Lazarus: Messner Efsanesi Doğuyor… (III)[i]

Muhsin Dogan
Düzensiz
Published in
7 min readMar 1, 2020

İllüstrasyonlar: Çiğdem Demir

Çocuklarıyla vakit geçirmeyi severdi. Birlikte yemek yemeyi, konuşmayı ve paylaşmayı da severdi. Bu dünyanın nimetlerinden faydalanmanın en masum ve keyifli yollarını çok iyi bilirdi Lazarus. Diğer taraftan, her biyolojik varlığın yaşayacağı sonun da farkındaydı. Bu dünya organik hayat için sonsuz kaynakları içinde barındırırken aynı zamanda da biyolojik bedenleri çürüterek bir sonun olduğunu da hatırlatıyordu. Etten bedenler ölümle sınanıyordu. Günlerden bir gün, Lazarus keyif aldığı sofralardan, insanî duygulardan ve biyolojik zevklerden mahrum kalarak yaşama veda etti. Yeryüzünde sonu gören hiçbir biyolojik varlık tekrar başlangıcı göremezdi. Bu kural binlerce yıldır böyleydi. Fakat Lazarus’un hikayesi klasik bir biçimde sonlanmadı. Ve bir şey oldu, olmaması beklenen bir şey… Öldükten dört gün sonra Tanrı Lazarus’a can verdi ve Lazarus öldüğü tabuttan çıkarak tekrar hayata döndü. Öldükten sonra dirilen Lazarus bir efsaneye dönüştü. Bu mucize herkese “imkansızın” olmadığı, sonun tekrar bir başlangıcı olabileceği umudunu verdi…

İnsan amacı uğruna nelerden vazgeçebilir? Neleri unutabilir tamamen ya da bir daha dönmemek üzere geride bırakabilir? En sevdiği, ait olduğunu düşündüğü yerleri görmek, bir bakıma kendini gerçekleştirmek için nelerden feragat edebilir? Messner yaşanan son felakette kardeşiyle birlikte sadece ayak parmaklarının sekizini kaybetmedi. Umudunu, mutluluğunu ve en önemlisi inancını da kaybetti (*). Ölümünden mesul tutulduğu bir kazanın ardından adeta ölü bir insan haline büründü. Hala ayaklarının altıda toprağı hissediyor olsa da hayattan keyif aldığı birçok şeyi kaybetmişti… Fakat Lazarus efsanesinde olduğu gibi, yeniden “dirilmesi” tekrar amacının peşinden gitmesi gerekliydi. Messner de yeni bir başlangıç yapabilmek için kendi kararını verdi. Dağlara dönecekti. Üstelik bu kez tırmanışlarına kendi kuracağı ekiplerle ve kendi “yoluyla” devam edecekti. Kendi efsanesini yazmaya başladığından habersiz kararlılık ve istekle yola koyuldu. Bu sefer sınandığı yerler, uyum sağlamak zorunda olduğu doğa doğduğu yerdekinden çok daha sert ve acımasızdı.

1970 yılı, her şeyin bitişi ve yeniden başlangıcının da yılı oldu. Messner’in zirvelere buruk bir hevesle gitmeye başladığı zamanın da miladı… 1971’de Endonezya’da, 1972’de Kenya’da aynı yıl Pakistan’da 5000 metrelik dağlara tırmandı. Kimsenin onun hikayesine inanmadığı bir hikâyede hızla yönünü “devlerin dağlarına” çevirdi.

Messner Tekrar Dağlara Dönüyor…

Atlas’ın omuzlarında yükselen mavi kadife sadece 14 tane 8000’lik dağ barındırır içinde. Bu dağların büyüsü, güzelliği Messner’in aklından çıkmaz ve yönünü tekrar bulmak için onlara yöneltir dikkatini. 1972’de “ruhu”nu beslemek için beraberindeki ekiple dünyanın sekizinci büyük zirvesi olan Manaslu’ya hareket eder. Fakat doğanın kuralları insanların hesabının ötesinde oluşmuştur. Maalesef F. Jager ve A. Schlick talihsiz bir şekilde zirveye yakın bir noktada hayatlarını kaybeder ama Messner zirveye ulaşır. Sonrasında ekibi küçültmenin her anlamda sırtındaki maliyetleri azaltacağını düşünür. 1975’de kendisini Habbler ile birlikte Gasherbrum I’in zirvesinde bulur. Diğer adıyla “Gizli Zirve” Messner’in üçüncü 8000’lik dağı olur. Fakat modern dünyada herkesin zihninde olan bir sorun onu da yalnız bırakmaz. Bu sorun ekonomik değerlemenin bir aracı olan paranın kendisidir. Uzun süren tırmanışları finanse edebilmesi için bir yol bulmalıdır. Sponsorluk almak, onların markalarını üstünde taşımak, zirvede bayraklarını açmak Messner için kabul edilebilir bir tercih değildir. Yeni bir yol bulmayı dener. Kendi tabiriyle ayaklı bir reklam tabelası olmak istemez. Devam etmek ister ama devamlılık için kullanacağı şeylere para ödemesi gerekir. O dönemin imkanlarında kaydettiği görüntüleri, fotoğrafları, yaşananları ve hikayeleri satmaya başlar. Bir miktar önü açılır ama sponsorluk şart gibi gözükmektedir. Moralini ve dikkatini buna harcamaz, devam eder. 1978’de kendini oksijen desteği olmadan tırmanılasının çok zor olduğu düşünülen dünyanın en yüksek noktasında bulur. Tam olarak Chomolungma’da tüm dağların tanrıçası sayılan yerde Batı’da bilinen adıyla Everest’in zirvesinde. Kendi ifadesiyle, limitleri zorlamak dağcılık için kuantum sıçraması gibi bir şeydir. Çünkü bir öncesinde yapılan şeyler doğanın kararsızlığı ile daha zor hale gelebilir. Daha kolay olması durumunu da göz ardı etmemek gerekir. Bu kararsızlık imkansızı katletmek için de hayali limitler yaratır. Düşünün ki, bir hedef belirleyip çıktığınız yolda birileri hedefi sürekli farklı yerlere taşımakta ve bunu saniyeler, dakikalar hatta günler boyunca sürekli tekrarlamakta. Bu belirsizlik insan gibi kırılgan varlıklar için epey bir sorun teşkil etmekle birlikte, bütünü düşünen, küçük noktalarda takılı kalmayan zihinlerde sıradanlaşır, önemsizleşir.

“Hayattaki en muhteşem şeyler sahip olduklarınız değil yaptıklarınızdır.

1979’da Tibet dilinde yalnız zirve anlamına gelen, Batılıların ise coğrafi sınıflandırma sırasında K2 (Godwin-Austen) olarak isim verdikleri dünyanın en ölümcül ve en yüksek ikinci zirvesine tırmanır. Bunu yaparken planladığı rotadan vazgeçmek ve başka bir rota seçmek zorunda kalır. Sonuçta dağlar insanın her istediğini yerine getirmek zorunda değildir. Bu bir kırılmanın başlangıcıdır. Sonrası hızla gelir. 1980’de Everest’e solo tırmanır. Oksijensiz ve bir takım desteği olmadan. Tek başına zirveye varır, ayrıca bu onun ikinci Everest zirvesidir. Hem oksijensiz hem de ana kamptan solo tırmanmak sadece düşünceleri değil doğanın da sınırlarını zorlamaktadır. 1981’de diğer bir 8000’lik Shihshapangma’nın 8027 metrelik zirvesine, 1982’de ise Kangchenjunga’ya, karlı dağların beş hazinesine, dünyanın en yüksek üçüncü zirvesine tırmanır. Aynı yıl Karakurum’daki 8035 metrelik Gasherbrum II’ye de tırmanır. Artık kendini ispatlamasına gerek yoktur. Zaten ihtiyacı da yoktur. Düşünsel yolculuğuna rehberlik eden dağlar sayesinde zirvelere ve doğaya uygun davranmayı öğrenmiş, kendini ise “ego”sundan mümkün olduğunca kurtarmayı başarmaya başlamıştır. 1982’deki son yolculuğu Broad Peak’edir. Bir yıl içinde 8000’lik zirveye tırmanmayı başaran kişidir artık. Geri kalan dağları ise 1986 yılına kadar bazılarını iki sefer olmak üzere tamamlar. 14 tane 8000’lik zirve bazılarına iki sefer bazılarına ise tek başına (solo) tırmanır. Sonrasında yedi kıtanın yedi yüksek zirvesine (Seven Summits) de çıkar. 1986 yılından sonra ise hızla tırmanışlara devam ederken yer yüzünde oluşan mitleri anlamak için yürümeye başlar…

Dağlar insanı ehlileştirir belki de kökenimizi hatırlamak için bizlere fırsatlar yaratır. Fakat günün sonunda görmek için bakmak gerekir, ulaşmak için hedef belirlemek ve varmak için yürümek gerekir.

Messner Yeryüzünü Arşınlıyor

1914’te dünya Avrupa’da 41 yıl sürecek bir deliliğe sürüklenirken yalnız kaya üzerinde keşfetme arzusunu içinde kaybetmeyen kimseler keşfe devam ediyordu[ii]. 1915’te Ernest Shackleton’un Endurance gemisi Antarktika ekspedisyonu için yoldaydı. Gemisinin buzda kalması ve Antarktika’yı bir baştan diğer tarafa yürüme hedefini bir kenara bırakan Shackleton kimsenin canına mal olmadan bu ekspedisyonu bitirdi. İnsalık keşif arzularının peşinden gidiyordu.

Messner de dağlardan sonra yoluna devam eder. 1989’da Yeti mitini anlamak için Nepal’e Karakurum’dan gelen göçebelerinin 2000 kilometrelik rotasını solo yürür. Bazen korkar bazen çekinir ama Yeti’yi bulamaz. 1991’de Shackleton ve diğerlerinin arzusunu taşıyıp Antarktika’ya yola çıkar. 2800 kilometre yürür ve kıtayı baştan başa geçer. 1992’de yüzölçümü neredeyse Almanya kadar olan yerel bilgiyle “girenin bir daha çıkmayacağı” olarak anılan Taklamakan çölünü yürüyerek geçer. 1995’te kuzey kutbuna yolculuğa çıkar ve başarısız olur. Yerinde durmaz yürümeye tırmanmaya devam eder. Hindistan, Nepal, Moğolistan, Gürcistan, Rusya, Uganda onun uğradığı yerlerden sadece bir kısmıdır. 2004’te ise Gobi Çölü’nü yürüyerek geçer. Artık 60 yaşına gelmiştir fakat bu onun durması için yeterli bir sebep değildir.

Biyolojik Yorgunluk ve Politikaya Giriş

Yeryüzüne verdiğimiz zarar aşikâr. Ancak bu zarar kadar fayda da sağlayabilmemiz gerekir. Messner de bunun farkındadır ve “insiyatif” almakta bir an bile tereddüt etmez. Yerel değişle Tirollü Messner yeryüzünde bir şeyleri değiştirmek için “kolu yorulmadan taş atar”… Shivling Dağı’nı temizler, bir çok ülkede iyileştirme çalışmalarına katılır. Bu insiyatiflerin belki de en kıymetlilerinden biri 1999 yılında Avrupa Parlamentosu’na Yeşiller (The Greens) kanadından 20.000 oyla seçilerek katılır. Küresel ısınma, türlerin sorunları gibi daha büyük sorunlara ek olarak Avrupa’daki ekolojik sorunları da mecliste gündeme getirir. Bu çabasını 2004 yılında emekli olana dek sürdürür.

Sonunda emekli olmuştur. Emekliliğinden sonra da dağlara ve doğaya olan tutkusu devam etmektedir ama şunun da farkındadır: Zaman evrendeki bilinen tüm biyolojik canlılara davrandığı gibi davranmakta, Messner’e ayrıcalık tanımamaktadır. Kendisi artık orta yaşlı değildir. Bir ailesi vardır ve çocukları ile hayatına devam etmesi gerekiyordur. Yaşadıkları ise zihninde varlığını sürdürmeye devam eder ve vücudunda izlerini taşır. Dağ müzesi projesiyle kendi yaşadıklarını, dağların görsel güzelliğini ve kültüre ait ayrıntıları paylaşmak üzere yola çıkar. Güney Tirol’deki altı zirvede[iii] insanların deneyimlemesi için müzeler kurar. Juval’daki şato evinde hayatını sürdürürken “küçük” projelerine devam eder. Belki de 76 yıllık hayatının ve tüm yaşadıklarının güzel bir finali olmasını istiyordur. Gerçekten “yaşadım diyebilmek için.”

Messner’in Hayatı…

Eve sağ sağlam dönebilmek. Onca zorlu hikâyenin sonunda tekrar hayatta kalabilmek. Messner’in hikayesi hırslarını, üstünlüklerini, tüketme arzusunu, var olmak için tanınma güdüsünü aşar. Her bir dağ, ona entelektüel olarak takip ettiği insanların sözlerini hatırlatır. Halil Cibran’ın Ermiş (The Prophet)’ini bilir belki de bir hakikati ararken tümünü bilemeyeceğini anlar. “Kuyusu suyla doluyken” susuz kalma korkusunu yenmesi gerektiğini fark eder. Hızla tükettiğimiz biricik kayamızın üzerindeki çevrenin korunması gerektiğini savunur. Tibet Budizmi onu derinden sarsar. Çin gibi bir devletten gelen baskının ve zorbalığın tersini savaşmak değil hoş görmek ve barışı sağlamak olarak öğrenir. Karmanın büyüsüyle Tibetli Monk’ların yıllarca süren çilesini hoşgörüyü ve barışı anlamak için içselleştirmeye çalışır. Sonunda bir sürü kültür, insan, yer, dağ görür. Bunun yanında en büyük kural koyucu (doğa) ile defalarca kez değişik zamanlarda yüzleşir. Yolu henüz bitmemiştir. O yolda, artık yanına aldıklarıyla yürümektedir.

Dağlar insanı ehlileştirir belki de kökenimizi hatırlamak için bizlere fırsatlar yaratır. Fakat günün sonunda görmek için bakmak gerekir, ulaşmak için hedef belirlemek ve varmak için yürümek gerekir. Hayat durağan değil, dinamik ve hareketlidir. Messner’in hikayesi de bunu destekler. Ve sonunda anlarız ki, kendi ifadesiyle de söylediği gibi, “Hayattaki en muhteşem şeyler sahip olduklarınız değil yaptıklarınızdır.”[iv]

(*) Bu noktada kaynaklardan toplanan bilgiler bizzat Messner’in kendisi tarafından doğrulanmıştır.

[i] Bu yazı serisi birbiri ardına gelen üç yazıdan oluşmaktadır ve bu yazı, serinin son yazısıdır. Okuduğunuz için teşekkürler :) Bu yazının çizimlerini de yapan Çiğdem Demir’e teşekkür eder, güzel çizimlerini Instagram’dan takip etmenizi şiddetle tavsiye ederim!

Edebi yönüne çok güvendiğim ve bu yazıyı sabırla okuyup çok güzel dokunuşlarıyla daha keyifli hale getiren Kübra Köroğlu’na çok teşekkürler!

[ii] Savaş öncesi dönemde Hodgson 1832’de Nepal’de yerel mitlerin belki de en gerçeklikle bağıntı kuvvetli olanı, yerel kar adamın yani Yeti’nin izinde Nepal çölünü geçmişti.

[iii] Müzeler: Firmian, Juval, Ripa, Ortles, Corones, Dolomites. Müzelerin websitesi için: www.messner-mountain-museum.it

[iv] “The wonderful things in life are the things you do, not the things you have.”

--

--

Muhsin Dogan
Düzensiz

PhD in Sci. and Tech. Pol. Studies at METU. Nowadays working on history of science and technology. Nature servant and Space lover. Star Photographer.