Endüstriyel Futbol Üzerine

Can Beysanoğlu
Düzensiz
Published in
4 min readMar 4, 2017

Avrupa futbolunu izlemekten artık eskisi kadar keyif almıyorum. Futbolun kalitesi bir yana, şampiyonluk yarışının rekabete konu olduğu lig sayısı gitgide azalıyor: İtalya'da Juventus arka arkaya altıncı şampiyonluğuna ulaşmak üzere; Alman futbolunun tarihî büyüğü Bayern keza seriye beşinci halkayı eklemeye doğru gidiyor; İngiltere'de oligarkların desteklediği Chelsea ile Man City ligi domine etmiş durumda; Fransa deseniz, PSG'nin ekonomik gücüyle rekabet etmek zaten her babayiğidin harcı değil; İskoçya'da bile köklü Celtic-Rangers dikotomisinin dengesi İrlandalı Katoliklerin temsilcisi lehine iyice kaydı. İspanya'da ise Barça'nın hegemonyasına iyi kötü Real karşı koymaya çalışıyor en azından.

"Süper takım"lar çağını yaşıyor Avrupa futbolu. Real Madrid'e, yıldız transferi politikası nedeniyle "Los Galacticos" denirdi; şimdi her ligde bir "Los Galacticos" var ve kendi ülkesinde kupaları silip süpürüyor. Geri kalanlara ise görkemli gösterinin tamamlayıcısı yahut figüranı olmak düşüyor.

Bir ligin rekabetçiliğinin en önemli göstergesi, şampiyonluğa oynayan/ulaşan/ulaşma ihtimâli olan takım sayısıdır. Bu alanda İngiliz ligi epey bereketliydi: Wolves'undan Burnley'ine, Leeds Utd'ından Nottingham Forest'ına, Aston Villa'sından Everton'ına kadar 1. Lig'de zirve tahtına çıkmış onca takım var. Premier Lig'in kuruluşuyla birlikte tablo daha tekdüze bir hâl alıyor, 3-4 süper takımın şampiyonlukta iddialı olduğu ve umumiyetle Man Utd'ın ipi göğüslediği bir yapı oluşuyor; 2000'lerin ortasından itibaren ise Chelsea ve Man City öne çıkıyor ve diğerlerini yayan bırakıyor... Almanya'da 70'lerden beri Bayern hegemon güçtü ama 2000'ler onları karşı konulmaz bir futbol tekeli kıldı... İtalya'da da Juventus her dönemde büyük olmasına rağmen, diğer büyüklerin birer birer ortalıktan çekildiğini ve siyah-beyazlılara meydanı terk ettiğini gözlemliyoruz.

Neden böyle oldu? Bir yaklaşıma göre, "endüstriyel futbol" yüzünden işler bu hâle geldi. Bu her yana çekilebilir kavramı nasıl tarif ettiğimiz önemli. Ben "futbolun sektörleşmesi" demeyi tercih ediyorum. Metalaşmanın futbola sirayet etmesi de diyebiliriz bu sürece. Metalaşma, bir nesnenin ya da bir ilişkinin mantığında sadece nicel değil nitel değişimlere de yol açar. Metalaşmanın getirdiği yeni mantık, metalaştırılan şeyin kullanım değerinin mübadele değeriyle (fiyatıyla) eşdeğer olduğunu, değerin nicelik bazında ölçülüp sınıflandırılabileceğini ifade eder. Bu aynı zamanda, bireyin, kendi çıkarlarını kovalayarak azamîleştiren bir varlık olarak "işini kolaylaştırır", çünkü nicel değerleri kendi tutkuları ve çıkarları açısından sınıflandırmak daima içe dönük bir uğraştır. Nitelik yönünden şeyleri sınıflandırıp kıymet biçmek ise, aksine, dışa dönük olmayı yani bireyler-arası etkileşim yoluyla benliği topluluk içinde keşfedip yapılandırmayı gerektirir.

Futboldaki metalaşma süreci, kulüpleri, taraftar kitlesine aralıksız haz ve mutluluk temin etmeye odaklı kıldı, zira aksi hâlde müşteri-taraftar tribüne gelmeyecek, lisanslı ürün satın almayacak, onun yerine vaktini ve parasını daha fazla keyif vaat eden bir aktiviteye harcayacaktı. Futbolcular cenahında, bilhassa Bosman kuralının ihdasından itibaren, serbestçe kulüp değiştirme imkânları genişledi; kulübüne tutsak olmayan futbolcular için maddî çıkarlarını daha etkin kollama ve daha fazla para veren kulübe gitme fırsatı açıldı. Öte yandan futbol sektörünü finanse eden dev sponsorlar ve yayıncı kuruluşlar da oyunun daha fazla talep edilen bir tüketim nesnesi hâline gelmesi için birtakım değişiklikleri zorladılar. Bunların başında, yabancı oyuncu sınırının esnetilmesi ya da tümden kaldırılması, nicel değeri artık rahatça ölçülebilir olan yıldızların ücretinin artırılması, yayın ihalelerinde havuz sisteminin kurularak pastanın başarıya göre paylaştırılması vs. geliyor.

Metalaşma, dezavantajlı kesimler için sürekli altta kalmayı veya sömürülmeyi ima etmez. Artılarıyla-eksileriyle birlikte değerlendirmek gerekiyor süreci. Eski düzende de büyük takım - küçük takım ayrımı vardı; büyük takımlar genellikle gelişmiş sanayi kentlerinden çıkıyor, küçükler ise taşradaki kasabalarda doğuyordu. Fakat, (1) büyük ile küçük arasındaki makas bugünkü kadar açık değildi. Metalaşma sürecinin başlangıcına büyük olarak giren kulüpler çılgınca artan gelirler sayesinde daha da büyümüş, küçüklerin ise gelirleri artmasına rağmen büyüme katsayıları düşük kalmıştır, (2) küçük takımlar için kendilerine yüksek hedefler koymak zorlaşmış, üst sıralar eskiye nazaran çok daha sıkı parsellenmiştir; bu durumda küçük takımlar kendilerine oyuncu yetiştiren ve ihraç eden, bir nevî büyüklerin oyuncu hinterlandı rolünü uygun görmüştür. (3) Ülke içinde kulüpler arasında oluşan bu hiyerarşi ve işbölümü, küresel düzeyde de benzerini üretmiştir: Çek Cumhuriyeti, eski Yugoslavya kalıntıları, Romanya gibi ülkeler(in kulüpleri) büyük ülkelerle turnuvalarda başa baş çekişmek yerine onların ihracatçısı olmaya dümen kırmış, Fransa-Belçika-Hollanda gibi "ara kademe" ülkeler ise göçmen-yurttaş futbolculara bel bağlamıştır.

Kulüp-taraftar ilişkisi nasıl etkilendi metalaşmadan? Taraftarların "müşteri" hâline geldiğinden yakınmak âdettendir! Doğrudur, böyle bir eğilimin mevcudiyeti inkâr edilemez: Taraftar artık kombine bilet, lisanslı ürün, dekoder vs. satın alarak kulübünün "gelir kaynağı" durumuna gelmiştir. Bunun olumlu yanı, taraftar açısından kulübüyle yeni bir bağ inşa etme olanağı sunması. Kulüpler de elbette altın yumurtlayan tavuktan verim almak adına her an yeni arayışlara ve stratejilere girmek zorunda. Yani artık kulüp yönetimleri, taraftarlarla kulüp arasındaki bağın sağlamlığını nicel olarak ölçebilirler, onlara kulübü her gün yeniden sevdirmek için cazip "teklifler" sunabilirler (yıldız oyuncular, güzel oyun, konforlu tribünler); bu, metalaşmanın bahşettiği bir imkân. Öte yandan, kulübe aidiyetin, sadâkatin, o takımlı olma kimliğinin mütemadiyen yeniden inşa edilmek zorunda kalındığı, benliğin içe döndüğü ve ufkunu nitelden nicele kaydırdığı, bireysel haz ve tutku perspektifinden çıkar ölçümü yaptığı bir çağda Liverpool'lu, Rangers'lı, Dortmund'lu olmak eskisi kadar şey vaat etmiyor. Bu da metalaşmanın olumsuz yüzü.

--

--