Mehmet Akif Çırlan yazdı
Türkiye’de Mart ayı itibariyle patlak veren Covid-19 salgınıyla beraber gündemi en çok meşgul eden konulardan birisi Türk lirasının Euro ve Dolar karşısında rekor seviyelerde değer kaybetmesi oldu. Hazine ve Maliye bakanı Berat Albayrak daha önce katıldığı bir programda “Türkiye, tarihinde ilk defa rekabetçi bir kur düzeyiyle ekonomisini dönüştürecek bir yapıya kavuştu.” şeklinde ifade ettiği ve Yeni Ekonomi Programı’nın açıklandığı toplantının ardından Dünya Gazetesi Yönetim Kurulu Başkanı Hakan Güldağ’a belirttiği “Döviz kuru benim için hiç önemli değil. Hiç işin o tarafına bakmıyorum. Sanayi sağlam, üretim tarafı sağlam. Kur meselesinden en kârlı çıkan biz olacağız, çünkü artık kurun kontrolü bizim elimizde.” şeklindeki yaklaşım ne kadar gerçekçi ve temel makro ekonomik yaklaşımın ışığı altında bu sözler ne ifade ediyor?
Neden TL Değer Kaybediyor?
Öncelikle dolar tam olarak neden yükseliyor, ona bakalım. Türkiye uzun bir süredir negatif faiz ve yüksek enflasyon kıskacı altında. Merkez Bankası, Mural Uysal’ın başkan olarak atanmasıyla beraber politika faizini %24 oranından %8,25 oranına kadar düşürdü. Para Politikası Kurulu’nun son kararıyla beraber 25 Eylül tarihinde politika faizi %10,25 oranına yükseltilse de hala %11 seviyelerinde seyreden enflasyonun altında, bu da demek oluyor ki reel faiz hala eksi seviyelerde. Bu tam olarak ne anlama geliyor, gerçek hayattan bir örnekle açıklayalım:
Ekonomide paranın da bir ücreti vardır, siz bankaya gidip paranızı bir mevduat hesabına yatırdığınız zaman borç verme bedeli olarak faiz talep edersiniz. Diyelim ki 100 TL’niz var. Bu 100 TL’yi hemen harcayıp 100 liralık bir ayakkabı almak yerine siz paranızı bir banka hesabına yatırıyorsunuz ve paranızı hemen harcamamanın bedeli olarak bir faiz talep ediyorsunuz. Bankanın size verdiği yıllık faizin %8 olduğunu ve yıllık enflasyonun da %9 olduğunu varsayalım. Yıl sonunda elinize geçecek faiz oranı [100x(8/100)] 8 TL’dir. Yıllık enflasyonun %9 olmasından dolayı ayakkabının fiyatının bire bir enflasyon oranında arttığını varsayalım, bu durumda ayakkabının fiyatı da [100x(9/100)] 109 TL olacaktır. Yani siz paranızı banka hesabınıza yatırmadan önce o istediğiniz 100 TL’lik ayakkabıyı alabiliyorken bir yol sonunda paranızın değeri nominal olarak artsa da reel olarak değeri azalmış oluyor ve artık siz istediğiniz ayakkabıyı alamıyorsunuz. İşte parasının değerini korumak isteyen yatırımcılar da Türk lirası yerine dövize talep göstererek yatırımlarını enflasyona ve olası risklere karşı güvence altına almak istiyorlar, bu da doğal olarak kuru yukarı seviyelere çekiyor.
Düşük faiz ve yüksek enflasyonun beraber yürümesi normal şartlarda pek mümkün değil. İktisadi açıdan bu uyumsuz durumu sürdürebilmek için Reuters’in bildirdiğine göre Merkez Bankası Türk lirasını desteklemek için piyasaya yaklaşık 110 milyar dolar sattı. Ekonomist Mahfi Eğilmez’in 5 Mayıs tarihli yazısında belirttiği üzere Swap hariç net rezervler eksili seviyelerde. Bu da Türk lirası üzerindeki baskıyı arttıran ve yatırımcıların güvenini azaltan bir durum. Zira hazıra dağ dayanmıyor ve bu da Merkez Bankasının Türk lirasını destekleme çabalarını sorgulatıyor.
Nisan ayında Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu’nca (BDDK) arttırılan (Bu yazının yazıldığı tarihlerde bu hamleden vazgeçildi ve aktif rasyosu oranı bankalar için %90’a, katılım bankaları için %70’e indirildi) aktif rasyosu oranlarıyla birlikte bankalar daha fazla kredi vermeye zorlandı. Merkez Bankasınca piyasaya sürülen paralarla ve bankaları aktif rasyosu oranı aracılığıyla kredi vermeye zorlayarak piyasadaki TL arttırıldı fakat bu TL’ler dolara talep olarak yönelince dolarizasyon denen sürece yönelindi. Yabancı para/toplam mevduat oranı 2002’lerdeki 57,3 seviyesine çok yakın bir seviyede: 53,7. Vatandaş döviz tutmanın enflasyona karşı koruyucu olduğunu düşünüyor ve bu doğrultuda yatırımını dövizde saklı tutuyor. Ayrıca aktif rasyosu tarzı hamleler yatırımcıları güven noktasında ürküttü ve aslında dolarizasyon sürecine katkıda bulundu.
Tüm bu sebeplere CDS priminin 568 civarında seyretmesi (CDS primi 300’ün üzerinde olan ekonomiler aşırı kırılgan kategorisine dahil ediliyor), kredi derecelendirme kuruluşu Moody’s tarafından kredi notumuzun B2 seviyesine düşürülmesini, Doğu Akdeniz’deki gerginliği ve Kasım’daki ABD seçimleriyle hemen yanı başımızda yükselen Azerbeycan-Ermenistan çatışmasını da ekleyebiliriz.
(CDS yani Credit Default Swap (Kredi Temerrüt Takası),elinde tahvil vb. finansal araçlar bulunduran bir kişinin, vade sonundaki alacağının belirli bir bedel karşılığında ödenmeme riskinin ortadan kaldırılmasına yarayan bir finansal enstrümandır. Ülke CDS’lerinde sigorta konusu, ülkenin dış piyasalarda sattığı tahvillerin ve bonoların ana paralarını veya faizlerini ödeyememesi riskidir)
Türkiye CDS primi (Kaynak: https://www.investing.com/rates-bonds/turkey-cds-5-year-usd)
Yüksek Kurun Etkileri
Kur yükseldiğinde ithal girdilerin maliyeti artar. Bu da nihai ürünün piyasadaki fiyatını arttırır. Enflasyondan kaçınmak için dövize sığınıldığında kur artış gösterir, artan kur tekrar enflasyon olarak geri dönüş yapar.
Türkiye enerji ithalatına bağımlı bir ülke. Enerjinin üretimde kullanıldığı sektörler ithalat maliyetinin yükselmesiyle beraber bu artışı ürünlerinde de yansıtmaya başlıyorlar. Dolayısıyla fiyatlar genel düzeyinde artış yaşanıyor.
Özel sektörün 12 ay içinde geri ödemesi gereken dolar cinsinden borcu 162 milyar dolar seviyelerinde. Türk lirasındaki her bir kuruş değer kaybı özel sektör için işleri daha da içinden çıkılmaz bir duruma sokuyor.
Kurdaki yükselme vatandaş tarafından kriz habercisi olarak negatif bir şekilde ele alınır. Bu durumun da ekonomik faaliyetin durduğu süre boyunca düşen hanehalkı harcamalarının artışını sekteye uğratma ihtimali var. Sonuç olarak ne kadar az harcarsak bir başkası o kadar az kazanmış olur. Bu döngü de ekonomik büyümeyi olumsuz etkiler.
İki haneli enflasyonda ilerlemeye devam ettiğimiz sürece enflasyonu kontrol altına almamız daha da zorlaşacak. Israrcı yüksek bir enflasyon kamuoyunda gelecek yıllar için de yüksek enflasyon beklentisi oluşmasına neden olur. Bu durum maaş beklentilerinde ve üretim masraflarında gelecek yıllar için bu yılın enflasyonu doğrultusunda bir artışa yol açar. Bu da gelecek yıllar için tekrar yüksek enflasyona neden olur, dolayısıyla piyasalara kısır döngü hakim olur. Kısaca beklentiler enflasyonu etkiler. Bu durumu şu şekilde özetleyebiliriz:
Yüksek kurun sebep olduğu maliyet enflasyonu devam ettiği sürece maalesef enflasyonu tekrar tek haneli rakamlara indirmek daha zor hale geliyor.
Rekabetçi Kur Beklentisi Ne Kadar Gerçekçi?
Paranızın değeri düştüğünde ihracattaki rekabet gücünüz artar. Ancak ihraç mallarına yönelik talebin düşmesi hem de pandemi nedeniyle Türkiye’nin en önemli döviz kaynaklarından biri olan turizm sektöründe %97’lere varan bir azalmanın yaşaması Türk lirasının değer kaybının yaratacağı ihracattaki olası artışın getireceği olumlu etkiyi de ortadan kaldırıyor. Türkiye’nin en büyük ihracat pazarlarından biri olan Avrupa’da görülen talep daralması ister istemez bizi de etkiliyor.
Ne Yapılmalı?
Öncelikle belirtmeliyim ki geçtiğimiz günlerde açıklanan Yeni Ekonomi Programı’nda kurun neden umurumuzda olmaması gerektiğine dair bir temellendirmeye rastlayamıyoruz. Bu nedenle de yazının farklı bakış açılarını bilimsel bir yöntemle açıklaması pek de mümkün değil. Rekabetçi kur üretime ve ihracata dayalı bir ekonomi için gerçekten hedefse neden son bir yılda milyarlarca dolar satılarak kurun yükselmesi önlenmeye çalışıldı, bilemiyoruz.
Para Politikası Kurulu’nun politika faizini arttırması ve aktif rasyosu düzenlemeleri ekonomistlerce olumlu karşılandı, lakin Koç Üniversitesinde öğretim görevlisi olan Selva Demiralp’in de belirttiği üzere “Buradan yola çıkarak ‘Merkez Bankası bağımsızlığını ispat etti.’ gibi iddialı ve uzun vadeli çıkarımlar yapabilmek” pek olası değil. Ekonomi’de beklentiler ve algılar çok önemli bir rol oynuyor. Maalesef Merkez Bankası’nın enflasyonu kontrol altına alabileceğine dair bir beklenti piyasalarda çok düşük. Düşük faizle yüksek enflasyonun bir arada olamayacağı iyi bilinen bir gerçek. Bunun anlaşılması ve daha önce atılan adımların tek tek geri alınması için kurun bu kadar yükselmesini beklemek ve rezervleri eksi seviyeye düşürmek ne kadar mantıklıydı, takdiri okuyucuya bırakıyorum.
Kaynakça
Frank R. H., Bernanke B. S., Antonovics K., Heffetz, O. (2019). PRINCIPLES OF MACRO ECONOMICS, McGraw Hill Education.
Yazar hakkında
Mehmet Akif Çırlan, Koç Üniversitesi Ekonomi bölümünde okuyor