Deprem Hakkında

Çağlar Aldemir
GDSC METU
Published in
4 min readMar 16, 2023

Hepimizin de farkında olduğu üzere, bir felaketten geçtik ve büyük kayıplar verdik, ve doğal olarak hayat devam etse de neler yaşandığını unutmamak için topluluk olarak böyle bir yazının faydalı olabileceğini düşündük, iyi okumalar.

Öncelikle deprem nedir ve neden olur?

Hepimizin de öğrendiği gibi Deprem, yer kabuğunda meydana gelen ani ve hızlı titreşimlerdir. Bu titreşimler, kayaların içinde biriken gerilimi aşarak, kırılmalar ve kaymalarla oluşur. Depremler genellikle yer altında, fay hatlarında veya plaka sınırlarında meydana gelir. Depremler enerji açığa çıkararak, yüzeydeki yapıların sarsılmasına, binaların yıkılmasına, toprak kaymalarına ve tsunami gibi deniz dalgalarının oluşmasına neden olabilirler. Bir depremin olması için 4 şey gerekir, bunlar: Tektonik Plakalar, Esneklik, Konveksiyonel Akıntılar, Sürtünme Kuvveti. En basit şekliyle; konveksiyonel akıntılar, tektonik plakaların üzerinde yüke neden oluyor ve bu plakalar esniyor, bu yük zamanla artıyor ve belli bir noktadan sonra sürtünme kuvvetini de geçip fayın kırılmasına neden oluyor. Deprem olurken 2 farklı dalga meydana çıkıyor, P ve S Dalgaları. P dalgaları, en hızlı yayılan deprem dalgalarıdır ve katı, sıvı ve gaz hallerinde ilerleyebilirler. P dalgaları, ilerlemeye başladıklarında, önce sıkışma etkisi yaratırlar ve ilerlemeye devam ederken, parçalama etkisi yaratarak ortama genişletirler. Bu dalgalar, yüzeyde hissedilmeden önce, yer kabuğunun içinden geçerler. S dalgaları ise, P dalgalarından daha yavaş yayılan deprem dalgalarıdır ve sadece katı ortamlarda ilerleyebilirler. S dalgaları, yanal titreşimler yaparlar ve ilerlemeye başladıklarında, ortama bir kayma etkisi yaratırlar.

Kısacası S dalgaları yıkıcıyken, P dalgaları yıkıcı olmayan dalgalardır ve daha hızlı oldukları için deprem anından 15 saniye önce yüzeye ulaşabilirler, bu da bazı hayvanların depremi hissedip kaçmaya başlamasının nedenidir. Hatta Japonya’daki 9.1 deprem öncesinde bu dalga fark edilip Tokyo’da yaşayanlara 60 saniye kadar kazandırmıştır ve ölü sayısı da 667 kişide kalmıştır. Bu da bizi “Depremler tahmin edilebilir mi?” sorusuna getiriyor.

Depremler tahmin edilebilir mi?

Sözde deprem tahmincilerinin binlerce iddiası arasından tutan bir tanesini cımbızlayıp algıda seçiciliğe yenik düşüyoruz bu yüzden her depremde yeni bir müneccim ortaya çıkıyor. Gerçekte, deprem öngörüsü üzerine çalışan sismolojini bir alt dalı var ve bu konu üzerinde çok fazla bilimsel araştırma yapıldı, bu araştırmalardan bazıları ise: Hacmin değişimi, Depremlerin saçtığı ilk dalgalar olan P Dalgalarının hızının ikincil dalgalar olan S Dalgalarının hızına oranının değişimi ölçüldü, Depremler öncesinde yerden çıkan radon gazı miktarı ölçüldü, Dünyadaki elektromanyetik anomalilerle ilişkisi var mı diye bakıldı, Ay ve gezegenlerin konumlarıyla ilişki arandı, Atmosferik basıncın etkileri incelendi, Ay ve güneş tutulmalarıyla depremler arasında korelasyonlar arandı, Kasırgaların etkileri incelendi, Depremlerin günün hangi saatlerinde olup olmadığına bakıldı, Depremlerin mevsimsel zamanlamasına bakıldı, hatta Big Data kullanılarak bir algoritma çıkartılmaya çalışıldı veya faylardaki kil miktarının depremin şiddetini etkileyebileceğine dair araştırma yapıldı ama bunca denemeye rağmen herhangi bir sürdürülebilir algoritma çıkartılamadı. Bir de İstanbul Depremiyle ilgili çok göz önünde olan “Sismik Boşluk” kavramı var. Sismik Boşluk, periyodik olan depremlerin vaktinin gelmesine rağmen hala olmayan yerler deniyor. Mesela, Marmara Bölgesinde M.S. 358’den beri 200–250 yılda bir deprem oluyor ve en sonra depremin üzerinden 257 yıl geçti. Bir de depremlerin insanlar tarafından çıkartılabileceğine dair bir görüş var ama bu mümkün görünmüyor. Bir örnekle açıklayacak olursak, 7.8 büyüklüğündeki bir deprem sırasında 32 petajoule yani 32 katrilyon joule enerji açığa çıkıyor bu o kadar büyük ki 7.5 milyon ton TNT’ye yani, Hiroşima’ya atılan atom bombasının tam 500 tanesine eşdeğer. Yani H.A.A.R.P veya Tanrı Çubuğu gibi projelerin deprem çıkarması gibi bir şey mümkün görünmüyor. Her ne kadar depremleri önceden tahmin edemesek de önceden alınıp vefat ve yaralı sayısını minimal boyutta tutacak önlemlerden bahsedebiliriz.

Depremler için nasıl önlemler alabiliriz?

Öncelikle, deprem bölgelerinde yapılan binaların en son 2007’de güncellenen “Deprem Yönetmeliği”ne uygun yapılması gerekiyor. Bu yönetmeliğe göre yapılan binaların 7,7’lik hasarlara dayanabileceği ortada iken anlıyoruz ki yıkılan binalar bu yönetmeliğe göre yapılmamış. Öncelikle bir bina yapılmadan önce, Zemin Etüdü yaptırılıp zeminin kontrol edilmesi gerekiyor. Deprem görüntülerinden de gördüğümüz üzere, bazı binaların sadece yan çöküp yıkılmamasının öne çıkan nedeni bu. Zaten bu zeminin güçlendirilmesi de yaklaşık olarak %2–5 arası bir maliyete tekabül ediyor. İkincil olarak zeminin taşıma gücüne göre, binanın kaç katlı olacağı belirleniyor. Daha sonra dökülen betonun 7 günlük ve 28 günlük mukavemet sonuçlarının ölçülmesi gerekiyor. Fakat bunlara uyulsa da sorun genelde zemin kata yapılan işyerlerinin binanın statiğiyle oynaması veya kolonların kesilmesinden ortaya çıkıyor. Ek olarak, binalara raylı sistem konulması da düşünülebilir bu sistem de toplam bina maliyetinin %10’una tekabül ediyor. Bu depremde TOKİ binalarının sağlam kalmasıysa Perde Kolon, Radye Temel ve Tünel Kalıp sistemi sayesinde. O bölgenin imarının ranttan ziyade depremin gerekliliklerine göre düzenlenmesi ise önem arz ediyor. Mesela Muğla bölgesindeki kat sınırlandırması ve de iskân verilmeyen binalara oturulmanın engellenmesi ve de yapı denetim firmalarının düzenli denetlenmesi de alınacak önlemler arasında. Ayrıca, önümüzdeki İstanbul Depremi için de deprem sonrası toplanma bölgelerinin yetersizliğinin en kısa zamanda giderilmesi gerekiyor. Peki, bu önlemler yeterince alınmadı ve deprem anından sonra neler yapılabilir?

Deprem anından sonra neler yapılabilir?

Depremden sonraki kurtarma sürecinde ilk 48 saatin en önemli saatler olduğunu biliyoruz, vakit geçtikçe insanların kurtulma olasılığı üstel bir şekilde azalıyor. Bu yüzden en kısa zamanda yetkili kurumların olay yerine intikal etmesi gerekiyor ve de bu yetkili kurumların ellerinde yeterince ekipmanın rutin olarak hazır bekletilmesi gerekiyor. Bu 2 konuyla ilgili ciddi tartışmalar şu an gündemde. Özellikle ilk gün çekilen iletişimsizlik problemi, insanların depremin büyüklüğünü fark etmemesine neden oldu. Bazı depremzedelerin ifadesine göre de eğitimli personel sayısı yetersizdi ve bu personelin iletişim imkanlarının yeterli olmasına ve böyle durumlar için hazırlıklı olmalarına rağmen bazı enkazlara yardımın çok geç kalındığı yönünde. Bu depremde de gördük ki vatandaşımız gerçekten yardımsever ve elinden geldiğince seferber oldu. Fakat yardım sürecinde de ciddi koordinasyon eksiklikleri vardı ve bu tüm afetlerde benzer sonuçlanıyor. Mesela Manavgat Yardımları. Bu noktada siyasi mercilerin görüşlerini bırakıp vatandaşı nelerin ihtiyaç olduğu konusunda belli bir yere yönlendirmesi gerekiyor ki bu yardımlar suistimale uğramasın. Ayrıca bu tarz olağanüstü durumlarda bürokratik süreçlerin hızlandırılması ve STK’lere köstek olunmaktansa tek yürek olup onlara entegre bir şekilde çalışılması gerekiyor. Vatandaşların da gerçekten afetzedelerin ihtiyacı olan şeyleri gönderme konusunda daha dikkatli olmaları gerekiyor.

Sonuç olarak, maalesef afetler sürekli oluyor ve olmaya devam edecek. Bu afetlerden sonra yaşanılanlara mucize olarak atfetmektense, yetkililerin vatandaşları bilimin ışığında bu konuda eğitmeleri ve kendileri de gerekli önlemleri almaları gerekiyor çünkü söz konusu olan hayat.

--

--