Karmaşık Bir Filozofun Portresi: “Hem Nihilist Hem Anti-Nihilist Nietzsche”

Altuğ Duman
Diyalektik Materyal
12 min readJun 6, 2021

Friedrich Wilhelm Nietzsche, tarihin gördüğü nadir ve gizemli, özel bir düşünür. Popüler kültürün sardığı, öyle ki en çok satan filozof da olmuş, bundan dolayı da hakkında yalan ve çarpıtma fikirler çıkmış bir 19. yüzyıl Alman’ı. Kısmen genç ölmüş bir akademisyen, uzmanlığı ise filoloji (dil-bilim). Akademisyen dediysem de yalnızca gençliğini akademide geçirmiş, sadece bir adet kitabını akademide yayımlamış ve nihayetinde üniversite akademisini çok formal ve sıradan bulup erken yaşta istifa etmiş, en verimli ve üretken yıllarını da akademiden uzak geçirmiş, farklı bir flozof. İstifası sonrası da doğduğu Almanya’dan ayrılıp genel olarak Alp gibi bazı dağlarda yaşamını geçiriyor, yazdıklarını da misafirhanelerde yazabiliyor. Kısacası mümkün olduğunca bilindik ve sıkıcı mekanlardan uzakta daha başarılı olan birisi.

Günümüzde açık ara en çok satan düşünür dedim, ama aslında Nietzsche de yaşamı boyunca aynı diğer bilim insanları, sanatçılar, filozoflar gibi kitabı satmaz olarak var oluyor. Yani güncel olarak kitapçı raflarını süsleyen yazarımız, kendi vaktinde “Bu halk da beni hiç anlamıyor.” dramasından öteye geçemiyor.

Oysa özünde Nietzsche eşine rastlamasına imkan olmayan bir kişi. Bu yazıda aslında onun pek meşhur Kant eleştirisine değil, genel felsefesine ve tarzına, kişiliğine ve temalarına değinmeyi görev edindim.

Kendine has karakterine dönecek olursak aslında pek de söylenecek bir şey yok. Kendi inançlarını sürekli gösteren ve periyodik olarak vurgulayan biri değilse de, hem benim ve de felsefe çevrelerinin fark ettiği belli bariz şeylere atıfta bulunmak lazım. Huyu suyu budur demek zor çünkü hem karanlık, hem gizemi seven, hem kaçan bir insan. Ama özünde oldukça akıllı olduğunu, hatta zekinin ötesinde akıllı olduğunu söylemek oldukça mümkün. Mesela biz Nietzsche’yi epistemolojik açıdan pek incelenmesek de, incelenecek yazıları olmasa da epistemoloji açısından gayet değindiğimiz bir birey. Bu demek oluyor ki, az ve öz değindiği noktalarda bile felsefe tarihine imza atabilecek akla, teorileri üretecek bilgiye, kendini sürekli hatırlatacak yaratıcılığa sahip.

Kişiliği ile alakalı bu biyografik temalı yazıya eklemem lazımsa, Nietzsche sanata aşık. Sebebini ileride üst insan, yaratıcılık, ahlak gibi bazı şeyleri sorgularken göreceğiz. Yaratıcılığı ve yaratmayı seviyor, bu yüzden sanata müthiş değer veriyor. Kendisi de bundan dolayı olsa gerek ki bazı besteler yapıyor, ama uzmanlardan öğrendiğim kadarıyla müzik besteciliğine zaman ayırsa ve sevse de yaptıkları besteler genellikle kötü olarak yorumlanmaktan öteye geçmiyor. Müzik demişken favorisinin Wagner olduğuna değinmek konu dışına çıkmak olmaz.

Sanattan ve yaratıcı olmaktan aldığı haz bir yana, kendisi orijinal bir yaratıcılığın sonucu olarak çok da orijinal biri. Mesela pek rast gelmediğimiz ölçüde ahlakı dinden tamamen kopuk yorumlayama, anlayış geliştirmeye çalışıyor ama ahlakı bir kategori olarak asla reddetmiyor. Buna ileride etraflıca değineceğim keza yazımın da oldukça büyük bir temelini oluşturacak.

Ayrıca yine benzeri olmayan bir şekilde insanın tutkularının ve insanlığın istençlerinin insan yaşamına etkisini, olgun ve erişken bir gözle incelediğine inanıyorum.

Ekstra olarak, felsefe tarihinde hiç kolay atlanacak, basit atıfla geçilecek biri değil. Kesinlikle okumuş insanlarda farklı düşünce kapıları açacak laflar ediyor. Hatta ufuk açma konusunda kendi görüşümden olmadığı halde bende bu kadar etkili olan kimse de yoktu.

Nietzsche konusunda şaşılacak şey bitmeyeceği gibi, bunlardan biri de Nietzsche’nin evlilik-cinsellik konusunda cins-alışılmadık fikirleri. Hatırlatalım ki, Nietzsche hiç evlenmemiş, her zaman yalnız yaşamış. Rus bir psikolog kadına aşık olsa da, aynı dönütü alamayınca bunu takıntı ediniyor. Magazin olarak, kadının bir başkasıyla olduğunu öğrenince patlayıcı bir öfkeye sahip olduğunu söylemem, kalanını sizin tahmin etmenizi istemem yerinde olur. Nietzsche’nin başarısız aşk hayatının kadına dair görüşlerine etki ettiğini belirtiyor ve bunu ileride kanıtlamak üzre şimdilik atlıyorum.

Bu noktada magazinden sonra yine Nietzsche ve görece özel karakterine geri dönüyorum.

Adeta bulmaca yazdığı vakitler olan zeki filozofumuz aslında hiç sistemli değil. Nitekim bunu akademiden sırf sisteme uymadığı dolayısıyla ayrıldığından gözlemek mümkünse de biz bununla yetinmeyelim ve metinlerini yazma tarzına geçelim.

Nietzsche aforizmalar şeklinde, numaralandırarak yazıyor. Kafası, bence, çok hiperaktif işliyor ve bu yüzden sürekli daldan dala, konudan da konuya atlıyor. Hatta öyle ki, bu konular bazen birbirine benzer ama çoğu zaman da alakasız sırayla diziliyor. Kısacası yazarken sistemi olmadığını üniversitede kalmayışı yetmezmiş gibi, karışık ve insanın kaybolması kolay yazılarından da basitçe ve doğrudan anlayabiliyoruz.

İşte tam bu noktada onun düştüğü hataya düşmeden, Nietzsche’nin iki yüz doksan numaralı aforizmasını hatırlatıyorum: “ Derin düşünür yanlış anlaşılmaktan çok kolayca anlaşılmaktan çekinir.” Tarihten bildiğimiz gibi, filozoflar Nietzsche’nin de söylediğine paralel olarak gizemli kalmayı genellikle tercih eder. Sahi, Nietzsche neden bunlardan olmasın?

Anımsamak lazım ki kendisi de kapalı-mecazi anlatımı ve metaforları benimsemiş, genellikle “dört” demek yerine “üçün üstündeki ve beşin altındaki” demiştir. O zaman Nietzsche bu aforizmayı kendisi için de yazdı mı?

Burada Örsan Öymen’in çözümlemesi aslında kısaca soruya cevap vermek ve genişletmek: “ Ona göre, anlaşılmanın korkusu havalı düşünür görünüşünün kaybolması değildir.”

Aslında çokça kişinin kapalı kalma, bol terim kullanmasının tam sebebi budur: “ Anlaşılır olmanın insanların gözünde fikirlerini değersizleştirmesi.”

Ama Örsan Öymen bu noktada Nietzsche’yi farklı bir tarafa koyuyor ve ekliyor: “ Anlaşılmak hem Nietzsche’nin hem anlayanın kalbini incitir. Aklı olan bir canlı neden Nietzsche’yi anlayarak Nietzsche’nin de çektiği acılara ortak olsun ki?”

Özetle Nietzsche anlaşılmayı çift taraflı bir sakınca olarak tanımlıyor. Bu noktada anlıyoruz ki kendisinin hayatına “acı” kavramı da okurlarına önermediği bu yoldan ulaşmış.

Peki Nietzsche sıradan bir “anlaşılmamak için kapalı yazan sahte kültürlü” mü? Bence, değil. Bu noktada onu daha önce bu nedenle eleştirdiğim Heidegger’den farklı bir yere koyuyorum. Sebebi Nietzsche kapalı yazıyor olsa da, doğrudan yazmıyorsa da, aslında kendisinin gerçekte de öyle oluşundan kaynaklı bunu yapıyor. Kısacası Nietzsche bilerek dolambaçlı-dolaylı bir anlatıcı değil, zaten dolaylı ve dolambaçlı biri.

Hazır Nietzsche’nin kişiliğine bilinçsizce yeniden dönmüşken, müzik zevkine ek olarak edebiyat zevkini de ekliyorum. Nietzsche çok büyük bir edebiyat taraftarı. Fransa ve Rusya temalı eserlere bayılmakla birlikte, Dostoyevski ve Goethe’ye açıkça hayranlığını çokça kez gösteriyor.

Edebiyat, müzik gibi sanatları seven cins düşünür Nietzsche bildiğimiz üzere akademide iken filolog idi. Kısacası bir dil bilimci olmanın getirdiği uzmanlığıyla hem Antik Yunan dilini, hem Fransızca, Almanca, Latince, İbranice, İtalyanca biliyor.

Bu becerisi sayesinde tarihi istediği dilde okuma, istediği kaynaklarla düşünebilme hakkına sahip oluyor. Getirisi ise Nietzsche’ye bence rönesans sevgisi, Antik Yunan gibi düşünce temelli toplumların tarihine özel merak olmuş. Zaten yaratıcılık ve yaratma eylemine olan aşkından dolayı sanatı çok seven Nietzsche, tabii ki bu toplumlarda çok yükseklerde olan yaratıcılıktan hayli etkileniyor. Da Vinci için “dahi” dediğini biliyoruz, rönesans ve Sokrates öncesi tragedya vakitlerini sürekli övüyor. Kısacası Nietzsche yaratıcılığı da düşünür toplum, kültürlü kitle olmayla bağlı görüyor. “Üst Kültür” dönemlerini ve bu dönemlere ait insan tiplerini ileride daha detaylı incelediğine değineceğiz.

Bu esnada araya girerek, ondan bazı aforizmaları alıntı etmenin onu daha iyi tanımamıza yardımcı olacağını sanıyorum.

Nietzsche “ Tanrılar vaftizleştirilmiş şeytanlardır.” benzeri bir laf ediyor, buna ileride yine değineceğim ama söylemem lazım ki bu gibi aforizmaları belli düşünsel süreçleri tamamlamış insanları iyi veyahut kötü üstüne kafa yormaya çok başarılı teşvik ediyor.

Peki bu yaratıcılık sevdalısı adamı sadece yaratıcı yazarlar ve müzisyenler mi etkiledi? Cevabı tahmin edeceğiniz üzere tabii ki hayır.

Misal tarihte de aynı Nietzsche gibi “karanlık” olarak bilinen Heraklitos, Epukiros kısmen olumlu şekilde etkilemiş. Nietzsche aslen olumludan çok olumsuz etkilenmeyi, karşılıklı eleştiride bulunmayı sevdiğinden Platon, Kant gibi kişilerden de “kötü” şekilde etkilenmiş. Ayrıca antik dönem kuşkucularına çok kez atıf yapmış.

Şimdi ana konu olmasa da güncel vakitlerde ülkemizde önemli yer tutan “Nietzsche ve Kadın” kısmına oldukça yüzeysel gireceğim.

Pek çok kitle Nietzsche’yi bir kadın düşmanı olarak niteliyor. Bu kısmen doğru, genel olarak yanlış bir söylem. Nietzsche’nin bu konuda laflarının bilerek cımbızlandığını düşünüyorum, bence onu suçlayan kitle taşlayacak eleman arıyor. Ama bir noktada da Nietzsche zerre sistematik olmadığı, bir yerde söylediği çok kritik bir şeyi açmaya zahmet etmediği için de suçlu kalıyor ve sahiden de saçmalıyor, lüzumsuz laflar ediyor.

Mesela “Kadının yanına giderken kırbacını da al.” diyor ama kırbaçı kimin kullanacağını söylemiyor. Cinsellikle alakalı “Bir kadın akademide bir konuda uzmansa cinsel hayatı yolunda gitmiyordur.” gibi alakasız, tamamen sallama metodla söylediği cümleleri var. Ama bir yerde de “En iyi kadın oryantal kadındır.” gibi söylediği, aslında amacı kadını yüceltmek olan sözler var. Burada amacı aslında o dönem trend olan kadınların maskülenleştirilmesine karşı olduğunu, kadının var olduğu konumun zaten ideal olduğunu ve erkeğe benzetilmesinin yersiz olduğunu belirtmek olduğunu biliyoruz. Bildiğimiz halde eklemem lazım ki, Nietzsche bu konuda gerçekten sadece atıp tutuyor, ama çok mühim bir filozofu bu gibi insanın benliğine ait, döneminde normal saçmalamalar ile suçlamaya yetecek kanıtı bulduğumuza inanmıyorum. Ki bence Nietzsche esasında bu konuda yeterince şey söylemediği için yanlış anlaşılıyor, zira onun görüşlerinin kadına dair kötü bir gidişatta olduğunu da pek hissetmiyorum.

Girişte bahsettiğim üzere Nietzsche en çok satan filozof. Bunun getirisi çokça yanlış anlaşılma. Kadın meselesinden ayrıca, ırkçılık, anti-semitzm, nihilizm, rasyonalizm gibi hemen hemen değindiği her konuya dair bütünsel anlatımlar yapmadığından dolayı popüler kültürün hedefi oluyor.

Oysa, Nietzsche’nin o dönem “Almanya ve Alman kültürü her şeyin üstündedir.” sloganını atan ırkçılara aptal dediğini, Almanya kültürünü bitirecek akımın ırkçılık olduğunu söylediğini biliyoruz. Nitekim Naziler’in Almanya’nın sonu olması vesilesiyle o günleri göremese de haklı çıkıyor. Onun ırkçı sanılmasının sebebi ise kız kardeşinden başkası değil. Nietzsche ne kadar ırkçılık karşıtı biriyse de, kız kardeşi bir Anti-semitist, kız kardeşinin evlendiği kişi de “ari Alman ırkı” yaratmak gibi safsata projelere sahip bir ırkçıdır. Kız kardeşinin Nietzsche’yi yanlış anlaşılır yapma kısmı da tam burada patlak veriyor. Nietzsche Nazi dönemini görmese de kız kardeşi görüyor ve eserlerini çokça kez açıkça çarpıtıyor, ırkçı iktidar döneminde propagandasını yapıyor. Misal Nietzsche’nin Üst-İnsan kavramını (übermensch) Nazi inancına yapmaya çalışıyor ama Nietzsche’de o görüş çok nadir geçiyor, kısacası özel bir süreklilik bile arz etmiyor. Üst-İnsan kavramını Nietzsche Antik Yunan medeniyeti için kullanıyor ama açıklamıyor bile. Kaldı ki Güç-İstenci kavramı Nazi döneminde kız kardeşi tarafından yayımlanıyor ama Nietzsche o çalışmayı hem tamamlamamış hem de Güç-İstenci aslında o çalışmanın asıl teması bile değil. Yine de bu kavram da çarpıtılarak Nazi iktidarına benzetilmek için özel efora maruz kalıyor. Söylemem lazımsa “Nietzsche faşist miydi?” Nietzsche’yi okuyan insanlar arasında tartışılmasa da popüler kültürün ana gündemi oluyor. O nedenledir ki Nietzsche’yi bizzat kendinden okumak daha doğru ve açık, akıllıca bir tercih olacaktır.

Şimdi yazımın aslında işleyeceği esas konu olan “Nietzsche’de din-ahlak ilişkisi nedir?” sorusuna yanıt arayacağız, sonra da “Nietzsche’nin Platon’a dair din temalı yaptığı eleştiriyi” anlamaya çalışacağız. Zaten bu iki zor konu, yazımın sonucuna girmeden önce gündemime alacağım iki konu.

Bu kısma girmeden önce zorunlu bir hatırlatma olarak burada kendi görüşlerimi değil, Nietzsche’yi anlattığımı, Nietzsche’nin dini görüşlerinin beni bağlamadığını belirtiyorum, ki bu görüşüm tamamen farklıdır veya tamamen aynıdır gibi hiçbir anlam taşımayan bir uyarı. Sonuç olarak burada, kendi görüşümle benzer veya farklı ama esasında tamamen benden bağımsız bir fikri kavrama çabasına gireceğiz.

Pekala, başlayalım.

Nietzsche özetle bir “Tanrı-Tanımaz”, yani ateist. Kendi deyimiyle “Tanrı” kavramını bir insan kurgusundan ibaret görüyor. Mesela “Tanrı öldü.” diyor, ama bunu pek tabii “Tanrı fiilen vardı da öldü.” olarak değil “Tanrı bir insan masalıydı ve nihayetinde çöktü.” olarak söylüyor. Kendi metinlerinde “Tanrı masalının” kalkmasının olumlu olduğunu bildiriyor ama en nihayetinde de asıl sorunun “Tanrı” kavramını kaldırmak değil onun yerine neyin konacağı olduğunu belirtiyor. Yine ona göre yeni bir yalan mı üretilecek, yoksa tüm bu kavramların yerini insan aklı ve gerçekler mi alacak?

Tam da bu bağlamda Nietzsche insanı farklı bir yolla çözümlüyor: “Sürü insanı ve özgür ruhlu insan”.

Onun bize hediye ettiği bu kavramlardan biri sürü insanı, yani kendine has ve orijinalce düşünemeyen, klasik geleneklere ve geleneklerin getirdiği ahlak esaslarını benimsemiş kişi.

Bir diğeri ise, yani özgür ruhlu insan, aslında onun yaratıcılık hayranlığını da kesinlikle anımsatacak şekilde yenilikçi, yalnızca yaratma eylemine sadık, kendi varlığına ait düşünceler ortaya koyan, doğruyu algılamak için çaba sarf eden kişi.

Şimdi hem “özgür ruhlu insan” hem “sürü tipi insan” kavramlarının ışığında, din ve ahlak mevzusuna dönelim.

Hatırlıyoruz ki Nietzsche özetle “Tanrıyı” sıradan bir yalan olarak nitelemişti. Buna da bağlı olarak Nietzsche bazen mono-teist inançlar yani tek tanrılı inançlar, bazen hristiyanlık-musevilik-islam adı vererek eleştiriyor. Buradaki eleştirisi kendince açıkça “Tanrı” lafına inanmadığından hem vahiye hem de yaratıcı kudretin vahiy yoluyla bilgilendirdiği peygamberlik makamına inanmasından kaynaklı bir eleştiri.

Ve aslında Nietzsche’ye göre dinler, işte bahsini geçirdiğimiz “sürü tipi insan” yani koyun özellikli insanı yaratmak için varlar ve doğruca da yalanlar. Bu sebeple de Nietzsche dinleri sıradan inanç ve ahlak reçeteleri olarak görüyor ve hepsinin birbirine bu sebeple benzediğini ifade ediyor.

Kısacası Nietzsche’de “ruh ölümsüzlüğü, ruhun sonsuz ödül veyahut ceza alması” gibi şeyler ve kutsal kitaplarda yer alan “iyilik-kötülük eylemleri, ayrıca da ibadetler” insanı kısıtlayan faktörler. Bunlar mutlak bir doğru yaratıyorlar ve istenildiği kadar reddedilse de yaratıcılığı, sorgulamayı kısıtlayan, belki de baskılayan olgular olarak Nietzsche felsefesinde karşımıza çıkıyor. Bu sebeple de Nietzsche mistik ögeleri ve dinleri insanı kısıtlayan, sorgulayan bir insan olmaktan alıkoyan şeyler olarak tanımlıyor, bu yüzden de kendini bir ilahiyat düşmanı olarak tanıtıyor.

Çünkü onun fikrince Tanrı varlığı, Tanrı’nın sonsuz kudreti gibi meseleler sorgulanamaz ve sabitse, insanı özgür ruhlu oluşuna engel koyar.

Nietzsche’nin din görüşüne ek, onu dinciler ahlakı reddeden olarak lanse etse de aslen Nietzsche ahlak kavramının varlığına karşı değildir. O, dinin getirdiği, değişmez kurallara tabi ahlaka karşıdır. Özetle Nietzsche ahlaka bütünce ve tamamen karşı değildir, akli bir ahlakı önerir ve din temalı bir ahlakı refüze eder, reddeder.

Ve bu konun başına dönerek Nietzsche ahlakı “insanın geliştirdiği eylemsel alan ve istencine, seçimlerine göre yarattığı temalar” olarak tanımlar.

Nietzsche felsefesiyse dini “ahlak da içeren” unsurlar olarak gördüğünden özgür düşünen insana düşman olarak görür, dinin getirdiği ahlaka da bu sebeple karşı çıkar.

Dine karşı yaratıcı bir insani aklı öneren Nietzsche bu görüşlerine oldukça paralel ve yazıyı önyargısız okuyan birini şaşırtmayacak şekilde maneviyat-maddiyat ilişkisine, hayat biçimine sahiptir.

Ona geçelim.

Nietzsche için yaratıcılıktan dolayı sanat en önemli alandır ama insan bir sanat alanında uzman değilse, yani sanatçı olamadıysa da görevi yine yaratıcı olan sanatı hayatına yansıtmaktır. Yani hayatı sanatçı gibi yaşamak, varlıkları da sanatçı kreatifliğiyle incelemektir. Anladığımız üzere burada da dinin hem kısıtlayıcı hem baskılayıcı bir öge olduğuna inanıyor.

Friedrich Wilhelm Nietzsche Nihilizmi iki farklı tanımla kullanıyor. Birincisi bize bize dayatılan tüm değerleyin topluca yıkılması ki bu olumlu bir şey keza bir binayı tamamen yıkmadan aynı alana yenisini inşa edemezsin ve kendisini de bu tanıma göre Nihilist görüyor.

Eleştirdiği Nihilist anlayış ise yaşamı değillemek, yani ahiretçiler. Dünyevi yaşamı basit bir tabirle silen, mutlak görmeyen ve bu dünya sonrası gelecek yaşamın mutlak olduğuna inananlar. O, bu dünyayı olumsuzlayan veya diğer deyişle değilleyen temaların kesinlikle dinler olduğunu belirtiyor ve bu anlamda dinleri Nihilist-Hiççi olarak görüyor. Bu tanıma göre bir anti-nihilist olduğunu söylüyor ama ilk verdiği tanıma dayanarak da kendinin bir nihilist olduğunu söylüyor. Kısacası bizzat kendisi, kendini hem bir Hiççi hem de bir Anti-Hiççi olarak niteliyor.

Bu hem dinin hem kendinin Hiççi (Nihilist) olması düğümünü ise fark belirterek çözüyor. Kendini “Ben Tanrı düşmanıyım çünkü bu yaşamın dostuyum.” diyerek açıklıyor. Ve dinleri de aynı karşıtlığı vererek bu dünyanın düşmanları olarak hatırlatarak dinlerin “çile dünyası, sınav-imtihan mekanı, mutlak yaşam öncesi insanın iradesinin denenme yeri, acı dünyası” kavramlarını öne çıkarıyor. Ona göre bu sebeple Nihilist dinlerdir, kendinden önce. Ve bir Hiççi olarak diğer bir Hiççi gibi tanıttığı dinlerin aksine yaşamayı değillemeyi (olumsuzlamayı) değil, yaşamı olumlamayı öneriyor. Bu da tabii ki günümüzde trend olan gibi “aa hep mutlu olalım” inancından ziyade ahiret yerine mevcut dünyaya odaklanma, maneviyat yerine maddiyatı esas alma önermesidir. Onun fikrince yaşamı olumlamak, yaşamı tüm hazları ve de tüm acılarıyla birlikte benimsemektir. Yapay mutluluklar yerine zaten tragedya olarak gördüğü bu vakitleri acı-korku-endişe-stres-üzüntü-mutluluk gibi tüm duygu ve durumlarıyla kabullenmeyi, kurtulmak yerine de alışmayı tavsiye ediyor. Zaten Epikuros’tan da bu noktada kopuyor. Ruh dinginliğine inanmıyor, “acı yok ve bizim zihnimizde sadece, acıyı büyüten biziz” tarzı düşüncelere pek itibar etmiyor. Anlaması zor olmadığı üzere mistik nirvana, acılardan arınma gibi kavramları tümüyle karşı çıkarken semavi dinlerin de aslında ahiretini (özelinde cennetini) yine bu bakışla yermiş oluyor.

Bence maddi ve manevi yaşamı böyle anlatan bir düşünür bulmak çok da kolay değil. Bu açıdan da Nietzsche’yi oldukça değerli bulurum.

Ve de yine bu teorizasyondan yola çıkarak vardığı Platon’un “İdealar Kuramı” na karşı çıkması meselesi var. Aslında dinlerden yola çıkarak Platon eleştirisi yaratmış oluşu, onun felsefe çevrelerince de en eleştiren yönlerinden.

Görüş ve gerçeklik, görünen boyut ve düşünsel boyutu eleştirirken yanlışlıkla din eleştirisine döndüğü, tekrara düştüğü noktalardan dolayı Friedrich Wilhelm Nietzsche açıkça yeriliyor. Zaten esasında Nietzsche burada “Ortaçağ Platon Eleştirileri” tarzında bir şeyden öteye geçemiyor.

Platon varlığın bilgisini değişken değil, aksine ezeli ve ebedi değişmez-sabit olarak açıklıyor dersem ne kadar doğru olur bilmiyorum ama önermem bu. Nietzsche de aynı din eleştirilerine girdiği gibi Platon için de kavramları mumyalaştıran bir görüş çevresinde algılıyor. Bu bağlamda Darwin ve Evrim teorilerine çokça atıfta bulunuyor, insan aklının da evrimleşebilir olduğu fikrine kapılıyor. “Kozmosta her şey akıştadır.” fikri geçmişte ortaya atıldıysa da Nietzsche de bu akıma göz kırpıyor ve buradan yola çıkarak “İdealar Kuramına” bakıyor. Oysa bazı şeylerin örtüşmesi-uyuşması farklı, bazı şeyleri çağrıştırması farklı. Dini temaları çağrıştırsa da bir uyum olmadığına genel olarak inanılıyor Nietzsche’nin aksine.

Nietzsche’nin Kant eleştirisine Kant’a dair yeterince hakimiyetim olmadığımdan girmiyorum ama Nietzsche felsefesinde oldukça önemli olduğu belirtmeliyim.

Köle Ahlakı ve Efendi Ahlakı, Üst İnsan (Übermensch), Bengi Dönüş, Güç İstenci gibi kavramlar Nietzsche felsefesinde süreklilik arz etmiyor ve periyodik olarak tekrarlanmıyor olduğundan çok fazla açmadım, açamadım.

Okuma Sonu Notu: Örsan Öymen’in 3 adet makalesi okunabilir durumda. Ayrıca Nietzsche ve İnsan çalışması İoanna Kuçuradi çalışması olarak oldukça temiz ve Nietzsche konusunda aydınlatıcı konuma sahip.

--

--