Kapitalizmin Geleceği

Consensus
Consensus
Published in
6 min readMay 29, 2020

Hırs ve Pragmatizm

Paul Collier yazdı, Emirhan Havan çevirdi

Toplumumuzun dikişleri sökülüyor. İnsanlarımız endişeli ve kızgın hale gelirken, siyasetimiz hırsla doluyor. Bu endişelerin sosyal kökenleri coğrafyamızda, eğitimimizde ve ahlakımızda yatıyor. Metropoller bölgelere, Kuzey İngiltere Londra’ya karşı isyan ediyor. Ana toprak ve kıyılar karşı karşıya... Bu daha az eğitim görmüşlerin çok okumuşlara baş kaldırışı. Mücadele eden emekçilerin, rantçılara ve hazırcılara isyanı. Az okumuşlar yani kırsal emekçiler, toplumda devrimci bir baskı olarak işçilerin yerini aldı; sans culottes yerini sans cools’a bıraktı. Peki bu insanlar neye bu kadar kızdılar?

Paul Collier

Mekan yeni kızgınlıkların yeni boyutu oluverdi. Çünkü coğrafi ekonomik eşitsizlikleri daraltan uzun bir süreçten sonra bu eşitsizlikler hızlıca genişlemekteydi. Kuzey Amerika, Avrupa ve Japonya bazında, metropoller geri kalan insanların ötesinde yükselmekteler. Kırsaldan sadece daha zengin olmakla da kalmıyorlar. Sosyal olarak da onlardan kopuyorlar. Sermayesi oldukları ulusun artık bir parçası değiller.

Lakin metropol dinamiklerinde bile, bu olağanüstü ekonomik kazanımlar saptırılıyor. Yeni yetme başarılılar kapitalistler ya da sıradan işçiler değil, yeni yeteneklerle iyi eğitilmiş kişiler. Kendilerini üniversitelerde tanışılan ve itibarın yetenekten geldiği yeni bir sınıfa eklemliyorlar. Etnik azınlıkları ve cinsel yönelimleri mağdur gruplar olarak yücelten kedilerine özgü bir ahlak bile geliştirdiler. Bu azınlık duyarının temelinde az okumuş olanların üzerinde ahlaki bir üstünlük iddiası da var. Kendilerini yeni bir yönetici sınıfına dönüştürdüklerinden hükümete ve birbirlerine hiç olmadığı kadar çok güveniyorlar.

Eğitimlilerin servetleri yükselirken ulusal ortalamaları da yukarı çekti. Hem metropollerde hem de ulusal düzeyde az okumuş olanlar ise şu an bir krizin içindeler. “Beyaz İşçi Sınıfı” olarak damgalandılar.

Daha yaşlı işçiler için iş kaybı demek genellikle evlerinin dağılması, uyuşturucu, alkol ve şiddet demek. Amerika’da, amaç sahibi bir hayatın çöküşünün sonucu, hiç üniversiteye gitmemiş bir beyazın ortalama yaşam süresinde düşüş olarak görünürlük kazanıyor. Bu düşüş, yaşam süresini daha avantajlı gruplar için hızlıca yükselten eşi benzeri görülmemiş bir tıbbi ilerleme zamanında meydana geliyor. Avrupa’da, sosyal güvenlik getirileri bu çıktıların aşırılıklarını törpüledi. Fakat bu sendrom aslında her yere yayılmış durumda ve Blackpool gibi en zor durumda olan şehirlerde ortalama yaşam süresi düşmekte. Ellili yaşların üzerindeki işten çıkarılmışlar çaresizliğin kalıntılarını yudumluyorlar. Buna rağmen genç ve az okumuşlar bunun biraz fazlası ile yetinmeye çalışıyorlar. Avrupa’nın çoğu kesiminde, gençler büyük bir işsizlikle karşı karşıya. An itibari ile her 3 genç İtalyan’dan biri işsiz durumda. Ki bu en son 30’lardaki Büyük Buhranda görülen bir iş kıtlığıydı. Araştırmalar daha önce eşine rastlanmamış bir genç kötümserliğini gözler önüne seriyor, gençlerin çoğunun beklediği yaşam standardı anne-babalarının sahip olduğundan daha düşük. Bu bir aldanma da değil, geçtiğimiz 40 yılda kapitalizmin iktisadi performansı kötüleşti. Küresel Finans Krizi bunu ayan beyan ortaya koydu ama 80’lerden beri rakamlar zaten iç karartıcıydı. Kapitalizmin özünde yatan herkes için sürekli yükselen hayat standardı fikri cazibesini kaybetti. Aslında bazıları için bu fikir hala geçerli fakat diğerlerini pas geçmiş gözüküyor. Kapitalizmin bir nevi sembolü olan Amerika’da 80’lerin ortasına gelindiğinde yeni nesil kesinlikle kendilerini yetiştirenlerin onların yaşındaki hallerinden daha kötü hayat şartlarına sahiptiler. Onlar için kapitalizm iyi çalışmıyordu. Onları 80’lere kadar getiren teknolojideki büyük ilerlemeler ve kamu politikalarından sonra bu çöküş dehşet vericiydi. Kapitalizme bel bağlayan bu ilerlemeler herkesin hep beraber daha iyiye gidebileceğinin nasılsa mümkün olduğunu göstermişti. Oysa şimdi kitleler çocuklarının kendilerinden daha kötü bir durumda olacağını düşünüyor. Amerikalı beyaz işçi sınıfı için bu kötümserlik %76 gibi bir çarpıcı yüzde ile yükseldi. Avrupalılarsa Amerikalılardan çok daha kötümser.

Az okumuşların halet-i ruhiyesi korku ile kuşatılmış durumda. Çok okumuşların kendilerinden nasıl da sosyal ve ekonomik olarak koptuklarını fark ediyorlar. Bu ayrılmanın ve yeni seçkin sınıfın ortaya çıkışının neticesini bu sınıfın kazançların kaymağını götürmesi ve onların yardım çığlıklarını zayıflatması olarak algılıyorlar. Sosyal güvencelere ihtiyaçları arttıkça, geleceklerine olan inançları da sarsılıyor.

Endişe, korku ve umutsuzluk bu insanların politik aidiyetleri ve hükümete hatta birbirlerine olan güvenlerini baltalıyor. Trump, Amerika’da Clinton’ı; Brexit, Remain’i Birleşik Krallık’ta yenerken; Fransa’da Le Pen ve Melanchon’un aykırı ve uç partileri %40’ın üzerinde oy alıp sosyal demokratları %10’ların altına attıklarında; Almanya’da Hristiyan Demokrat-Sosyal Demokrat koalisyonu küçüldüğünde ve böylece AfD( Yeni/Alternatif Almanya) partisi ana muhalefet haline geldiğinde; hepsinde işte bu az okuyanların ayaklanması başroldeydi. Eğitimsel ayrışma coğrafi ayrışma ile tamamlandı. Londra büyük oranda Remain’i desteklerken, New York Clinton’ın tarafındaydı, Paris Le Pen ve Melanchon’da uzak duruyordu, Frankfurt AfD’den sakınmaktaydı; dolayısıyla bu radikal oluşumlara destek daha ziyade kırsaldan gelmekteydi. Bahsettiğimiz toplumsal muhalefet yaş grupları ile bağlantılı olmakla beraber basit bir yeni nesil eski nesil çatışması olarak da görülemez. Hem yetenekleri ekonomik değerini kaybeden yaşlı işçiler hem de umut vermeyen bir iş pazarına giren gençler aşırı uçlara çekilmiş durumda. Fransa’da, gençler orantısız biçimde yeni görünümlü aşırı sağa, ABD ve Britanya’da ise yeni görünümlü aşırı sola oy veriyorlar.

Tabiat boşluk kabul etmez, aynı seçmenler gibi. Hali hazırda meydana gelmiş olanlarla uygulanabilir olanlar arasındaki uçurumun yarattığı hüsran, uçlarda bekleyen iki tür siyasetçi için bir nevi enerji kaynağı oldu. Kapitalizmin istikametten en son çıktığı 1930’larda da aynısı olmuştu. Ortaya çıkmakta olan tehlikeler Aldous Huxley’in Cesur Yeni Dünya’sında ve George Orwell’in 1984’ünde bir nevi vücut buldu. 1989’da soğuk savaşın bitmesi ile bütün felaketlerin artık arkamızda kaldığına, tarihi açmazların sonuna geldiğimize, kalıcı bir ütopyaya yelken açtığımıza dair kabul gören bir kanı peyda oldu. Halbuki bugün onun yerine, kendi distopyamıza dair bütün “kabul gören” kanılarla yüzleşmek zorundayız.

Yeni endişeler çabucak eski ideolojiler tarafından bayat ve suistimale açık sağ-sol çekişmeleri ile cevaplandı. Kolay ahlaki çarpışmalar ve çok amaçlı analizlerin ayartıcı kombinasyonundan oluşan bir ideoloji bize her soruna karşı verilebilecek kendinden emin bir cevap teklif ediyor. Sınıfları uyandırıcı 19. yüzyıl Marksist ideolojisi, 20. Yüzyıl faşizmi ve 17. Yüzyıl dini tutuculuğu; toplumu çoktan trajedinin içine çekti. Bu ideolojiler çöktükleri için taraftarlarının çoğunu kaybettiler. Yani türleri neredeyse tükendi. Sadece birkaç tane politikacı bu fikirleri canlandırmaya önderlik edebilecek durumda. Sadece birkaç ideolog bu fikirlerden arta kalan küçük organizasyonlara ait. Onlar da bir tarikata ait olmanın olmanın paranoyak psikolojisinden zevk alanlar ve geçmiş zamanların hüsranın kabullenemeyecek kadar kör olanlardı. Komünizmin çöktüğü on yıllık periyotta, aslında son kalan komünistler de bir geç-kapitalizmi yaşadıklarını düşünüyorlardı. Çöküşün toplumsal hafızası şimdi yeniden dirilişi desteklemek için yeteri kadar şeyden feragat etti. Şimdi benzer konulara ilişkin yeni kitapların akımına dahi şahitlik etmekteyiz.

Ayartıcı fikirlerin çarpışması, yeni bir politikacı türünü doğurdu: karizmatik popülistler. Popülistler ideolojilerin en basit analizlerinden bile uzak duruyorlar. Onun yerine belki birkaç dakikalığına doğru gibi gelen çözümlere girişiyorlar. Böylece siyaset stratejileri, seçmenleri derin düşüncelere gark etmektense rengârenk (kaledioskop gibi) bir siyaset eğlencesine saptırıyor. Bu yeteneklerdeki liderler de başka bir küçük havuzdan geliyor, medya ünlülerinden.

Hem ideologlar hem de popülistler yeni uyuşmazlıklardan doğan endişelerden ve nefretten besleniyorlar ve bunlara eğilmekten de acizler. Toplumsal uyuşmazlıklar eskilerinin de bir tekrarı değiller, aslında tamamen yeni ve girift sorunlardan bahsediyoruz. Fakat onlar tutkulu yalan haberlerini dayatılırken; bu politikacılar ciddi zararlar verme potansiyeline de sahipler. Toplumda devam eden süreç içinde hala uygulanabilir çareler bulmak mümkün. Fakat bunların hiç biri ne ideologların ahlaki tutkularında ne de popülizmin kucağına düşmekte yatmıyor. Bunlar somut delillere ve analizlere dayanıyor. Dolayısıyla aklıselim pragmatist bir bakışa ihtiyaç duyuyorlar. Bu kitapta önerilen bütün politikalar pragmatiktir. (Paul Collier’in The Future Of Capitalism kitabı)

Ancak hala bu kitabı dışarıdan saran bir tutku mevcut. Benim kendi hayatım da toplumumuzda açılmış bu amansız her bir üç uçurumun da arasında kalmış durumda. Aklıselim zihnimi muhafaza ederken, bu durum kalbimi yaralıyor.

Dehşet verici bu üç çatlak sadece üzerine çalıştığım sorunlar değil, aynı zamanda yaşama amacımı tarif eden birer trajedi haline geldi. İşte bu yüzden bu kitabı yazdım, bu durumu değiştirmek için.

Yazının aslı Worl Economic Forum sitesinden alınmıştır. Bu yazı kaynağından aslına sadık kalınarak çevrilmiştir. İfade edilen görüşler Consensus’un editöryal politikasını yansıtmayabilir.

Çeviren hakkında

Muhammed Emirhan Havan, Hüseyin Avni Sözen Anadolu Lisesinden mezun oldu. Galatasaray Üniversitesi Hukuk bölümünde okuyor.

--

--

Consensus
Consensus

Hukuk, politika, tarih ve sanat gibi alanlarda; bugün ve yarın değer taşıyan konular özgün yazılar ve çevirilerle ele alan fikir penceresi / Fikrini Güçlendir.