Tarihyazımında Suni Hakikat

Consensus
Consensus
Published in
5 min readMay 8, 2020

R. Serhat Aslan yazdı

Her ne kadar yazı bir metin ve isim üzerinden şekillenecek olsa da içerdiği fikirler ve vurgular bakımından genel bir zihin yapısına işaret etmektedir. Son zamanlarda yapılan çalışmalar ile adeta üzerindeki tozları atan ve gün yüzüne çıkan Orta Asya'nın aydınlık tarihi (İslamiyet’in Orta Asya’ya girişini takip eden 500 yıllık süreç) Batı entelektüel dünyasında da ciddi bir ilgi görmektedir. Bu dönem üzerine yapılan çalışmalarda Fuat Sezgin’in katkıları bir dönüm noktası oluşturmaktadır. Burada dikkatimizi çeken husus ise her daim yakınılan batı merkezci tarih yazımının bu dönemi nasıl ele aldığı sorusudur.

Yale Üniversitesinden Prof. Frederick Starr’ın yakın zamanlarda kaleme aldığı Kayıp Aydınlanma adlı eser İslam Rönesansı da denen bu dönemle ilgili en derli toplu giriş kitaplarından birisidir. Orta Asya’nın tarihsel dinamiklerini anlatmakla işe girişen Starr, Orta Asya’nın bu aydınlanmayı nasıl gerçekleştirdiğini, bu evreyi yaşatan ve ayakta tutan yapıların ne olduğunu göstermektedir. Akabinde konuyu ve dönemi derleyici ama tekdüze bir bakış açısıyla sebep sonuç ilişkisinde değerlendirerek nihayete erdirir. Düştüğü basit maddi hatalar kitabın girişinde belirttiği üzere konunun birinci dereceden uzmanı olmamasıyla açıklanabilir, bu sebeple yazının konusu değildir. Ama fikirlerini ve tezlerini açıklarken olayları tahlil edişindeki konumlanış ait olduğu çeperin hâkim bakışından kurtulamadığını göstermektedir. Bu ise her ne kadar alana derli toplu bir bakış imkânı sunmuş olsa da eseri benzeri diğer çalışmalar ile aynı kefeye koymakta, fasit yani bozuk bir okumanın esiri haline getirmektedir.

Somut bir şekilde açıklanacak olursa bir fasit okuma şu şekilde gerçekleşir: Ait olunan zihin dünyasının öğretilerinden yola çıkarak bir hakikat olgusu yaratılır, akabinde sabit bakış açılarıyla bu hakikat temellendirilir ve günün sonunda bu inanılması gereken (ama inanılması için ısrar edilmeyen) tek hakikat olarak sunulur. Bir örnek olarak bu fasit okumanın en meşhurlarından olan, Gazali ve İslam dünyasında özgür düşüncenin gerilemesi arasındaki ilişki verilebilir. Bilindiği üzere, Gazali, meşhur eseri Tehafüt el-Felasife ile İslam dünyasında tercümeler ile revaç bulmuş Antik Yunan menşeili felsefenin önüne geçmiş; İslam adına düzeltmelerle ona sert bir darbe vurmuştur. Artık tüm olanlar Gazali öncesi ve sonrası olarak adlandırılacaktır. Bu tarihi bir gerçeklik iken bunun ile İslam dünyasında düşünce ve bilim/tekniğin duraklaması arasında bir bağlantı kurmak, fasit okumanın ilk adımı olan hakikat olgusu yaratmaktır. Çünkü bu hakikat olgusunu yaratanlar için özgür düşünce Gazali olmayandır. Dolaysıyla yine onlar için akla sınır çizmek, ona ilgilenebileceği alanları işaret etmek özgür düşünceyi öldürmek demektir. Bunu takip eden adım ise sabit açılardan bu suni hakikati temellendirme çabasıdır. Yani Gazali sonrasında, çizilen sınırlar çerçevesinde ayağı daha yeren basan düşünceler üreten onlarca kişi özgür düşünce mensubu olarak addedilmeyecek, böylece Gazali sonrası bir kesintiye işaret edilerek Gazali-Düşüncenin gerileyişi arasındaki ilişki temellendirilmiş olacaktır. Gazali’nin özünde kendi medeniyeti için yapıcı olan bu rolü yıkıcı olarak sunulduğu için artık üretilen yeni ürünler özgür düşüncenin mahsulü olmaktan çıkmaktadır. Ayrıca burada bu oluşturulmuş hakikati temellendirmek adına özgür düşünceye, düşünceyi özgürce ifade etme olarak değil; akla kural tanımaz hükümler koyma yetkisi verilip-verilmemesi olarak bakıldığı da açıktır. Tüm bunlardan sonra geriye kalan bu suni hakikati bir vaka olarak sunmaktır. Araştırma etiğinin gereği üzere bu vaka tek yaklaşım olarak sunulmaz. Ama daim surette tekrarlanması, zaman içerisinde alan ile ilgilenen herkes için onu artık mevcut tek açıklama haline gelecektir.

Öte yandan tüm bu süreçte mahkeme tersten işler. Müddei iddiasını çarpıtmaların olmadığı hakiki veriler üzerinden ispat ile mükellef değildir, aksine sanık mevcut iddiaların geçersiz olduğunu göstermek zorundadır. Ayrıca müddei tarafından birbirine zıt olan hususlar bir genellemeye varmak uğruna hemcins gibi gösterilir. Gazali’nin özgür düşünce ve bilimi durduran bir gerici kılıç olabilmesi için, bilimi hedef almayan Gazali’yi bir şekilde bilimin muhalifi olarak göstermek lazım gelir. Bu meyanda bilim, Gazali’ye göre sınırlanması gerektiği için hücum edilen felsefe ile eşdeğer olarak sunulur ve dolaysıyla artık tezi inşa eden için felsefeye hücum eden Gazali bilime de hücum eder hale gelir. Böylece uğraş alanı felsefenin temelsiz ve dayanaksız dinamiklerini sorgulamaktan ibaret olan Gazali artık bilim ve tekniğin de engelleyicisi olmuştur. Öte yandan bu fasit okumanın suni ve yaratılmış bir gerçeklik oluşu çok geçmeden geçersiz olmasına da yol açar. Fakat gerek yayınlar gerek diğer kanallar ile olsun bunu ifade etme eksikliği fasit okumanın yıllar yılı kabul görmesini engelleyemez.

Burada özgür düşünce/felsefe/bilim kelimelerinin birbirine alternatif olarak kullanılması problemin temelini oluşturmaktadır. Bahsettiğimiz eserde, birçoğunun içinden bir örnekle açıklanacak olursa; Gazali fasit okumanın pençesinden kurtulamamakta, bilim ve düşüncenin gerileyişinde ana unsur olarak boy göstermektedir. Peki bilim sınırlanması gereken felsefenin ayrılmaz ek parçası mıdır ki kural bilmez felsefeyi hedef alan kişi aynı zamanda bilimi de hedef almış olsun? İşte bu hemcins gösterme yazara (ve ait olduğu zihin dünyasına) genellemeler üzerinden bir yargıçlık hakkı vermektedir. Oysa yine yazar tarafından özgür düşüncenin iki büyük ismi olarak anılan Biruni ve İbn Sina’nın bilim-felsefe ilişkisine bakışı hiç de yazar tarafından Gazali’yi (ve esasında Sünni geleneği) mahkûm etme uğruna temellendirdiği şekilde değildir. Yazarın aktarımı ile Biruni, İbn Sina’ya yazdığı mektuplarında ona daha çok bilim yapmayı öğütlemekte, kendisini pratiğin alanı olmasına rağmen pratikle ölçülemeyen düşüncelerle uğraşmaktan kurtarması gerektiğini söyler. Burada bu bariz ayrım yapılmakta iken, benzeri bir hataya işaret eden Gazalinin payına aklı doğruya teşvik eden değil aklı durduran rolü düşer.

Sonuç olarak değinilmesi gereken ve girişte de belirtildiği üzere algılarımızda değişikliğe uğraması gereken husus, bir suni hakikatin yaratılması ve bunu takip eden fasit okuma sürecine yöneliktir. Bunun örnekleri birçok açıdan çoğaltılabilir. Örneğin, yazarın ve ait olduğu çeperin Gazali üzerinden Sünni düşünceyi mahkum edişi ve Sünni tutumun -kendi inşa ettikleri suni hakikat cephesinden- özgür düşünce ile ters düşüşü mevzusu ilk dönem Abbasilerinde daha farklı bir şekilde karşımıza çıkmaktadır. Mutezili ekolün mensubu olan bu halifeler bu mezhep dairesinde kabul görmeyen her kesimi baskılamış, kendi görüşleri çerçevesinde bir düşünce dünyasına bulunmaya mahkum etmişlerdir. Hatta bu baskılama işkencelere, öldürmelere kadar varmıştır. Oysa bu durum Sünni ekol mensuplarının genel bir karakteri olmamıştır. Kabul etmedikleri bir durum olduğunda oturup yazdıkları eleştirel kitaplar düşünceye karşı genel tavırlarını olduğu gibi yansıtır. Özetle, Gazali’nin kural tanımaz akla fikri bir hareketle sınır çizme çabası bir düşünce eylemi olarak değil, baskıcı bir despotizmle eşdeğer görülmektedir. Bu suni hakikat yukarıda belirttiğimiz fasit okuma aşamaları ile ortaya atılmakta ve ait olunan çeperin dışında, orijinal bir fikir geliştirebilme hasletinden mahrum kalma ile sonuçlanmaktadır.

Yazar hakkında:

R. Serhat Aslan, Boğaziçi Üniversitesi Tarih bölümünde okuyor.

--

--

Consensus
Consensus

Hukuk, politika, tarih ve sanat gibi alanlarda; bugün ve yarın değer taşıyan konular özgün yazılar ve çevirilerle ele alan fikir penceresi / Fikrini Güçlendir.