Dolçe kadar istikrarlı olamadım

Emrah Dogru
Creative Chronicle of Emrah
4 min readMar 21, 2017

edisyon — 10

Photo by Levi Saunders

Bir hafta daha başladı. Işık hızıyla geçtiğini söyleyebilirim. Bazen günleri yakalamak o kadar zor ki… Pazartesi’ye asılayım derken Cuma çoktan gelmiş oluyor. Sanırım denize sırt üstü yatıp gözlerimi kapattığımda, altımdan akan su gibi artık günleri de kovalamayı bırakıp, akışa doğru yüzmeliyim. Buyurun o zaman başlayalım.

Dolçe, benim köpeğim. Golden-Labrador cinsi bir dişi. 10 yaşında. 10 yıldır da benimle. Bir veterinerden 2 aylıkken aldım onu. Plasentadan çıkan en son yavruydu. Son iki yavru sahiplenilmemişti. iki yavruyu da getirdi veteriner. Biri cevval, diğeri ise çok çaresiz ve savunmasız görünüyordu. Ben de nedense (Cevabını hala bilemiyorum. Bilinç yanımda ne olup bittiyse artık.) cevval yerine çaresiz duranı sahiplendim.

Hemen bir köpek eğitim kitabı aldım. Köpek bakmak bana tamamen yabancı bir konuydu ve herkes bir şeyler bildiğini iddia edip, türlü köpek eğitim tüyoları veriyordu. Ama yine de eğitimi kulaktan dolma bilgilerle veremeyeceğimi anlamam çok da uzun bir zaman almadı. Bu arada Dolçe bir çok hastalık atlattı. 2 arka ayağı doğuştan kalça çıkığı idi. İki ameliyat geçirdi. Kanlı ishal oldu falan filan… Tüm bu süreçler; senin ırkından olmayan başka bir canlı ile iletişimini kuvvetlendiren ve çoğu zaman da olabildiğince isyan bayrağını çekip “Allah’ım neydi günahım minvalinde” uzun havalar eşliğinde çiğ köfte seanslarında duvar köşelerinde ağlama sanrılarına sebep oluyordu. Yöresel kıyafetlerin verdiği aidiyet ve tatmin bile bu ruhi bunalıma engel olmuyordu.

Köpeklere fısıldayan adamın bile muhtelif yerlerinden ısırıldığı bir dünyada, bir köpeğe eğitim vermek gerçekten Game of Thrones’da “Ak Yürüyenlerle” mangal yapma hissi uyandırıyordu. Ama Dolçe’nin eğitime verdiği tepki süresinin saniyelerle ölçülebildiğini keşfedince bir aydınlanma yaşadım. Çakralarımı Serdar Ortaç eşliğinde yerli yerine oturtup, artık doğu spiritüalizminin bana açtığı bu yolda insan ırkının eğitime verdiği olumsuz tepkiyi düşündüm.

Her tekrarda Dolçe konuyu daha iyi kavrıyordu. İnanılmaz bir hızdı bu! Hakikaten kendi ırkımızda bu kadar hızlı geri dönüş almamız çok zordur. Benim bir davranışı rutine dönüştürmem için 1 aya ihtiyacım var ise Dolçe’ye 1 hafta yetiyordu. Kendimce Dolçe ile belli bir seviyede birlikte yaşama koşullarını oluşturabildik. Bunda benim katkım Dolçe’nin katkısı yanında kedi şeysi? Neydi ya? Her neyse…

Her sabah 7'de kalkıyor. Yemeğini istiyor. Hemen dışarı çıkıyor. Bir tur atıp ihtiyaçlarını gidermek istiyordu. Hala da öyle. Sonra eve dönüp bir sabah şekerlemesi. Sonra öğlene doğru oyuncağı ile haşbehal eder (hasbihâl o! :)) Ve yine şekerleme. Sonra saat 18.00 civarı yemek istiyor. Yiyor da… Ve akşam 19.00–21.00 dışarı çıkarılmak üzere, her gün tam 10 yıldır aynı coşku ile bekliyor. Benim eve gelişim genelde 20.00 civarı ve beni ilk kez görmüşçesine yaşadığı o sevinç… O gözündeki Leonardo Di Caprio’nun Titanic filmindeki zengin sevgilisine bakarken hissettiği duyguyu hissederek gözlerimin içine bakması… Üstelik bunu 10 yıldır hiçbir duygu eksikliği yaşamadan yapmaya devam etmesi… Unbelievable!

Tabi bir de evdeki durumlar. Otur, otur. Kalk, kalk. Yat, yat. Hayır! Hayır. Aferin kızıma. Senin belirlediğin o salakça hayat tarzına harfiyen uymak için elinden geleni yapıyor.

Sahi sen uzun yıllar her gün gördüğün birine bu kadar heyecanla sarıldın mı? Ya da her gün yarın yokmuş gibi aynı heyecanla uyandın mı? Ya da her yediğin yemeği dünyanın en lezzetli yemeği gibi afiyetle yedin mi? Hep o anda oldun mu? Ya da o anı sadece o anı hissederek yaşadın mı?

Biriyle yaşamaya, anlaşıp onunla ortak noktalar bulmaya bu kadar hevesli oldun mu? Dolçe her gün bunu yapıyor. İnsan ırkının cesaret edemediği kendi olma halinin biricik temsilcisi olarak her gün aynı heyecanla kendi oluyor. Ben biraz utanç, biraz hayretle her gün onu seyrediyorum. Çoğu zaman kendimden tiskiniyorum (nar eşkisi gibi). Biz o kadar bencil ve ben merkezliyiz ki yanı başımızdaki önemsediğimiz insanlarla, Dolçe’nin bizle gösterdiği yaşama alışkanlığını yakalayamıyoruz bile… Hep kendi dertlerimizle dertlenip, yardım dileniyoruz. Empati diye ağzımıza doladığımız havalı kavramlarla ne yapıyoruz? Hiç! Ama o her gün yaşama pratiğini daha da geliştirip uygun bir zeminde bizimle yaşamaya çalışıyor.

Düşünsene sana “Burada yaşayacaksın ve tüm hayatın sana verdiğim yemek ve su kadar olacak” denildiğini! Ve bu duruma rağmen senin her gün aynı şevkle o kişiyi sevdiğini?

Ben Dolçe kadar istikrarlı olamadım ya! Onun kadar tevekkül sahibi olamadım. Onun beni ve seni gördüğü gibi göremedim seni. Onun kadar kendimi eğitemedim. Ve onun kadar, sadece verilen ile yaşayamadım. Hep daha çok istedim. Hep daha çok sevilmek, hep daha çok önemsenmek. Hey bencil! Sen de istedin. Hep dertlendin, sanal bir ruhani boyutta anlamlandırmaya çalıştın dünyayı… Ama birlikte yaşama pratiğini beceremedin. Şimdi ne yapsak iyi olur biliyor musun: Biraz daha dikkat etsek sağımıza solumuza… Etrafımızda olup bitenlere. Sonra kendimize dönüp, gördüğümüz şeye saldırmadan, onunla ne yapacağımıza bakalım.

Ne dersin, biz mi onları eğitiyoruz? Yoksa onlar mı bizi?

Bu hafta benden bu kadar. Yazılar hakkında ne düşünüyorsunuz bilmiyorum. Ama bilmek fena olmazdı. O vakit bana şuradan bana mail atıp görüşlerinizi paylaşabilir ya da sadece merhaba demek için bana ulaşabilirsin.

Muhteşem bir hafta geçirmenizi dilerim.

Sevgiler,
E.

Beni takip etmek istersen;
instagram
Bana yazmak istersen;
mailler buraya

--

--

Emrah Dogru
Creative Chronicle of Emrah

Designer, Art Director & Instagram Curator from Istanbul. Photographs a lot Travels a bit. Creator Hello Typo and Co-owner of Ba’ndo. www.wearebando.com