“Makbul Muhaliflik” ve Anlatıyı Kontrol

Esed, çapulcular, FETÖ, DAEŞ (veya bu kadar dikkatli değilsek DEAŞ), Reis ve en sonunda da Gazi Mustafa Kemal Atatürk: Bunların ortak noktası nedir? Dikkatli okuyucular çözmüş olabilir ama bu ufak bilmeceyi yazının ilerleyen kısımlarında yanıtlayalım ve şimdi elimizdeki meseleye yönelelim.

Ali DURŞEN
Düzensiz
5 min readNov 17, 2017

--

Abraham Lincoln’un “İnternette okuduğunuz her şeye inanmayın”ı kadar meşhur olamamış bir açıklama¹

Bir devlet aygıtının işlevselliği için yasama-yürütme-yargı dallarının varlığı bilinmektedir. Ancak değişen zamanlar ve şartlar Aydınlanma döneminden kalan bu yapıya ek olarak (doğasına dair az ve çok tartışmalar olan) Dördüncü ve Beşinci Dallar’ı da tartışmalara dahil etmiştir. Bu yazıda, doğasına dair tartışmaların azaldığı Dördüncü Dal’ı ele alacağım: medya, basın-yayın, kitle iletişim araçları.

Böyle desem de, aslında söz etmek istediğim kitle iletişim araçlarının devlet aygıtında ne şekilde konumlanan bir dal olduğu değil, buna benzer tartışmaları başka zamanlarda yaptık zaten. Sadece, Aydınlanma sonrası sivil nüfusun yönetimde -sözü değilse bile- varlığının gitgide artmasıyla birlikte sivil algıyı şekillendirmenin önemini satır arasında tekrarlayıp bizdeki durum hakkında konuşayım. Şu iddia büyük bir şaşkınlık yaratmayacaktır: Güçler ayrılığı dediğimiz yapı kolayca eskisine döndürülemeyecek kadar şiddetli bir şekilde bozulmuştur. Alıştığımız güçlerin birleştirilmesinin takibi hassasiyetle yapıldı zaten. İşin aslı basın-yayın araçlarının da kontrol altına alınmaya çalışıldığı ortada, ancak bunun motivasyonunun tam olarak anlaşıldığından şüpheliyim. Tabii ki taraflı-tarafsız medya üzerine de tartışmalar yapabilir ve bugünkü durumu kendi taraflı medyamızı oluşturarak çözmeyi önerebiliriz ama bu hala medya baskısının esas sıkıntısını çözmekten uzak olacaktır. Bugün medya, muhalefeti 1) kendine sunulandan başka bir şey konuşamamak, 2) kendi sözleriyle konuşamamak, 3) kendinden başkasıyla konuşamamaya mahkum etmiş durumdadır.

Muhalif Medyanın Üç İçsel Problemi

Ülke gündeminin çok daha hareketli olduğu zamanlarda başlayan bu oyun, muhalefete sürekli sinirlenecek, şaşıracak, dehşete düşecek ve ne olursa olsun göz ardı edilemeyecek yeni bir skandal vermek üzere inşa edildi. Oysa sağlıklı analiz sıklıkla bir an için durup olayları geniş denilebilecek bir açıyla incelemeyi gerektirir. Böylece bir an bile durmaya fırsat bulunamadı, analizler ihmal edildi, zaten pek de talep edilmedi. Anaakım medya muhalefete şikayet etmekten keyif alacakları yeterince şey verirken daha ayakları yere basan bir tutum talep eden çalışmalar sınırlı kulakların ötesine ulaşamadı. (Zaten “fikren tüketimi kolay şeylere talebin daha fazla olacağı” da yakınlardaki bir yazımın omurgasını oluşturuyordu.) Bugün geldiğimiz noktada şaşkınlığımızı bekleyen tepki araçları eskisi kadar yoğun çalışmıyor olsa da bakış açımız o kadar dar ve anlık oldu ki muhalif medya hala tepkiselliğin ötesine geçmekte zorlanıyor. Üstelik anaakımda yer bulamadığı için kendi köşesine çekilmeye zorlanan muhalefet, kendi yankı odasını büyük bir memnuniyetle inşa etti. Yanlış anlaşılma olmasın, bunun inşasının kaçınılmaz oluşu medya aracının da devlet kontrolü altına girmesiyle açığa çıktı ancak muhalif kitleler bunun sorunlarını tartışmaktansa kendi ayrık konumlarından anaakımla dalga geçmenin keyfini tercih etti.

(Ufak bir not: tabii aynı şey iktidar noktasındakiler için de söylenebilir, artık herkes kendi yankı odasını inşa ediyor. Ancak bu kamplaşma ve kulaklarını başkasına kapama statükocu bir tutumdur ve bu da ancak halihazırda güçlü olanın işine yarayacaktır. Eğer muhalefet bir şeyi değiştirmek istiyorsa kendini bunun rahatlığına bırakamaz.)

Anlatıyı Kontrol

Yankı odaları inşa etmek, kulaklarımızı başkalarına kapatmak… Bunlar ancak teoride tamamen işe yarayabilir çünkü ne olursa olsun belli bir toplumsallık içinde yaşıyoruz, duyulan her mesaj kabullenilmese bile fark ediliyor. O yüzden bugün olsa olsa Doğalgaz ve Elektrik Anonim Şirketi’ne ait olabilecek bir kısaltma kullanıldığında iki taraf da aynı şeyi anlayabiliyor; bu arada da Irak Şam İslam Devleti denilen örgüt algımızın çatlakları arasından kaybolup gidiyor.

Başlangıçtaki bilmece de böylece çözülüyor: sayılanların hepsi iktidarın kavramları o anki anlamlarından çıkartıp kendi ihtiyaçları doğrultusunda kullanma çabaları. Her zaman istendiği şekilde sonuçlanmayabilir veya hepsi aynı amaca hizmet etmeyebilir: örneğin “çapulcu”luk karalanmaya çalışılan kitle tarafından benimsenip ironik bir şekilde, bir onur nişanıymışçasına taşındı; Fetö ve Esed² kavramları Gülen Cemaati ve Beşar Esad’la olan eski ilişkileri unutturmak için ortaya çıkmışken Atatürk’ten tekrar Gazi Mustafa Kemal Atatürk olarak söz edilmeye başlanması eski ilişiksizliği unutturmak için çıktı. Bu da bizi yazının son, ancak büyük önem verdiğim tartışmasına getiriyor: Makbul muhaliflik.

Muhalefeti Kontrol

Her kurumu ele geçirmek: yasama, yürütme, yargı; siyaseti şekillendiren halkı şekillendiren güç olması sebebiyle 4. dal olmaya terfi etmiş olan medya; ve en sonunda da muhalefet. Bu fikir kavramsal olan kendisiyle çelişiyor gibi görünebilir, “İktidar kontrol ediyorsa buna muhalefet denilebilir mi?” Ancak piyasada muhalefete de bir ihtiyaç olduğunu teşhis eden bir tekel, bunu da kendi bünyesine katmak istemeyecek midir? Bunun yolu diğer muhalefetin pazar değerini düşürmek, eldeki araçlarla bir karşı-reklam kampanyasına girişmekten geçebilir. Bugün etkin bir eylem peşindekiler büyük bir şiddetle yüzleşip kriminalize edilirken yapısal nedenlerle siyasi bir beceriksizlik içindeki muhalefet baş tacı, hatta bir sonraki adımda “iktidar ortağı”(!) yapılıyor.

Söylemin dümeninin Gazi Mustafa Kemal Atatürk yönüne kırılması da bu açıdan okunabilir. Bu kavramı³ muhalefetin elinden alıp “hepimize” mal ederek bir başka direngi noktasını kırmayı, muhalefetin bir başka kanadını güçsüzleştirmeyi -özellikle bunu hedeflemese bile- başarıyor. 10 Kasım sonrasında kimi büyük Kemalist/Atatürkçü muhalefet erbaplarının fırsat buldukça İzmir marşını söylemeyi bırakıp “Bunlar da sonunda Kemalist/Atatürkçü oldu, ama sizden önce biz vardık, bize soracaksınız!” diye gururlu bir keyif yaşadığını görebiliriz. Ancak, belki biraz karamsar bir şekilde, dilendiği üzere bunun siyaseten güçsüzleşmenin sınırındayken kendine yeni bir müttefik aramaktan değil, tam da yukarıda anlattığım itkilerle yapıldığından endişeliyim. İktidar, olan biten her şey ve geçen 15 seneden sonra bile hala siyaseten böyle ümitsiz ittifaklar aramasını gerektirmeyecek kadar güçlü.

Muhalefeti kontrolün bir başka yönünden daha söz ederek bitireyim: İktidarı de jure ve de facto olarak ikiye ayırmak, katı değil ancak dönemsel muhalifleri memnun etmek için çok harika bir yol. Bu sayede şikayet edilecek bir durumda de jure iktidarın de facto’ya şikayet edilmesinin önü açılıyor, insanlar dinlendiğini ve bir güçleri olduğunu düşünerek katı muhalefetten bir gün daha uzak duruyor. Geçtiğimiz günlerde arabaların cam filmi konusunda patlayan tartışmalarda halkı vergiler ve keyfi uygulamalarla baskılayan hükümetin vatandaşa değer veren cumhurbaşkanına şikayet edildiğini biraz şaşkınlık, biraz kafa karışıklığıyla takip ettik. Sonunda elimizdeki tek muhalefet aracının bu olacağı günler çok uzakta mıdır dersiniz?

  1. Bu sözün Lenin tarafından söylendiği yönünde güçlü bir kanıt yok, bilakis söylenmediğini iddia etmek daha kolay (bu söze ilk atıf 2000 yılında yapılmış). Gene de bu sözü bir düz dünya komplocusunun yazısında görmemin ironisi ve bunun da anlatı kontrolüne hakikat-sonrası mercekten bir bakış fırsatı olması nedeniyle bu yazıya yakıştırdım. Üstelik sosyalist rejimlerde bir muhalefet bolluğu olmadığını da reddemeyiz.
  2. Ekşisözlük’teki Beşar Esad başlığında 2001–2014 arasında yazılmış her şeyin ufak bir numarayla Beşşar Esed başlığına taşınması da vermeye çalıştığım fikri destekler bir örnek.
  3. Bence algımızda Atatürk’ün bir kişiden bir kavrama dönüşmesi talihsiz bir vaziyettir.

--

--