Katil yosun: Caulerpa taxifolia — Akdeniz’in başa çıkması gereken bir başka dert
Denizaltını daha yakından tanıdıkça ve suyun altının büyüsünü daha sık yaşamak istedikçe denizi, suyun üstüne, kendi yaşam alanlarımıza taşıma çalışmalarımız başladı ve bunu her geçen gün daha iyi, gözle görünür şekilde güzel ve çeşitli hale getirmek için çabalamaya başladık. Peki bunun “Katil Yosun” ile ne ilgisi var?
Akvaryum sevenlerin, akvaryumları yeşil, sarı, mavi, mor ve hatta kırmızı renkleri bir arada sunduğu için yaşam alanlarına katmak istediğini söylemek galiba yanlış olmaz. Her dakika Akdeniz’e yada günümüzde popüler olan dalış lokasyonları olan Kızıldeniz’e yada Maldivlere dalamayacağımıza göre, yapacağımız şey Akdeniz’i, Kızıldeniz’i yada Maldivleri suyun üstüne taşımak, yani evlerimize.
Öncelerde üst gelir grubuna mensup kişilerin evlerinde kendine yer bulan tuzlu su akvaryumları, daha sonra halka açık ve daha büyük kapsamlı yaşam parklarına evrilirken, bu büyük akvaryumların kurulduğu coğrafyalardaki halk da bilinçlenerek su altının büyüleyici dünyasına denize dalmadan da izleyebildiler.
Avrupa’da tuzlu su akvaryumlarının tarihi
Kısaca Avrupa’daki tuzlu akvaryumlarının tarihçesine bakacak olursak, 1853 yılına geri gitmemize ve bulabildiğimiz ilk vasıtayla Londra’ya gitmemiz gerekiyor. William Thompson tarafından kurulan bu akvaryum Avrupa’daki tuzlu su akvaryumlarının gelişmesinin önündeki en önemli model.
20. yüzyıla kadar tuzlu su akvaryumları genellikle özel koleksiyonlardı, bu yüz yılınbaşından itibaren kamuya açılmaya başladılar ve günümüzde Türkiye de dahil olmak üzere Avrupa kıtası üzerinde yüzlerce irili ufaklı tuzlu su akvaryumu var.
Tuzlu su akvaryumları, Avrupa’da yaygınlaşırken tabii ki Monako’da da kendine yer buldu. 1910 yılında Monako’nun başkenti olan Monte Karlo’da kuruldu ve bu akvaryum bugün Avrupa’daki en eski örneklerden biri. 11 bin metrekarelik bir alanı kaplayan akvaryumda 6 bin kadar tür var. Fakat bugünkü konumuz Monako Oşinografi Müzesi olarak da bilinen bu popüler ziyaret noktası değil, buradan başladığı düşünülen ve Akdeniz’e yayılarak bir felakete dönüşen bir sızıntı.
Katil yosunu daha yakından tanıyalım
Pasifik ve Hint okyanusu ile Karayip denizinin yerli türlerinden birisi olan Caulerpa taxifolia, Akdeniz’e yayılmadan önce kendi coğrafyası içinde, suyun altında kendi halinde bir yerlere tutunan ve yaşamını devam eden, Cauleracea ailesinden bir deniz yosunu. Çok parlak, floresan yeşil renkleriyle dikkat çeken bu yosun, Monako’daki akvaryumun deniz canlılarını kürate eden uzmanların da dikkatini çekmiş olacak ki, akvaryumun içine bu yosunu da dahil etmişler.
1984 yılında ilk kez Fransa kıyısında araştırma yürütenler suyun altında bu yosunla karşılaştıklarında muhtemelen Akdeniz’in başına gelecek olanlardan habersizdiler.
Taxifolia hızlı büyüyen ve yayılımı hızlı olan bir deniz yosunu türü. Doğal olarak yaşadıkları yerlerdeki üreme ve yayılımını engelleyen sıcaklık ve tuzluluk gibi faktörler Akdeniz’de olmadığından kontrolsüzce çoğalan yosun birden bire Fransa kıyılarının su altı yaşamına dair en büyük risklerden birisi haline geldi.
Dünyanın farklı denizleri arasında seyahat ederek yaşam alanını genişleten tek tür taxifolia değil tabii ki. Gemilerin balast sularında yada gövdelerinde dolaşım halinde olan bir sürü deniz anası, midye hatta başka yosun ve balık türleri var. Akıntılarla taşınıyorlar, tamam fakat balast suları bu konuda oldukça önemli bir faktör. Çünkü sularda görülen fiziksel ve kimyasal özellikler, bu canlıların taşınırken hayatta kalmasını önemli ölçüde azaltan etkiler yaratıyor. Fakat fiziksel taşınım böyle değil, balast suları noktalama bırakılıveriyor. taxifolia’da pekala akıntılarla yada balast sularıyla taşınan türlerden birisi de olabilirdi, tek fark bu seferki firarın akvaryumdan oluşu.
Dünyanın farklı bir yerinde yaşarken Akdeniz’e gelen katil yosun, yerel türler için ciddi bir tehlike. Çünkü halihazırda Akdeniz’in ev sahipleri olan türlerin büyümesini engelliyor, besin bulunabilirliğini azaltıyor ve su altı habitatını tahrip ediyor. Bu baskın davranışından ötürü C. taxifolia, ekoloji çevrelerinde katil yosun olarak da tanımlanıyor.
Bu da gelecekte, Akdeniz’de, Akdeniz’in yerel türlerinin bulunabilirlik ihtimalini azaltan bir başka yük. Sanki iklim değişikliği, deniz suyununun ısınması, asidite hatta Süveyş Kanalından gelen Kızıldeniz göçmenler yetmiyor…
Monako bu işin neresinde?
Şu ana kadar Akdeniz’deki katil yosun tehlikesini gidermek için pek çok yöntem denendi fakat yosun o kadar hızlı büyüyor ve yayılıyor ki, bu önlemlerin pek faydası olmadı. Şu an için katil yosundan kurtulmanın en etkili ve sonuç odaklı yolu, yosunu elle toplayıp sudan çıkarmak gibi görünüyor, güneş görmesin diye üstünü plastik örtülerle kaplamak falan yeterli olmadı.
Farklı derinliklerde bulunması ve oldukça yayılım göstermesi nedeniyle bu yöntem zor, zor olduğu kadar da maliyetli bir temizleme yöntemi. Kaldı ki yosunu sudan çıkarırken hiç bir parçasının kalmaması gerekiyor, yoksa yeniden yayılım gösterme ihtimali yüksek. Yayılımı azaltmak için teknelerin, yük gemilerinin yada benzer şekilde Akdeniz’de dolaşan diğer deniz araçlarının balast sularını orda burda boşaltmaması, gövdelerini her seferinde iyice temizlemesi ve bu temizlik sularını gerektiği gibi denizden uzaklaştırması gerekiyor. Bu da hemen hemen imkansız görünüyor.
Monako Fransa içinde kendine özerk bir prenslik ve Nice, Cannes ve Marsilya’ya oldukça yakın. Bu bölgeyi Cote d’azur, yani Fransız rivierası olarak da biliyoruz.
İşte 1984 yılındaki ilk keşif de, aynı zamanda ünlü deniz kaşifi Jack Cousto’nun başında olduğu Monako Ulusal Oşinografi Müzesi’nin de kıyısında olduğu bu sahillerde yapıldı. Her ne kadar otoriteler bu konudaki sorumluluğu üstlenmekten kaçınsa da, katil yosunun Monako Oşinografi Müzesi’nin akvaryumunun deşarjından Akdeniz’e kaçtığını düşünmemek için geçerli hiç bir sebebimiz yok. Kim olsa, ilk önce bu ölçekteki bir akvaryuma gözünü dikerdi.
Monako bu yosunun Süveyş Kanalı vasıtasıyla Akdeniz’e giriş yapan Caulerpa mexicana’nın bir mutantı olduğunu iddia etse de “İsviçreli bilim insanları”nin DNA araştırmaları durumun böyle olmadığını net bir şekilde ortaya koymuş durumda.
Katil yosun, Akdeniz’i kendine has besin zinciri içinde bir yere sahip olmadığı için, Akdeniz’de şu anda onunla başa çıkabilecek bir yiyicisi yok. Kaldı ki yemeye kalksalar bile balıkların başa çıkması gereken bir sorun daha var: katil yosun balıklar için toksik. Balıklar yada diğer deniz canlıları bu yosunu yediğinde, yosundan salgılanan Caulerpin gibi kimyasallar bağırsaklardan, derisinden ve solungaçlarından emilir, ardından felç hücre zarı geçirgenliğini azaltması ve felç gibi etkiler göstererek yosunu yiyen canlının ölümüne neden olur.
Yosunun yayılmasını engellemek için neler yapabiliriz?
Taxifolia sporla çoğalan bir yosun, bu nedenle sudan çıkarmış olmak bütünüyle ondan kurtulduğumuz anlamına gelmiyor olabilir. Bu nedenle yosunun taşınmasını engellemek için iyi bir filtreleme sistemiyle birlikte balast sularının farklı coğrafyalarda boşalmasını engellemek yosunun yayılımını engellemek için alınabilecek kapsamlı bir örnek, fakat bunun nasıl sağlanacağı halen muamma. Teknelerin gövde ve sabitleme demirlerinin temizliği yapmak bir başka önlem.
Bahsettiğim üzere yosunu elle toplamak da önemli bir çözüm, doğal tüketicilerin sisteme dahil edilmesi de bir seçenek. Fakat bir istilacıdan kurtulurken bir başkasına alan açmamak lazım, dikkatli olunmalı.
Katil yosun, Akdehniz’de birlikte yaşamamız gereken, dünyanın farklı bir yerinden öylece gelip Akdeniz’e konuveren bir başka beklenmedik konuk ve malesef artık kalıcı. Onunla birlikte yaşamayı öğrenmek ve herşeye rağmen Akdeniz’i ondan bütünüyle temizlemek için araştırmaları sürdürmemiz gerekiyor.
Okuduğunuz için teşekkür ederim.