Büyük Kırılma: Sisifos’un Cezası (II)[i]

Muhsin Dogan
Düzensiz
Published in
11 min readMar 17, 2019

İllüstrasyonlar: Çiğdem Demir*

Solda Günther Messner, Sağda Reinhold Messner

Kim Zeus’u kızdırmaya yeltenebilir ki? Kim onun dikkatini çekip, öfkesiyle karşılaşmak isteyebilir? Apollon’a ulaşan kusurları işlemeye kimin cesareti yeter? Zeus’un hiddetini yaşamak için hata yapmak kimin aklından geçer? Bu hatayı, söylememesi gereken bir şeyi söyleyerek Sisifos yapmıştır. Zeus’u sinirlendirmiş, affı olmayan, cezalandırılması gereken suçu işlemiştir. Kaçış var mıdır? Elbette yoktur. Onun cezası unutulmayacak bir ceza olmalıdır ki cezanın acısını, yükünü her an yaşayabilsin ve ölümü getiren Thanatos’u bile atlatan Sisifos’u herkesin gözünde bunu yaptığına pişman etsin! Etsin ki kimse Zeus’un otoritesini sorgulamasın! Sisifos’un cezası bellidir. Kimine göre manasız, kimine göre kısır döngü, bazılarına göre ise birine ceza vermenin en yenilikçi yolu… Sisifos, bir kayayı bir dağın yamacı boyunca yukarıya çıplak elleri ile ittirmek ve zirveye kadar taşımak zorundadır. Ceza bununla bitmez yamaç kaygandır, zirve uzaktır, güneş kavurucudur ve kaya zirveye her yaklaştığında, her “Bu sefer tamam, bitti!” anında avuçlarından kayar ve aşağı yuvarlanır. Sisifos kayayı tekrar yukarıya taşımalıdır. Her deneme, her çaba boşunadır. Her seferinde yeniden başa döner. İbretlik cezasının bir sonu yoktur. Umutsuzluk, zorluk, etrafını sarmış olan “boşuna uğraşma” hissi… Aldırış etmez, yamaçtan aşağı iner ve Zeus’a meydan okurcasına yamaçtan tekrar tekrar yukarı çıkar. Böylece mesajı açıktır: Bitmesi umuduyla yaşamayı seçer o! Fakat ne Zeus ne de Sisifos bu karşılıklı meydan okumadan bir fayda sağlar…

Messner Kardeşler 1970 yılında yolculuklarına başladıklarında olayların ne kadar ileri gidebileceğini elbette öngöremezler. Münih’ten, Pakistan’a giden yolda Reinhold, kardeşi Günther ile birlikte 8125 metrelik Nanga Parbat’ın omuzlarında yükselip en uç noktasına zirve yapmayı ve “başka” dünyaları keşfetmeyi düşlemekteydi. Bu yolculuğun Sisifos’un yaşadığına benzer bir şekilde biteceğini aklından bile geçirmiyordu. Yolculuk Almanya sınırlarından sürprizli ve heyecanlı bir şekilde başlamıştı. Türkiye’den geçen yolları İstanbul ve Ankara üzerinden devam ederken, Günther 12 Nisan 1970 tarihinde Ankara’da kaldıkları otelde günlüğünün satırlarına şunları not etmişti: “Sürekli bozuk yollara asfalt atılan ve korna çalınan bir şehir, İtalyan barlarından daha kötü!” Pakistan’a kadar erzaklarıyla birlikte, hacim olarak kıyaslanamaz heyecanlarının yüklü olduğu kamyonlarla, güneşin ve yıldızların şahitliğinde yolculuk yaptılar. Elbette tehlikeli bir tırmanış olacağının farkındaydılar. Öte taraftan, yeryüzünde “ayak basmadık yer bırakmama sevdası” tüm ülkeleri kasıp kavuruyordu. İnsan “ego”sunun beslediği duygular her yere girmeliydi, girmeliydi ama sadece öğrenmek, keşfetmek ve misafir olmak için değil. İlk giden olmak için! Ülkeler üstünlük kurmak dışında başka ne için vardı ki? Savaşarak üstünlük kurmaya çalışsalar çok fazla insan kaybı söz konusuydu, bunu görünür kılmanın başka yolları da olmalıydı! Bu yol ayrıca ucuz olmalıydı. Herkes “bir ülkeyi üstün olarak” tanımalıydı, tarih ise bunu yazmalıydı! İngilizler 8848 metreyi çoktan -sadece kendilerine mal etseler de- Edmund Hillary ve Şerpa Norgay Tenzing ile 1953’te çıkmışlardı. Diğer tarafta ise, 13 tane 8000’lik zirve daha vardı ülke bayrağı dalgalandıracak… Bu nedenle askeri bir bakış açısıyla düzenlenen ekspedisyonlarda zirveye varanlar emir-komuta zincirinin gerekliliklerini yerine getiren dağcılardan oluşuyordu. Nanga Parbat ise Pakistan sınırında Himalayalar’ın en batısında tek başına bekliyordu. Dağcılar 1800’lerin sonlarına doğru tırmanmayı denemişlerdi ama Messner kardeşleri davet eden Karl’ın 1953'te düzenlediği bir ekspedisyonda Hermann Buhl tarafından zirveye ulaşılana kadar kimse en uç noktasını görememişti. Nanga Parbat, Buhl’u huzuruna kabul etmiş ve Batı’nın ısrarcı ve inatçı misafirlik isteğini bir seferliğine hoş görmüştü. Fakat bu zafer Karl’ın istediği bir zafer değildi, çünkü Buhl, Karl’ın “kendi düşüncesine” uygun ve emirlerine uyarak tırmanmamıştı. Elde edilen zafer ise bir tür trajedi olarak ortada kalmıştı. Almanlar bu tırmanışı tekrar etmek üzere oradan ayrıldılar. Çıkılabiliyordu! Bu kanıtlanmıştı, fakat dünyanın en yüksek dokuzuncu noktası kolay bir dağ değildi. Nanga Parbat ciddiyetini Karl’ın kardeşi Willy Merkl’ın bedenini alarak açık bir şekilde göstermişti. Bu nedenledir ki kardeşinin 1934’te biyolojik yaşamını sonlandıran bu dağ, Karl için bir takıntı haline gelmişti. Zirveye takım çalışması halinde ve kayıp vermeden tekrar tekrar çıkılmalıydı. O dağa haddini bildirmeliydi! Kendisi tırmanan biri değil, bir doktordu, fakat tırmanan takıma liderlik etmek, her sözünü harfiyen uygulayan insanlara ana kamptan telsizle emirler yağdırmak onu tatmin ediyordu. 10’a yakın deneme gerçekleştirdi. Bunların en tatsızı Messnerler’in de katıldığı 1970 ekspedisyonu olacaktı. Bu deneme Reinhold için büyük bir yük, Karl için ise tartışmalı ve emanet bir zaferin habercisiydi.

Neşe ile başlayan ekspedisyon ana kampın kurulmasından sonra takımın yavaş yavaş zirveye giden yolu tırmanmasıyla devam ediyordu. Herkes sağlıklı ve her şey yolunda görünüyordu. Himalayalar’a zirve tırmanışları yaz aylarında Muson mevsimi öncesinde yapılıyordu. Temmuza kadar Pakistan tarafından izin verilen Rupal bölgesinden tırmanışa başlayan ekip bir başka rakip tarafından sınanmıştı. Hava durumu onlara her an her istediklerini yapamayacaklarını hatırlatıyordu. Bir nevi “her aklına eseni yapamazsın” mesajıydı bu. Doğa karar vericiydi burada. Onun bileğini bükmek ise Sapiens için bu coğrafyalarda mümkün değildi. Zirve için beş kamp kurdular, fakat hava onlara izin vermedi. Ana kampta geçen günler, bitmeye yaklaşan erzak ve zirveye yapılamayan denemeler…

Günler, haftalar geçer. Erzaklar tükenmeye, sabırlar sınanmaya başlar. Messnerler ve 16 kişilik ekip epey sıkılmaya başladığı bir anda Reinhold bir öneri için Karl’ın çadırına gider. Yaptıkları plan gayet açıktır. Zirveye bir deneme yapmak için Günther, Reinhold ve Baur beşinci kampa yükseleceklerdir. 7500’de ana kamptan fişek ile (o zamanın teknolojisi sebebiyle telsizler o yükseklikte çalışmadığından ve taşımak için epey ağır olduğundan) sonraki günün hava raporunu alacaklardır. Karl’la Reinhold’un anlaşması yanlış anlaşılmaya mahal vermeyecek ve sübjektif yargı oluşturmayacak kadar nettir: Kırmızı eşittir kötü hava, mavi eşittir iyi hava. Kırmızı atarlarsa hava kötüye gideceğinden tüm ekspedisyonun maliyeti ve onlarca günlük emeğin boşa gitmemesi için Reinhold riski tek başına üstlenecek ve zirveye gidecek, Günther ile Baur ise Reinhold için “dönüş” biletini hazır etmek amacıyla sabit hat çekeceklerdir[ii]. Diğer durumda ise hava koşulları ekip olarak zirveye çıkıp inmeye elverişli demek olacak ve üç kişi birlikte deneyeceklerdir. İşte tam bu noktada Reinhold’un hikayesi kendisinden habersiz oluşmaktadır. Tırmanma hikayesi trajediye dönmekte ve 35 yıl sürecek yükü ile Reinhold’un sınavı başlamaktadır. Beşinci kamptaki yıldızlı gecede Reinhold ana kamptan mesajı alır: Kırmızı, hava kötüleşecek! 26 Temmuz gecesi, saat 3:00 gibi Reinhold çadırından çıkıp yola koyulur, Günther ve Baur ise onun dönüş yolunu hazırlayacaktır. Plan baştaki gibidir. Hava kötüleşecek, Reinhold Messner solo tırmanacak ve kardeşi onun için sabit hat çekip bekleyecektir. Zirveye Reinhold’un tek başına gitme fikri, Günther için kardeşliklerinin ve yoldaşlıklarının bir manada sınanması anlamına geldiğinden ve belki de bu anları Reinhold ile birlikte başarmak istemesinden dolayı, sabit hat çekmek ve kardeşini beklemek yerine ondan yaklaşık dört saat sonra arkasından zirveye gitmeye karar verir. Zamanın manası burada da kendini gösterir. Hızlı bir biçimde ölüm bölgesinde (dead zone, 8000 metre ve üstü) yükselmek biyolojik bedenler için ölümü hızlandırmak anlamına gelmektedir. Kendisinin dört saatte tırmandığı yaklaşık 600 metreyi bir saatte çıkan Günther’i arkasında gören Reinhold, ilk başta yaşadığı duyguları dile dökemez. Sevinir elbette ama bu hızlı yükselişin yükseklik hastalığına[iii]sebep olacağını da bilir. Reinhold zirvede kaldıkları bir saatin her şeye rağmen hayatında hatırladığı en mutlu anlardan biri olduğunu ifade edecektir daha sonra. Ne de olsa onca yıllık biyolojik ve sosyal bağlılık vardır ve kardeşler 8125 metrede bir arada durmaktadır. Öte yandan, Reinhold bir sorunla karşı karşıya kalacaklarının farkındadır. Günther sabit hat çekmemiş ve yanında ip getirmemiştir. 8000 metrede daha kötü ne olabilir ki? Zaman durur, güneş tepededir, sakin bir zirve onlara davet mesajını iletmiş, huzuruna kabul etmiştir. Sakinlik mi? Güneş mi? Reinhold’un aklına yatmayan bir şey vardır: Hava neden güzeldir? Oysa kırmızı fişek atılmamış mıdır? Bir yanlışlık söz konusudur. Dağda doğru bilgiye sahip olmamaktan daha kötü ne olabilir ki? Hava şimdi kötü değilse ne zaman kötüleşecektir? O an farkına varır ki bu farkındalık canlı güdüsünün en güçlülerinden bir tanesi olan dürtüyü tetiklemeye iter: Hayatta kalmalıdırlar! Hava güzeldir, çünkü Karl’ın zirve inadı baskın gelmiş, işini garantiye almak için “bilerek” yanlış fişeği ateşlemiş ve görece deneyimsiz Günther ve boğazında enfeksiyon başlamış Baur’u geride tutup Reinhold’u zirveyi garantilemek için yollamıştır. Fakat işini şansa bırakmamak adına gece yola çıkmalarını istediği Peter ve Felix de ana kamptan zirveye doğru yola çıkmıştır. Bir insan kaç kez yalan söyler ve bir hırs ne kadar erdemden vazgeçmeyi gerektirir bilinmez, ama Reinhold’un yapacağı tek şey vardır: Yoldaşı, kardeşi ile zirve yapıp dönmenin bir yolunu bulmak. Beraber 8125 metreye yükselen Messnerler’in buruk sevinçleri, olmayan iplerinden dolayı dönüş yolu aramak üzere kısa sürer. Reinhold deneyimlidir. Kardeşini o yükseklikte fazla tutmaması gerektiğini bilir. Ağabey olarak ve kendisinin de sonradan ifade edeceği gibi bir bakıma sebebi olduğunu düşündüğü bu soruna bir çözüm geliştirmelidir. Reinhold mutlu olduğu bir coğrafyada sınanır. Kendisi çözüm insanı ve “imkansızı sınayan” olarak bilinir ve içinde bulundukları an o anlardan biridir. Çözüm düşünür. Geldikleri yere dönen dik yamaçtan ipsiz inmek mümkün değildir.

Peter ve Felix zirve yolunda Reinhold ise sesini duyurmaya çalışırken (Reinhold’un 2002 yılında yayınlanan kitabındaki çiziminden adaptasyon)

Bu arada Felix ve Peter’i yaklaşık 100–200 metre aşağıda zirveye giderken görür. İpleri de vardır. Onlara seslenir. Yardım etmelerini ister, fakat konum itibariyle onların zirve yerine Messnerler’in yanına gelmesi zaman alacaktır. O an, her insanın durup düşüneceği anlardan bir tanesidir. Peter ve Felix yanlarına gitmek yerine neden zirveye giderler? Bu denli mi önemlidir zirve? Arada bir iletişimsizlik mi vardır?[iv]Hata ya da yanlış yapan birine yardım etmek yerine “herkes kendi tercihlerinin yükünü taşır” demek midir doğru olan? Bunu o anları yaşamayan kimse kolaylıkla cevaplayamaz, ama Reinhold, Peter ve Felix için hiçbir zaman kızgın olmadığını yıllar sonra da defalarca kez söyler. Bir olayda suçlu bulmak kolaydır, herkese hakkını teslim edip suçları dağıtmak ise zor. Reinhold kendi hatasının farkındadır, yapılacak bir şey olmadığının da… Karl’ı o anda suçlamak, Felix ve Peter’a sorumluluk yüklemek abesle iştigal anlamına gelir ki o da bunun farkındadır. Kardeşini ölüm bölgesinden aşağı indirmek için yol bulmalıdır.

O ana dönersek Reinhold’un aklına güneşin batmasına yakın başka bir plan gelir. Rupal kısmından değil, diğer kısım olan Diamir yüzüne Mummery sırtından aşağı inmek! Güneş batmaktadır, Messnerler ise yetersiz donanımla yeryüzünün insafına kalmışlardır. Geceye doğru bozan hava ve olmayan ışıkları ile Messnerler yaklaşık 8000 metrede bir geceyi uzay battaniyesi denilen acil durumlar için tasarlanmış ısı yansıtıcı özelliği olan bir naylon parçası ile fırtınayı atlatmak zorundadırlar. O yükseklikte sıcaklık eksi 45 dereceyi bulabilmektedir. Günther ise çoktan dehidrasyon yaşamaya ve yükseklik yüzünden halüsinasyonlar görmeye başlamıştır. Reinhold’dan tulum vermesini ister, hepsini kendisinin kullanmasını eleştirir. Halbuki ellerinde bir miktar kuruyemiş, biri yırtık iki çift eldiven ve bir vitamin tüpünden başka bir şeyleri yoktur. Günther varlığını hayal ettiği şeyler için Reinhold’a bağırmaktadır. Acı ve elem veren bu durumun sabahında mucizevi şekilde ikisi de hayatta kalarak uyanırlar. Bir gece daha geçirecekleri vadiye doğru alçalmaya devam ederler. Aşağı inmeleri şarttır. Gündüz sıcaklığı ile oluşan çığ tehlikesinden sakınmak için hareket etmelidirler. Reinhold kendi eldivenini yırtık olanla değiştirmesi için Günther’e verir ve inmeye devam ederler, ederler, ama Reinhold da yorgundur. O da halüsinasyon görmeye başlar. Üçüncü bir kimseden bahseder, siyah pelerinli birinin onlara yol gösterdiğini sanır. Günther’e de söyler. İkisinin durumu da bitaptır. Onu yönlendiren siyah pelerinli biri değil, yön duygusudur, irtifa yüzünden hayal görmektedir. Aşağı indikçe hava yumuşar. Günther biraz arkada kalır. Reinhold ise pelerinli adamın peşinden gider. Hızla aşağı inmenin bedeli ağır yorgunluk ve hayal görmeyi, fiziksel yorgunluk ile hata yapmayı kolaylaştıran susuzluktur. 5000 metreye doğru indiklerinde arkasında olan Günther’i göremez. Yorgunluk alt etmiştir onu, bilinci yerine geldiğinde ise duyduğu sesin yumuşayan karların kütle çekime yenik düşmesinden dolayı yamaç boyunca kayması olduğunu fark eder. O gürültüde derin sessizlik duyar. Çünkü Günther o çığın altında kalmıştır. Kendi ifadesiyle: “Güneş vadiyi ışıltılarıyla aydınlatmaktadır, fakat Reinhold için aydınlık bir şey kalmamıştır.”

Çocukluktan beri var olan kan bağının ötesindeki bağları kopmuştur. Artık yaşamanın bir manası var mıdır? Annesinin ona emanet ettiği kardeşini talihsiz bir şekilde karlar altında bırakıp doğduğu yere dönmeli midir? Mutfakta annesini ve kardeşlerini hayal eder, bu durumda eksik kalan parçayı nasıl anlatacaktır onlara? Karlar üstünde bırakır kendini, karşı konulmaz bir ağırlığa sebep olan yorgunluk altında ezilir bedeni. Bir süre uyuklar. Uyandığında kendini eldivenini, botunu ve montunu çıkarmış halde bulur. Bir fikir onu diri tutar, bir gerçeklik tekrar onu hayata bağlar: Annesi, babası ve kardeşleri bu hikâyeyi ondan dinlemelidir! Hayatta kalmalıdır. Yedi tane ayak parmağı donmuş ve kesilecek olsa bile yürümelidir, sonraki günler dilini bilmediği köylülerin bahçesinde, üzerine bir battaniye örtülmüş halde, bir tas süt için üstündekileri vermesi gerekse bile hayatta kalmalıdır. Evine dönmeli ve olanları anlatmalıdır. Artık sonu olmayacak olsa bile görevi bu olmalıdır. Ölmek kolaydır belki, ama yaşamak zordur. Reinhold’un ise o anlarda yaşaması gereklidir.

Reinhold zorlukla baş ederek bir şekilde hayatta kalır. Felix ve Peter’in başarılı zirve haberiyle ana kampı toplamaya başlayan ve dönüş yoluna geçen ekspedisyon ekibini, Pakistanlı askerler sayesinde yolda yakalayarak aralarına katılır. Daha önce Messner kardeşlerin dağda öldüğü haberini veren Karl, “mucizeyi” basına düzelterek iletir. Reinhold’un ailesine bir telgraf çekilir: Reinhold yaşıyor, Günther ise öldü. Dönüş yolunda Reinhold bir şey düşünemez. Freiburg’da tedaviye alınır. Aklında kardeşi vardır. Ailesine olanları anlatır, elbette onun anlattığına ailesi ihtimal verir, fakat hiçbir şey eskisi gibi değildir. Onları birbirine bağlayan anıların arasına giren ve hayatlarını ele geçiren ağır bir acı vardır. Zirveler önemsizdir. Günther gitmiştir. Artık ne yapacaktır? Yedi parmağı olmayan bir alpinist olarak mı dağcılığa devam edecektir? Etse ne olacaktır ki? İnsan amacını manalı kılan şeyleri yitirdiğinde ne yapar?

Herkesin taşıması gereken yükleri vardır. Herkes bir yol tercih eder, onu yürürken gerekenleri de yapar. Bazen kolayca ve mutlulukla ilerlenir, bazen de zorludur. Sevdiklerimizi kaybetmek bu yolculukları çekilmez kılar kuşkusuz. Fakat sevdiklerimizin ölümünden sorumlu tutulmakla karşılaştırılabilecek daha ağır bir yük var mıdır?

Karl’ın ekspedisyon dönüşü basın açıklamasında açık bir şekilde Reinhold’un hırsı yüzünden kardeşinin öldüğü, emirlere uysa bunların olmayacağı bilgisi verilmiştir. Dönüşte iki anlatı ekspedisyona gölge düşürür. Reinhold ve Karl’ın dedikleri, ekibin geri kalanının anlattıkları ile çelişmektedir. Bu Reinhold için bitmeyen bir ceza değildir de nedir? Cezasının bedelini yıllar boyunca rüyalarında, hayatının her anında yaşayacaktır. Tıpkı Sisifos gibi bu yükü zirveye taşıyacak, ama sonuca ulaşamayacaktır. Fakat bu sefer cezayı kesen Zeus değildir. Kendi türünden, kendisi gibi ölümlü olan ekip arkadaşlarıdır. Sisifos’un kayayı zirveye defalarca kez sürüklemesi gibi, Reinhold da anlattığı hikâye doğrulanana kadar defalarca kez kardeşini aramak için Nanga Parbat’a gitmek zorundadır.

1978 Reinhold tek başına Nanga Parbat’ın zirvesinde

Bu tırmanışlardan birinde, 1978 yılında, ana kamptan zirveye solo tırmanış yaptığında kazmasının üzerine fotoğraf makinesinin tetikleyicisini ayarlayıp koyar ve bir fotoğraf çeker. Kardeşi ile geldiği yere tek başına çıkmıştır. Birçoklarına yalın haliyle “imkânsız” gelen 8000 metrelik dağlara tek başına çıkma fikrini gerçekleştirmiştir, fakat fotoğrafta omuzları dik değildir. Belli ki hala yük taşımaktadır. “Tek” olmak onun için imkansızı başarmaktan çok daha farklı bir şey ifade etmektir. Daha önce iki kişi oldukları yerde artık tek başınadır. İşte bu yüzden solo tırmanması bile yükünü azaltabilmesi için yeterli olmamıştır. Reinhold Messner artık kardeşinin öldüğü dağda dimdik değil yüküyle durmaktadır. Onun ölümünden sonra 35 yıl boyunca, 2005 yılına kadar bu yükü sırtında taşımak zorundadır. Tıpkı Sisifos gibi, vazgeçmeden, bırakmadan… Devam etmelidir, dağlarda kendini tek başına bulmalıdır. Ölmüştür, ama tekrar doğması gereklidir, bunu yapmak içinse bilindiğinden farklı bir şekilde sınırları yeniden çizmelidir!

Bir sonraki yazı Lazarus: Messner Efsanesi Doğuyor.

(*) Yineliyorum Çiğdem’in diğer işlerine mutlaka bakın! Instagram: cigdemdemirdsgn :)

[i]Bu yazı serisi birbiri ardına gelen üç yazıdan oluşmaktadır.

[ii]Sabit hat zor olan rotalarda bir merdiven gibi tek ya da ikili önceden çıkılıp, inilerek kurulan ipten hattır. Lider tırmanan dönüşü kolaylaştırmak için bu hatta arkasında gelen artçı ile kurabilir. Reinhold’un tırmandığı yerden geri inebilmesi için bu ipe ihtiyaç vardır.

[iii]Yüksek irtifa hastalığı (Acute Mountain Sickness (AMS)), genellikle 2500 metre ve üstü yüksekliklerde baş ağrısı, kusma, hayal görme, yorgunluk gibi belirtilerle kendini gösterir. Az oksijen ve basıncın sebep olduğu hastalıktan kurtulmanın yolu vücudu yükseğe uyumlu hale getirmek, sıvı kaybını önlemek ve güvenli yüksekliklere inmek olarak söylenebilir.

[iv]Buradaki çelişkiler, Karl’ın tüm ekibe imzalattığı gizlilik sözleşmesi yüzünden, yıllar sonra bile çözülemeyecektir.

Düzensiz Dergi olarak yeni içeriklerden haberdar olabileceğiniz bir e-posta bültenimiz var: Üye Olmak İçin Tıklayınız

--

--

Muhsin Dogan
Düzensiz

PhD in Sci. and Tech. Pol. Studies at METU. Nowadays working on history of science and technology. Nature servant and Space lover. Star Photographer.