Kazanan Taraf Çin Mi?

Consensus
Consensus
Published in
5 min readMay 13, 2020

The Economist yazdı, Nihal Arslan çevirdi

2020 senesi Çin için korkunç bir şekilde başladı. Wuhan kentinde solunum yoluyla bulaşan bir virüs ortaya çıktığında, Komünist Parti yetkililerinin ilk niyeti olayı gizli tutmaktı. Bazıları, Kremlin’in nükleer bir kaza üzerine söylediği yalanların Sovyetler Birliği’nin çöküşünü hızlandırdığına gönderme yaparak bu salgının Çin için bir Çernobil vakasına dönüşebileceğini iddia etti. Fakat yanılıyorlardı. Başlangıçta olayı acemice ele alan Çin yönetimi, vakit kaybetmeden ciddiyeti ve kapsamı olağanüstü seviyelere ulaşan bir karantina politikası uyguladı. Uygulanan sokağa çıkma yasağı işe yaramış gibi görünüyor. Açıklanan yeni korona virüs vaka sayısı yok denecek kadar azaldı. Ülkedeki fabrikalar yeniden açılıyor. Çinli araştırmacılar durmadan aşı denemeleri yapıyor. Hal böyle iken, İngiltere, Fransa, İspanya, İtalya ve Amerika’da açıklanan toplam ölü sayısı Çin’i çoktan geride bırakmış durumda.

Çin bu durumu bir zafer olarak adlandırıyor. Yürütülen geniş propaganda kampanyalarına bakılırsa Çin bu salgını tek partili güçlü yönetimi sayesinde kontrol altına aldı. Söylenene göre, Çin 1 Mart-14 Nisan tarihleri arasında diğer ülkelere içinde yaklaşık 4 milyar maskenin de bulunduğu kitleri göndererek cömertliğini sergiliyor. Yaptığı fedakarlıklar dünyanın geri kalanına salgına hazırlanması için süre verdi. Batı’daki demokratik ülkelerden bazıları verilen bu zamanı heba etti. Bu da, Çin hükümetinin yönetim sistemi mevzu bahis ülkelerinkinden daha üstün olduğunu gösterir.

Batı’daki ‘kaygılı’ dış politika gözlemcileri de dahil bazıları, korona faciasının kazanan tarafı olarak Çin’i öngörüyor. Salgının hem insani bir felaket olarak hem de Amerika’nın jeopolitik hakimiyetini elinden alan bir dönüm noktası olarak hatırlanacağı konusunda uyarıyorlar.

Bu görüşün ortaya çıkması kısmen olağan bir süreç. Başkan Donald Trump’ın virüse karşı verilecek dünya çapında bir karşılığı yönetmeye pek de ilgili olduğu söylenemez. Önceki Amerikan başkanları HIV/AIDS ve Ebola’ya karşı kampanyalar yürütmüştü. Ancak Trump, sözde Çin yanlısı olduğu için Dünya Sağlık Örgütü’ne sağladıkları fonu durduracağına dair söz verdi. “Sınırsız” gücü elinde tuttuğunu iddia eden Beyaz Saray’daki bu adam aynı zamanda “Hiçbir şekilde sorumluluk almıyorum” şeklinde açıklama yaptı. Bu yüzden Çin’in kontrolünü genişletme şansı var.

Bütün bunlara rağmen, yine de başarısız olabilir. İlk olarak, Çin’in salgınla baş ettiğini gösteren kayıtların iddia edildiği kadar etkileyici olup olmadığını asla bilemeyiz. Çin virüsle mücadelede Güney Kore ya da Tayvan gibi rakip demokrasilerden daha mı iyi? Bu bahse girmiyoruz bile. Çünkü Çin’in sıkı ağızlı yetkililerinin vaka ve ölü sayıları hakkında dürüst olduğunu kanıtlayabilecek bir üçüncü şahıs bulunmuyor. Otoriter bir rejim fabrikalara tekrar çalışmaya başlamalarını söyleyebilir ancak halkı o fabrikaların ürünlerini satın almaya zorlayamaz. İnsanlar hastalığı temizlediği için Çin’e itibar mı edecek? Yoksa Vuhan’da virüs tehlikesine karşı ilk uyarıyı yapan doktorları susturmaya çalıştığı için Çin’i suçlayacak mı? Virüs şiddetini arttırdığı sürece bu sorulara cevap vermek için henüz çok erken.

Başarısının önündeki bir başka sorun da, Çin propagandasının çoğu zaman basit ve aptalca olması. Çinli sözcüler kendi liderlerini övmekle kalmıyor. Amerika’nın salgını yönetmedeki başarısızlığından zevk duyuyor ya da virüsün Amerika tarafından geliştirilmiş biyolojik bir silah olduğunu iddia eden komplo teorilerini destekliyorlar. Birkaç gün boyunca Çin’in Guangzhou şehrindeki Afrikalılar toplu halde evlerinden çıkarılıp, otellere yerleşmeleri yasaklandı. Sonra da sokakta kaldıkları için eziyet gördüler. Belli ki bölgedeki yetkililer virüsün kendilerine bulaşmasından korktukları için yapmış tüm bunları. Tabii olay Afrika’da öfkeli haber başlıklarına ve diplomatik sitemlere konu oldu.

Ayrıca, zengin ülkeler Çin’in gerekçelerine şüpheli yaklaşıyor. Çin’in piyasadaki karışıklıktan faydalanıp ucuzken hisseleri havada kapmasını önlemek adına, Avrupa Birliği’nin Rekabet Başkanı Margrethe Vestager hükümetleri stratejik firmalardan hisse satın almaları konusunda teşvik ediyor. Daha geniş açıdan bakarsak, Korona salgını önemli mal ve hizmetler için Çin’e güvenilmemesi gerektiği tartışmalarını körükledi. Dünya Ticaret Örgütü dünya çapında mal ticaretinin yüzde 13 ila yüzde 32 değerinde düşeceğini tahmin ediyor. Küreselleşme Korona’dan önce zaten bir endişe konusuydu fakat uzun vadede olay küreselleşme sürecinden inziva haline dönerse Çin de diğer ülkeler kadar zarar görecektir.

Diğer ülkeler Çin’in Amerika’yı gölgede bırakıp yerini kapmasını istiyor mu? Bu sorudan daha temel bir soru varsa o da; Çin’in böyle bir niyeti var mı? Amerika çok geniş bir ittifak ağının yanı sıra; Google’dan, Netflix’ten tutun Harvard ve Gates Vakıflarına kadar dünya çapında yumuşak güç sahibi bir özel sektör ordusuna sahip. Kuşkusuz Çin, Amerika’nın bu güç kaynaklarını taklit etme girişiminde bulunmayacak. Bu türden bir liderlik ülkeyi, Amerika’nın 2.Dünya Savaşı’ndan beri içinde olduğu dünya genelinde bir krizin içine sürükleyecektir. Çin ise böyle bir işin altına girmeye pek gönüllü gözükmüyor.

Çin’in bu konudaki azmini sınamanın yolu aşı bulma yarışında nasıl hareket edeceğinden geçiyor. Yarışta birinci gelirse, Çin, bunu milli bir zafer ya da dünya çapında bir işbirliği zemini olarak kullanabilir. Bir başka yol da fakir ülkelerin borçlarının hafifletilmesi. 15 Nisan’da, Çin’in de aralarında bulunduğu G20 ülkeleri, kendilerine borçlu olan devletlerin borç ödemelerini 8 ay boyunca askıya alacaklarına dair anlaşmaya vardı. Geçmişte Çin, iki taraflı siyasi imtiyazlar elde etmek için kapalı kapılar ardında borçları üzerine sıkı tartışmalara girmişti. G20’de alınan karar Beijing hükümetinin diğer alacaklı ülkelerle işbirliği yapmaya istekli olduğu anlamına geliyorsa; Çin yeni bir rol edinmek için para harcamaya hazır demektir.

Ama belki de, Çin’in dünyayı yönetmekten daha fazla ilgisini çeken bir konu vardır. Çin, diğer güçlerin ona muhalefet olmaya cüret edememesiyle daha çok ilgileniyor belki de. Rezerv para birimi olan doların bu statüsünü yavaş yavaş ortadan kaldırmayı amaçlıyor. Çin ayrıca, evrensel kanunları, insan haklarını ya da internet denetimini yönlendiren pozisyonlarda olsunlar diye, diplomatlarını çok yönlü organlardaki itibarlı işlere yerleştirmek için oldukça sıkı çalışıyor. Trump’ın Dünya Sağlık Örgütü’ne dil uzatmasının Amerika’nın aleyhine olmasının nedenlerinden biri de böyle söylemlerin Çin’i mevzu bahis pozisyonlara daha layık göstermesidir.

Çinli yöneticiler, 1,5 milyarlık nüfusa sahip bir ülkeyi yönetmekten doğan temkinlilikle sahip oldukları büyük azimlerini birleştiriyor. Kurallara dayanan uluslararası yeni bir düzeni sil baştan yaratmalarına gerek yok. Bunun yerine, 2.Dünya Savaşı’ndan sonra Amerika tarafından inşa edilen düzenin hali hazırda sallanan direklerini itmeyi tercih edebilirler. Böylece yükselen Çin’in önüne kimse geçemez.

Bu pek de iç rahatlatan bir olasılık değil. Salgınla ve salgının ekonomik sonuçlarıyla baş etmenin en iyi yolu mücadeleyi dünya çapında gerçekleştirmektir. Tıpkı organize suçlar ya da iklim değişikliği sorunlarında olduğu gibi. Büyük güçlerin bencillik yapıp diğer ülkelerin sorunlarından faydalanma telaşına girdiklerinde ne yaşandığını 1920’lerde gördük. Korona virüs salgını şu ana dek, cömertliğe sahne olduğu kadar menfaat edinme çatışmalarına da sahne oldu. Bu konuda kabahatin büyük kısmı da Trump’a düşüyor. Çin için ise, böyle sevimsiz süper güç tavırları sergilemek zafer değil, felaket olacaktır.

Yazının aslı economist sitesinden alınmıştır. Bu yazı kaynağından aslına sadık kalınarak çevrilmiştir. İfade edilen görüşler Consensus’un editöryal politikasını yansıtmayabilir.

Çeviren hakkında:

Nihal Arslan, Boğaziçi Üniversitesi Çeviribilim bölümünde okuyor.

--

--

Consensus
Consensus

Hukuk, politika, tarih ve sanat gibi alanlarda; bugün ve yarın değer taşıyan konular özgün yazılar ve çevirilerle ele alan fikir penceresi / Fikrini Güçlendir.