Türk Ceza Kanunu Anlamında Kişisel Veri ile Özel Hayatın Gizliliğinin Gerçek Ayrımı Nasıl Sağlanır?

Anayasal anlamda kişisel veri kavramına tarihi süreçte atfedilen değer…

Fatih Selim Gündüz
DataBulls
11 min readJan 25, 2022

--

Photo by Giammarco on Unsplash

Kişisel verilerin korunması ile alakalı münferid düzenleme 1982 Anayasası’nında yer almamaktadır. 2010 senesine kadar bağımsız bir temel hak kategorisi olarak anayasada yerini alamayan kişisel verilerin korunması hakkı sözde varlığını özel hayatın gizliliği ile alakalı mevcut anayasal hakkın himayesinde sürdürmüştür. Himayi mevcudiyetin sürdürülmeye çalışılması sebebiyle yaşanan uyuşmazlık ve hak ihlallerinde başvurulacak temel madde özel hayatın gizliliği ile alakalı anayasada yer alan düzenleme idi. Bu düzenleme vesilesi ile şahsi verinin muhafazası hakkına ilişkin ihlalin menfi ve müspet yönde tespitine ilişkin yargılamalarda hukuk boşluğuna mahal verilmeden kararlar inşa edilse de kararlardan istenen semere elde edilememekte özellikle şuç tespitinde yanılgıya düşülmekteydi. Tabiki bu durum o dönem açısından değerlendirildiğine şahsi veri kavramı ile özel hayatın gizliliği kavramının müsavi sayıldığı hatta şahsi veri kavramının mevcudiyetinin yokluğu sebebiyle iki farklı mefhumun tek bir hak kategorisinde değerlendirildiğinin farkında olunmadığı bir dönemdi. Daha sonrasında şahsi veri mefhumunun tafsilatı ile mağrufiyeti ve her iki mefhumun arasındaki farklılığın zahir olması hali TCK ve Anayasada yer alan özel hayatın gizliliği ile alakalı düzenlemeden ayrı kişisel veriler ile alakalı düzenlemelere yer verilmesine sebebiyet vermiştir. Tabiki bu düzenlemelerin mevzuatta yer almasının tek sebebi bu olmamakla beraber gerçekleştirilen münferid düzenleme ile birçok hatalı suç tespitinin önüne geçilmiş ve kişisel veri anlamında farkındalık seviyesinin arttırılmasına yönelik çalışmalara başlanmıştır.Yukarıda da bahsedildiği üzere bu farklılığın tam manası ile anlaşılması bir hayli zaman almış ve bu hal Yargıtay Ceza Genel Kurulu tarafından ilk derece mahkemelerinin özel hayatın gizliliğini ihlale sebebiyet veren şahsi veriler ile KVKK anlamındaki şahsi verilerin işlenmesi arasındaki farkı gözetmeden verdikleri kararların bozulmasına sebebiyet vermiştir. Aslında ceza mahkemelerinin bu iki kavram arasındaki farkı gözetmeden karar vermeleri durumu dahi ilk dönem açısından belirsizliğin ne denli olduğunu ve yapılan münferid düzenlemelerin ehemmiyetini anlatmaktadır.

Münferid düzenlemenin tek sebebinin yukarıda izah edilen gayeden ibaret olmadığından bahsetmiştik. 2010 senesinde anayasaya kişisel veriler ile alakalı özel bir düzenlemenin dahil edilmesi ve şahsi verinin muhafazası bakımından dolaylı hüküm niteliğinde olan özel hayatın gizliliği maddesi ile yetinilmemesi son derece yerinde bir karar olmuştur. Bu düzenlemenin şekli anlamda hak kategorisinde yer alması sebebiyle her bir gerçek kişi şahsi verilerin muhafazası hakkının bihakkın yerine getirilmesini her bir kurum kuruluş ve gerçek kişiden talep etme salahiyetine sahip hale gelmiştir.

Yukarıda özel hayatın gizliliği hakkını kişisel verilerin korunması hakkı bakımından biraz geri planda bırakılmış gibi gösterildiğinin farkındayım. Lakin geri planda kalma durumu hakların yarışması açısından hiçbir şekilde söz konusu değildir. Bu algının yaşanmasının sebebi kişisel verilere ilişkin düzenlemenin ilk etapta olmaması ve kişisel verilerin bu süreçte varlığını özel hayatın gizliliği hakkının bünyesinde devam ettirmesi ve daha sonrasında ülke genelinde revaçta bir konu haline gelmesidir. Kişisel verilerin özel hayatın gizliliği ile muhakkak bir yakınlığı vardır lakin özel hayatın gizliliğinden apayrı bir disiplin ve dinamiği olan ve özel hayatın gizliliği kapsamına dahil edilerek kısıtlanmasına sebebiyet verilmemesi hususunda ehemmiyet gösterilmesi gereken bir alandır. İş böyle olunca TCK anlamında suç tespiti ile anayasal anlamda hak ihlalinin tespitinde yanılgıya düşmemek için özel hayatın gizliliği ile kişisel veriler arasındaki ayrım son derece ehemmiyet arz etmektedir. Şimdi özel hayatın gizliliği ile kişisel verilerin korunması arasındaki farkın Türk Ceza Kanunu anlamında karşımıza çıkarmış olduğu farklılıklar ilgili güncel Yargıtay kararları ile ele alınacaktır.

YANLIŞ DEĞERLENDİRMEYE SEBEBİYET VEREN KARARLAR

Yargıtay 12. Ceza dairesi 2014/19700 E 2015/1219 K

Sanığın, evli olan müşteki ile duygusal arkadaşlık kurarak bir süre birlikte yaşadığı, müştekinin, ilişkiye son vermesi üzerine duyduğu tepki ile, müştekiye ait sesleri ve müşteki ile yaptıklarını bir piknikte cep telefonuyla çektiği video görüntülerini CD’ye aktararak, ses ve görüntülerin bulunduğu CD’yi, müşteki ile olan ilişkisinden söz ederek, müştekinin eşine verilmek üzere, müştekinin kaynı tanık …’a bırakmak suretiyle ifşa ettiği olayda; müştekinin, üçüncü kişiler tarafından görülmesini ve bilinmesini istemediği, evlilik dışı ilişkisini ortaya koyan, özel yaşam alanına ilişkin ses ve görüntüleri yasal anlamda kişisel veri kapsamında değerlendirilemeyeceğinden, eylemin, verileri hukuka aykırı olarak verme veya ele geçirme suçunu değil, TCK’nın 134/2. maddesine uyan özel hayatın gizliliğini ihlal suçunu oluşturduğu ve sanığın bu suçtan sorumlu tutularak cezalandırılması gerektiği gözetilmeden, suçun nitelendirilmesinde yanılgıya düşülerek olayda uygulama yeri bulunmayan aynı Kanunun 136/1. maddesi uyarınca hüküm kurulması hatalı olmuştur.

Photo by JESHOOTS.COM on Unsplash

Yukarıda bahsi geçen karar 2015 senesine ait bir karardır. Kararın içerisinde her ne kadar müştekiye ait ses ve görüntülerin kişisel veri kapsamında değerlendirilemeyeceğinden bahsedilmiş olsa da bu ifade KVKK kapsamında değerlendirildiğinde doğru bir ifade değildir. Çünkü KVKK’nın 3/1, d maddesi gereği “Kimliği belirli ……, gerçek kişiye ilişkin her türlü bilgi kişisel veri kapsamında değerlendirilmektedir.” Müştekiye ait ses ve görüntüler vasıtası ile müştekinin kimliği açık bir şekilde belirlendiğinden ilgili materyallerin şahsi veri vasfında olduğu apaçık ortadadır. Peki 12.Ceza Dairesi niçin ses ve görüntü niteliğindeki veriyi kişisel veri saymamaktadır? Ceza dairesi tarafından ilgili somut olay özelinde ses ve görüntüyü kişisel veri saymamasındaki asıl sebep ilgili materyalin kişisel veri sayılması durumunda fiilin özel hayatın gizliliğinin ihlali suçu kapsamından çıkıp TCK 135 ile 140 maddeleri arasındaki kişisel veriler ile alakalı suç kapsamına girecek olmasıdır. Halbuki bizim görüşümüze göre tek bir fiille iki suçunda işlenebilir olduğudur. Peki Yargıtay hangi kriterleri esas alarak bu ayrıma sebebiyet vermektedir. Yargıtay özel hayatın gizliliği ile kişisel veriye ilişkin suç tasnifinde esas aldığı husus verinin mahrem/sır alan ilişkin olup olmamasıdır. Karara konu somut olayda da görüldüğü üzere ilgili veri mahrem/sır alana ilişkin ise veri kişisel veri niteliğinden çıkartılmaktadır. Lakin birbirini yakın anlamda tanıyan ve bu tanışıklık sebebi ile özel bir yaşantı içerisine giren kimselerin verilerini sırf 134/2 ile 135–140 arasındaki suç vasfının tespitinde kişisel veriler ile alakalı şuç kapsamına dahil etmemek gayesi ile verinin kişisel veri sayılmama gerekçesi ceza sistematiği açısından doğru bir yaklaşım tarzı değildir. İlgili veri kanun kapsamında kişisel veri sayılmasına rağmen kararda neden kişisel veri sayılmamıştır. İlgili fiilin özel hayatın gizliliği suçunu oluşturduğunun çok daha mantıklı ve kanunların birbiri ile uyum içerisinde olduğunu gösteren açıklamaların yapılması mümkün iken yaklaşımın bu şekilde olması son derece hatalı olup kişisel veri mefhumu açısından sınıfta kaldığımızı göstermektedir. Kısaca özetlemek gerekirse ceza dairesi ihlale konu kişisel veri açısından ihlal edilen kişisel verinin mahrem/sır alana ilişkin olup olmadığı ile alakalı değerlendirme yapmakta ve sır alana ilişkin kişisel veri ihlaline konu fiilin özel hayatın gizliliği suçuna sebebiyet verdiğini düşünmektedir. Lakin KVKK kapsamında veri kategorilerine bakıldığında mahrem veya sır nev’inde veri söz konusu değildir. KVKK’nın kategorilendirmesine bakıldığında genel nitelikli veri ile özel nitelikli veri ayrımı yapılmaktadır. Bu ayrımın esas alınması suretiyle suç vasfı yapılması gerekirken özel kanun niteliğindeki veri tanımlaması esas alınmayarak ortaya çıkartılan içtihadın yanlış olduğunu düşünmekteyiz. Bu yaklaşım tarzını gösteren başka bir Yargıtay kararını gelin inceleyelim.

Yargıtay 12. Ceza Dairesi E. 2014/11530 K. 2015/584 T. 19.01.2015

Sanıkların, mağdurla arkadaşlık kurdukları ve mağdurun, internet ortamından rızası ile gönderdiği çıplak fotoğraflarını flash diske kaydedip, babası M. ‘ye vermek suretiyle ifşa ettiklerinin iddia edildiği olayda; mağdurun, cinsel ve fiziksel mahremiyetine ilişkin çıplak görüntüleri kişisel veri kapsamında değerlendirilemeyeceğinden, eylemin, kişisel verilerin kaydedilmesi suçunu değil, TCK’nın 134/1. maddesinin 2. cümlesi ve 134/2. maddesine uyan özel hayatın gizliliğini ihlal suçlarını oluşturacağı, bu suçların, aynı Kanunun 139/1. maddesi uyarınca soruşturulması ve kovuşturulması şikayete bağlı olup, mağdurun, soruşturma ve kovuşturma aşamalarındaki ifadelerinde, sanıklardan şikayetçi olmadığı anlaşıldığından, sanıklar hakkında açılan davanın düşmesi yerine sanıkların mahkumiyetine hükmedilmesi…

Yukarıda izah edildiği şekilde Yargıtay 12. Ceza Dairesi tarafından verilen kararda da fotoğraflar kişisel veri olarak kabul edilmemiştir. Kişisel veri olarak kabul edilmemesindeki sebep materyalin mahrem/sır alana giriyor olmasıdır. Olaya bir de tam tersinden bakarak daha iyi kavramamızı sağlayacak diğer bir Yargıtay kararı da şu şekildedir.

Photo by Tingey Injury Law Firm on Unsplash

Yargıtay 12. Ceza Dairesi E. 2016/11618 K. 2017/8229 T. 01.11.2017

Özel hayatın gizliliğini ihlal suçundan kurulan mahkûmiyet hükmüne yönelik temyiz isteminin incelenmesine gelince;Yapılan yargılamaya, toplanıp karar yerinde gösterilen delillere, mahkemenin kovuşturma sonuçlarına uygun olarak oluşan kanaat ve takdirine, incelenen dosya kapsamına göre, sanığın eksik incelemeye dayalı olarak karar verildiğine ilişkin sair temyiz itirazlarının reddine, ancak; Mağdurun baş ve yüz kısmını gösteren resimleri, mağdurun başkalarının görmesini ve bilmesini istemeyeceği özel yaşam alanına ilişkin bir görüntü olarak kabul edilemeyeceğinden, mağdurun kişisel veri niteliğindeki resmini, hukuka uygunluk nedenlerinin bulunmaması nedeniyle hukuka aykırı olduğunda tereddüt bulunmayan bir yöntemle facebook adlı sosyal paylaşım sitesinde yayımlayan sanığın eyleminin, TCK’nın 136/1. madde ve fıkrasında tanımlanan verileri hukuka aykırı olarak verme veya ele geçirme suçunu oluşturacağı gözetilmeden, suç vasfında yanılgıya düşülerek, yasal ve yeterli olmayan gerekçelerle sanık hakkında TCK’nın 134 gereği hüküm kurulması hatalı olmuştur.

Yukarıdaki kararda da baş ve yüz kısmını gösteren fotoğraf ile mağdurun baş ve yüz kısmını gösteren resimlerinin mağdurun başkalarının görmesini ve bilmesini istemeyeceği yani mahrem/sır alana ait olmayan özel yaşam alanına ilişkin bir görüntü olarak kabul edilemeyeceğinden kişisel veri saymıştır. Bu kararda da ilgili fotoğrafın kişisel veri niteliğinde kabul edildiği ve kabulün sebebinin fotoğrafın mahrem/sır alana ait olmaması sebep görülmektedir. Konunun iki farklı Yargıtay kararı ile çok daha iyi anlaşılabilir hale geldiğini düşünmekteyiz. Yargıtay’ın kişisel veri kriteri ilgili materyalin mahrem/sır alana girip girmemesi üzerine inşa edilmiştir. Bu son derece yanlış bir karar olup bu kabul kanunlar arasındaki ahengin sağlanması ve kişisel veri kavramında ihtilafların yaşanmasına sebebiyet verecektir. Ülkemizde şahsi veri ile alakalı düzenlemelerin tam manası ile sindirilemediği acele bir şekilde uyumun gerçekleştirilmek için ciddi anlamda çabanın verildiği bir dönemde kişisel veri mefhumunun ne olduğu ile alakalı ihtilaflar meydana getirecek şekilde kararlar verilmesi doğru değildir. Yine aynı şekilde Anayasa Mahkemesine yapılan bireysel başvuruda ihlale konu verilerin kişisel verilerin hukuka aykırı ele geçirilmesi suçunun gerçekleşip gerçekleşmediği ile alakalı gerçek manada inceleme yapılmadan ihlale ilişkin fiil sebebiyle suçun gerçekleşmediğinin kabulünün hak ihlali oluşturduğunu tespit etmişlerdir. İlgili Anayasa Mahkemesi kararını gelin hep beraber inceleyelim.

ANAYASA MAHKEMESİNİN DEĞERLENDİRMESİ

BAŞVURUYA KONU OLAY

Başvurucu, kullandığı cep telefonuna eşi tarafından yüklenen casus yazılım aracılığıyla tüm kişisel verilerinin ele geçirildiğini ve kullanıldığını ileri sürerek 28/11/2016 tarihinde şikâyetçi olmuştur. Başvurucu vekili şikâyet dilekçesinde; başvurucunun tüm kişisel verileri, e-devlet şifresi, banka hesap bilgileri, sosyal medya yazışmaları, arama kayıtları, GPS yer bildirim kayıtları, fotoğrafları ile videolarının özel hayatın gizliliği ve kişisel verilerin korunması haklarına aykırı olarak ele geçirilip mahkeme dosyasına sunulduğunu vurgulamıştır. Dilekçede başvurucunun eşinin bu bilgileri ele geçirmek için bir internet sitesinden satın aldığı yazılımı başvurucunun telefonuna yüklediği ve zaman içinde elde ettiği bu verileri hukuka aykırı şekilde depoladığı ifade edilmiştir. Ayrıca başvurucunun eşi tarafından boşanma davasında delil olarak kullanılması amacıyla bu şekilde hareket edildiği bildirilmesine karşın dava dilekçesinde bu amacın fazlasıyla aşıldığı beyan edilerek başvurucunun aile fertlerinin hayatlarının dahi takip edildiği, boşanma davasındaki tanıkların kimliklerinin ele geçirildiği belirtilmiştir. Başvurucu, telefonundaki programın ne zaman yüklendiğinin ve eşi tarafından elde edilen verilerin kapsamının ne olduğunun belirlenmesinin iddialarının ispatı için önem taşıdığını belirterek eşinin haberleşmenin gizliliğini ihlal ve özel hayatın gizliliğini ihlal suçlarından cezalandırılmasını talep etmiştir.

EZİNE ASLİYE CEZA MAHKEMESİ TARAFINDAN VERİLEN KARAR

“…kayıtların boşanma davasına delil olarak sunma dışında atılı suçlara vücut verecek şekilde bilerek ve isteyerek basın, yayın, internet yolu ile veya başkaca herhangi bir yolla yayıp ifşa etmemesi nedeniyle suç işleme kastının olmadığı belirtilmiş ve eşin beraatine karar verilmiştir.”

BAM 3.CEZA DAİRESİ KARARI(ONAMA)

İlk derece mahkemesi tarafından verilen karar istinaf edilerek Başsavcılığın suçun hukuki nitelendirmesini yaparken hatalı davrandığını, kişisel verilerin hukuka aykırı şekilde ele geçirilmesi konusunda bir değerlendirme yapmadığını belirtmiştir. Beraat kararı nedeniyle Anayasa’nın 20. maddesinde güvence altına alınan özel hayata saygı hakkının ve kişisel verilerin korunmasını isteme hakkının ihlaline neden olunduğunu beyan etmiştir.

14. Bursa Bölge Adliye Mahkemesi 3. Ceza Dairesi (Daire) tarafından 25/5/2018 tarihinde Ceza Mahkemesinin kararının onanmasına karar verilmiştir. Kararın gerekçesinde; Yargıtay kararlarına ve yerleşik uygulamaya atıf yapılarak haksız bir saldırıyı önlemek için kaybolma olasılığı bulunan kanıtları yetkili makamlara sunmak amacıyla kişisel verileri kaydetme, ele geçirme ve yayma eylemlerinde bulunulabileceği vurgulanmıştır.

Photo by Sebastian Pichler on Unsplash

ANAYASA MAHKEMESİNİN HAK İHLALİNİN GERÇEKLEŞTİĞİNE İLİŞKİN KARARI

Anayasa’nın 20. maddesinin üçüncü fıkrası kişisel verilerin korunmasını isteme hakkı kapsamında sadece işleme şeklindeki sınırlama ya da müdahalelere karşı değil, kişisel verilere yönelik her türlü müdahale ve sınırlamalara karşı güvence getirdiği anlaşılmaktadır. Öncelikle devletin pozitif yükümlülüğünün kişisel verilerin korunması kapsamında üçüncü kişilerin müdahalelerine karşı yasal altyapı oluşturulması yanında bu altyapının ihlaline etkili yargısal tepki vermeyi de içerdiği vurgulanmalıdır. Bu bağlamda devletin kişisel verilerin korunması kapsamında kişisel verilerin hukuka aykırı olarak ele geçirilmesi, işlenmesi ve açıklanmasına yönelik önleyici tedbirler alması ve benzer durumların bir daha yaşanmaması için bunu yapanlara karşı caydırıcı yargısal tepki göstermesi gerekir. Bu yargısal tepkinin adli ceza biçiminde olması zorunlu değildir. Ancak bu tür müdahalelerin kanunda suç olarak düzenlenmesi hâlinde ceza soruşturması ve kovuşturmasının etkili bir biçimde yürütülmesinin sağlanması ve açıklanan gerekçelerin anayasal güvenceleri gözetecek mahiyette ilgili ve yeterli olması da devletin pozitif yükümlülüklerinin gereğidir. Başvuru konusu olayda başvurucunun kullanımında olan telefondaki bir adet fotoğraf, çeşitli videolar ile konuşma ve mesaj içerikleri boşanma davasına delil olarak sunulmuştur. Başvurucunun telefonunda yer alan bu bilgilerin başvurucuya ilişkin kişisel veri niteliğinde bilgiler olduğu, kişisel veri mahiyetindeki bilgilerin hukuka aykırı olarak ele geçirilmesi ve açıklanmasının da mevzuatta suç olarak düzenlendiği açıktır.

Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Somut olayda başvurucunun telefonunda yer alan bilgilerin eşi tarafından kaydedilerek boşanma davasında delil olarak kullanılması söz konusudur. Bu bağlamda başvurucunun fotoğrafları, videoları, konuşma ve mesaj kayıtlarının belirli bir gerçek kişi hakkındaki bilgi kapsamında olduğu gözetildiğinde bu bilgilere erişilmesinin, bunların kullanılmasının ve işlenmesinin özel hayata saygı hakkı kapsamındaki kişisel verilerin korunmasını isteme hakkı çerçevesinde kaldığı anlaşılmıştır. Başvuru konusu olayda başvurucunun kullanımında olan telefondaki bir adet fotoğraf, çeşitli videolar ile konuşma ve mesaj içerikleri boşanma davasına delil olarak sunulmuştur. Başvurucunun telefonunda yer alan bu bilgilerin başvurucuya ilişkin kişisel veri niteliğinde bilgiler olduğu, kişisel veri mahiyetindeki bilgilerin hukuka aykırı olarak ele geçirilmesi ve açıklanmasının da mevzuatta suç olarak düzenlendiği açıktır.

Anayasa mahkemesinin vermiş olduğu kararda da anlaşıldığı üzere eşin boşanma davasına konu yaptıkları fotoğraf, video ve ses kayıtlarının kişisel veri niteliğinde olduğu kabul edilmiştir. Bu yaklaşım tarzı yukarıda da bahsedildiği üzere kanunların birbiri ile ahenginin muhafazası açısından son derece doğru bir karar olmuştur. Anayasa mahkemesi kararında özellikle hangi hak ihlalinin gerçekleştiğini vurgulamıştır. Bu vurgulama tabi ki anayasa mahkemesinin görevi sebebiyle doğal karşılanacaktır lakin anayasa mahkemesinin kararında ehemmiyet arz eden ve özellikle vurgulanan ve Yargıtay’ın tekrar eden kararlarındaki hataya düşmeyerek tespit ettiği husus şu kısımdır: Özel hayatın gizliliği hakkı ile kişisel veri hakkının bir bütün olduğunu vurgulamak ile beraber ceza kovuşturması anlamında kişisel veri ile alakalı suç tespitine gereken ehemmiyetin gösterilmediğinden bahisle hak ihlalinin gerçekleştiğine karar vermiştir. Bu sebeple “Özel hayat; kişinin sadece gözlerden uzakta, başkalarıyla paylaşmadığı, kapalı kapılar ardında, dört duvar arasındaki yaşantısı ve mahremiyetinden ibaret değil, herkesin bilmediği veya bilmemesi gereken, istenildiğinde başka kişilere açıklanabilen, tamamen kişiye özel hayat olayları ve bilgilerin tamamını içerir. Bu nedenle, kamuya açık alanda bulunulması, bu alandaki her görüntü veya sesin dinlenilmesine, izlenilmesine, kaydedilmesine, sürekli ve izinsiz olarak elde bulundurulmasına rıza gösterildiği anlamına gelmez. Kamuya açık alanda bulunulduğunda dahi, “kalabalığın içinde dikkat çekmezlik, tanınmazlık, bilinmezlik” prensibi geçerli olup, kamuya açık alandaki kişinin, gün içerisinde yaptıkları, gittiği yerler, kiminle niçin, nasıl, nerede ve ne zaman görüştüğü gibi hususları tespit etmek amacıyla sürekli denetim ve gözetim altına alınması sonucu elde edilmiş bilgileri ya da onun başkalarınca görülmesi ve bilinmesini istemeyeceği, özel yaşam alanına girdiğinde şüphe bulunmayan faaliyetleri özel hayat kavramı kapsamına dahildir.” (2019/2121,2019/5170)

Bu karar izahını biraz daha açmak gerekirse; Anayasa Mahkemesi İlgili verinin mahrem/sır alana girmesinin verinin kişisel veri olmasına tesir etmediğini, verinin kişiselliğini koruduğunu, tek bir fiil ile hem özel hayatın gizliliğinin hem de kişisel veri hakkının ihlal edilebildiğini belirtmiştir.

Kıymetli oyucular kısaca özetlemek gerekirse alenileştirilmiş kişisel veriler ile kamusal alanda elde edilmiş kişisel veriler haricindeki her bir veri korunmaya değerdir. Bu sebeple verinin mahrem/sır alana girip girmemesi ile alakalı değerlendirme üzerinden hak ihlalinin tespitine gidilmesi hatalı bir uygulamadır. Kişisel verilerin çok boyutlu, etkin ve etkili bir biçimde toplanabilmesi, işlenebilmesi ve yayılabilmesi imkânını yaratan bu teknolojik tehdit sürecinde, adeta kuşatılmış bir biçimde sürekli izlenildiğini ve gözetlendiğini hisseden insanın verebileceği en doğal ve meşru tepki, kendi mahrem yaşam alanını korumaya çalışmaktır. Yargı makamlarınca bu koruma çabasına daha dikkatli ve özenle yaklaşılması gerekmektedir.

(Sağlıklı, mutlu ve huzurlu günler yaşamak dileğiyle… )

Av. Fatih Selim GÜNDÜZ

Diğer Yazılar:

--

--