Müslümanların Değerlerine Saldırmak; İfade Özgürlüğü Mü, Nefret Söylemi Mi?

Consensus
Consensus
Published in
4 min readNov 19, 2020

Merve Şebnem Oruç yazdı Salih Ulussever çevirdi

Geçen ayın başlarında, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, Fransa’nın laik değerlerini İslami “radikalizm” olarak adlandırdığı şeye karşı savunmak için bir dizi sert önlemin uygulanmasını açıkladı. “İslam tüm dünyada krizde” diyerek dünya çapındaki Müslümanların tepkisine yol açtı.

İki hafta sonra, Fransa’nın Conflans Sainte-Honorine kasabasında Samuel Paty adında bir ortaokul öğretmeninin kafası 18 yaşındaki bir Çeçen genç tarafından kesildi. Daha sonra Fransız güvenlik güçleri tarafından genç vurularak öldürüldü. Korkunç cinayet, Paty’nin sınıfta Hz. Muhammed’in aşağılayıcı karikatürlerini göstermesinden sonra gerçekleşti. Hz. Muhammed’in tasviri Müslümanlar için kesinlikle yasaklanmıştır.

Dini karikatürler yayınlama hakkını savunan Macron, ülkedeki nüfusu en az 5 milyon olan Fransız Müslümanlara dişlerini göstermeyi seçti. Terörle mücadele ve ülkesindeki Müslüman vatandaşların toplu cezalandırılması arasında bir denge kurmayı başaramayıp dünyanın dört bir yanındaki Müslümanların öfkesini uyandırdı. Saldırgan karikatürler Fransa’daki hükümet binalarına yansıtıldı. Rasgele ve saldırgan bir yaklaşımın sadece radikallerin ekmeğine yağ süreceği konusunda uyarıldı ancak Macron tüm tehlike çanlarını kulak arkası ediyor.

Macron’un İslam’a karşı düşmanca siyasi söylemleri Fransa’da kutuplaşmayı artırırken, başörtüsü takan iki Müslüman kadın Eyfel Kulesi’nin altındaki bir parkta defalarca bıçaklandı. Saldırganlar, bıçaklarını kurbanların bedenlerine saplarken “pis Araplar” gibi ırkçı hakaretler savuruyorlardı. Fransız polisi saldırıyı nefret suçu olarak kaydetmedi. Macron bunun hakkında konuşmadı bile. Fransa’da sadece 2019'te 70'i fiziksel saldırı olmak üzere 1000'den fazla İslamofobik olay meydana geldi ancak Fransız hükümeti bu suçları görmezden gelmeye devam etti.

Geçtiğimiz yıl Haziran ayında Osako’da düzenlenen G20 zirvesinde Erdoğan Macron görüşmesi sırasında Fahrettin Altun tarafından çekilen fotoğraf

Şimdi yine 2015'deki gibi; kendimizi tekrar terörizmle mücadele, korku ve nefretin yükselişi, İslamofobi, yabancı düşmanlığı ve ifade özgürlüğünün tanımı konusunda sıcak bir tartışmada buluyoruz. Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Macron’un konuyu ele alma şeklini eleştirmekte gecikmedi ama Fransız hükümeti karşı çıkılmayı tahammül edemedi ve Erdoğan’ın yorumları üzerine Türkiye büyükelçisini geri çağırdı.

Bu arada Macron’un İslam karşıtı sözleri, Müslümanlar arasında Fransız markalarını boykot etme çağrılarına yol açtı. Ancak ironik bir biçimde Fransa Orta Doğu devletlerini bu boykotları durdurma çağrısı yaptı. Fransa Dışişleri Bakanlığı yaptığı açıklamada, “Bu boykot çağrıları asılsızdır ve bunlarla birlikte radikal bir azınlık tarafından ülkemize karşı itilen saldırılar derhal durdurulmalıdır.” Fransa protesto edilmeye bile tahammül edemedi.

Bu hafta, Almanya Başbakanı Angela Merkel’in 2019'teki bir bütçe tartışması sırasında Almanya’nın Ulusal Parlamentosu olan Bundestag’a yaptığı konuşmanın bir videosuna rastladım. Duygusal bir konuşmada Merkel, tüm Avrupalı liderlerin duyması gereken bir şekilde konuşma özgürlüğünden bahsetti. “Ülkemizde ifade özgürlüğü var.” dedi. “Artık fikirlerini ifade edemediklerini iddia eden herkes için bunu onlara söylüyorum; belirgin bir görüş ifade ederseniz, birileriyle çelişeceğiniz gerçeğiyle yaşamalısınız. Bir görüşü ifade etmek maliyetsiz değildir. Ancak ifade özgürlüğünün sınırları vardır. Bu sınırlar nefret yayıldığında başlar. Diğer insanların haysiyeti ihlal edildiğinde başlar. Bu parlamento aşırı konuşmalara karşı çıkacak ve karşı çıkmalı. Aksi takdirde, toplumumuz artık olduğu gibi özgür bir toplum olmayacaktır.”

“Keşke sadece Fransa Cumhurbaşkanı bu sözleri dinleseydi,” dedim kendime. Konuşma özgürlüğüne bağlılık elbette tüm demokrasilerin temel bir ilkesidir. Bununla birlikte, hemen hemen tüm Batı ülkelerinde, ABD hariç, özellikle nefret söylemi veya aşırı konuşma gibi belirli konuşma türlerini sınırlayan yasalar vardır. ABD’de ırkçı ideolojinin en aşırı ifadeleri bile yüksek mahkeme tarafından korunmaktadır. Bununla birlikte dinsel konuşma özgürlüğünün içeriği sıklıkla terörle mücadele kapsamında suç sayıldığı ve özgür dünyanın lider ülkesinin çifte standardını ortaya çıkardığı için Amerikalılar da kendileriyle çelişiyor.

Öte yandan Avrupa ülkeleri ırkçılığı ve diğer bazı aşırı konuşma türlerini kısıtlamaktadır. Örneğin Fransa’da birisi Holokost’u inkar etmekten hapis cezasına çarptırılabilir. Ayrıca homofobik nefret söylemi giderek daha fazla yasaklanıyor ve kürtaj karşıtı konuşmanın bile sıklıkla üstü çiziliyor. Ancak, garip bir şekilde, İslam karşıtı konuşma Avrupa’da neredeyse özgür konuşmanın çekirdeği haline geldi. Batı demokrasileri azınlıkların aşırı konuşmalardan korunması gerektiğini savunsa da Müslümanlara karşı aşırı konuşmaların veya nefret söyleminin tonunu belirleyen sadece uç-sağcı gruplar değil. Avrupa’da Müslümanlara karşı uygulanan ırkçılık, nefret ve ayrımcılık; Batı değerlerini koruma ve laikliği koruma iddiasıyla eğilimlerini aklayan solcu ve merkezci çevreler arasında artmaktadır. Bu şekilde, parmak izi bırakmayacaklarını ve İslamofobik önyargılarını gizleyebileceklerini düşünüyorlar.

25 Ekim 2020'de İstanbul’da Fransa’ya karşı düzenlenen protestolardan bir kare

Dine küfretmek, atalarının asırlardır görkemli kilisenin ağır cezalarına maruz kalan birçok Avrupa ülkesinde kaldırıldı Kelimenin kendisinden neden hoşlanmadıkları anlaşılabilir. Yine de görülmesi gerekir ki Hz. Muhammed sadece “kutsal” değil tüm Müslümanlar için çok kıymetlidir. Birçok Müslüman aşırılık yanlılarının aksine laikliği kabul etseler dahi yine de peygamber onlar için değerlidir. Sadece kendilerinden Batı değerlerini tolere etmeleri nasıl bekleniyorsa kendi değerlerinin tolere edilmesini istiyorlar.

Müslümanlara hakaret etmek, dini duygularına hakaret etmek ve İslam’ı aşağılamak sadece sözlerden ibaret değildir. Aynı zamanda nefret suçlarına yol açan aşırı hoşnutsuzluk, iğrenme ve kin duygularını da tetiklerler. Merkel’in dediği gibi, “ İfade özgürlüğünün sınırları var. Bu sınırlar nefretin yayıldığı yerde başlar.” Keşke Avrupalı ​​liderler kendilerini dinleseler…

Yazının aslı Daily Sabah sitesinden alınmıştır. Bu yazı kaynağından aslına sadık kalınarak çevrilmiştir. İfade edilen görüşler Consensus’un editöryal politikasını yansıtmayabilir.

Çeviren hakkında:

Ahmet Salih Ulussever, Beyoğlu Anadolu İmam Hatip Lisesinden mezun oldu. İstanbul Üniversitesi Hukuk bölümünde okuyor.

--

--

Consensus
Consensus

Hukuk, politika, tarih ve sanat gibi alanlarda; bugün ve yarın değer taşıyan konular özgün yazılar ve çevirilerle ele alan fikir penceresi / Fikrini Güçlendir.