Dünyada Orta Sınıfla Sermayenin Siyaset Savaşı

Zeki Seskir
Düzensiz
Published in
6 min readDec 11, 2016

Önceki yazımızda Batı ülkelerindeki gelişmelerin ve küresel popülizm trendinin Türkiye’deki yansımalarına ve olası sonuçlarına değinmiştik. Bu yazıda ise bu trendin arkasında yatan ana ekonomik etmenlerden yerel orta sınıflarla küreselleşmiş sermayelerin arasındaki gerilimden ve bunun siyaset arenalarına yansımalarından bahsedeceğiz. Sürekli olarak çoğul bir şekilde bu olguları dile getirmiş olmamızın sebebiyse aslında ‘küresel’ sınıflardan ve sermayelerden konuşulan bir noktada dünyanın şu anki popülist ve aşırı sağa meyleden trendinin anlaşılamayacak olması. Belki de bu nedenledir ki Trump’ın seçilmesini anlamak gerek Amerikalı gerekse de Avrupalı ‘liberal’ kesim için anlaşılması imkansız bir durumdur.

Sermayenin Küreselleşme Dinamikleri

Yaygın iktisat kuramlarında (neo-klasik kuramlar) üretim iki değişkene ve bazı katsayılara bağlı işler. Değişkenler emek ve kapitaldir (bu noktadan sonra kapitale sermaye diyeceğiz). Emek ve sermaye birleştiğinde çeşitli verimlilik koşulları altında (teknoloji, devlet kurumları, vergi yasaları vs. vs.) üretimle sonuç verir. Bu süreç iktisatta üretim fonksiyonuyla anlatılır ve kendisi aslında bir matematik formülüdür. Pek çok farklı sebepten ötürü bu tasvire katılmasak dahi yaygın iktisat uygulamaları ve çalışmalarında bu fonksiyonun gücü göz ardı edilemez. ‘Kazanç — Maliyet = Kar’ şeklindeki ikinci basit iktisat formülüyle birleştiklerinde bu ikisinin herhangi bir firmanın davranışına tamamen yön verdiği iddia edilir. Yani eğer sermaye aynı emeği daha ucuza satın alabileceği bir fırsat görürse mutlaka değerlendirir. Aynı biçimde eğer emek gücü de aynı emeğe daha fazla karşılık alabileceği bir sermaye görürse mutlaka değerlendirir. Dolayısıyla sermaye ile yüklü bir Amerikan firması emek fazlası olan bir yere erişim kazandığında (örneğin Çin) bu iki piyasa gücü durdurulamaz ve sermaye mutlaka emek ihtiyacını emeğin fazla (ve ucuz) olduğu yerden karşılayacaktır.

Soğuk Savaş’ın bitmesinin ardından dünya tabiri caizse Batı sermayesinin karşısında kabak çiçeği gibi açıldı. Batılı sermayenin dünyanın kalanına akmasını önleyen Demir Perde ortadan kalkmıştı ve sermaye hızla emeğin ucuz olduğu yerlere doğru akmaya başladı. Bu doğal olarak karşılığında arttırılmış üretim ve yükselen refahı getirdi. Batıdaki sermaye fazlası atıl kalan ve verimsiz işleyen emek piyasalarına girdi, aynı zamanda emek piyasaları da kendilerini Batılı sermayeye uygun hale getirebilmek için taklalar atmaya ve ‘yabancı yatırımcı’ peşinde koşmaya başladı. Sonuç, Globalizm/Küreselleşme.

Gelişmiş Ülkeler ve Emek Piyasaları

Gelişmiş ülke kavramı pek çok açıdan ele alınabilir ancak öncelikli olarak endüstrileşmeyle ilişkilendirilmiş bir kavramdır. Buradaki önemli ayrıntı ise endüstrileşmenin yalnızca fabrikadan veya ‘son teknoloji ürünler’ üretmekten ibaret olmamasıdır. Endüstriyi destekleyebilecek gerekli destek mekanizmalarının varlığı bir ülkeyi gerçekten gelişmiş yapan ayrıntıdır. Bu yalnızca endüstrinin gelişmesine ve iş yapabilmesine olanak sağlayan, aynı zamanda da ürettiği problemlerle baş edebilen bir hukuk ve devlet yapısını da kapsamaz. Fabrikalarda çalışan insanlara ihtiyaçlarını sağlayan marketleri, onların iş hayatını sürdürebilmek için ihtiyaç duydukları enerjiyi yeniden doldurmalarını sağlayacak eğlence ürünlerini, sağlık gereklerini karşılayacak hastaneleri, onları işe götürüp geri getirecek toplu taşıma sistemlerini ve daha nice, bir kasabayı kasaba, bir şehri şehir yapan mekanizmaları içerir. Siz bir bölgeden üretimi çektiğinizde oradan çekip aldığınız yalnızca bir fabrika ve içindeki işçiler değil, tüm bu sistemi besleyen ana etmendir. Elbette insanlar ve ekonomik yapılar adapte olabilir, ancak bu çekilme ani ve beklenmedik olursa geriye Detroit gibi hayalet kentler bırakması yüksek bir olasılıktır.

Aynı zamanda gelişmiş ülkelerde üretim değerlidir çünkü sermaye kapalı bir kutuda emek piyasasını beslemez. Özellikle Amerika gibi toplum içi sınıflar arası (dikey) geçişkenliğin yüksek olduğu ülkelerde emek piyasası kısa sürede bir orta sınıf yaratır. Bu orta sınıf aslında fabrika patronu ve işçi arasındaki etkileşimin bir yan ürünüdür. Hem işçinin kendisini yeniden üretmesine (yemek yemesi, dinlenmesi, eğlenmesi vs.) hem fabrikanın kendisini yeniden üretmesine (taşımacılık, satış, ileri tamirat — mühendislik vs.) hem de patronun kendisini yeniden üretmesine (bankacılık, sanat, bilim, eğitim vs.) olanak sunan, yukarıda bahsettiğimiz ‘destek’ mekanizmalarının arka planıdır bu orta sınıf.

Trump’ın Orta Sınıfı ve Gümrük Yükseltme

Trump’ın nasıl seçildiğine dair bir yazımızda Trump’ın nasıl da Amerika’nın unutulmuş eski orta sınıfına hitap ettiğini ve kendisini kimsenin politik olarak umursamadığı bu kitlenin sırtında zafere taşıdığını yazmıştık. Bu meseleyi biraz daha açalım.

Emek ve sermayenin üretimi getirdiğinden bahsetmiştik. Eğer zamanla emek piyasasında emek değerleniyorsa burada sermayenin yapabileceği üç açık olasılık vardır. İlki emeği daha pahalıya da olsa satın almaktır, ancak bu sürdürülebilir bir yöntem değildir çünkü emek giderek pahalılaşacaktır. İkincisi fonksiyondaki sabitle oynamaktır; verimliliği arttırmak, teknolojiyi kullanarak gereken emek miktarını azaltmak (ki bu işçi sınıfını küçültüp orta sınıfı büyüten bir harekettir çünkü daha az ancak kalifiye bir iş gücü gerektirir), vergi indirimi sağlayacak mekanizmaları zorlamak (politikacılara para yedirmek, liberal ekonomiyi savunan STK’lar kurmak vs.). Üçüncüsüyse üretimi emeğin daha ucuz olduğu bir yere taşımaktır.

Amerika’da varlığını sürdüren firmalar ikinci yöntemi, üretimini ‘outsource’ eden firmalarsa üçüncü yöntemi tercih etmişlerdir. Elbette birinci yöntemi de izleyen çok sayıda firma olmuştur, ancak küreselleşme trendi oyunu doğru oynayanlar için üçüncü seçeneği diğerlerine göre çok daha ilgi çekici kılmıştır. Bu durumda üretim başka ülkelere taşınmış, bir nevi Amerikan orta sınıfı kendi içine yavaşça çökmeye terk edilmiştir.

Burada finansallaşma devreye girmiş, Amerikan orta sınıfı kendisini değişen piyasa koşullarına uydurmaya çalışırken onlara krediler sağlayarak bu geçişi ani olmaktan çıkarıp zamana yaymıştır. Finansallaşmanın pek çok faydası ve gereği vardır, iş piyasasındaki ani değişimleri yumuşatabilmek de bunlardan birisidir. Ancak finans piyasası 2008’de patladığında beraberinde pek çok insanı da aşağı çekmiştir ve hayatının 40–50 senesini orta sınıf olarak veya orta sınıfa yükselerek geçirmiş insanlar kendilerini McDonalds’ta yerleri silerken veya çocuklarının bodrum katına taşınırken bulmuşlardır. Birileri ‘Make America Great Again’ derken gösterdikleri tepkinin temelinde bu travma ve devletin (özellikle de yukarıda bahsettiğimiz ikinci seçeneği tercih etmiş firmalar tarafından paraya bağlanmış olan politikacıların) kendilerini tamamen umursamamaları yatmaktadır.

Trump’ın bahsettiği yüksek gümrük vergileri ve “Amerikan şirketlerini Amerika’ya geri çağırma” hikayesi aslında bundan ibarettir. Yukarıdaki üçüncü seçeneği olabildiğince yüksek maliyetli hale getirmek ve üretimi tekrar yerele taşımak (elbette Çin’in tüm Amerikan teknolojisini üretim bandından çalıyor olması gibi pek çok başka yan etmen de mevcuttur). Amerikan liberallerinin buna karşı çıktıkları nokta üretimin Amerika’ya dönse bile eskisi gibi yapılamayacağı, Amerika’daki emek piyasasının tüm çökmelere rağmen Çin veya Meksika ile karşılaştırılamayacak kadar pahalı olduğudur. Bu ilk bakışta mantıklı bir argümandır ancak atladığı nokta basitçe şudur, üçüncü seçenek ne kadar yüksek maliyetli olursa firmaların bir veya ikinci seçeneğe dönme ihtimalleri o kadar artar. Trump aynı zamanda “ben politikacı değilim” diyerek kendisinin parayla satın alınamayacağı vurgusunda da bulunmuştur, bu nedenle ikinci seçeneğin bir alt başlığı olan ‘politikacılara para yedirmek’ Trump’a karşı yine yüksek maliyetli bir seçim olacaktır (yedirilmesi gereken para miktarı ve çaba çoğu firma için değmeyecek kadar yüksektir). Dolayısıyla geriye bu firmalara iki seçenek kalmaktadır. Ya emeği Amerika’da ama daha pahalıya satın alacaklardır (ki bunu az da olsa çok sayıda firma uygulamak durumunda kalabilir) ya da teknoloji yatırımı yaparak en az emekle en çok üretimi yapmanın yollarını zorlayacaklardır. Ki bu da ar-ge yatırımı, ileri teknoloji versiyonları dahi olsa fabrikaların tekrar Amerika’ya taşınması ve daha nice yan etkiyi beraberinde getirecektir. Yine bu firmalarda çalışan (az sayıda dahi olsa) insanların ihtiyaçları Amerikan orta sınıfı tarafından karşılanacak, hayalleri kurulan ölçüde olmasa dahi orta sınıf bir miktar canlanacaktır.

Avrupa ve Göçmen Kavgaları

Bu konu ülkeler bazında geniş çaplı irdelenebilecek olsa dahi basitçe şu şekilde özetlenebilir. Avrupa’da üretim Amerika’daki kadar dışarı ihale edilmemiş durumdadır (özellikle Almanya’nın ileri teknoloji marketler için yaptığı üretimler neredeyse askeri sır düzeyinde bir korumacılıkla yerelde tutulmaktadır). Fakat yine de emek piyasasının sürekli yükselen maliyetiyle sermaye bir şekilde başa çıkmalıdır, buna çözüm olarak da göçmenlik görülmüştür. AB’nin en büyük amaçlarından biri Avrupa içi emek piyasasının ortaklaştırılmasıydı, hatta Euro buna en büyük hizmeti edecek araçlardan birisi olarak görülüyordu. Ancak bu beklendiği şekliyle gerçekleşemedi çünkü kültür önemli ve büyük bir faktördü. Bu nedenle AB’nin çok-kültürlülük çabası yalnızca bir post-kolonyal beyaz ızdırabı değil aslında Avrupa’nın emek piyasasına Avrupa dışını da dahil etmek ve böylece rekabeti arttırarak emeğin maliyetini düşürmektir. Kısacası, kimse anasının babasının hayrına Avrupa’yı Afrikalıların Müslümanların veya herhangi birisinin var olup ‘çalışabileceği’ bir ortama getirmeye çabalamamaktadır. Sermayenin Avrupa dışına çıkma güdüsünü baskılayabilmek için emek elden geldiğince ucuz tutulabilmelidir. (Bu konunun Avrupa’daki orta sınıf üzerinde yarattığı gerilime bu makalede değinilmeyecektir, ancak Avrupa’da yükselen sağ ve anti-AB akımları aşikar örneklerdir.)

Toparlarsak

Batı’da orta sınıfın kendisini ‘üretimin’ yeniden üretilmesine entegre etmiş kısmı hızla erimektedir (kendisini ‘patronun’ yeniden üretimine entegre etmiş kısımsa bir nevi semirmektedir). Küreselleşmenin getirdiği etkilere karşı tepkilerini yükseltmektedirler ve bu tepkiler sol-liberal akımlar tarafından uzun süre göz ardı edildikleri için kendisine aşırı sağcı, ırkçı, milliyetçi akımlarda can bulabilmişlerdir. Tepkilerin ne kadar başarıya ulaşabileceği meselesi elbette şüphelidir ancak bu tepkilerin kendilerini ve etkilerini geçersiz kılmaz. Uzun süre devamlı hızlanarak ilerlemiş olan küreselleşme 2008 krizini takiben hızlanmasını biraz yavaşlatmıştır, şimdiki gelişmeler ise bu hızlanmayı bitirip tersine çevirme ve küreselleşmeden yerelleşmeye bir yol açma çabalarıdır. Varlıklarını ne kadar koruyabilecekleri ve yerelleşmeyi ne kadar ‘kazançlı’ bir tercih haline getirebilecekleri ise dünya ekonomik hareketliliğinin önümüzdeki 10 yılının belirleyici etmeni olacaktır.

--

--

Zeki Seskir
Düzensiz

METU \\ M.Sc. — Physics and STPS \\ Ph.D. candidate — Physics \\ Part-time blogger on http://www.duzensiz.org/.