Osmanlı Modernleşmesinde Mecelle

Consensus
Consensus
Published in
6 min readApr 11, 2021

Abdulbaki Korucu yazdı

“Ezmanın tagayyürü ile ahkâmın tagayyürü inkâr olunamaz”

19. yüzyıl Osmanlı Devleti’nin yönünü nereye çevireceğini kesin olarak belirlediği ve Batılılaşma yönünde radikal adımlar attığı bir dönem olmuştur. Bu yüzyılda Osmanlı Batılılaşmama karşısındaki inadından tamamen vazgeçmiş ve Lale Devri ile girdiği yolda daha sert adımlar atma cesareti göstermiştir. Osmanlı bu yüzyılda Batılılaşmaya kararlı ve zorunludur. Bu zorunluluğun nedenlerinden bir tanesi Batılı devletlerin baskısı, diğer nedeni ise Osmanlı Devleti’nin savaş ve siyaset alanında Batı karşısında aldığı ağır darbeler sonucunda kendisini Batılılaşmaya mecbur hissetmesidir.

Osmanlı devleti Batılılaşma sürecinde en önemli sınavını hukuk alanında vermiştir. Bunun nedeni Batılı devlet formlarında hukukun özellikle de anayasanın çok önemli bir yere sahip olmasıdır. Osmanlı hukuk alanında ilerlemeye ve reform yapmaya hem istekli hem de mecburdur çünkü Batılı devletler azınlık haklarını ve ticari ilişkileri bahane ederek muhatap olacakları bir kanun metnini Osmanlı’dan istemektedirler. Osmanlı Devleti, devletin son yıllarında artan kapitülasyonların ve denge siyasetinin getirdiği birtakım zorluklar nedeni ile Batılı devletlere ticari iltimas geçmek zorunda kalmıştır. Osmanlı’da ticaretin büyük çoğunluğunun gayrimüslimlerin tekelinde olması hukuk alanında Osmanlı’yı birtakım çıkmazlara sürüklemekteydi.

Osmanlı Devleti hukuk alanında en ciddi adımını 1939 Gülhane Hatt-ı Hümâyûnu’nu yayınlanmakla atmıştır. Tanzimat Fermanı ile Osmanlı İslam şeriatından taviz verebileceğini ve yerinin Batı olduğunu tüm dünyaya ilan etmiştir. Aynı zamanda Osmanlı bu adımları atmak için Batılı devletler tarafından zorlanmıştır. Avrupa ile girilen savaşların kaybedilmesi ekonomik sıkıntıları da beraberinde getirmiştir. Siyasi, askeri ve ekonomik olarak zayıflama yabancı devletlerin özellikle de İngiltere, Fransa ve Rusya gibi Batılı büyük güçlerin Osmanlı’ya müdahalesinin önünü açmıştır.

Batılı devletler azınlıkları bahane ederek Osmanlı devletinin içişlerine karışma hakkını kendilerinde görmüşlerdir. Hukuki olarak klasik Osmanlı sosyal yapılanmasında bir Müslim ile gayrimüslim hukuken eşit değildi. Gerek hukuki şahitliklerde gerekse de toplumsal ilişkilerde Müslümanların gayrimüslimlere kesin bir üstünlüğü vardı. Batılı devletler bu durumu Tanzimat Fermanı ile düzeltmeye çalıştılar. “Gavura gavur denmeyecek!” sözü Tanzimat Fermanı’nın özetidir bir manada. Ancak ilerleyen süreçte Tanzimat Fermanı da yeterli kalmadı. Özellikle Ticaret mahkemelerinin kurulması ve onu takip eden Ticaret Nezaretinin kurulması Osmanlı hukuk sisteminde birçok boşluğa neden oldu.

Bu boşluğun en büyük nedeni de görece “laik” olan ticaret mahkemeleri ile şeri mahkemelerin çatışması idi. Bu ihtilafı gidermek bir zaruret haline geldi. Dönemin sadrazamı Reşit Paşa bu ihtilafı ortadan kaldırmak için laik ve şeri mahkemeleri birleştirecek bir kanun hazırlama girişiminde bulundu. Bu girişim Osmanlı tarihindeki ilk “civil code” olacaktı. Bu iş için sadrazam Reşit Paşa şeyhülislamlık makamından “liberal” eğitimli, zeki, genç bir hukukçu-fıkıhçı talep etti. Sadrazama tavsiye edilen isim ise Ahmed Cevdet Paşa idi.

Ahmed Cevdet Paşa; döneminde ayrı bir yere sahip, birçok özelliği mahiyetinde barındıran bir isimdi. Hukuk, fıkıh, tarih, sosyoloji alanlarında uzmanlaşmış kendisini geliştirmiş bir isimdi. Bu noktada sadrazam Reşit Paşa’nın “liberal” eğitimli bir isim istemesi de şayanı dikkattir. O zaman göz önüne alındığında aşırı gelenekçiler ve aşırı batıcılar arasında bir denge gözetmek isteyen Reşit Paşa liberal eğitimli Ahmed Cevdet Paşa tercihi ile de nokta atışı yapmıştır.

Mecelle’yi hazırlamak için bir komisyon kurulur. Bu komisyonun amacı ticaret mahkemeleri ile şeri mahkemelerin ihtilafını ortadan kaldırmak, ikisine de birden cevap vermektir. Aynı zamanda Batılı devletlerin Osmanlı’yı hukuki yönden zorlamalarına da bir cevap verecektir bu komisyon. Ahmed Cevdet Paşa Mecelle komisyonunda adeta bir arada bir derede kalır. Aşırı gelenekçiler ve aşırı Batıcılar arasında bir denge gözetmek zorundadır. Aşırı gelenekçiler klasik şeri hukuktan vazgeçmemeleri gerektiğini savunurken, aşırı batıcılar ise Fransız medeni hukukunun olduğu gibi tatbik edilmesi gerektiğini savunurlar. Ahmed Cevdet Paşa’nın fikri ise Fransız Medeni Hukuku’nun belli maddelerini şeri şerife Hanefi usulünce uygun hale getirilerek uygulanmasıdır.

Nitekim öyle de olur. Fransız Medeni Hukuku baz alınarak yeni bir medeni hukuk yapılmasına girişilir. Fransız Medeni Hukuku öncelikle Mısır’a ardından da Türkiye’ye gelir. Modernleşme aşamasında Mısır, Türkiye’den daha hızlı adımlar attığı için Mısır’dan Arapça halinden Türkçeye çevrilen Fransız Medeni Hukuku daha sonra Türkiye’de uygulanır. Mecelle yürürlüğe girdikten sonra 57 yıl boyunca uygulanmıştır. Osmanlı Devleti yıkıldıktan sonra da birçok Osmanlı vilayeti bu medeni kanunu tatbik etmeye devam etmiştir.

Kanun-i Esasi hazırlık komisyonunda bulunan birçok isim Abdülhamid tarafından yönetim merkezinden uzaklaştırılır. Ahmed Cevdet Paşa her ne kadar Kanun-i Esasi hazırlık sürecinde saltanatçı bir tavır takınsa da Abdülhamit tarafından el çektirilmekten kurtulamaz. İlerleyen süreçte Mecelle komisyonu da Abdülhamit tarafından dağıtılacaktır.

Bir medeni kanun olarak Mecelle bu kadar öneme sahip olmasını birkaç özelliğine borçludur. Her şeyden önce Mecelle, 19.yy’da anayasal düzenin hakim olmaya başladığı dünya düzeninde Osmanlı’da en kritik ve görece en başarılı kanun düzenlemesidir. Osmanlı Mecelle ile anayasal düzen için çok kritik bir adım atmıştır. Hukuktaki çift başlılığın kaldırılarak hem Batı hukukundan hem de Hanefi fıkhından yararlanılarak yapılan bu düzenleme Türk modernleşmesi için de önemli bir adım olarak görülür. Devletin daha kurumsal bir yapıya geçmesi, laik ve şeri mahkemeleri birleştirmesi, ticari davalara cevap üretebilmesi Mecelle’yi değerli kılan etkenlerden bazılarıdır. Mecelle’nin hazırlanmasına önayak olan 19.yy. Osmanlı devlet adamları devletin anayasal bir düzene geçerek kurumsal bir hale gelmesi tarafı idiler. Böylelikle devlet daha düzenli ve denetlenebilir hale gelecek yolsuzlukların ve adaletsizliklerin önüne geçilecektir.

Mecelle’nin hazırlanış evresi adeta Türk modernleşmesinin ve özellikle de Osmanlı modernleşmesinin kısa bir özetidir. Yukarıda da söylendiği gibi Ahmed Cevdet Paşa aşırı gelenekçi Şeyhülislam ile aşırı Batıcı müteferricinler arasında kalmış ve iki uç nokta arasında denge gözetmek zorunda kalmıştır. Şeyhülislamın Mecelle’ye karşı tepki göstermesi 1826 yılında kaldırılan yeniçeri ocağının yeniliklere karşı gösterdiği negatif tavrın 1860’lı yıllarda da halen sürdüğünün bir göstergesidir. Şeyhülislamın Mecelle’ye karşı çıkmasının nedenlerinden bir tanesi de şeyhülislamın kendi konumunu koruma çabasıdır. Gelecek vadeden Ahmed Cevdet Paşa’nın ilerleyen dönemde şeyhülislam olma ihtimali şeyhülislamı tedirgin eder. Buna ek olarak kurumsal kanuni düzene geçilmesi klasik fetva usulünün de akıbetini tehlikeye sokuyordu. Bu durum bir bakıma şeyhülislamlık makamının önemini kaybetmesi demekti.

Mecelle’nin başarılı bir hukuk metni olarak kabulü muhafazakar camiadaki “Batı’nın tekniğini alalım ama ahlakını almayalım” tezinin de uygulanabilir olduğunu göstermiştir. Mecelle’nin başarısı ile övünen kesimin Batı’nın tekniği ile ahlakı arasında bir ayrım yapılabileceğini vurgulayan kesim olması dikkate değerdir. Örneğin Türkiye’de Batılılaşmayı teknik özelinde kati şekilde reddeden İsmet Özel Mecelle’yi benimsemez ve eleştirir. Özel, Mecelle’yi Müslüman kalarak Batılılaşma adına atılan başarılı bir adım olarak görür ancak Özel, Müslüman kalarak Batılı olmanın mümkün olmadığını düşündüğü için Mecelle’ye de sıcak bakmaz. Öte yandan birçok İslamcı entelektüel için Mecelle bir iftihar vesilesi olarak algılanmıştır çünkü Mecelle ile Müslümanlar hem Hanefi usulüne uygun bir fıkhi kaideler bütünü yapmış hem de Batılı tarzda bir “civil code” yapmıştır. Muhafazakar ve İslamcı camiadaki Mecelle’ye bakış bu noktada bir nevi katalizörlük görevi görmektedir. Batı’nın ahlakı ile tekniğinin ayrılabileceğini savunanlar Mecelle ile iftihar ederken Batı’nın ahlakının onun tekniğinden ayrı düşünülemeyeceğini savunanlar Mecelle’ye karşı menfi tavır takınmışlardır.

Sonuç olarak Mecelle modernleşme tarihimizde kritik bir öneme sahiptir. Lale Devri ile girilen yolda Tanzimat ve Islahat Fermanı’nın getirdiği Mecelle, kendisinden sonra gelen Meşrutiyet çabalarının da ayak sesi olmuştur. Doğu-Batı arasında arafta kalan Türkiye’nin bu araftan bir kaçış çabasıdır Mecelle.

Yazar hakkında:

Abdulbaki Korucu, Tahir Büyükkörükçü Anadolu İmam Hatip Lisesinden mezun oldu. Boğaziçi Üniversitesi Ekonomi Bölümünde okuyor.

--

--

Consensus
Consensus

Hukuk, politika, tarih ve sanat gibi alanlarda; bugün ve yarın değer taşıyan konular özgün yazılar ve çevirilerle ele alan fikir penceresi / Fikrini Güçlendir.