Çevik Sepet

Eylul Cesmeci
Delivery Hero Tech Hub
4 min readSep 16, 2021

Bir arkadaşımız Yemeksepeti’nde işe başladığında büyük bir oryantasyon sürecine girer. Agile Koçlar olarak bu oryantasyon sürecinin de bir parçası oluyoruz. IT ekiplerine yeni katılmış herkes, tüm Product Owner’lar, diğer bölümlerden birebir çalışma süreçlerimize dahil olduğunu düşündüğümüz her bir arkadaşımızla bir araya geliyoruz. Hem onları tanıyoruz, hem kendimizi tanıtıyoruz. “Bir Agile Koç Yemeksepeti’nde ne yapar?”, “Yemeksepeti’nin Agile’a bakışı nasıldır?”, “takımlar nasıl çalışır?”, “belirli metodolojiler kullanılır mı?” gibi soruları yanıtlamaya çalışıyoruz.

İstisnasız her oryantasyonda şu cümle ile karşılaşıyorum; “Agile nedir biliyorum. Daha önce çalıştığım yerde de belirli şeyler yapıyorduk. Ama Yemeksepeti’nde işler biraz daha ciddiye alınıyor sanırım”. Bu cümle tabi ki, bizler için mutluluk ve gurur verici. Öte yandan benim aklıma takılan soru şu oluyor; “Daha işe başlayalı bir kaç gün olmuş biri, Yemeksepeti’nin Agile’a bakışı ile ilgili bu fikre nasıl sahip olmuş olabilir?”. İşte bu yazı bu soruyla ilgili.

Bu soruyu düşünürken, bir Sepetli’nin ilk günlerini ve nelerle / kimlerle karşılaştığını gözden geçirdim. Evden çalışmaya başlayan bir Sepetli, -kahramanımızın bu yazıda adı Eylül olsun- ilk iş gününde evine kargolanan bilgisayarını açtı ve belirli programlara erişemedi diyelim. Hatta belki bilgisayarını bile açamadı. Ofiste olsa, hemen yanındakine sorabileceği bir durumda, evde tek başına kalan Eylül’ün imdadına, cep telefonuna gelen bir mesaj ya da arama koşuyor. Eylül’e atanan bir “buddy” var ve ilk dönemindeki problemlerinde yardımcı olmaya çalışıyor. Bu muhtelemen Eylül’ün takım arkadaşlarından biri. Yaşadığı bir problemle ilgili yardımcı olurken, Eylül daha ilk günden, belirli yerlere mail atmak ve onay almak yerine, çözüm getiren hızlı iletişim yönteminin seçildiğini görüyor.

Yani ilk öğrenim; mümkün olan en verimli ve hızlı iletişim aracını seçmenin Yemeksepeti’nin çalışma kültüründe olduğu. Buna ek olarak, takım arkadaşının zamanının kayda değer bir bölümünü ona ayırdığını görüyor ve bu noktada geleneksel iş yapma algısından daha farklı olarak, çalışma denilen zamanın önemli bir bölümünün de “takım olmaya yatırım yapmak” olduğunu farkediyor.

Eylül sonrasında oryantasyonlara başlıyor. İlk başta, bu kadar insanla tanışmak zorunda mıyım diye düşünürken, takımların birbirlerine dokundukları noktaları görüyor. İşlerin sora sora öğrenildiği bir ortamda, kime / nereye gideceğini bilmenin önemini görüyor.

Oryantasyonlar sırasında, dikkatini çeken bir diğer nokta da, hangi bölümde olursa olsun her bir takımın ortak bir dil kullanması. Herhangi bir çerçeve ile çalışan ya da çalışmayan takımlarda bile, bir iterasyon mantığının olduğunu, geri bildirimin önemini ve sürekli bir gelişme ortamının varlığını farkediyor. Oryantasyon mantığını yavaş yavaş anlamaya başlıyor. Özellikle de, her bir takım kendi işlerini anlatırken, beraber çalıştıkları farklı takımların iş süreçlerine de erişebiliyor ve hangi iş ne durumda bunu görebiliyor. Hatta yeni başlamış bir insana gösterebiliyorlar bile. Şeffaflık şirketin geneline bu derece yayılmış.

Yine oryantasyonlar sırasında, her yerde hakim olan bir “sen” kültürünü görüyor. Hatta kendisinden yaşça büyük insanlarla ya da yöneticilerle konuşurken siz / sen arasında kaldığı oluyor ama alışması kolay. (İnsanın C-Level yöneticisine “sen” dediği nerde görülmüş!) O zaman hiyerarşinin Yemeksepeti’nde organizasyonel bir amacı olduğunu, karar verme sorumluluğunun ise mümkün olduğu kadar yatay dağıldığını, bir başka deyişle yalın (lean) yapının yürütülmeye çalışıldığını görüyor.

Oryantasyonların yanı sıra, takımıyla beraber işleri tanımaya başlayan Eylül, kendi takımının kendi karar verdiği metodoloji ile çalıştığını görüyor. Kimse “siz şöyle çalışın” dememiş. Takımın kimi metrikleri tuttuğunu fakat bu metriklerin performans ölçütleri olmadığını, sadece takımın kendi kendini değerlendirmesi için kullanıldığını anlıyor. İlk günlerinde, herhangi bir sürecin bir toplantısına denk gelirse- ki mümkün olduğunca kısa tutulan iterasyonlar olduğundan, bu bir hayli mümkün-, nasıl planlama yapılır, işler nasıl bölünür, takım kendini nasıl eleştirir, nasıl tartışılır gibi soruların yanıtlarını da hemen gözlemleme fırsatı buluyor. Aksaklıkları farkediyor. Belki de ilk günlerinden itibaren, ortamın ona verdiği cesaretle yorumunu paylaşmaya ve yeni öneriler sunmaya başlıyor.

Tabi ki her şey güllük gülistanlık değil. Bu tanışma sürecinde, yapılan hatalar, patlayan projeler, boşa giden işler de anlatılıyor Eylül’e. Sonrasında da, öğrenilenler ve geliştirilen noktalar ya da hala öğrenilememiş ve aksaklığa yol açan zayıflıklardan bahsediliyor. “Yanlış yapa yapa öğrendik” sözünü duyunca, Yemeksepeti’nde hata yapmanın sürecin bir parçası olarak kabul edildiğini anlıyor. Hatta hatalarından bu kadar rahat bahsedebilen insanları görüp, psikolojik olarak güvenli bir ortamın var olduğunu düşünüyor.

Bunun gibi bir çok örnek üzerine, Agile Koçlarla oryantasyona gelen Eylül’e, Agile konusundaki tecrübeleri, bilgileri sorulduğunda da, çoğunlukla yazının en başında bahsettiğim cevabı veriyor.

Bu yazının çıktısı da şu; organizasyonunuzda tüm departmanlar “Agile’a geçmiş olabilir” (bu her ne demekse). Her bir takımınız Kanban, Scrum vb. gibi belirli çerçeveler içinde çalışıyor olabilir. Fakat Agile sadece bunlarla ilgili değil. Zaten Eylül’ün verdiği cevap da bunlarla ilgili değildi.

Agile olmak, çalıştığınız ortamın kültürüyle birebir ilişkili. Hata yapabilen, soran, sorgulayan, öğrenebilen, sürekli kendini geliştirebilen, her yeni duruma adapte olup ayak uydurabilen, kimi geleneksel kalıplara sıkışmadan verimli iş çıkarabilen insanların çalışmaktan mutluluk duyacağı bir ortam oluşturmakla da ilişkili bir yandan.

--

--