Hollywood’da Hikayeleri Kim Anlatır?

Consensus
Consensus
Published in
6 min readMay 18, 2020

Emirhan Havan yazdı

Bugün yazacağımız konunun başlığında iki tane kelime görüyorsunuz: “Hollywood” ve “Hikaye”. İki şey arasındaki zorunlu bağdan bahsetmeye çalışacağız. Biraz sinema, biraz folklor, popüler kültür ve rahat bir üslup; eğer bunlarla aranız iyi ise bugün daha az dünya kurtarıyoruz, daha çok konuşuyoruz.

Önce bir masal düşünelim. Size burada örneğin bir Keloğlan masalı anlatmak istesem ama desem ki ben masalı anlatmadan önce siz ne anlatacağımı tahmin etmeye çalışın? Neler söylerdiniz? Muhtemelen Keloğlan’ın bir yolculuğa çıkacağını, sonra bir kıza aşık olacağını, onunla evlenebilmek için o yörenin sultanının düzenlediği bir yarışmaya katılacağını, sonra iyi niyetiyle yarışmaya kazanacağını; en azından bunlardan bir iki tanesini muhakkak söylersiniz. Çünkü gerçekten de Keloğlan masallarının çoğu bu şablon üzerine inşa edilmiştir. Yani ana karakter aslında bir özelliği olmayan ama çok naif biridir, bir kıza, genelde de civarın sultanın kızına, aşık olur, onu elde etmek için siyasi otoriteye müracaat eder, yapılan yarışmada iyi niyeti ve saflığı ile birinci olur ve kızı alır.

Masalların çoğu işte bunun gibi şablonlar üzerine kurulmuştur. Yukarıda örnekten devam edersek belki de binlerce farklı Keloğlan masalı dinleyebilirsiniz ama neredeyse hepsi aslında bu şablonun içinin farklı örgülerle doldurulmuş hali olarak karşınıza çıkar.

İşte bunu benden ve sizden daha önce fark eden biri var; Vladimir Propp, 1985 doğumlu bir Rus halk bilimci. Kendisi 100 kadar masalı incelemiş ve 31 adet temel yapının (structure) bu masalların hepsinde olduğunu tespit etmiş ve bunu “Narrative Structure” olarak adlandırmış. Vladimir Propp hikayede belli işlevler yüklenmiş karakter ve olayların bir dizim olarak anlatıldığını söyleyerek “dizim” (syntagm) akışına dikkat çekmiştir. Bunun yanında bir de karşıtlıklar üzerinden yapıyı okuyan Lévi-Strauss okuması vardır ki buna da “paradigmatik” yapı denir. Ama biz bunlarda şimdilik daha fazla derinleşmeyeceğiz çünkü amacımız olan yere çoktan geldik. Kısaca dinlediğimiz hikayelerde karakter, olay, mekan dizilimleri rastlantısal değil aslında bir doku içeriyor. Ve masalların tek içeriği ne anlattığımız değil, hatta belki de daha çok nasıl anlattığımız.

Vladimir Propp

Bu şablonlar sadece masallarda değil içinde anlatım (narrate) olan her yerde karşımıza çıkabilir. Örneğin muhtemelen izlediğiniz ama fark etmediğiniz bir örnek Nuri Bilge Ceylan’ın Bir Zamanlar Anadolu’da filminde karşımıza çıkar. Baş kahraman (Katil Kenan), şifacı (doktor), koruyucu (Komiser), kral (savcı) ve yardımcı kişi (arap ali) bir yolculuk yapmaya karar verirler ve yolculukta başlarına maceralar gelir. Aslında polisiye gerilim ya da dram türünde bir eser kendini bir halk hikayelerinden nasıl beslediğini görürüz. Halbuki hikâyede bir tane bile olağanüstülük, “Acaba burada bir masal mı var?” diyebileceğimiz de hiçbir şey yoktur. Film tipik gibi gözükür; bir polis, bir katil, cinayet, savcı… Ama bunlar bir şablona oturtulduğunda karşımıza anlatı çıkar. İşte bu anlatıyı biz her ne kadar doğrudan tespit edemesek de aslında bu şablonlar kafamıza işlenmekte, oralarda bir hafıza ile buluşmakta, bize bir şeyler öğretmekte, bize zevk vermektedir.

Peki buradan Hollywood’a nasıl geçiş yapacağız? Aslında temas etmemiz gereken hala bir nokta daha var: O da Yahudiler nasıl masal anlatır noktasıdır. Buna da çok uzak değiliz, Hz. Yakup peygamberin İsrail ismini kazanma hikayesi aslında kendi de bir şablona oturabilir belki de. Yakup peygamber Kenan’a geri dönerken (Eski Ahit-Genesis 32:22–32; ve Hosea 12:4) gece biri ile karşılaşır. Bütün gece onunla güreş tutarlar ama yenişemezler. Sabah olunca da güreştiği adam günün ağardığını artık kendisini bırakması gerektiğini söyler. Yakup peygamber de kendisini kutsarsa onu bırakacağını söyleyince güreştiği adam “Senin adın “İsrail” olsun, çünkü Tanrı’yla ve insanlarla güreşip yendin” der, böylece Yakup peygamber de Tanrı ile güreştiğini anlar, onu yenmiştir ve asıl kimliğine yani İsrail’e kavuşmuş olur.

Buradan bir şablon çıkartmak gerekir ise aslında üç ayak gözümüze çarpabilir. Hikayede öncelikle kendi bulunduğu evren göz önüne alındığında melek ya da şeytan ya da başka bir spirütüel varlık olmayan biri vardır. Bu kişi kendisinden daha güçlü olan bir şeye meydan okur ve aralarındaki güç farkı aslında gerçekten bariz derecede büyüktür. Bir tanrı ile bir insan güreşmektedir. Ve güçsüz özne, en güçlü özneyi yenerek kutsanır ve kendi kimliğini (İsrail) bulur.

İzlediğinizi filmlerin çoğunda özellikle gişe filmlerinde bu şablonu görmek mümkündür. Örneklerle gidelim, en popüler olanlarla başlayalım. Örneğin Lord Of The Rings aslında bir Tevrat kıssası gibidir neredeyse. Çok güçsüz bir kahraman (Frodo), kendisine nazaran çok kuvvetli olan bir özneye (Sauron) kafa tutar ve neredeyse imkansızı başararak onu alt eder ve neler başarabileceğini herkese gösterir. Harry Potter serisinde ana kahraman Harry Potter ilk filmden beri karşılaşacağı en güçlü büyücü ile (Voldemort) karşılaşmaya adeta hazırlanmaktadır ve en sonunda onu alt eder ve kendi kimliğini pekiştirir. Veya örneğin Avengers filmi de neredeyse Tanrılaşmış bir karakterin (Thanos) en son ona nazaran çok güçsüz olan biri tarafından (her ne kadar kendisi de ölse de) alaşağı edilmesi üzerine kurulmuştur. Bütün filmler boyunca kahramanlarımız adeta “tanrı ile güreşmektedirler”. Daha az bilinen bir örnek olarak, Kick-Ass’te de ana karakterin güçsüzlüğüne rağmen şehrin suç imparatoruna meydan okumaya çalışması finalde de bunu başarmasını izleriz.

Örnekler çoğaltılabilir, belki yüzlerce sayılabilir. Tabi ki burada iki şerhi de koymak gerekir; öncelikle gerçekten de zayıf birinin güçlü birini devirmesi, güçlünün zayıfı yenmesinden daha çok anlatmaya değerdir bunda şüphe yok. İkinci olarak da hiçbir film de tek başına bir tek şablon üzerine kurulmaz başka birçok boyutlarla da okuması yapılabilir. Mesela yine LOTR’dan örnek vereceksek olursak, LOTR’un bir boyutu da güç ile nasıl başa çıkılacağıdır; bu özelliği ile Tobey Maguire’ın Spiderman serisi (Büyük güç büyük sorumluluk gerektirir) ya da Star Wars ile (Güç seninle olsun) benzerlik gösterir. Bu yazıda dikkat çekilmek istenen ise bu boyutlardan bir tanesinin, yani karakter ve olay örgüsü şablonlarının asla rastlantısal olmadığıdır. Ve rastlantısallık bir kenarda dursun, bu şablonları uçlarının kutsal metinler gibi kadim yazıtlara dokunmalarının, onlardan ilham almalarının ne kadar ilginç olduğudur.

Demek ki insanoğlu masal dinlemeyi ister kulaktan kulağa bir ateşin başında, ister dini içeriklerde ister de IMAX ile çekilmiş bir filmde yapsın; bazı şeylerden vaz geçemiyor. Onlar hep sabit duruyorlar ve onları doğru işlemek esere özgünlük katıyor.

Bu benzerliklerle Hollywood’un beynimizi yıkadığını Yahudi anlatımının popüler kültüre kadar nüfuz ettiğini söylemek çok iddialı olabilir, belki böyle iddiaları yapmak için daha çok okumak karşılaştırmak gerekir. Şu an yaptığımız ise o eşiğe henüz ulaşamadı, bir tespit olarak kaldı. Ama yine dikkate değer bir tespit ile uğraştığımızı düşünüyorum. Öyle olduğunu düşünmesem zaten bu yazıyı yazmazdım.

Filmler çok pahalı oyuncaklar, ciddi bir yatırımcınız yoksa onları çekemezsiniz. Bu yüzden başarılı olmaları çok önemlidir. Çünkü kimse parasını boş bir şeye harcamaz ve sizde o parayı boş yere harcayamazsınız. Şöyle düşünün, en fazla 2 saatiniz var ve birkaç milyon dolarla bir şeyleri belki milyonlarla paylaşmak istiyorsunuz. O iki saati alelade öylesine kurgular mıydınız? Elbette hayır, işte bundan dolayı filmlerde seyircinin kolayca anlayamayacağı (25. kare geyikleri şurada kalsın) birçok içerik ve teknik kullanılır. Bunların bazıları da hatta belki çoğu yukarıdaki gibi binlerce yıllık olabilir.

Vladimir Propp doğru bir şeyi bulmuştu, milletlerin dilleri, türküleri, yemekleri olduğu gibi kendilerine ait bir hikaye anlatma biçimi de var. Bu onların hayatı nasıl algıladıkları neleri önceledikleri ile çok ilgili. Yahudi hikayesinde güçlüyü yenmek mutlu son iken Keloğlan’ın aklında padişahı güreşe çağırmak hiç geçmez. Bu yüzden bir şeyi dinlemek demek onda sadece duyduğunuz şeyleri öğreneceğiniz anlamına gelmez; onun anlatımında muhakkak bir felsefe vardır ve o felsefe size neyin daha önemli, önemsiz ya da kıymetli ya da kıymetsiz olduğunu öğretir. Ve bunu bazen hiçbir şeyi kelimelerle söylemeden sadece karakterleri arka arkaya dizerek yapar.

Son olarak her şeyin yerlisinin dolayısı ile sinemanın da yerlisinin arandığı şu yıllarda belki bu hususun altı çizilmeli. “Yerli” projelerde içeriğe kilitlenmiş yapımcıların aslında odaklanması gereken masal şablonları gibi belki yüzlerce başka doku daha var. Karakterleriniz ne kadar tarihinizden seçilse, kostümleriniz ve düşmanlarınız tarihinizden gelse de eğer onları hikayeye anlatma biçiminiz “yerli” bir şablona oturmuyorsa siz aslında hala başkalarının hikayesini anlatıyorsunuz demektir.

Yazar hakkında

Muhammed Emirhan Havan, Hüseyin Avni Sözen Anadolu Lisesinden mezun oldu. Galatasaray Üniversitesi Hukuk bölümünde okuyor.

--

--

Consensus
Consensus

Hukuk, politika, tarih ve sanat gibi alanlarda; bugün ve yarın değer taşıyan konular özgün yazılar ve çevirilerle ele alan fikir penceresi / Fikrini Güçlendir.