Sokrates ve Akıl Oyunları

“Sokratesin Savunması” üzerine düşünce yazıları/1

“Ben ölümden korkmuyorum, beni öldürürseniz üzülürsünüz. Zira benim gibi bir adamı kaybettiğiniz için üzülürsünüz! Ama öte yandan ölümümün gerekir bir yazgı olduğunun farkındayım. Çünkü sürekli bana doğru gelen birtakım dürtülerle hareket ettiğime göre şayet ölmek istemeseydim şu anda beni öldürmemeniz için suyunuza gider, dediklerinizi kabul ederdim! Fakat gördüğünüz gibi tam aksi şekilde davranıyorum.”

Sokrates savunmasını genel hatlarıyla incelediğimizde kendisini suçlayanları ruhani varlıklara benzettiğini, onun karşısına çıkmaya dahi yürekleri olmayan ancak kendisini onlara karşı savunmak zorunda bırakan bir takım kimseler olarak tanımladığını görürüz.

“Hem bu suçlamalar karşılarında kendilerini yanıtlayacak kimse yokken, benim arkamdan oluyordu. Bir komedya yazarını bir yana bırakırsak, ötekilerinin ne adını biliyorum, ne de size söyleyecek durumdayım, işin en korkunç yanı işte bu. Kıskançlıkları, kötülükleri yüzünden bazen ilkin kendilerini bile inandırmaya varacak kadar, sizi tüm suçlamalara inandıran bu adamlar, uğraşılması en güç olanlardır, çünkü bunları ne buraya getirmek ne de söylediklerini çürütmek olanaklıdır… Bu yüzden kendimi savunurken yalnızca gölgelerle çarpışmak, karşımda yanıt verecek biri olmadan savlarının yanlışlığını göstermek zorunda kalıyorum.”

Sokratesin daha konuşmasını açarken söylediği bu cümleler kendisini suçlayanları yürekçe kendisinden alçak gördüğünü ama bugün orada o konuşmayı yapmak zorunda bıraktıkları için de, yürekçe alçak kimselerin iftiralarını dinlemeye değer bulan seyircilerin, atinanın asıl yargıçlarının, yani toplumun muhakeme yeteneğini sorguladığını göstermekteydi.

Sokrates daha konuşmasının en başında seyircilerinin muhakemelerini sorguladığını açıkça dile getirmiş ama güvencesini de bu muhakeme yeteneğine bağlamıştı.

“Baştan başlayarak, benim kötülenmeme yol açan ve Meletos’u bana karşı bu davayı açmak için yüreklendiren suçlamanın ne olduğunu araştıralım. Öncelikle, bana haksız yere suçlama yöneltenler bakalım ne diyorlar. Beni dava ettiklerini varsayarak bunların suçlamalarını şöyle kısaca bir toplayacağım; “Sokrates kötü bir insandır; yeraltında ve gökyüzünde olup bitenlere karışıyor, eğriyi doğru diye gösteriyor, bunları başkalarına da öğretiyor; suçlamanın aşağı yukarı özü bu.”

Kimliklerini bile bilmediği kimselerin onu suçlaması nedeniyle kendisini savunmak zorunda kalmasının korkunç olduğunu söyler yargıçlarına Sokrates çünkü bu yüreksiz kimseler kıskanç ve kötülerdir.

“Eğer onlar her doğru söyleyen adama “konuşmacı”diyorlarsa, diyeceğim yok. Bunu demek istiyorlarsa ben öyle olduğumu kabul ederim.. Herhalde, az önce dedediğim gibi, söylediklerinde doğru bir yan hemen hemen yoktur; ben ise size tümgerçeği söyleyeceğim.”

“Agorada, sarraf tezgâhlarında ve benzeri yerlerde nasıl konuşuyorsam burada da öyle konuştuğumu görürseniz şaşmayın, o yüzden de sözümü kesmeyin. Çünkü ben yetmişimi aştığım halde ilk kez yargıç huzurunda bulunuyorum; bu yerin diline tümüyle yabancıyım. Bunun için, bir yabancının ana diliyle kendi yurdunun geleneklerine göre konuşmasını nasıl doğal karşılarsanız beni de tıpkı bir yabancı sayarak alışık olduğum gibi konuşmama izin verin. Bu dileğimi yersiz bulmayacağınızı umarım.”

Sokrates’in bu dört cümlesi aslında savunması için en kritik bölümdür. Çünkü Sokrates bu dört cümleyle hayatı hakkında verilecek bir kararı, bundan sonraki 1.5 belki 2 saatlik konuşmasının akışını kendisinin yönlendireceğini garanti altına almıştır.

Sokrates “Agora”da, sarraf tezgâhlarında konuştuğu gibi konuşacağını yargıçların makamlarına alışkın olmadığını ve kendisini bu ortama bir yabancı addetmelerini rica ettiğinde aslında alt metinde şunları söylemektedir:

Sizinle konuşurken kendim gibiyim, rol yapmıyorum, maske takmıyorum, size doğruları yalnızca sözlediklerimin içeriği olarak değil söyleyiş tarzım olarak da söyleyeceğim. Siz burada baştan aşağı dosdoğru bir adam görüyorsunuz. Ve bu doğruluk sizi korkuttuğunda ya da sizin alışık olmadığınız bir üslup ile kendini gösterdiğinde şunu unutmayın ki ben sizin makamınız karşısında bulunmaya alışkın değilim, sizin makamınız benimkinden üstündür(!) konuşma tarzınız farklıdır. Kurallarınız farklıdır. Benim bunları bilmem mümkün olmadığı gibi ayak uydurmam da mümkün değildir. O nedenle bir yabancıya gösterilen anlayış ile beni dinlemenizi istiyorum.

Sokrates bu aşamaya kadar seyircilerini ikna etmiştir belki aslında ama kapanışı yapmaktan geri durmaz. Seyircilerinin muhakemesine seslenir:

“Bu dileğimi yersiz bulmayacağınızı umarım” der.

Sokrates aslında burada hiçbir şey ummaz yalnızca seyircilerine bu isteğini yersiz bulmaları ve söylemlerini dinlemek yerine söyleyiş tarzına odaklanmaları halinde hataya düşeceklerini ve bilgelikten uzaklaşacaklarını anlatmak ister.

İnsanlar önyargılıyla bir kişiyi dinlediklerinde ne söylediğinden çok neyi yanlış söylediğiyle ilgilenirler. Sokrates bu sözleri ile hem önyargıları yıkmayı amaçlamış hem de bu nedenle sözünün kesilmemesini daha savunmasına başlamadan rica ederek savunmasına müdahale edilmesini önlemiştir.

“…nasıl konuşuyorsam burada da öyle konuştuğumu görürseniz şaşmayın, o yüzden de sözümü kesmeyin.”

Neden mi?

Çünkü insanlar bir şeyleri yalnızca dinlemezler. İletişim iki yönlü olur. Siz eğer o konuda en yetkin kaynak değilseniz, ya da seyirciniz o an sizi oradaki en yetkin kişi olarak görmüyorsa, hele ki Sokratesin durumunda, güçlünün güçsüzü yargılamak için bulunduğu; çukurdan bağırılan sesin kulaktan kulağa yorumlanarak anlaşılır kılınmasının, yankısının bile duyulmasının güç olduğu bir ortamda iken, Sokrates seyircilerinin pasif dinleme yapmasını istemiştir.

Bu sayede seyirciler söylenenleri düşünmek ve kafalarında cevap vermek için kurmak yerine Sokratesin savunması bitene kadar arkalarına yaslanabilirler. Bir diyecekleri ve düşünecekleri varsa en son söyleyebilirler.

Sokrates kimsenin sözünü kesmesini rica ederek kendisine bir görev daha yüklemiştir aslında:

Artık sorulması gereken soruları da kendi soracaktır.

Bu belki bir dezavantaj gibi gözükebilir. Ama dersine iyi hazırlanmış bir konuşmacı kendisine soru sorulmasından ziyade sorulacak sorulara çoktan cevap vermiş olması gerektiğini bilir. Olası soruları konuşma içerisinde cevaplandırmak bunları ise kendi istediği sıra ile cevaplamak ister. Bu sayede ilgiyi üzerinde tutup vurucu zamanlarda vurucu cevapları verebilir.

Sokrates ise savunmasında seyircilerin görevini üstlenmiş, seyircilere hatta belki yargıçlara düşünmeme özgürlüğü vermiştir.

Artık Sokrates akıl yürütecek, Sokrates soracak ve Sokrates cevaplayacaktır. Sokrates bu riski almıştır ve işi bittiğinde akıllarda hiçbir şüphe kalmaması, kendi kendisinin avukatlığını yapmış olması gerekmektedir.

Nitekim hemen ardından Sokrates ilk sorusunu sorar:

“Söyleyiş iyi ya da kötü olmuş, bundan ne çıkar? Siz yalnızca benim doğru söyleyip söylemediğime bakın, asıl buna önem verin. Zaten yargıcın asıl üstünlüğü buradadır; nasıl ki konuşmacınınki de doğruyu söylemektir”, der.

Sokratesin bu tavrı çok akıllıcadır. Çünkü önce makama saygısını göstermiş yabancılığına vurgu yaparak hayatının ipin ucunda olduğu bir anda kendi gibi olma özgürlüğünü elde etmiş, yargılama makamında üslubu nedeniyle yargılanmama talebinde bulunmuştur.

Agorada sarraf tezgâhında konuştuğu gibi konuşacağını söyleyerek kendisini halktan göstermiş ve yargıç makamı karşısında sembolik olarak küçültmüş ardından ise ustaca yargıcın işini yargıca öğretecek bir cümle kurmuştur.

Yargıç üstündür evet, bu Sokratesin önceki argümanları ve söyledikleriyle de çelişmez. Ancak şimdi Sokrates yargıcın üstünlüğünü şarta bağlamıştır. Yargıcın üstünlüğü neyin nasıl söylendiğini değil, doğruyu ortaya çıkartmasında gizlidir. Nitekim bu gereksiz bir yüceltme değil yalnızca doğruyu söylemektir. Sokrates zaten konuşmasının başından beri de bunun sözünü vermiştir. Sokrates herkesin kabulünü, şartlı üstünlük aracı (-yargıcın üstünlüğü doğruyu yanlıştan ayırabilmesinde gizlidir-) haline getirdiğinde aslında kendi onayına değer biçmiştir.

-Benim onayım halkın da onayıdır.-

Ardından bu pasif dinlemede kendi rolünü belirlemiş, kendisini yargıç karşısında bir konuşmacı olarak nitelendirmiştir. Savunmasında; “yargıcın üstünlüğü doğruyu yanlıştan ayırt etmesiyse, konuşmacınınki de doğruyu söylemesidir” demiştir.

Peki, bu şimdi nereden çıkmıştır?

Bir konuşmacıyı üstün bir konuşmacı yapan her şartta doğruyu söylemesi midir? Neyi nasıl söylediğinden çok yalnızca doğru konuşması mıdır?

Bu sıralı cümle bir doğru bir yanlışın nasıl insanların gözünde iki doğru ettirilebileceğini göstermesi açısından önemli bir örnektir.

Yargıcın niteliği doğruyu yanlıştan ayırmakta gizlidir evet, çünkü mesleği bunu vaat eder. Ancak konuşmacınınki doğru söylemek olmayabilir. Sokrates burada aslında üstünlük standardını herkesin kabul ettiği bir temel değer üzerinden belirlemiş ardından ise yeni bir tane yaratarak kendisini de bu yeni sınıfın içine koymuştur. Genel bir kabulü özel bir kabul yaratmak için kullamış, yeni bir erdem tanımlamış, kendisini de bu erdeme sahip bir kişi olarak seyircilerine tanıtmıştır.

Ve ardından savunmasına başlamıştır. Daha savunmasına başlamadan önce önyargıları yıkmış, kendisini suçlayanları, kendisini ve yargıçlarını tanımlamış, özelliklerini belirtmiştir.

Aynı bir tiyatro metni gibi; artık karakterler ve temel özellikleri kafamızda şekillenmiştir ve yalnızca oyunun oynanması kalmıştır.

Sokrates savunmasına girmeden kendisine sözü kesilmeden konuşabilmesi ve konuşmayı yönetebilmesi için savunma alanı yaratmış, seyircilerinin düşmanlık için düşünmesini engellemiş ve arkalarına yaslanmalarını sağlamıştır.

Yabancı benzetmesi ile kendisine sempati alanı kazanmış, cesaretini kendisini suçlayanlarla karşılaştırarak cesur olduğunu kendisini tümgerçekliğiyle doğruları söyleyen bir adam olarak tanımlayıp konuşmacı erdemini bu özelliğinde gördüğünü belirterek kendi karakterini seyircilerine tanıtmıştır.

Böylece bugün burada bir mahkûm gibi kendisini savunsa da özgüvenli ve kendinden emin olduğunu daha konuşmasının en başında göstermiştir.

Photo by Artem Kniaz on Unsplash

“Belki içinizden biri bütün bunlara karşı diyecek ki: “Sokrates, bunların hepsi güzel, ama uğradığın bu suçlamalar nereden çıkıyor? Herhalde alışılanın dışında birşey yapmış olacaksın ki sana karşı bu gibi suçlamalar var. Sen de herkes gibi olsaydın bütün bu dedikodular çıkmazdı; o halde, hakkında acele bir hüküm vermemizi istemiyorsan bize bunların nedenini anlat.”

Sokrates kendisine yüklenen suçlamaların nedenlerini anlatıyor:

“Yanından ayrılırken kendi kendime dedim ki: doğrusu belki ikimizinde iyi, güzel bir şey bildiğimiz yok; gene de ben ondan bilgiliyim ; çünkü o hiçbir şey bilmediği halde bildiğini sanıyor; ben ise bilmiyorum ama bildiğimi de sanmıyorum.Daha doğrusu, bilmediğimi biliyorum;demek ki ondan biraz daha bilgeyim.”

“Bundan sonra başka birine, daha da bilgili tanınan başka birine gittim. Gene aynı sonuca vardım; onun da, daha birçoklarının da düşmanlığını kazandım. Böylece, birçok düşman edindiğimi bile bile, birini bırakıp ötekinegidiyor, gittikçe umutsuzlaşıyor ve kederleniyordum. Atinalılar, köpek hakkı için, bütün o araştırmalarımda baktım,asıl bilgisizler, bilgilidir diye tanınmış olanlar! Boştur denenlerde ise daha çok akıl var.”

“O zaman anladım ki ozanlar yapıtlarını bilgilerinden değil, bir çeşit içgüdüyle, tanrıdan gelme bir esinle yazıyorlar, tıpkı bir sürü güzel şey söyleyip dedediklerinden bir şey anlaşılmayan tanrı sözcüleri, biliciler gibi. Ozanlar için de öyle olduğunu gördüm; üstelik onlar, kendilerinde ozanlık var diye, bilmedikleri şeylerdede insanların en bilgini olduklarını sanıyorlar.”

“Ama, Atinalılar, gördüm ki iyi ustalarda da ozanlardaki özür var; kendi işlerinin eri oldukları için en yüksek şeylerden de anladıklarını sanıyorlar, böyle sandıkları için de asıl bilgileri gölgede kalıyor;….. adım bilgeye çıktı, çünkü beni dinleyenler, başkalarında bulunmadığını gösterdiğim bilginin bende bulunduğunu sandılar.”

“İşte, Atinalılar, size doğruyu söyledim; büyük küçük, bir şeyi saklamadım, bir şeyi değiştirmedim. Biliyorum ki bu yüzden gene düşmanlıklarıyla karşı karşıya kalacağım; bu da gösterir ki ben doğruyu söylüyorum, bana haksızlık ediliyor, nedenide budur. Şimdi arayın, sonra arayın, bulacağınız hep budur.

--

--