İddialara göre en başta virüsü sakladı ve halen daha rakamları saptırıyor. Fakat bu iddialar gerçek olsa bile kendi ülkesindeki nüfus yoğunluğuna ve salgının başladığı yer olmasına rağmen koronoya karşı mücadelesinde pek çok liberal demokrasiden daha iyi olduğu batılı kaynaklarca da dillendiriliyor. Bunu ne ölçüde otokratik yönetime bağlayabiliriz, tartışmalı bir konu.

Öte yandan Asya’da neredeyse bütün dünyanın iyi örnek olarak kabul ettiği Güney Kore ve Tayvan gibi ülkeler de mevcut. Bu ülkelerin salgınla mücadelede önde olmasını hükümetlerin politikalarını hayata geçirmek için sahip olduğu siyasi ve ekonomik kaynakları belirten “devlet kapasitesi” kavramı ile açıklıyorlar. Farklı görüşlere göre bu ülkelerde devlet kapasitesinin etkili kullanımının devletin maddi imkanlarıyla, üretim imkanlarıyla, halklarının sosyolojik yapılarıyla (bireyci değil, kolektif toplumsal yapı) ve en önemlisi dijital imkanları aktif kullanımlarıyla ilişkili.

Alınan önlemler devletin kapasitesinin yüksek olmasını gerektiriyor. Mesela hastaneler özelleştirilmemiş olmalı ya da merkezi güç olan devletin kontrol gücü yüksek olmalı. Bu da ancak bireylerin toplum menfaatleri ve kamu güvenliği politikaları için kendi “hürriyetlerinden” belli oranda feragat etmelerine bağlı. Tırnak içerisinde bir hürriyet bu çünkü bunun hürriyet olduğu hatta vazgeçilmez olduğu da bize liberal bir ön kabul olarak sunuluyor. Mesela bu ülkelerin dijital politikalarını ve vatandaşlarını izleme sistemlerini incelersek bahsettiğim devletin elindeki imkanı görebiliriz. Peki bu imkanın sadece olağanüstü durumlarda kullanılacağının bir teminatı var mı? Maalesef hayır. Dijital polis devletine dönüşülmesi gayet muhtemel. Böyle bir dönüşümün olup olmayacağı ve bahsedildiği kadar kötü sonuçlar doğurup doğurmayacağını zaman gösterecek.

Bu noktada Türkiye sürecin yönetilmesi konusunda iyi bir örnek oldu. Alınan önlemler bireysel özgürlükleri ihlal eden derecede değil. Dünyadaki diğer ülkelerin geç aldığı birçok önlem Türkiye’de erken alındı. Milli gelirleri kendisine oranla oldukça yüksek olmasına rağmen diğer Avrupa ülkelerin hastanelerine bile tedarik etmekte güçlük çektiği, maske ve tıbbi malzemeler açısından herhangi bir kıtlık yaşanmıyor hatta devlet halka ücretsiz cerrahi maske dağıtıyor. Sağlık hizmetlerine her vatandaş hatta göçmenler dahi bedava ulaşabiliyor. Devlet kapasitesinin yüksekliğini Türkiye örneğinde gözlemleyebiliyoruz. Sürecin -ilk sokağa çıkma yasağının duyurulmasındaki problem haricinde- çok başarılı yürütüldüğü söylenebilir. Aynı zamanda Asya'daki devletler kadar katı ve zorunlu olmasa da uygulamalar ve sağlık bakanlığına ait veriler bu süreçte etkin olarak kullanıldı.

Kısa Bir Sonuç Yahut Bir Tahmin

Demokrasi kendini sürekli yeniliyor otoriter yönetimler de. Atina’yla Sparta’nın savaşı gibi dursa da ne demokrasi Atina’da kaldı ne de otokrasi Sparta’da. Geçtiğimiz yüzyıl başından bugüne kadar bile defalarca form değiştirdi bu yönetimler. Emperyalizmin, köleciliğin yahut polis devletin artık insan hakları kabulü altında barınması mümkün değil. Bu sebeple yeni kılıflar benimseniyor sürekli. İnsan hakları da kendisini 2. Kuşak (sosyal, kültürel haklar) ve 3. Kuşak (dayanışma hakları) ile genişletiyor. Mesela dün insan hakkı olarak düşünülmeyen sosyal güvenlik ve grev gibi konularda bugün hemfikiriz. Fakat bir Çinlinin anladığı sosyal güvenlik ve grev hakkı bir Amerikalının anladığıyla taban tabana zıt. Devlete yüklenen sağlık yükümlülüklerindeki farklılıkları da yıllardır Amerika ve Avrupa arasındaki farklılıklar üzerinden rahatça okuyabiliyoruz.

Tam da burada değişmez liberal demokratik ilkeler üzerine yaptığımız bina esnekliğini yitiriyor ve yıkılması oldukça mümkün. Küresel medeniyetin önündeki yol demokratik değerleri güncelleyip mutlak olduğu algısını bozması yani üzerine kuruldukları zeminlerini değiştirmesi ya da esnetmesi. Bunun sebebi kamu sağlık ve güvenliği ile ilgili politikalar için alınan önlemlerden kaynaklı kısıtlamaların bazı liberal değerleri yeniden tartışmaya açması. Bu durumda gemiden bir şeyler atmak zorundayız. Daha düne kadar bize mutlak olarak dayatılan bazı kazanımların, dünyanın baş döndüren hareketini duraklatan bu öngörülemez bir salgınla, vazgeçilebilir olduğunu düşünmeye başlıyoruz. Bakalım bu olağanüstü halin sıcaklığı azalıp olağan bir hale döndüğümüzde bizi bekleyen ne olacak.

Yazar hakkında:

Eyüp Ensar Avcı, İstanbul Prof. Dr. Mümtaz Turhan Sosyal bilimler Lisesinden mezun oldu. İstanbul Üniversitesi Hukuk bölümünde okuyor.

--

--

Consensus
Consensus

Hukuk, politika, tarih ve sanat gibi alanlarda; bugün ve yarın değer taşıyan konular özgün yazılar ve çevirilerle ele alan fikir penceresi / Fikrini Güçlendir.