Ötenazi
Herkese Merhaba,
Bu yazımda sizlerle tıp camiasında ciddi bir etik ikilem olan ötenaziden bahsetmek istiyorum. Önce ötenazinin tanımınıyla başlamak istiyorum. Ötenazinin tam kelime karşılığı ‘eu- iyi, güzel’ ve ‘thanatosis- ölüm’ kelimelerinden kaynak alıyor ve ‘iyi ölüm’ anlamına karşılık geliyor. Ötenazi, hiçbir şekilde tedavisi mümkün olmayan, insanda acıma duygusu uyandıran bir hastalıkla yaşamak zorunda olan, hastanın talebiyle tıbbi yoldan hastanın hayatına son verilmesidir .
Ötenazinin pasif, aktif ve dolaylı olarak üç farklı şekilde uygulama alanı mevcuttur. Bu formlar arasındaki ayırt edici faktör tedavi ve bakımın hedefidir. Pasif ötenazi ağır hasta ve ölmekte olan bireyin almakta olduğu yoğun tıbbi girişimlerinin (örneğin solunum cihazına bağlı bireyde solunum makinesinin kapatılması gibi) ya da yaşamını uzatıcı tedavilerin sonlandırılması anlamına gelir. Temel tedavi ve bakım gereksinimlerine yoğunlaşmış olan pasif ötenazide yoğun tıbbi tedaviden vazgeçilir (solunum, beslenme gibi yaşamı sürdürücü tedavilerin durdurulması). Dolaylı ötenazide ise ölüm sürecinde olan hastanın yaşamakta olduğu ağrıları dindirmek için uygulanan ağrı yönetimiyle ölüm sürecinin hızlandırılması anlaşılır. Buradaki amaç ölümcül hastanın yaşamakta olduğu semptomların şiddetini azaltmak için ölümü hızlandırma olasılığı riskine karşın yapılan tedavi girişimleridir. Aktif ötenazide ölümcül hastanın uygulanan ilaç tedavisiyle hayatına son verilmesidir. Ölüm süreci hızlandırılır. Uygulanan tedavinin amacı ölümü hızlandırmak veya hastanın hayatına son vermektir. Ötenazi çoğu ülkede olduğu gibi bizim ülkemizde de yasak ancak pasif ötenazinin olmadığını kimse kanıtlayamaz. Aktif ötenazinin yasal olduğu ülkeler ise Hollanda, ABD’ye bağlı Washington, Oregon ve Montana’dır.
Dini inançlarımızdan bağımsız olarak düşünürsek her insanın seçim hakkı vardır. Özellikle modern insan yaşamın her alanının kendi kontrolü altında olmasını ister. Bu özerkliğin yaşamın son döneminde de kendine ait olması gerektiğini düşünür. Örneğin bitkisel hayatta biri ya da bası yaralarından acılar içinde olan tamamen felçli bir kişi ya da kanserin son evresinde yaşam ile ölüm arasında o ince çizgideki kişi… Günden güne eriyen birinin bunu istemesi doğal değil mi? Peki ya ahiret… Allah’ın verdiği canı yalnız O alır değil mi? Peki felsefi açıdan bakacak olursak , ötenaziye Aristocu mu yaklaşmak doğrudur yoksa William James gibi yaklaşmak mı? Sizi bu çıkmazda baş başa bırakıyorum ve son olarak ötenazinin farklı toplumlarda uygulanışından bahsetmek istiyorum.
Ötenazi tarzı ölümle ilgili örnek veren en eski metin Herodot’un kitabıdır. Hindistan’ın yerli halklarında var olan garip geleneklerden bahsederken Herodot şöyle yazar: “İçlerinden birisi, kadın ya da erkek, hastalanınca öldürürler; erkekse yakın arkadaşı olan erkekler yaparlar bu işi; derler ki, hastalık yağları eritir ve etin tadını bozar; hasta, hasta değilim, diye kendini savunur; ama onu dinlemezler, öldürüp afiyetle yerler… Yaşlanıp ihtiyarlayan olursa, o kurban olarak kesilir ve ziyafet çekilir; ama bu az rastlanan bir şereftir; çünkü yaşlanmadan önce hastalanan kimse öldürülür.”
Farklı toplum yapılarında yaşlılara yaklaşımı bir bölüm olarak kitabında ele alan Mihail İgnatyeviç Kulişer, Bastian ve Waitz’in çalışmalarına gönderme yaparak Kızılderililer’de yaşlıların ölüme terkedildiğini şu şekilde dile getirir: “Çipeveylerde bir kişi yaşlılık yüzünden kabiledaşlarına yük olmaya başlarsa… Ona seçenek sunarlar: o kayık kürek, ok yay ile ya ıssız bir adaya bırakılacak ya da bir şölenle öldürülecektir. Siular, yaşlı ve hastalara belirli miktarda yiyecek, ateş ve su verip, ıssız bir yere yerleştirip kaderine terk ederler”. M. İ. Kulişer’in verilerinden hareketle Kızılderili toplumlarda yaşlı ve hastaları aktif değil pasif bir şekilde ölüme terk etme geleneğinin olduğu anlaşılmaktadır.
Belirli bir süre Nijne- Kolımsk bölgesinde bulunan Doktor Kiber, Çukçaların Ruslarla ilişkileri sonucu pek çok geleneği terk etmiş olmalarına karşın yaşlıları öldürme geleneğinin hâlâ toplumda uygulandığını bildirmiştir. “Kendini aşırı derecede yaşlanmış hisseden kişi daha uzun süre yaşamayı utanç kabul eder ve oğlu veya bir yakınından kendine dostça bir hizmette bulunmasını, kendisini öldürmesini ister. Yakının bunu reddetmesi halinde, ölmek isteyen kişi belirli para karşılığında birini kiralar. Her Çukça’nın bu ‘gönüllü ölüm’ için hazırlanmış özel bir giysisi vardır… Ölüm öncesinde Çukça neşeli bir ruh halindedir. kendisiyle vedalaşmaya gelen herkesi neşeyle karşılar. Ziyarete gelenler öbür dünyadaki akrabalarına ve tanıdıklarına selamlarını gönderirler. Çukçanın ölüm günü, ailesi, yakın akrabaları, komşuları ve tanıdıkları için bayram günüdür. Son dakika geldiğinde kalabalıkta derin bir sessizlik hüküm sürer. Özel giysisini giyen Çukça yatağa oturur… Çıplak olan sol yanını duvara dayar. Duvarda açılmış delikten mızrağın sivri ucu koltuk altından kaburgaları arasına bir anda girer… Bu darbeden dolayı Çukça yüzükoyun yere düşer ve çadıra giren yakınları onu ölmüş olarak bulurlar.”
Ötenazi yüzyıllardır aktif veya pasif her şekliyle uygulanmış. Bana sorarsanız bunu tamamıyla yasaklamak da yanlış, şartsız olarak legal bir hale getirmekte. Ama belirli kriterleri karşılayan kişilerin akıl ve beden sağlığı yerindeyken yazdığı bir vasiyetnameyle ya da önceliği hastanın çıkarı olan hasta yakınlarının kararıyla uygulanabilir. Tabii ki insan hayatı yoruma açık bir konu değil. Sadece isteyen istediği gibi yaşayabildiğine göre ölebilmeli de.
Yazımı beğendiyseniz clap butonuna basmayı ve sosyal medyada paylaşarak yazılarıma destek olmayı unutmayın.
Göz atmak isterseniz:
https://dergipark.org.tr/en/pub/egetdid/issue/34463/380807
http://www.dieweltdertuerken.org/index.php/ZfWT/article/view/340/bag_beyhan