Midhat Paşa ve Hürriyet İdeali

“…bu memleket aydınlara atılan taşlarla inşa edilmiştir…”

--

Midhat Paşa

Yıldız Mahkemesine katılımcı, takipçi, şahit, sanık, avukat veya hakim olarak gelen herkes ilk günden itibaren bu mahkemenin formalite icabı kurulduğunu ya biliyorlardı ya da daha sonradan farkına vardılar. Öyle ki, mahkeme kurulunun ikinci başkanı Hristo Efendi duruşma esnasında Midhat Paşa’ya “Peki, iddianameyi nasıl buldunuz?” diye sorduğunda Paşa hafızalara kazınacak, Yıldız Mahkemesi dendiğinde ilk akla gelecek şu tarihi sözleri söyledi: “İddianamenin yalnız iki yerini açık ve doğru buldum. Birisi başındaki besmelesi diğeri de sonundaki tarihidir. Diğer yerleri yalan ve yanlış sözlerden ibarettir.”

Sadece Sultan Abdülaziz’in vefatı hakkında oluşturulan iddianamenin asılsız olması değil, kendisi hakkındaki oluşmuş yargılar da en az iddianame kadar yanlış, eksik, fazla veya tutarsız Midhat Paşa’nın. Bugün mezarı Hürriyet-i Ebediye Abidesinde bulunan Midhat Paşa(1822–1884), bazıları tarafından cumhuriyet kurma ideali olan veya âl-i Osman’ı ortadan kaldırıp âl-i Midhat’ı tahta geçirmeye çalışan birisi olarak görülürken, bazıları tarafından da Türk siyasi hayatında anayasal ve parlamenter rejimin tarihi bir simgesi, hürriyetin babası olarak önümüze sunulan bir isim. Bu görüşlerden öte Midhat Paşa, Osmanlı İmparatorluğu’nda, seküler ve yaygın eğitimden zorunlu askerliğe, memleket sandıklarından(günümüzde Ziraat Bankası), şehir planlamacılığına kadar birçok modern kurumun temelini atmış, ünlü dört ıslahatçı paşanın sonuncusuydu (diğerleri Reşit, Ali ve Fuat Paşalar).

Bu yazımda Midhat Paşa’nın hayatını bir kronolojik sıraya sokup pek çok sitede ulaşabileceğiniz tarihi bilgiler ve kıyaslamalardan bahsetmek yerine ölümünden yaklaşık 20 yıl sonra oğlunun yayınladığı “The Life of Midhat Pasha: A Record of His Services, Political Reforms, Banishment, and Judicial Murder, Derived From Private Documents and Reminiscences” ve Şule Aşkın’ın Midhat Paşa’nın anılarından faydalanarak yazdığı “Karanlıktan Doğan Aydınlık Midhat Paşa” gibi kitaplardan ve hakkında yazılan diğer pek çok makaleden faydalanarak kendisinin hürriyet idealinden ve bu idealin nasıl oluştuğunu aktarmaya gayret edeceğim.

Midhat Paşa’nın valiliğinde resmedilen Bağdat

Midhat Paşa, Tanzimat devlet adamları arasında farklı bir kuşağı temsil eder. Hariciye’den veya Tercüme Odası’ndan gelmez. Çok kısa bir yurt dışı tecrübesi vardır. Fransızcayı geç yaşta ve belli bir düzeyde öğrenebilmiştir. Elli yaşına gelinceye kadar Bâbıâli’de yüksek siyasi görevlerde bulunmamış, hizmet yıllarının büyük bir kısmı merkezde veya taşradaki idari görevlerle geçmiştir. Ancak Rusçuklu bir babanın evladı olan ve çocukluk yıllarının bir kısmını Balkanlarda geçiren Ahmet Şefik (kendisine Divan-ı Hümayun Kaleminde görev yaparken “övülen” anlamındaki Midhat lakabı takılmıştır.) bu yıllarda bu bölgedeki isyanları, taşkınlıkları ve çatışmaları tecrübe etmiş, Müslümanlarla gayrimüslimler arasındaki birlikte yaşama rızasının ancak daha üst bir kimlik olan Osmanlılık idealiyle ve bu idealde Osmanlı’daki tüm toplulukların eşit hak ve özgürlüklere sahip olmasıyla oluşacağına inanmıştır.

Fransa’ya dil öğrenmek için gittiğinde kafasında oluşan bu ilericiliğin ve hürriyet sevdasının nasıl oluştuğunu şu cümlelerinde görebiliriz : “ O zamandan aklımda kalan büyük taş yapılar ve Özgürlük Meydanı’dır. Meydanın etrafına sıralanmış restoran ve kafelerde kadınlı erkekli grupların neşe için sohbet ettiklerini gördüm. Sonra kendi memleketimin kadınlarını düşündüm. Böyle bir huzuru onlar da hak etmiyorlar mıydı? Kendi vatanımı da böyle görmek istiyordum işte. Bir özgürlük meydanı olmalı, kadınlar çocuklar eğitim almalı, özgür olmalı, halk üretmeli, hep ileriye, ileriye bakmalı. Neden bizde olmasın?”

Daha sonrasında burada çeşitli kişilerle tanışmış, onlarla devletin sınırı, özgürlüğün bedeli ve sınırları, monarkın yetkileri, anayasanın ve siyasal hakların gerekliliği üzerine çeşitli fikir alışverişlerde bulunmuştur. Bu yolla tanıdığı Mösyö Lucian kendisinin de ifadesiyle Midhat Paşa’nın fikri düzeyde gelişmesinde önemli bir rol oynamıştır. “Söze girdim ve sosyal hukuk devletini biraz anlatmasını rica ettim Mösyö Lucian’dan.” der Midhat Paşa.

“Zevkle anlatmaya başladı :

‘Hukuk devleti demek güçler ayrılığı demektir. Yani, yönetim, yargı ve yasama birbirinden bağımsız olacak. Meclis, kanun yapacak, mahkemeler bu kanunlara göre yargılayacak, hükümet bu kanunlara göre memleketi yönetecek. Kısacası bu üç kurum birbirinden ne kadar ayrı ve bağımsız olursa demokrasi o kadar güçlü olacaktır.’

Söyledikleri benim için devrim niteliğindeydi.

‘Son derece akla yatkın. Fakat padişah ne yapacak bu durumda onu anlamadım?’ diye sorduğumda ‘Tarihin çöplüğünde yerini alacak ya da etkisi kısıtlanmış olarak varlığını devam ettirecek.”

Buralarda öğrendiği Jean-Jacques Rousseau, John Stuart Mill gibi düşünürlerin de etkisiyle hürriyetin ve meşrutiyet rejiminin Osmanlı’yı yıkımdan kurtaracağına inanan Midhat Paşa, başarılı geçen valiliklerinde Osmanlıcılık siyasetinin ve meşveret ilkesinin samimi bir uygulayıcısı olmuştur. Gayrimüslim ahalinin güvenliğinin sağlanması, sosyoekonomik bakımdan durumlarının iyileştirilmesi ve yönetimde söz sahibi olmaları halinde karma bir genel eğitim sisteminin de yardımıyla Osmanlı vatanseverliği fikrinin hâkim kılınabileceği ve milliyetçilik akımlarının böylece önlenebileceği kanaatini taşımıştır. Bu sebeple valiliklerinde bir yandan Müslüman ya da Hristiyan bütün tebaanın eşraf vasıtasıyla yönetime katılacağı, böylece sahip çıkacağı bir idare tarzının benimsenmesinin teminine çalışırken öte yandan faaliyetlerini asayiş, bayındırlık ve maarif olmak üzere üç alan üzerinde yoğunlaştırmıştır. Bu başarılı yönetimi onu halk ve devlet erkanı gözünde zamanla çok değerli kılmış, sonraki yıllarda Kanun-i Esasi’yi hazırlayan kişi olmasında önemli rol oynamıştır.

Midhat Paşa’nın önderliğinde hazırlanan Kanun-i Esasi’nin ilanı

Kanun-i Esasi aslında dönemine göre gayet işleyebilecek bir anayasa ve meşruti rejim oluşturabilecekken Sultan II. Abdülhamid’in padişaha siyasi gerekçelerle mahkemesiz sürgün yetkisi veren ünlü 113. maddenin metne eklenmesi konusundaki ısrarı anayasanın işler hale gelmesinde büyük bir engel oluşturduğu söylenebilir. Nitekim dönemin İngiliz büyükelçisi Sir Eliot’un kendisine bu 113. maddenin resmen intihar olduğunu ve padişahın bu maddeye dayanarak sürgüne göndereceği ilk kişinin kendisi olacağını anımsattıktan sonra Midhat Paşa hürriyet denilen mefhumun fedakarlık etmeden elde edilemeyeceğini belirtmiştir.

“Daha sonrasında geçen konuşmada Sir Eliot ‘Sizi anlıyorum. Başka türlü olmasına imkan bulamadığınızı biliyorum. Ama yine de bana göre böyle dört yanından cendereye alınmış bir hürriyetin hiç olmaması evladır’ demişti. Sir Eliot’ın anlamadığı şey bizim gibi Doğu toplumlarında, kul olmak dışında ki bu da bir hak değildir, hiçbir şeye sahip olmayan birey için kısıtlı olsa da elde edeceği özgürlüğün kıymeti hiçbir şey ile ölçülemez. Bizler Sir Eliot’ın rahatlığında ‘Hiç olmaması evladır’ deme şansına sahip değiliz. Daha önce adını duyduğumuz fakat hiç yemediğimiz bir meyve önümüze geldiğinde ilk duygumuz tadına bakmaktır. Üzerindeki ezikler, çürükler ikinci planda kalır. İşte bizi yaptığımız da budur. Hürriyetin tadına bakmak.”

Nitekim tarih kısa süreliğine de olsa Sir Eliot’ı haklı çıkarmış, Midhat Paşa 113.madde gereğince anayasanın ilanından yaklaşık 8 ay sonra sürgüne yollanmış, daha sonrasında Yıldız mahkemesinde yargılanarak Taif’e sürgüne gönderilmiş, 1884 yılında da burada muhafızlar tarafından katledilmiştir. Ancak uzun vadede Midhat Paşa haklı çıkmış, onun yeşerttiği bu hürriyet ideali ilk önce II. Meşrutiyetle daha sonrasında Cumhuriyet’in ilanıyla kendini göstermiştir.

Sonuç olarak Ahmet Vefik Paşa’nın sözüne binaen; bu memleket aydınlara atılan taşlarla inşa edilmiştir. Hatta daha ileri gidip, bu memleketin, kendi çıkarlarını hiçe sayan, ülkesi için canını vermekten çekinmeyen aydınlar sayesinde de bugünlere geldiğini söyleyebiliriz. Mustafa Reşit Paşa’yla başlayıp Ali ve Fuat Paşalarla süregiden, İttihat ve Terakki’nin hemen peşinden Mustafa Kemal’in mücadelesiyle genişleyen özgürlük ve ilericilik yolunun Midhat Paşa durağından nasıl gözüktüğünü kalemim döndüğünce anlatmaya gayret gösterdim. Umarım az da olsa bir katkıda bulunabilmişimdir. Bir sonraki yazımda görüşmek üzere.

Kaynakça

Aksun, S. (2020). Karanlıktan doğan aydınlık Midhat paşa

Doğan, Midhat paşanın hatıraları YILDIZ MAHKEMESİ ve TAİF ZİNDANI — LA PRESSE ILLUSTREE.

MİDHAT PAŞA. TDV İslam Ansiklopedisi

Midhat, A. H. (1903). The life of Midhat Pasha: A Record of his Services, Political Reforms, Banishment, and Judicial Murder, Derived From Private Documents and Reminiscences

Baykal, B. S. MİDHAT PAŞA HAKKINDA YENİ YAYINLAR VE GÖRÜŞLER

--

--