M. Salih Dal yazdı
Merkez siyaset, sosyal ve ekonomik krizlerin global çapta vuku bulduğu bu dönemde, Türkiye’de ise kimlik siyasetinde büyüyen kutuplaşmış bir ortamda, önemli bir alternatifi temsil etmesiyle yeniden güç kazanıyor. Özellikle pandemiyle mücadele eden iktidarlar, temsilcileri oldukları ideolojilerin yanı sıra, merkez siyasetin en temel özelliklerinden olan esneme kapasitesiyle hareket ettiklerinden, ideolojik çelişkiler siyasi düzlem için kaçınılmaz bir durum gibi görülüyor.
Görece radikal sağ veya solun temsilciliğini yapan iktidarlar, uzlaşmacı siyaset ve genel politikalarının tersine bir icraatta bulunduklarında, hem kendi kitleleri üzerindeki konsolide etme potansiyelinden feragat ederler, hem de kutuplaşmış toplumlarda karşıt görüşlerin ‘’yanaşma’’ olarak ifade ettiği eleştiriye kurban giderler. Bu da demek oluyor ki, merkezin esnek siyasetini yapmak, merkez partilere has bir lükstür. Radikal iktidarlar, yönettikleri toplumları da mobilize ettikleri için, herhangi bir esneme, radikal çizgiye kendi getirdikleri kitleleri tarafından kabul edilmeyebilir. Bu sayede radikalizmin çözüm sunmaktan uzak olduğu, pandemi gibi dönemler, siyasi düzlemde merkez oluşumlar için önemli bir fırsat haline geliyor.
Öte yandan, uzun süreli mobilizasyon dolayısıyla fikri olarak yorulan, çatışmanın ve tartışmanın ortamından zarar gören halk, merkez partilerin çizgisiyle “eşleşemeyecekleri’’ için, sahip oldukları şüpheler de kutuplaşmanın bir sonucu olarak, merkez partilerin kimlik restorasyonuna yönelmeleri anlamına gelir. Türkiye’de muhafazakar kimliğin adeta muhtaç olduğu bu restorasyon, halk için ekonomik düzlemde karşılık buluyor. Demokratik kaygılar, radikal sağ için ekonomik kaygıların bir hayli gerisinde. Dolayısıyla, güven veren bir ekonominin inşa sürecinin başlaması bile, muhafazakar kimlik restorasyonu için çok önemli bir adım. Aynı zamanda bu çatışmanın diğer tarafında radikalleşen sol kesimler ise, insan hakları, özgürlükler ve demokrasinin karşılığını, tabii olarak merkez siyasette bulabilirler. “Taraf’’ olan bir siyasetin hoş görülmeyecek olan esneyen politikaları, siyasi bir boşlukta merkez siyasetin avantajınadır.
Ancak, mevzubahis siyaset anlayışının oluşturduğu kaygılar, günümüzün söylemleriyle değil, yarının endişesiyle ilgilidir. Yani merkezi söylemlerin farklı kesimleri rahatsız etme olasılığının düşük oluşu, bu liberal demokrat tavrın yarın yozlaşma potansiyeli ve devamlılığının sürdürülememesi gibi doğal problemlerle yüzleşir. Örnek olarak geçtiğimiz aylarda siyasi arenaya giriş yapan Demokrasi ve Atılım Partisi (DEVA), söylemleriyle her ne kadar olumlu bir karşılık bulmuş olsa da kendilerine yöneltilen eleştiriler esasen günümüzdeki tutumlarına yönelik değil. Türkiye’de merkez siyaset anlayışı, son temsilcilerini de uzun bir süre önce kaybettiğinden, bu uzlaşmacı ve demokratik söylemlerin samimiyeti halk tarafından mercek altında tutuluyor ve sorgulanıyor. Ne de olsa genel temayül, AK Parti’nin merkez siyasetçiliğini kaybetmesini ve yozlaşmasını, mekanik bir zaaf olarak yorumluyor. Merkezi anlayışın devamlılığını kaybedeceğine olan inancın kırılması hem kimlik restorasyonunun gerekliliğini yeniden gözler önüne sererken, hem de halkın ekonomik kaygılarının ne derece rasyonel olarak benimseneceğiyle paralel olarak ilerliyor.
Taraflaşmış ve kemikleşmiş kitleler için, uzlaşmacı politikalar, tehlikeli politikalar olarak karşılık bulabilir. Bu da Türkiye’de merkez siyasetin temsilci eksikliği nedeniyle ne olduğunun unutulmasının bir sonucu olabilir. Yani kimlik restorasyonu, sadece muhafazakâr kesimler için değil, Türkiye halkları için zaruri bir durum. Halkın birbirine duyduğu nefret, siyasi düzleme çekilebilirse, yani suçlanan kesim halk değil de siyasiler olursa, sadece oy veren farklı görüşlere sahip insanlar siyasi olarak aynı safta bulunmaktan çekinmezler. Ne de olsa seçim ittifakları, muhalefetin de alternatifsiz kalması sonucunu doğurabilirken, tarafını isimler üzerinden değil, merkez anlayış üzerinden inşa eden bir oluşum, başarılı olma potansiyeline sahiptir. Özellikle son anketlerde, Türkiye’deki en büyük siyasi kesimi, “kararsızlar” oluşturuyor. Alternatifsiz muhalefet, özelliğini kaybeden ve yozlaşan iktidar, “dışlanan” siyasi kesimler, bu kararsız insanların oluşmasındaki en büyük etken. İdeolojik güdülerle kutuplaşan insanlar, ekonomik olarak kaygılı hale gelince, bulundukları çizgi kendileri için de anlamını kaybedebiliyor. Burada gördüğümüz siyasi boşluk ise, bir merkez parti tarafından önemli bir avantaja çevrilebilir. Ancak yine de az önce bahsettiğim gibi, bu söylemlerin ve olası politikaların oluşturduğu olumlu hissiyat, yozlaşma kaygısıyla paralel olarak karşılık buluyor. Bu sebeple, kontrol mekanizmasının yeniden canlandırılması, meclisin temsiliyet gücünün siyasi olarak da etkili bir hale gelmesi son derece önemli bir aksiyon olarak karşımıza çıkıyor.
Yöneltilebilecek diğer eleştirilerden biriyse, DEVA Partisi’nin göze değer bir ideolojik bagaja sahip olmaması. 2002 seçimlerini ve AK Parti’nin yükseliş dönemini ele alırsak, merkez söylemlerine rağmen büyük bir ideolojik bagaja sahiplerdi. Nitekim CHP gibi muhalefet partileri de ideolojik olarak büyük bir temsiliyeti ifade ediyor. Ancak DEVA Partisi’nin kademeleri, ideolojik bir bagajı partinin ismine yüklemekten yoksun biçimde karşımıza çıkıyor. Bu da salt liberal demokrat bir söylemin altında yatan temellerin soru işaretleri olarak karşımıza çıkmasına sebep oluyor.
Merkez siyaseti, radikal yönelimlerden ayıran etmenlere bir bakış atmak gerekirse; kanaatimce en büyük fark otoriter anlayış yerine, özgürlükçü bir anlayışın benimsenmesidir. Öte yandan, karşıt ideolojinin isteklerini karşılamak konusunda radikal yönelimler oldukça eksikken, merkez siyaset halkın farklı kesimlerine daha alternatif, uzlaşmacı çözümler sunabilmesiyle karşımıza çıkıyor. Kriz zamanlarında ve olağanüstü durumlarda ise esneme kapasitesi olarak adlandırdığımız, geçici ve konjonktürel karşılığa sahip politikalar, radikal partilerin yararlarıyla bile göze alamayacağı politikalardır. Yani merkez siyaset, ülke için pragmatist anlayışı politikalarıyla rahatlıkla eşleştirebilecek bir anlayış. Öte yandan, merkez partilerin benimsenme tarafındaki eksikliklerinden de bahsetmek gerekir. Az miktarda sahip oldukları veyahut hiç sahip olmadıkları ideolojik bagajlar, partilerin halk tarafından oy verilmesine rağmen sahiplenilmemesiyle sonuçlanabilir. Bu da halkı mobilize etme gücündeki eksikliğe doğal olarak yol açar. Son günlerde vuku bulan George Floyd, Black Lives Matter eylemlerinde de görüldüğü üzere, halkın kendi içerisinde bile mobilize olma gücü, çağın gereklilikleri listesinde, eskiden olduğu kadar olmasa da önemli bir yer teşkil ediyor.
Yazar Hakkında
Mehmet Salih Dal, Royal Holloway University of London’da İşletme bölümünde okuyor.