Pax Americana Biterken Facebook’u Suçlamak: ‘The Social Dilemma’

Zeki Seskir
Düzensiz
Published in
8 min readOct 5, 2020

Geçtiğimiz haftalarda Netflix’ten çıkan ‘Sosyal İkilem’ belgeselini izlerken oldukça beğendim, özellikle STS (bilim ve teknoloji çalışmaları) alanından bakıldığında takdir edilmesi gereken bir iş yaptıkları açık. Ancak sonrasında belgeselin, özellikle de Azerbaycan-Ermenistan meselesiyle tekrar yüzümüze çarpan bir gerçekliği tamamen yok saydığını fark edip yaşadığım ‘etkilenme’ hissinin sönümlenmesiyle bu yazının vaktinin geldiğine karar verdim. Dünyanın şirazesi bu boyutta neden kayıyor?

Facebook Suçsuz mu?

Öncelikle bir şeyi aradan çıkartarak yazıya başlamak istiyorum, sosyal medya insanlık olarak nasıl en az zararla kullanacağımızı çözemediğimiz yeni bir araç. Büyük birkaç firmanın nasıl da kazanç odaklı emelleriyle tüm internet kullanımını birkaç siteye sıkıştırıp, buraları da şimdiye kadar reklamcılık sektöründe asla var olmamış bir kaldıraç etkisiyle para basmak için kullandıkları konusunda belgesel oldukça başarılı bir tablo çiziyor. Bu mekanizmayı ise bu birkaç firmanın tek başlarına kurmadıkları aşikar. Daha önce ‘İnternetin Ruhuna Kim İhanet Etti?’ yazımızda bu mekanizmaların inşasında kullanıcılar olarak bizim de ne şekilde rol oynadığımız üzerinde durmuştuk.

Şu anki çarpık ticari teşvik mekanizmalarının inşasında internetin erken döneminden itibaren ‘ücretsiz’liği ön plana çıkaran kullanıcı talebine belgeselde elbette çok az vurgu var, dünya üzerinde milyarlarca insanın Facebook’a aylık üyelik ödeyebileceğini düşünmek bile şu an bize absürt geliyor. Dolayısıyla, bu problemin ‘mühendisler daha insancıl düşünsün, firmalar biraz vicdan geliştirsin, denetim mekanizmaları geliştirilsin’ gibi fikirlerle çözülmeyeceğini görmek mümkün. Bunlar kesinlikle gerekli parçalar, fakat yeterli olmayacaklarını görmek için teşvik mekanizmalarının tarihsel kurgusuna bakmak yeterli.

Bu durumda Facebook-Instagram-WhatsApp, Google-YouTube, Twitter, TikTok gibi devlerin bugünkü uygulamalarından vazgeçmelerinin ‘çocuklarımızın geleceği için’ gibi bir mesaja sığmayacağını görmek de mümkün. İşte bu bağlamda, belgesel durumun bir ‘ikilem’ olduğu fikrini güzel bir şekilde yansıtıyor. Aslında ne yapılması gerektiğine değil ama en azından bir şeylerin yapılması gerektiğinin farkına varılması zorunluluğuna olan vurgu yerinde ve başarılı. Fakat yazının da başlığında yer aldığı gibi, belgeselin gözden kaçırdığı büyük bir şey var, o da dünyanın şu anki karmaşasında sosyal medyadaki kutuplaşmanın ateşleri körükleyen bir rolü olsa da ateşlerin kaynağı olmadığı.

Pax Americana Nedir ve bitmesinden bize ne?

2012'de Atlantic’te çıkan şu yazı bu konuyla ilgilenenlerin muhtemelen denk gelip okuduğu bir çalışmadır. Yazar kısaca, artık Batının küresel hegemonyası kırılıyor ve dünya ‘Pax Americana’ döneminden çıkıyor demekte. Bu kavram aslında tarihsel olarak Roma İmparatorluğunun gücünün doruğunda olduğu dönemdeki refah ve düzen ortamını tanımlamak için kullanılan ‘Pax Romana’ya bir gönderme.

Bu kavramla ilgili yanlış anlaşılmaması gereken bir şey var, her ne kadar bu tanımın içinde ‘Pax’ yani barış-huzur (peace) kelimesi geçiyor olsa da aslında karşılığı tek kutuplu düzen olarak okunmalı. Yani ‘Pax Romana’da Roma’nın istemediği olmazken onun istediği zulümler ve katliamlar büyük bir verimlilikle gerçekleştiriliyordu. Benzer şekilde ‘Pax Americana’da yaşayıp büyümüş insanlar için de son 30 yıl çok bir barış ve huzur dönemi olarak akıllarda kalmayacaktır. Ancak, tarihin kalan dönemlerine ‘kıyasla’ bu dönem güçlü bir hegemonik yapının, kendi arzu etmediği iç çatışma ve huzursuzlukları elinden geldiğince önlediği bir dönem olarak Amerikan hegemonyasını kabul etmişler için ‘göreli’ barış ve huzur dönemi olarak ele alınabilir.

Peki bu ‘eski düzen’in sonlanmasını nasıl okumak gerekir? Aşağıda 2012'deki yazıdan bir alıntı yapıyoruz:

Tüm bunlar, Çin, Brezilya, Hindistan, Rusya, Türkiye ve Endonezya gibi hırslı bölgesel güçlerin Eski Düzene karşı artan meydan okumalarını ortaya çıkaracak. Amerika’nın göreceli itibar kaybı göz önüne alındığında, yükselen güçler, uluslararası sistemi kendi çıkarlarını, normlarını ve değerlerini yansıtacak şekilde yeniden şekillendirmeye yönelik bir gözle mevcut düzeni test etmek ve denemek için giderek daha cesaretli hissedecekler.

Yani Amerikanın tek kutuplu gücünün kırılmasıyla bölgesel aktörler kendi hırsları peşinde daha rahatça koşabilmeye başlayacak deniyor. Bunu geçtiğimiz günlerde bu siteden de bildiğiniz Özgür Özer daha yurdum diliyle “Amerika köyüne dönünce herkes hesap defterlerini ortaya çıkardı” diyerek dile getirmişti, güzel bir benzetme olduğu için paylaşmak istedim.

Batı hegemonyası elbette tek bir ortak zihin değil. İçinde pek çok akım, bu akımlarla iç içe geçmiş pek çok hizip, ideolojik görüş, sermaye çıkar grupları, dini çıkar grupları, ulusal çıkar grupları ve daha nicesi olan bir düşünsel yelpaze. Fakat bunların hepsinin dönüp dolaşıp dayandıkları tarihsel, kültürel, Batı deyimleriyle ‘evrensel’ bazı kökenler var. Bunların kendileri de bir tarihsellik barındırıyor olsalar da hala bunların bildiğimiz anlamda aydınlanmacı medeniyet projesiyle derin bağları bulunmakta. Bazılarının dediği üzere, ortada bir Batı medeniyeti değil ‘medeniyet’ var.

Son 30 yılın anlatısı bunun küresel bir medeniyet projesi olduğu ve artık dünyanın küreselleşmeyle birlikte topyekun bir medeniyete dönüştüğü, hatta internetin de bunda ciddi rol oynadığıydı. Bu sitede bile 6 sene önceki yazılara bakacak olursanız bazı yerlerde ulus devletlerin nasıl da artık tarihleri geçmiş kurgular olduklarına dair fikir akımlarının emarelerine rastlayabilirsiniz. Küresel düzen, her ne kadar 2008'le darbe almış olsa da bir noktada kendini toparlayacak ve kaybettiği zemini geri kazanıp dünya çapında bir medeniyeti inşa edecekti. Bugün, artık bundan çok da emin olmak zor.

Elbette Pax Americana yukarıda kinayeli bir şekilde ele aldığımız üzere “Amerika köyüne dönünce” bitmedi, zaman içinde erozyona uğrayıp Amerikanın dünyanın jandarmalığını kibirli bir şekilde yürütmesinin artık sürdürülebilir bir tutum olmadığı hale geldikçe geriledi. Doğu Akdeniz’deki kavga Amerikanın bıraktığı boşluğu Türkiye’nin mi, Fransa’nın mı, yoksa Rusya destekli Şii ittifakının mı dolduracağı üzerine. Benzeri şekilde Avrupa ordusunun kurulması tartışmaları, İngiltere’nin AB’den ayrılıp kendi Anglo-Sakson bloğunda kalma çabaları, Rusya’nın Kırım ilhakı ve sonrasındaki agresyonları… liste uzar gider, fakat bunların hepsi uluslararası siyasetle alakalı, bunların sosyal medya ve her konuda kutuplaşan toplumlarla ne gibi bir bağı olabilir ki?

Daha önce “Sistemler ve Boyutları” başlıklı yazımızda bu yapıların ne kadar iç içe olduklarından bahsetmiştik. Uluslararası politika, sağlık kurumlarının işleyişinden faiz oranlarına, açılan teknik lise sayılarından hangi tarihi eserin içinde namaz kılınacağına, bir sosyoloji bölümüne hangi ekolden hoca alınacağından Twitter’dan birilerinin hangi koşullarda ‘ban’lanacağına kadar her şeyle birlikte düşünülmesi gereken bir mesele. Gerçek şu ki, Batı hegemonyası yalnızca askeri değil düşünsel bir kurguydu da. 2000 yılında Hardt ve Negri’nin İmparatorluk’unu okuyup dünyayı o lensle algılayanlar 2011 yılında Suriye’yi yalnızca bir taşeronlar savaşı olarak gördüler. Avrupa’daki göçmen karşıtı hareketleri ırkçılığa, Trump’ı muhafazakar sermayenin ve bilinçsiz seçmenin oy verme dinamiklerine bağladılar. İmparatorluğun kendisini lağvetme yolunda bıraktığı güç boşluklarına hücum edenlerin verdikleri mücadeleye, bu mücadelenin kendisinin de aslında İmparatorluğun lağvına giden yolun taşlarını döşediği onlara pek inanılır gelmedi. İmparatorluk yüceydi, dolayısıyla her şey iyi ya da kötü plana göre ilerliyor olmalıydı, ki zaten bu da sonunda bir nevi ‘Commonwealthe dönüşecekti.

Oysa mevcut düzen, tüm dünyada sağın öncülüğünü çektiği ama artık ilerlemeci solun bile ciddi anlamda benimsemek durumunda kaldığı yerelleşme hareketlerinin siyaseten güç kazandığı bir yapıya evriliyor. Bu durumda bölgesel aktörler yalnızca siyasi değil düşünsel de mücadele veriyorlar. Steve Bannon’ın ‘Hareket (The Movement)’ adı altında bir araya toplamayı umduğu popülist hareketlerin ve radikal ilerlemecilerin içeriden, Çin ve diğer bölgesel aktörlerin dışarıdan ittirmeleriyle Batı hegemonyasının 2001, 2008 ve 2012'de aldığı darbelerin yaralarını iyileştirmesine izin verilmedi ve dünya bugünlere kadar geldi.

Düz dünyacılığın neo-nazi hareketlerle, aşı karşıtlığının ise new-age hippi akımlarıyla güçlü organik bağları bulunmakta. İnternette dolaşımda tuttuğumuz pek çok ‘korsan’ içeriğin arkasında Doğu Avrupa ve Rusya’da kendilerini Batı hukukundan koruyabilen organize suç yapılanmaları var, bunlar pek çok fidye yazılımı ve bahis işlerinin de arkasında. Mültecilere destek amaçlı içten bir şekilde çalışan pek çok STK hem Akdeniz’de hem de yerellerde insan kaçakçılığı yapılarını destekliyor. The Washington Post’un Cemal Kaşıkçı gibi konularda yazmasının sonu gazetenin sahibi ve dünyanın en zengin adamı Jeff Bezos’un telefonunun hacklenmesiyle sonlandı, benzeri küçük sayısız itibar suikastı her gün gerçekleşmekte. Dünya, yalnızca YouTube’un size bir sonraki önerdiği videoyla bu hale gelmedi, algoritmaların düzelmesiyle de yoluna girmeyecek.

Özellikle Avrupa ve Amerika halkları (Batı hegemonyasının göbeğinde) bu konuda en çok şaşkınlığa uğrayanlar, Facebook gibi hedefler ise bu konuda yüzeyde olduklarından dolayı en kolayları. Hillary Clinton’ın seçimi kaybetmesini ülkelerini mahveden Wall Street ile olan bağlarına veya kırsaldaki Amerikalılar için bile (yanlış nedenlerden ötürü olsa da) kabul edilemez görülen dış politikalardan sorumlu olmasına değil, Rusya’nın verdiği hedefli Facebook reklamlarına bağlamaları onların yüreklerine biraz da olsa su serpiyor olabilir. Ya da Brexit’in arkasında bir kırmızı otobüsün üstündeki yalanlara inanan yaşlı insanların oyları olduğunu düşünebilirler. Fakat bu, ne yazık ki ortadaki hikayenin ufacık bir kısmını, onu da pek çok açıdan yanlış analiz etmeye sebebiyet veriyor.

Şirazesi kayan dünyada sosyal medya, en yeni propaganda ve manipülasyon aracı olarak elbette ki şüphesiz büyük zararların sorumlusu. Bu zararı bilinçli olarak topluma reva gören firmalar ve bazı durumlarda bilinçsizce de olsa insanlık zararına sistemler kuran mühendisler de sorumlu tutulması gereken zümreler. Fakat unutmamak gerekiyor ki 1960lardan itibaren 20 yıldan uzun bir süre dünya nüfusunun yaklaşık altıda biri “yarın nükleer savaş çıkarsa ölüm şansımı nasıl azaltabilirim” diye düşünerek yaşıyordu ve bu hüsnü kuruntu değildi, gerçekten o savaş çıkabilirdi.

İnsanlık olarak tedbir ve ihtiyatı elden bırakmamız gerektiği aşikar, yine de tüm bu gelişmelere bakıp öneri algoritmalarının dünyanın geleceğindeki en önemli sorunlardan birisi olduğunu düşünmek İngilizlerin deyimiyle bir pinçik tuzla ele alınması gereken bir yaklaşım.

Peki ne yapmalı?

Açıkçası şu anki durum kutuplaşmayalım, bir arada hareket edelim, sosyal medyada saygılı olalım gibi önerilerin anlamlı çözümler getirmesini oldukça zorlaştırıyor. Türkiye örneğinde bile bakacak olursak, toplumu bölen şeyin o parti veya bu partinin iktidar olmasından daha derinde, Türkiye’de halkların hangi değerleri esas alarak yaşayacağı olduğunu görmemek zor. Bu yazıyı okuyanların çoğunun aklına ilk olarak “farklı değerlerle de olsa bir arada yaşamak” fikri en ‘doğal’ çözüm olarak gelmiştir. Fakat unutmayın, bu Batı medeniyetinin ‘doğal’ı. Dolayısıyla aslında bu fikir bile ortadaki düşünsel kutuplaşmada sizin tarafınızı belli etmekte. Farklı fikirlerin, düşüncelerin, inanışların, kısacası farklılıkların bir arada yaşayabilmesi gayesi Pax Americana’nın güvenceye almaya çalıştığı hayaldi. Çünkü farklılıkların küresel medeniyet hegemonyası altında bir arada yaşaması gerekiyordu. Bu hayal ne yazık ki arkasındaki sopa (ve para) geri çekildikçe zayıflamakta. İşte bu günümüzün gerçek küresel ikilemi. Günde kaç saat telefonda Twitter’a maruz kaldığımız ciddi bir sorun olabilir, fakat herkesin yerelleştiği ve küresel güç yapılarının buna göre şekil almaya başladıkları bir düzende nasıl özgürlük, eşitlik ve kardeşlik gibi ideallerin tüm insanlığı kapsayacak şekilde canlı tutulabilecekleri daha önemli bir ikilem gibi duruyor.

Düzensiz Dergi olarak yeni içeriklerden haberdar olabileceğiniz bir e-posta bültenimiz var: Üye Olmak İçin Tıklayınız

--

--

Zeki Seskir
Düzensiz

METU \\ M.Sc. — Physics and STPS \\ Ph.D. candidate — Physics \\ Part-time blogger on http://www.duzensiz.org/.