Yanlışlıkla Aşılar, Yalanlar, Büyük Oyunlar ve Demokrasi

Zeki Seskir
Düzensiz
Published in
7 min readSep 23, 2021
Görselin kaynağı

Uzun süredir bu konu üzerine yazmayı planlıyordum, ancak bu son ‘Yanlışlıkla’ hikayesinin de ardından artık aklımdakileri kaleme (klavyeye) dökmem gerektiğine kanaat getirdim. Öncelikle birkaç uyarıyla başlayayım; tıp bilimine dair bir eğitimim yok ve yazdığım hiçbir şey tıbbi yetkinliğe dayanmıyor, pandeminin şu evresinde herkesin aşı olmasının gerek toplumsal gerekse bireysel düzeyde en doğru hamle olduğuna inanmaktayım, sosyal medya üzerinden sistematik olarak dezenformasyon çalışmaları yürüten oluşumlar olduğunun farkındayım… tüm bunlara rağmen aşı-şüphecileri üzerinde kurulan baskının aslında çok daha derinden bir toplumsal tehlikeye işaret ettiğini ve aşı şüphecilerinin bu tutumu sergileme haklarının sonuna kadar savunulması gerektiğini düşünüyorum. Hadi başlayalım.

Yanlışlıkla Aşılar ve Yalanlar

Dün Twitter’a düşen şu mesele henüz ben bu yazıyı yazarken bile TT’de dönüyor, hatta Twitter konuyu TT’den düşürdükçe farklı hashtag’lerle insanlar geri TT’ye sokuyor. Bu konu üzerine özel olarak bir yorumda bulunmayacağım (eminim şu an yargıya intikal etmiştir), ancak bu tutum, yani “halk sağlığı için yalan söylemek” yaklaşımı aslında halk sağlığı tarihinde çok yaygın bir yaklaşım. COVID-19’da da bunun emarelerini baştan beri görüyoruz. İlk olarak maske meselesi vardı (maske tedarik zinciri mahvolmasın diye DSÖ insanlara “maske almayın” dedi).

İkinci olarak Wuhan Laboratuarı meselesinde yaşadık. Bir seneyi aşkın süre “bunun laboratuarla hiçbir alakası yok, doğadan geldi” denildi. Oysa bunu kameralar önünde söyleyenlerin arkaplanda kendi aralarındaki mailleşmelerinde bunun laboratuar ürünü olduğu konusunda tartıştıklarını öğrendik.

Üçüncü olarak açık havada maske konusu; Amerika’da polislerin ırkçı uygulamalarını protesto edenleri onaylayan doktorların parkta kendi halinde oturan kişilere ceza yazılmasını istediği dönemler geçirdik. Sosyal adalet için sokağa çıkanlara virüsün bile dokunmayacağını ama parkta yürüyüş yapanlara devletin müdahale etmesi gerektiğini öğrenmiş olduk. Daha böyle devam eden, küçük küçük pek çok yalanla karşılaştık. Ülkemizden en basit örneği ne vaka ne de ölü sayılarının doğru verilmemesi.

Burada önemli olan mesele, bu yalanları söyleyenlerin ‘muhtemelen’ bunları iyi niyetle ve halk sağlığını koruma güdüsüyle söylemiş olması. Yani maske tedarik zincirinin kırılması ihtiyacı olan kişilerin maske bulamamasına neden olacaktı (sağlık çalışanları gibi). O nedenle birkaç ay süre kazanmak için belki bu yalan gerekliydi (dünyada her sene trilyona yakın maske tüketiliyor şu an, böyle bir kapasite pandemi öncesi yoktu). Benzer şekilde, küresel işbirliğine ihtiyaç duyulan bir noktada Çin-Amerikan ortak işletilen bir lab’ın pandemi başlattığı konusunun tartışılması muhtemelen pek çok şeyi daha da zorlaştıracaktı, belki de konu arkaplanda araştırılıyordu. Aynı şekilde kendini zaten dışlanmış hisseden ve pandemiyle işsiz de kalıp toplumla bağları kopma noktasına gelmiş olan Amerika’nın azınlıklarına “sizi anlıyoruz, yanınızdayız” demek belki de halk sağlığı için o protestolarda hastalanacak insanlardan daha değerliydi. Türkiye’de vaka ve ölü sayılarının doğru verilmiyor olması da insanlarda “tamam kapanmalar işe yarıyor” izlenimi uyandırmak için büyük olasılıkla anlamlıydı. Yani eğer yalan söyleyenlerin ‘iyi niyet’ine inanıyorsak, bu yalanları neden söylediklerine dair anlamlı ve haklı sebepler bulmak mümkün. Peki ya inanmıyorsak?

Büyük Oyunlar

Seneler önce ofis arkadaşımla yaptığımız bir konuşmada “bir beş on seneye telefonu olmadan evden çıkanlara ceza yazılacak biliyorsun değil mi” demişti, komplo teorisyenliği bunlar hep demiştim*. Geçtiğimiz ay telefonumu arkadaşın arabasında düşürdüğüm için pek çok mekana (AVM’ye) giremedim. Avustralya’da ise işler bir adım öteye geçti, eğer devlet sizden talep ettiğinde yüz taraması ve lokasyon atmazsanız cezası var. Bunu okurken “ama pandemi koşulları” diye düşünüyor olabilirsiniz, bu da sizin sisteme güvendiğinizi gösterir. Tam tersi bir mantık da mümkün ve hatta yaygın.

Pandeminin doğal koşullar altında ortaya çıkmış bir fenomen olduğu varsayımını kabul etsek bile bu koşullar altında öne sürülen uygulamaların kendilerinin ‘masum’ olduğu varsayımı tamamen arkasında örtük olarak “sistem ve sistemi işletenler masum ve iyi niyetli” varsayımına dayanıyor. Eğer bir grup insan “kimse telefonu olmadan dışarı çıkamasın” diye plan yapıyor olsaydı kendilerinin bir pandemi başlatmasına gerek kalmadan hali hazırda pandeminin oluşturduğu fırsatı kullanabilirlerdi. Hali hazırda birileri insanların içine grafen enjekte etmek istiyorduysa da aynısı geçerli. Dolaşımda olan pek çok komplonun saçmalık olması, dünya üzerinde hiçbir komplonun olmadığı anlamına gelmiyor. Snowden’ın da dediği gibi, en kötü komplolar gözümüzün önünde gerçekleşenler.

Batı medyasının pandemiyi bahane ederek işleme koyduğu sansür uygulamaları bunların başında geliyor. Trump seçimlerinden beri “sosyal medyadan yanlış bilgi yayılıyor” meselesi gündemdeydi ve kurumlar küçük sansür denemelerine başlamışlardı. Pandemiyle birlikteyse artık Twitter, Google, Facebook üçlüsü aslında tüm anlatıyı kontrol edebilme yetkinliğine ulaşmış durumdalar, ancak ortadaki tepkiler o kadar keskin ki bunu henüz yapamıyorlar (yanlışlıkla aşı örneğinde olduğu gibi, bir hashtag TT’den düşünce bir başkası TT’ye giriyor). Devletler, bazı sermaye ve sivil toplum odakları eski medyanın (legacy media) ölmesinde büyük etkisi olan sosyal medya kurumlarının eski medyanın işlevi olan merkezi anlatının kitlelere ulaştırılması rollerini de üstlenmesini istiyor. Eğer bunu bir komplo olarak ele alacaksak, parça parça uygulamaya konulduğunu görebiliriz.

Sistemde iyi niyetli aktörlerin olduğu gibi kötü niyetli aktörlerin de olduğunu kabul etmek gerekiyor. Halk sağlığı gibi “yalan söylemek ok” varsayımı olan bir yapı içerisinde ise mesele kimin ne söylediğine değil ne niyetle söylediğine indirgeniyor. İşte tam olarak bu noktada da güven ve kişilik özellikleri meselesi devreye giriyor. Eğer kamu kurumlarına ve merkezi uygulamalara ‘güven’ duyan birisiyseniz yukarıda sıralanmış yalanların çoğunun ‘iyi niyetle’ söylenmiş olduğuna inanmaya daha meyilli olmanız normal. Eğer hali hazırda otorite figürleriyle derdi olan birisiyseniz ve merkezi yapılara karşı güvensizlik besliyorsanız, size yalan söyleyenlerin ‘köyü niyetli’ olduklarına inanmanız ve arkasında bit yeniği aramanız kolaylaşacak. Sosyal medyada dolaşan dezenformasyon miktarı göz önüne alınınca da o bit yeniğini bulmanız garanti. Ancak sosyal medya olmasaydı bile yoldaki taksiciden, komşunuzdan, arkadaşınızdan da o bit yeniğini muhtemelen bulacaktınız. Dolayısıyla mesele özünde bir dezenformasyon salgınının ötesinde güvensizlik ve niyet meselesine indirgeniyor, insanların sistemle olan ilişkileri bilgiler ve veriler değil hisler üzerinden bir mücadele sahasına dönüşüyor.

.* üzerinden yorum yaptığı kitabın linki.

Demokrasi Meselesi

Geldik meselenin benim için özüne, şu an dönen tartışmalar pandemi önlemlerinin, sistem aktörlerine güvenin veya komplo teorilerinin dışında özel bir noktaya uzanıyor, geniş anlamda demokrasiyle devam mı yoksa tamam mı sorusuna. En temelinde, kitlelerin aşı kadar net pozitif bir şeye bile ‘ikna’ mekanizmalarıyla değil yaptırım yoluyla riayet etmesi gerektiğini öne sürmek demokrasiden vazgeçişin açık bir ilanıdır.

Aşı için net pozitif tabirini kullanmam boşuna değil, az buçuk sayı, olasılık, istatistik bilen herhangi bir insanın aşının hem toplumsal hem bireysel olarak ne kadar pozitif ve ‘risk düşürücü’ bir gelişme olduğunu görmemesi için arkasında çok ciddi bir güvensizlik ve bıkkınlık olması gerekiyor. Bu pandemi süreci kapanmalarla bitmedi, maskeyle bitmedi, insanlar işlerinden gençler okullarından oldular, şimdi aşılarla biteceği iddiası ediliyor ancak aksi örnekleri Rusya’da, Hindistan’da, Çin’de, İsrail’de, İngiltere’de gördük ve görüyoruz. Aşı pandemiyle mücadele araçlarından yalnızca birisi, pandemiyle mücadelenin en etkin aracıysa kamu güveni olmalıydı. Şu anki tartışma o trenin kaçıp kaçmadığı üzerine.

Elbette internette merkezi veya dağıtık olarak dezenformasyon üreten oluşumlarla mücadele etmek gerekiyor. Elbette insanların aşı dahil pandemiyle mücadelede her yöntemi benimsemesi için ikna yöntemlerini geliştirmek ve uygulamak gerekiyor. Elbette kitlenen sağlık sistemi yüzünden başka hastalıklarına çare bulamayan insanların verdikleri tepkileri haklı görmek ve anlamak gerekiyor. Ama tüm bu süreç içerisinde tek ve merkezi anlatıya her daim doğru, karşısındaki anlatılara ise ‘komplo’ yakıştırmasında bulunmak tekrar ve tekrar bunu savunanları haksız ve hatta komik duruma düşürmüş bir tutum. Dünün komplo teorisi yarının anaakım hikayesi olabilir (ki başta saydığımız ‘yalan’ların hepsinde oldu). Eğer bir toplum olarak demokratik bir düzen içerisinde, birbirimizi bir şeylere zorlayarak değil ikna ederek yaşamayı arzuluyorsak bu konuya daha dikkatli yaklaşmamız gerektiği aşikar.

Görsel kaynağı

Demokrasi?

Tartışmayı bitirmeden önce öne sürmek istediğim bir konu daha var, herkesin gerçekten demokrasi istediği fikri makul mu? Dünyada en hızlı yükselen ve anaakıma giren ideolojiler bir nevi kültürel sosyalizm ve popülizm. Birisi gücün tek merkezden tüm toplumu kültürel olarak şekillendirmek üzerine icrasını savunan, diğeriyse toplumun çeşitli kesimlerinin problem olarak gördükleri meselelerin diğer kesimlerin aleyhine olacak şekilde çözülmesi için siyasetin araçsallaştırılmasını savunan yaklaşımlar. Bunların ikisi de ikna mekanizmalarının kendi dertleri için artık işletilemez hale geldiğini savunan odaklar tarafından öne sürülüp yaygınlaştırılıyor. Ayrıca kuzeyden gelen Putinizm veya doğudan gelen ‘Çin değerleri ile sosyalizm’ gibi alternatifler de etki alanlarını genişletiyorlar. Bu durumda, herkesin demokrasi istediği varsayımıyla hareket etmeye ve toplumsal tartışmaları bu zeminde okumaya devam etmeli miyiz? Karışık konular.

Toparlarsak

Uzun süredir yazmadığım için paslandığımı fark ettiğim bu dağınık yazıyı birkaç cümlede toparlamak mümkün:

-Pandemi sürecinde iyi ya da kötü niyetle pek çok yalan söylendi.

-Her bir yalan nüfusun bir kısmındaki güvensizliği daha da arttırdı.

-Bu güvensizlik pandeminin bazı odaklarca çeşitli uygulamaları hayata geçirmek için fırsata çevrildiği hissini uyandırdı.

-Yalanların başarılı sonuçlara evrilememesi ve pandemiyi gerçekten fırsata çevirmek isteyen odakların varlığı bu insanların radikalizasyonunu güçlendirdi.

-Sosyo-ekonomik veya kültürel koşullarla kısıtlanamayan (fakiri de zengini de, eğitimliyi de zırcahili de kapsayan) bir aşı-şüphecisi/karşıtı kitle oluştu.

-Bu aşı-şüphecisi/karşıtı kitle pandeminin bitmesi için kendilerince doğru şeyleri yaptıklarına inanan insanları olduğunu düşündükleri komplonun birer parçası sayıp onlara yüklenmeye başladı, aşı-şüphecisi/karşıtı kitleyle aktif olarak mücadele eden bir grup oluşmaya başladı.

-Bu aşı-şüphecisi/karşıtı kitlenin pandeminin sürmesinde ana etken olduğuna inananlar (örneğin kendileri veya aile üyeleri kitlenen sağlık sistemi yüzünden zarar görenler) da bu yeni gruba katılıp bu kişilere yüklendikçe ortadaki gerilim ve radikalleşme oranları da arttı.

-Geldiğimiz noktada toplumun bir kısmının toplumsal hayattan men edilmesi düzeyinde uygulamaları savunan kişilerin olduğu bir düzen içerisindeyiz, bu sadece Türkiye’nin meselesi değil küresel bir durum, temiz ve açık bir çıkışı yok.

-Yine de, demokratik düzende ısrarcı olacak kişilerin ikna mekanizmaları yerine yaptırımları desteklememesi gerektiği aşikar. Devletler/kurumlar “eğer bu yaptırımları uygulamazsak pandemi bitmez” dediklerinde onlara ne kadar inanacağınız kişisel bir tercih, ancak sonuçlarının toplumsal olacağını da hesaba katmak gerekiyor.

Bitirirken belki de şunları sormakta fayda var: Aşı kadar net pozitif bir konuyu bile ikna değil yaptırımlar çerçevesinde ele almak isteyen kurumlar gerçekten güveninizi ve onları savunmanızı hak ediyor mu? Başka yolları denemek için emek-çaba harcamak yerine yaptırım rotalarını takip etmeleri bu kurumların alıştıkları iş yapış biçimlerine dair bir şeyler söylemiyor mu? Demokrasi, saçma veya haksız da bulsak insanların haklarını savunmamızı gerektirmez mi?

Düzensiz Dergi olarak yeni içeriklerden haberdar olabileceğiniz bir e-posta bültenimiz var: Üye Olmak İçin Tıklayınız

--

--

Zeki Seskir
Düzensiz

METU \\ M.Sc. — Physics and STPS \\ Ph.D. candidate — Physics \\ Part-time blogger on http://www.duzensiz.org/.