Yapay Zeka ve Bilinç

Consensus
Consensus
Published in
5 min readFeb 7, 2021

Osman Bulut yazdı

Yapay zeka, giderek hayatımızda yer ediyor, her geçen gün daha üstün niteliklerle donanıyor. Bununla birlikte zihin felsefesine dair çalışmalar da artıyor. Bu hususta söz söylemenin zorluğunun farkındayım fakat en azından endişe sahibi olmayı düstur edinebiliriz. Dünyadaki varlığımı düşüncesizce izlemeye çalışmaktansa izlediğim varlığı anlamlandırmaya, korumaya veya geliştirmeye çalışmanın daha tercihe şayan bir tavır olduğunu düşünüyorum. Dolayısıyla bu yazının amacı, bir tartışma oluşturma, var olan tartışmaya katkı sağlama ve çeşitli fikir egzersizleriyle düşünceleri olgunlaştırmaya çalışmak. Başlayalım.

Bilincin İmkanı

Bilinçsiz bir dünya düşünelim. Bu önerinin paradoksal olduğunun farkındayım. Zira biz bilincin olmadığını düşlediğimiz anda bu düşümüz insanlığımızın ve mevcut zihinsel yapımızın dahilinde olacak. Ama yine de bunu deneyelim. İnsanı bir an için dünyanın içinden çekelim. Elektrik üreten motorlar düşünelim. Kendi yaşamları için değişimli olarak kendi ihtiyaçlarını gideren cihazlar manzumesi mümkün müdür düşünelim.

Yukarıdaki problemin bize çok uç gelmesinin nedeni aslında bilinçsiz bir dünyanın bize donuk ve muallak gelmesindendir. Oysa bu önkoşulu biz belirliyoruz. Bilinçsiz bir dünyanın olmamaklığı bizim algımıza göre bir olmamaklık veya imkansızlık. Bir ot düşündüğümüzde otun bir bilinci olduğunu, en azından bizimki gibi bir bilinci olduğunu akla getirmeyiz. Sadece yapması gerekeni yapar ve çekip gider. Bir şeylere yem olur, bir şeyler ona sağlanır, o bir şeylere bir şeyler sağlar, vesaire. Şimdi aynısını niçin bir yapay zeka toplumu için düşünmeyelim?

Evrenin Merkezi Neresi?

Üçüncü maddeyi biraz da olsa zihnimizde kurguladığımızda ortaya çıkan manzara ürkütücü değil mi? Çünkü orada biz yokuz. Sen yoksun, ben yokum, o yok… İnsanın olmadığı bir oluşlar silsilesi gözlemliyoruz. Çünkü artık merkezde biz yokuz. Hatta artık merkezden söz etmek dahi pek mümkün değil. Bu manzaranın ürkütücü olmasının sebebi belki de insanın kaybına yol açmasından dolayıdır. İnsan yüzyıllar boyu kendini koruma güdüsüyle hareket etti. Onun için bu manzaraya endişeli gözlerle bakıyor. Merkezin kaybı, anlamın kaybı gibi ifadelere yanaşmak istememesi de bundan. Robotlaşmaya, yapaylaşmaya hala ciddi bir gözle bakmaması, hala bir şey olmaz mantığıyla hareket etmesi de yine aynı sebepten. Çünkü kaçmak, korkunun en kolay çözümü. Üstün olmak, kendini üstün görmek, en kolay hakimiyet aracı. Ama az önce hayal ettiğimiz manzarada bu yok. Hayal edilen manzara bize yalnızca gerilim sunuyor. Bu elbette insan olmaklığı umrunda olan ben ve benim gibiler için geçerli. Yoksa insan olmak, düşünebiliyor olmak veya irade sahibi olmak hakkında benim taşıdığım endişeleri taşımayanlar, yaşamayı umursamayanlar için yapay zeka güle oynaya karşılanacak bir şeydir.

Bartolomeu Velho’nun Gökcisimlerinin Figürü / 1568

İnsan Fonksiyonel Olarak Yapay Zeka Karşısında Aciz Kalabilir Mi?

Ben markete gittiğimde, bankaya gittiğimde, minibüse bindiğimde, çeşitli insanlarla iletişim kuruyorum. Minibüsçünün bir zihni olduğunu biliyorum ama bunu varsayıyorum aslında. Çünkü onun bilinci benim onun bilincini algılamamdan geçiyor. Ben, minibüs şoförünün bilinci olduğunu onun zihnine girerek algıyamam. Dolayısıyla karşımda aslında yalnızca araba süren bir varlık görüyorum. Karşımdaki kişiyle girdiğim etkileşim fonksiyonel bir etkileşim. Ondan bana geçen şey minibüsü sürmesi. Açıkçası bunun dışında onunla kurabileceğim bağ çok sınırlı. En azından genel anlamda bu böyle. Aynı durum markette, bakkalda veya bankada da geçerli. Karşımda bir fonksiyonu icra eden varlıklar var. Peki, bu fonsiyonu icra eden varlıkların insan olmasına gerek var mı? Ya da onları insan değil de makine olarak düşünsek ne değişecek? Makine olan minibüs şoförü fonksiyonel anlamda bana insan olan minibüs şoförünün sunduğunu sunacak. Hatta belki daha da iyisini sunabilecek. Dolayısıyla insan ve yapay zeka arasındaki fark, kendilerinden fonksiyonel anlamda çıkarım olan benim için çok azalmış olacak. Günlük yaşamımızı düşünelim. İnsanlarla kurduğumuz bağ nerede? Bunu somut olarak görebiliyor muyuz? Sabah uyandığımızda yapması gerekenleri bilen bir sofra hazırlayıcımız olacak. Gün içerisinde işimizi yapacağız. Muhabbet etmek istediğimizde karşımızda inanılmaz düzeyde bilgili bir arkadaş bulacağız. Bize cevap verecek ve bizimle sohbet edecek. Bakkal az önceki örnekteki gibi, minibüs şoförü az önceki örnekteki gibi, banka personeli az önceki örnekteki gibi olacak. Burada bizi “insan olmazsa olmaz ya” diye düşünmeye sevk eden ne? Burada biz neyiz? Acaba biz de karşımızdaki için yalnızca bir fonksiyon muyuz?

Deniz Yılmaz İsimli Şiir Yazan Yapay Zekaya Sahip Robot

Şiir Yapay Zekanın Neresindedir, Yapay Zeka Şiir Üretir Mi?

Şimdi de şiir ne kadar gerekli sorusunu soralım. Yapay zeka şiir yazabilir mi sorusundan önce yapay zeka neden şiir yazsın diyelim. Biz şiir yazarız çünkü eksiğizdir. Bir yerlerde bir problem vardır, şiir yazarız. Bir heyecan vardır, şiir yazarız. Peki yapay zeka neden şiir yazsın? Hadi bir şekilde yapay zekanın şiir yazdığını düşünelim. Acaba bu şiirin dili ne olacak, bu şiir ne söyleyecek? Yani bir şiirin şiir olabilmesi için illa ki bize bir şeyler söylemesi mi gerekiyor? Biz şiirlerimizle ortak bir nokta bulabiliyoruz aramızda. Peki hangimiz fonksiyonunu icra eden yapay minibüs şoförünün fonksiyonunu icra eden yapay bakkala dert yanışını algılayabilecek? Bu sebepten dolayı ben yapay zekanın şiir yazabileceğini düşünüyorum.

İşte burada şiirin insan olmaklıkla alakası ortaya çıkıyor. Sizin ve benim aramda bir bağ var, ortak duygulanışlarımız var. Aynı şekilde bu din için de geçerli. Tanrıyı düşünmemiz, sizi ve beni bu noktada insan olmaklıkta birleştiriyor. Tanrı var olduğu için ortada bir sır vardır. Siz ve ben bir sırda ortaklık kuruyoruz. Az önce tahayyül ettiğimiz ortak manzarada bir sır yok. Sır varsa bile o sırrın bize, insana dokunuşu yok. Ben size tam da burada düşünceyle dokunabiliyorum, şiirle dokunabiliyorum. Yapay minibüs şoförüyse sizle ortak bir alan oluşturmuyor. Çünkü o, sizin siz olmaklığınız hakkında fikir yürütmüyor. En azından tahayyül ettiğimiz manzarada bu böyle. Sizin müşteriliğinizi sorgulamayan bir şoför bu. Çünkü ilişkiniz yalnızca fonksiyonel. Sadece bir alışverişten ibaret. Oysa ben onun şoförlüğünü sorgulayabiliyorum. Ondan alacağımı alsam da bunu yapabiliyorum. Aslında buradan şu sonuca varıyoruz: ben sizin insanlığınızı sorguladığımda bu, kendi insan olmaklığımıza katkı sağlıyor. Eğer sormasaydım insanlığımı anlayamazdım. Her bir insan bir sorundur bu vechesiyle. İnsan olmak dünyada bir problemle olmak anlamına da gelir. Meleğin zikir çarkı hep döner, yapay şoförün hep direksiyonu döner, yapay bakkal hep satar. İnişli çıkışlı olmak insanlığımızı diri tutar.

Cinsellik

Yukarıda zikrettiğim karşılıklı bağlar zihinsel ya da duygusal olarak niteleyebileceğimiz bağlar. Şiirle, düşünceyle ya da acıyla kurduğumuz bağ. Pekala insan, karşısındakiyle fiziksel bağını ne zaman doruk noktasına çıkarır? İsmet Özel’in bir röportajında batılı bir yazardan naklettiği şöyle bir söz vardı: sex contains all. Seks her şeyi içerir. Muhtemeldir ki insan olarak fiziken karşımızdakiyle kurduğumuz bağın doruk noktası cinsel ilişkidir. Ve yine muhtemeldir ki cinsellik, bundan dolayı her şeyi içerir. Burada sorun şu : biz bakkalla konuşabiliyoruz, yapay bakkalla da konuşabiliriz. Bir kadınla cinsel etkileşim kurabiliyoruz, yapay bir şeyle cinsel bir etkileşim kurabilir miyiz? Daha doğrusu yapay bir şeyle yaşadığımız fiziksel etkileşim, insan ile yaşadığımız fiziksel etkileşimden ne kadar ayrılır? İnsanın yapay bir robotla (elbette konuşabilen, sözlerin manasını öğrenebilen bir robot) ilişkisi insanın insan ile ilişkisinden daha fonksiyonel olabilir. Eğer öyleyse insan, fiziken insanlığını kanıtlayabilir mi? Meseleyi fiziki bağlamda ele alırsak belki de insanın en çok insan olduğu alan olan cinsel alan burada da karşılıklı insani bağı gerektirmeden kurulabilir. Öyleyse bizim insan olmaklığımız yalnızca zihinsel çerçevede tezahür edecektir. Fakat bahsedilen bu zihin, nerede?

Eğer yalnızlıkla boğuşuyorsak kendi zihnimizi ararken yine kendi zihnini arayan bir başka insanın eşliğinden mahrum kalışımızdandır. “Başkası” olmasaydı “ben” olmazdı demek başkasına tahammül etmiyor olsaydı ben olmak bir problem olmazdı demektir. Her bir ben, problemiyle doğar. Biz kendi problemimizi aradığımızda yalnız kalmaya başlarız çünkü bu sorunda bize eşlik edecek kimse yoktur.

Yazar Hakkında

Osman Bulut, Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi İslami İlimler bölümünden mezun oldu.

--

--

Consensus
Consensus

Hukuk, politika, tarih ve sanat gibi alanlarda; bugün ve yarın değer taşıyan konular özgün yazılar ve çevirilerle ele alan fikir penceresi / Fikrini Güçlendir.