Maviş Anne

29/03/2020 | Yazar: Suzan Demir

Düzensiz Editoryal
Düzensiz
4 min readMar 29, 2020

--

‘’Dünyaya bile bir dünya anne lazım./ Biri sen ol maviş anne, biri ben.’’ Kendimizi evlerde inzivaya aldığımız şu günlerde Didem Madak’ın şiirleriyle uyandığımı, günlük yazmaya başlamadan önce -ki bu hep çok zor olmuştur benim için- kendimi Pulbiber Mahallesi’nde ya da Grapon Kağıtlar’ın sayfalarında buluyorum. Bu sebepten önce Grapon Kağıtları anmak istiyorum.

“Bu kitapta yer alan şahıs ve mekânların gerçekle alakaları tamdır. Kahramanları hep yanlış ata oynayanlardır. Kediler, kadınlar, muhabbet kuşları, gözyaşları…hepsi sahiden vardır ve bir dönem yaşamışlardır.” İlk kitabının arka kapağına bu satırları yazmış Didem. Onun şiirlerinin hep gerçeği söylediğini hatta gerçeğin taşıp taşıp onun şiirine bulaştığını kabul edersek bu satırları okuyan bir kadına neler hissettirebileceği tahmin etmek de güç olmaz diye düşüyorum. Bu yazımda Didem Madak şiirinde annelik , kadınlık ve kimlik meselelerinin izini sürmeye çalışacağım. Luce Irigaray patriarkal sistemin anne-kız ilişkilerinin olumlu temsil edilmesine izin vermediğini söyler fakat Didem’in şiirlerindeki anne, babanın müdahale edip bozmadığı, küçük mutlu anlardan büyük sevinçler yaratan bir kadındır. Dişi sesini birçok dizesinde taş bebeğiyle dertleşirken bize duyurandır. Ve Didem sanki bu annenin neşeli sesiyle kendini keşfetmeye, tahakkümü reddetmeye başlar. Son nefesine kadar 13 yaşında kaybettiği annesinin hasretini çeken, hayatı da sürekli sinirlenen bir üvey anneye benzeten Didem Madak’ın hüznünü ve öfkesini içimde taşıyorum. Annesinin adı Füsun ardından kızının adı da Füsun olur. Ne efsunlu bir isim. Tüm kadınlara annelerinden kalan bir büyü olduğuna inanıyorum. Ve ancak içimizdeki o eski masallara, kadınların çocuklarını etrafına toplayıp anlattıkları hikâyelere dönersek kendimizi gerçekleştirebileceğimiz fikrindeyim. Ama içselleştirerek ama reddederek. Fakat illaki o büyüye kulak vererek bulacağız mağaramızı. Didem de şiirlerinde annesi Füsun’dan kalan sihirle sesini bulmaya çalışmaktadır. Çok eskiden şöyle demiştir: “Annemden bana kalan tek miras bir sihirdir. Onu ne zaman çok özlesem hep bir şiir yazdım.” Şiirlerle ve çocuk kitaplarıyla annesi aracılığıyla tanışan Didem’in bu büyüyü kelimeleriyle devam ettirdiğini düşünüyorum. Özel yaşamına ilişkin konularda ketum olan Didem’in satırlarına geldiğinde gösterdiği ve sahiplendiği cadılık rolünün en ağır hüzünleri üstünden atmak için olduğunu söyleyebilirim.

Şimdi de biraz onun seslenişleri üzerinde durmak istiyorum. Ben onun şiirlerinde sevimli bir kedi değil, tırnakları oldukça sivri bir kedi görüyorum. Kendi kadınlık bilincini ya da kimliğini edinirken ciddi savaşlar vermiştir. Mutsuz bir evlilik, yoksulluk, anketörlük, hukuk fakültesi, cüretkârca yaşadığı aşklar… Onun şiirlerini çok şey yaşamak istemiş ama yaşayamamış ya da haddinden fazla şey yaşadığı hisseden olgun bir ruha ait dört nala koşan bir kız çocuğunun sesinden okuyorum ben. Sesinin tonu sıradan bir ses değildir. Konuşurken, dua ederken, dertleşirken, haykırırken her şeyi belirleyen sesimizin tonu ve muhatabımızdır. Bu kız çocuğunun ses tonu kendini hakikatini söyleyen ve bu vesileyle ötekiyle ilişkilenerek dünyaya açılan bir sestir. Bu dişi sesin arkasında kimi zaman tutkulu bir aşktan istediğini alamamış ve arzu nesnesine öfkeli bir sesin tınısını duyuyoruz.

‘’Aşk diyorsunuz ya ,

İşte orada durun bayım

Islak unutulmuş bir taş bezi gibi kalakaldım

Kendimin ucunda

Öyle ıslak,

Öyle kötü kokan,

Yırtık ve perişan. ‘’

“Siz Aşktan Ne Anlarsınız Bayım?” şiirinde seslenme sevilen erkeğe olmasına rağmen “siz” zamiri aradaki mesafeyi “bayım” kelimesi de öznenin muğlaklığını temsil etmektedir. Burada muğlaklık derken seslenilen kişinin anonimliğini, yerine başkasının konulabilirliğini, değişkenliğini kastediyorum. Bu şiirde dişi ses karşılıksız bırakılmıştır ve bu yüzden bayım diyerek karşı tarafla olan mesafesini vurgulayan ses, tutkudan arta kalan bir serzenişe dönüşmüştür. Dizelerinde ötekine ulaşamamanın değil kendi kişisel tarihinin de yasını tutar. Ve şiirinde artık “sen” diye seslenmeye başladığında durulur, öfkesi diner, usulca acısını anlatır. Ve Didem siz dediği her dizesinde öfkeli; sen dediği ve derdini anlattığı her dizesinde de bir o kadar içtendir. Onun iç sesi arzuları bastırılmış kadınlığın susturulmuş sesidir artık. Neden her aşkın bir kadının cenazesini kaldırdığını sorgularken kadınların birlikte tuttukları yası işaret eder. Kadının kadınlarla yas tutması, beraber ağıt yakması ve erkeğin en zor zamanlarda yüreğinin merhamete ihtiyacı olduğunu söyleyerek çekip gitmesi çok eski bir gelenektir. Cenazelerde, annelerin ölü bedeninin yıkanması gerektiğinde, hastanelerde hep kadınlar refakatçidir. Erkeğin seslenişleri karşılıksız bırakması birçok şiirinde romantik mutlu sonlara olan inancın yitimine sebep olmuştur. Kadınlarsa mahallelerden, odalardan sokaklara taşan bir yaşamı arzulamaktadır. Kelimelerini olabildiğince berrak kullanan Didem Madak’ın tüm imgeleri ve arayışı kadınlık tarihinin renkli işaretleridir. İşte bu sebepten biraz ‘kadınsı’ ve durup dururken bağıran bu şiirlerin hepsini kalbimin en güzel odasında, mor çiçeklerle beraber saklıyorum. Yazımı ona seslenerek bitirmek istiyorum :

İçinde durmadan bölünen şiirler, hiç borcu olmayan şiirler, birlikte yok olacağımız şiirler, birlikte unutulacağımız şiirler ve bu yüzden çok acıyan şiirler… Hepsi bizimle, içimizde benim kayıp kız kardeşim.

Düzensiz Dergi olarak yeni içeriklerden haberdar olabileceğiniz bir e-posta bültenimiz var: Üye Olmak İçin Tıklayınız

--

--