Hubris: İnsan Kibrinin Nükleer Hali

Kitap İncelemesi

Muhsin Dogan
Düzensiz
4 min readAug 31, 2019

--

Üçüncü ayın 14’ünde 1879’da Almanya’da dünyaya geldi. Her biyolojik bireyin tattığı bu sıradan doğumun ardından yetişkin bireylerin düşünmeye tenezzül etmeyecekleri yaşta “bir çocuk merakı” ile “büyük” sorulara cevaplar aradı. Onu özel kılan şeylerin arasında -belki de en önemlisi- soruların cevaplarını büyük bir tutkuyla ve adanmışlıkla aramak vardı. 26 yaşına geldiğinde artık ne o ne de ondan sonra dünya eskisi gibi olmayacaktı. 1905 yılında yaşamı boyunca bir bireyin üstlenebileceğinden daha fazlasını üstlenerek bilimsel makale serisini tamamladı. İşte o andan itibaren tüm hikayemiz başka bir anlam kazandı. Evrenin sırlarını anlamak için bir yol açıldı. Bu yolda ışığa, kütleye, enerjiye bakış açımız tamamen değişti. 26 yaşındaki genç adam bir sürü sorunun cevabını ararken bir şeyi daha keşfetti. Işığın hızını anlamlandırmaya çalışırken matematiksel olarak kütlenin enerjiye dönüşmesi halinde ortaya çıkacak olan şeyden korktu.

Dünya Napolyon’un Rusya Seferi’nden sonra en büyük kayıpların verileceği topyekûn bir savaşa gidiyordu. Birincisinin ardından ikincisi başladığında bu korkuları gerçeğe döndü. İstemediği şey, korktuğu şey onun peşinden Amerika’ya kadar geldi. 26 yaşında yaptığı keşiflerin bilim ve insanlık yararına olduğunu düşünürken, şimdi tüm canlıları tehdit eden bir şeye dönüşmesini üzüntüyle takip etti. Amerikalılar Almanlara karşı bir yarış içindeyken yapılması istenen şey belliydi. O güne kadar bilimsel bilginin kat ettiği muazzam yol sayesinde de bu şeyin yapılması kolaylaşıyordu. Amerikalılar bu konuda 1–0 önde devam ederken, “mucize”nin öznesi olan kişiden yardım istedi. Tereddütle son bir sefer dahası yaşanmasın diye bunu kabul etti. Yıllardır çalışan bir ekip bu bilgileri de aldı ve bir bomba yaptı. Bomba yeryüzünden yaklaşık 230 bin kişinin biyolojik hayatını sonlandırdı. 85 milyon cana sebep olan bir savaşın sonu için ödenen son bedeldi bu. Ardından kafalar karıştı. 26 yaşında bu bilginin bu şekilde kullanılabileceğini bilse bilimsel anlamda bu yolu yürümekten bile vazgeçebilecek kişi Amerika’nın en ünlü dergilerinden birinin kapağında duyuruldu: Albert Einstein, E=mc2. Daha sonra ömrünü tamamlarken bile nükleer enerjinin kötü etkilerine karşı uyarılarda bulundu. Fakat Pandora’nın Kutusu açılmıştı ve nükleer enerji devri başlamıştı.

Fizik bilgisinin sınırı içinde, bu enerjiden faydalanabilmenin imkanını kullanan insanlık 26 yaşındaki delikanlının keşfi sayesinde çevresel anlamda sorun yaratan enerji kaynaklarından elini çekip bu kaynağın enerjisinden faydalanmaya başladı. Kabaca 1950’lerde başlayan bu süreçte iki büyük dünya savaşından galip çıkan Amerika’nın ilk santrali kurmasıyla süreç hızlandı. Nükleer enerji o kadar verimliydi ki, ekonomik değeri için savaşlara bile sebep olan kaynak problemini de bir noktada çözebiliyordu. Bu gücün tekeli tek bir devlette olamazdı. Bu sebeple Ruslar da kendi bilimsel çalışmalarını başlattılar. 1954’de meşhur -ve bu hikâyenin baş kahramanı olan- RBMK reaktörü ile 5 megawatt (yaklaşık 5 bin evin ihtiyacı olabilecek bir rakam) elektrik üretmeye başladılar. Güzel başlayan nükleer enerji serüveni insanlığın sorununu çözen ve can almayan bir süreçle devam ediyordu. Amerikalılar, Ruslar, Japonlar bu kaynağı cömertçe kullanıyordu. Ama yer yüzünde hiçbir şeyin sürekli olamayacağını bilenler bu “güzellemelere” kanmadan bu enerjinin olumsuz etkilerini için uyarılarda bulunuyordu. Her zaman her şey yolunda gitmeyebilirdi ve öyle de oldu.

İşler yolunda gitseydi bu satıların yazılmasına sebep olan kitap ortaya çıkmazdı ve etkileri 30 yıldan daha fazlaya taşan olumsuzluklar yaşanmazdı. Korkulan 1986 yılında Pripyat’ta Çernobil Nükleer Tesisi’nin 4 numaralı reaktörünün patlamasıyla oldu. Neler yaşandı sorusunun cevabını arıyorsak, tam olarak bu noktada Adam Higginbotham’ın muazzam derece özenli eserinin sahne alması gerekir.

Kitap arşiv bilgileri, resmi kaynaklar, sözlü tarih bilgileri ve çok kapsamlı bir araştırmanın sonucunda detaylı bir biçimde 26 Nisan gecesi ve öncesinde yaşananları anlatıyor. Detaylı haritalar, karakterler için verilen kısa biyografik bilgiler sayesinde okumak ve bir sonraki sayfayı çevirmek için insan kendini zor tutuyor. Yazar kitabı iki ana bölüme ayırmış ve ilk bölümde o gece öncesini ve sonrasını anlatırken verdiği detaylarla adeta o anlar yaşanıyor. Birinci bölümün öne çıkanları arasında olay yaşandıktan sonra oraya gelen itfaiyecilerin radyasyon miktarının epey yüksek olduğu reaktör çevresinde reaktörü söndürmek için girdikleri acıklı öykünün ayrıntılarının anlatılması sayılabilir. Ayrıca yazar sorumsuz yöneticilerin bu denli büyük bir felakete nasıl yol açtıklarına karşılaştırmalı olarak kitabının içinde yer veriyor. Kitabın ikinci bölümünde ise felaket sonrası yaşanan trajik olaylara değinen yazar, özellikle Ukrayna’ya komşu ülkelerin (buraya Türkiye’de dahil) yaşadıkları radyasyon serpintilerinden bahsediyor. Bu noktada, uluslararası arenada yaşananları ve felaket sonrasında Rusya’nın “diplomatik” tavırlarını okuyucusuna aktarırken bir sefer daha o günlerde yaşatılanlar için insan kendi kendine öfkeleniyor. Meşhur altı numaralı hastanede olanlar ve karakterlerin ağzından aktarılan cümleler epey sarsıcı olmakla beraber, bugün halen radyoaktif olan bölgedeki insanların tahliye edilme şekilleri ve öylece bıraktıkları yaşam alanlarının öyküsünü okuyucuyu o an oradaymış gibi hissettirerek ustaca aktarıyor. Kitabın bu bölümünde ayrıca, mahkeme sürecinde yaşananlar ve Valery Legasov’un etkileyici sunumunu da anlatan yazar sonlara doğru kitapta günümüze gelerek tekrar Moskova’ya 2015 yılında yaptığı ziyaretten izlenimlerini anlatmaya başlıyor. Bu noktada Avrupa’nın da katkı verdiği bir koruma (confinement) projesinin ayrıntılarıyla güncel bilgileri okuyucuya aktaran yazar son bölümde karakterlerin şu andaki durumlarını özetleyip şehrin ve nükleer santralin 80’lerde çekilmiş bir fotoğrafıyla kitabını noktalıyor.

Genel anlamda bir eleştirim olmamakla birlikte kitabı basılı olarak okumayı isterdim. Hâlihazırda New York Times Bestseller listesine girip popüler olmuş bir kitap olsa da ülkemizde pek dikkat çekmemiş gibi gözüküyor. Editöryel açıdan iyi bir dile sahip olan kitabın yazarı kelimeleri ve cümleleri okuyucuyu hep “uyanık” tutacak şekilde seçmiş. Haritalar ve biyografilerin çok şey kattığı söylenebilir. Kitabın detaylı bir indeksi ve kaynakçası da bu tarz kitapların değerini artıran bir özellik olarak daha fazlasını okumak isteyenler için yardımcı unsur olarak karşımıza çıkıyor.

Son olarak, ekranlarda popüler olan dizisinin ve herkes tarafından “dramatize” edilen hikâyenin gerçekleri “eğip büktüğünü” hatırlatmakta fayda olduğu aşikâr. Bu nedenle, diziyi izleyip sevenler için bu kitabın okunması faydalı olabilecekken, hiç izlemeyenler için de “izlemeden önce mutlaka okunmalı” kategorisinde yer alıyor. Bu yazının başlığında geçen “sınırları zorlama” öyküsü nedir sorusuna cevap bulmak isteyenler için: ‘Adam Higginbotham’ı mutlaka okuyun!”

Midnight in Chernobyl: The Untold Story of the World’s Greatest Nuclear Disaster

Adam Higginbotham

Simon & Schuster, 2019 (e-kitap)

--

--

Muhsin Dogan
Düzensiz

PhD in Sci. and Tech. Pol. Studies at METU. Nowadays working on history of science and technology. Nature servant and Space lover. Star Photographer.