Korkudan Arınmak

Ufuk Kayserilioglu
Considerate Insubordination
3 min readJan 5, 2016

Cumartesi gecesinden beri Gezi Parkı’na gidip direnişe destek veriyorum. Bir yandan da gördüklerimi, yaşadıklarımı anlamaya ve yorumlamaya çalışıyorum. Bu hareket ile ilgili çok şey yazıldı, çok şey söylendi. Y neslinin nasıl böyle bir hareketi başlatmak için hazır olduğu, apolitik olan biz 70+ doğumlulara karşı 85+ doğumluların nasıl kendilerine göre bir hayat görüşü, bir politika anlayışı olduğu çeşitli ortamlarda dile getirildi. Fakat hala üzerinde yeterince durulmadığını düşündüğüm bir konu var: Korku.

Bugüne kadar kendi hayatımda mümkün olduğunca korkunun beni kontrol etmesine izin vermemeye çalıştım. Korkunun kontrol etmemesi derken bu her konuda çok cesur veya gözüpek olduğum şeklinde anlaşılmasın, demek istediğim bir şeyden korksam bile kararlarımı mümkün olduğunca bundan bağımsız olarak vermeye çalışmak. Kızıma da çok küçük yaşlardan itibaren korkunun insanı yanlışa sürükleyen bir his olduğunu, korkmak yerine aklını kullanarak önlem almasının daha iyi olacağını anlatmaya çalıştım. Anlayacağınız bu konu zaten uzun süredir kafa yorduğum ve aktif olarak üzerinde çalıştığım bir şeydi.

1 Haziran Cumartesi gece yarısından sonra Maçka civarında olan olayları gözlemlemek için çıkıp Nişantaşı’ndaki bir arkadaşıma uğradım. Telefonumu şarj ettikten sonra yoğun gaz bulutu altındaki Maçka vadisi üzerinden Taksim geri dönüyordum. Açıkhava’nın arkasındaki karanlık ıssız yolda tek başıma yürürken birden farkettim ki sağdan soldan gelen tanımadığım insanlardan korkmuyordum. İşin daha ilginci onlar da benden korkmuyorlardı… Herhangi bir kişiyi yolda durdurup bir soru sorduğumda, hızlı adımlarla uzaklaşmaya çalışmayıp, uygar bir şekilde yardımcı olmaya çalışıyordu. İşte o an tüm taşlar yerine oturdu ve gördüklerim, yaşadıklarım anlam kazandı. Bir grup insan için korku bitmişti.

Bahsettiğim sadece “aman başımıza bir şey gelir mi?” korkusu veya hükumetten, devletten, polis şiddetinden korku değil. İnsanlar artık birbirlerinden, birbirlerin görüş ve düşüncelerinden de korkmaz olmuştu.

Bu nedenle, muhafazakar bir rejime tepki olarak başlamış gibi gözüken bir harekette başörtülü kızların da dahil olduğu Anti-Kapitalist Müslüman gençler Sıraselviler’de yürüdüklerinde onları gören herkes alkışlamış, helal olsun diye bağırıp, onlarla birlikte “Allah, Ekmek, Özgürlük” diye slogan atmıştı.

Bu nedenle, parkta “Velev ki ibneyiz” diye pankart açarak yürüyen LGBT üyeleri her kesimden büyük alkış almıştı, destek görmüştü.

Bu nedenle, belki de ilk defa erkek gücünden, egemenliğinden, baskısından korkmadan gösteri yapan feministler bu kadar ilgi görmüştü; erkek, kadın herkes tarafından desteklenmişti.

Bu nedenle, meydanda bir tarafta “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” diye slogan atanları alkışlayıp, “Biji serok Apo” diye slogan atan BDP’liler, onların sloganına cevaben de “Yaşasın Halkların Kardeşliği” diye bağıran Atatürkçü gençler vardı.

Bu nedenle, Taksim’de herkes rahat rahat, özgürce kendi takımının formasını, atkısını giyiyor; başka takım taraftarlarıyla kolkola yürüyordu.

Bu nedenle belki de ilk defa Taksim’de yürürken, ezici kalabalığa rağmen kendimi rahat, huzurda hatta evimde hissediyordum. Korkmuyordum, korkmuyorduk. Ne bizi sürekli uyardıkları gibi ülkemizin bölüneceğinden, ne kadınlardan, ne erkeklerden, ne lezbiyen/gay/biseksüel/travestilerden, ne hayat kadınlarından, ne başörtüsünden, ne laiklikten, ne dinsizlikten, ne sosyalizmden, ne Atatürkçülükten, ne tutmadığımız takımların renklerinden, ne zenginlikten, ne fakirlikten artık korkmuyorduk. Öncelikle yerleşik sosyal kültürel mirasımızın oluşturduğu, erk sahiplerinin medya üzerinden sürekli pompaladığı ve yenilerini yarattığı korkularımızdan arınmıştık.

Korkularımızdan arındığımız için birbirimizi ötekileştirmiyor; sevgi, anlayış ve hoşgörü ile birlik olduğumuzda çözemeyeceğimiz bir sorunun olmadığını belki de ilk defa farkediyorduk.

Ufuk Kayserilioğlu
5 Haziran 2013

--

--